FETÖ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FETÖ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2024 Pazar

FETÖ İLE MÜCADELE SEKTEYE Mİ UĞRUYOR?


FETÖ Terör Örgütü bilindiği üzere 15 Temmuz 2016’da bir darbe kalkışması gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak milletimizin sokaklara dökülmesi ve devletimizin içindeki vatansever güvenlik güçleri tarafından bu kalkışma sabah bastırılmıştı. Bundan sonraki süreçte FETÖ mensuplarına çeşitli operasyonlar yapılmış binlerce kişi tutuklanmış veya kamu görevinden ihraç edilmişti. Ancak son alınan bilgilere göre FETÖ iltisaklı olması sebebiyle hatta bazılarının “mutat örgüt toplantılarına katılmış, BYLOCK kullanıcısı ve ankesör aramalarına takılmış olanlarından olduğu iddia edilen 450 eski yargı mensubu HSK’nın itirazına rağmen Danıştay 5. Dairesi kararı ile görevlerine iade edildi. Bu yapılanlar eğer kasıtlı yapılıyorsa bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargısını FETÖ’ye teslim etmek demektir.

Durum sadece bundan ibarette değildir. Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın devleti uyarmak için bildiklerini anlatması da tehlikenin ayrı bir boyutunu gözler önüne sermiştir.

Yaycı Master haberdeki köşe yazısında aynen şunları ifade etmiştir:

(Göreve iade edilen 450 yargı mensubu için) Göreve dönmekle kalmıyor, terfi ettiriliyor. Daha önce binlerce Emniyet, Mülkiye, Yargı ve TSK mensubu iade edilmişti, edilmeye devam ediyor. Zaten devletin diğer kurumlarında bulunan diğerlerine de pek dokunulmamıştı. Önce ihraç edilip, sonra göreve iade edilenlerin özellikle son dönemde kritik görevlere atandığı söylenmektedir. Bunların arasında terfi ettirilip, aktif ve önemli pozisyonlara getirenlerin olduğu söylenmektedir.”

Yaycı’nın NOW Haberde yayınlanan videosunda 15 Temmuz da darbe kalkışmasını Akıncı Üssünden yöneten Adil Öksüz’ün, kuzeninin bakanlıkta “Başmüfettiş” yapıldığını da söylemiştir. Yine basına yansıyan son haberlere göre FETÖ’nün 2010 – 2015 yıllarında ÖSYM tarafından yapılan sınavlarsa soruları çalan FETÖ’cülerin işe alındığı dönemde ÖSYM Başkanı olan Ali Demir de FETÖ üyeliğinden beraat etti.

Tüm bu gelişmelerin akabinde akıllara Sn. Devlet Bahçeli’nin 11 Temmuz 2023’teki grup toplantısındaki sözleri gelmektedir. Bahçeli aynen şunları söylemişti:

“Hala FETÖ’nin kripto damarının siyaset, bürokrasi, eğitim, ekonomi, medya ve diğer alanlarda dip dalga halinde faaliyet içinde olduğunu bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmadı.”

Ayrıca son zamanlarda FETÖ elebaşının ve PKK Terör Örgütünün yayınladığı diriliş mesajları da dikkat çekmektedir. Bu nedenle devletimizin tüm kamu kurumları gerekli önlemleri almalı ve bu tehlikeli örgütü siyasetten, bürokrasiden, askeriyeden, emniyetten ve diğer kamu kurumlarından tamamen temizlenmeli ve bir daha devletin içine sızmalarını önleyerek gerekli tedbirler alınmalıdır. 


 

8 Şubat 2024 Perşembe

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

 

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE[1]

Kubilay Muhammet ÖZDEMİR[2]

 

ÖZET

Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe başlıklı makalemiz, Son Saat gazetesinde yazı dizisi olarak hem matbu hem de internet ortamında üç gün arka arkaya yayınlanmıştır. Yakın tarihe eğitim ve tasavvuf konusunda ışık tutacak bir makaledir.

Anahtar Kelimeler: Öğretmen, Tasavvuf, Eğitim, Din, İslam, Sızıntı, FETÖ


                                Resim 1: Son Saat Gazetesinde makalenin manşette tanıtımı

 

 

                     Resim 2: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ilk gün manşet tanıtımı


                                  Resim 3: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ilk kısmı

      ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

ÖNCEDEN EĞİTİM

Son yıllarda öğretmenlik mesleği ile birlikte tasavvuf da bir o kadar darbe aldı. Ancak öğretmenlik ve tasavvufun önemi ve ilişkisi nedir? Neden yazım da öğretmenliğe ve tasavvufa dikkat çekmeye çalıştım. Bu yazımda bunu açıklamaya çalışacağım.

Öğretmenlik mesleği; cehaleti yenmek ve bir devletin ilerlemesine zemin oluşturacak eğitimli insanların yetişmesini sağlayan önemli ve büyük bir güçtür. Bu yüzden öğretmenlik saygınlığı kadar disiplini de esas alan bir sistem ile devlete öğrenci yetiştiren önemli bir kamu gücüydü.

Fakat yıllardır öğretmenlik mesleği gerek sistemsel gerek eğitimsel açıdan sürekli darbe almaktadır. Öncelikle eğitim sisteminin değişmesi 4+4+4 sisteminin gelmesi, liselerin Anadolu, İmam Hatip vb. şekilde tek tipleştirilmesi ve başta özel üniversiteler olmak üzere Türkiye’nin her yerinde üniversite açılması, üniversite sınav sistemlerinin değişmesi, baraj puanının kaldırılması ile birlikte sistemin bozulmasına neden olmuştur. Okullarda öğretmenlere ve öğrencilere kıyafet serbestliğinin getirilmesi, disiplin kurallarının yok denecek kadar esnetilmesi, sınıfta kalmanın olmaması, disiplin cezaları verilememesi, kanunların öğretmeni korumak yerine öğrenci lehine olması ve öğretmeni, öğrenci ve veli karşısında zor duruma düşürmesi, öğretmen otoritesinin sarsılması disiplinli bir eğitim yapılamaması eğitimsel açıdan bozulmaya neden olmuştur.

Bunlar sadece eğitimde belli başlı süregelen bozulmalardır. Eminim ki daha da fazlası vardır. Mesela özel okullar, dershaneler, kolejler kısmına hiç girmiyorum bile, hatta devlette çalışan ücretli öğretmenler konusuna değinmiyorum bile. Çünkü bu sıkıntıları da yazıma eklesem biliyorum ki yazım sayfalar tutacak.

Pekiyi bu süreçte tasavvufun bu konuyla ne alakası var diyeceksiniz? Bunun için konuyu en baştan anlatmam lazım. Tarihe baktığımızda Türkler, İslam’ı kabul ettiklerinde okul olarak medreseler açılmaya başlandı. Bu medreseler de öğretmen dediğimiz müderrisler görevlendirilirdi. Bu müderrisler de öğrencileri yetiştirip topluma kazandırırdı. Hatta bazı medreseler ve başına atanan müderrisler vardı ki bunlar aynı zamanda devletin başına musallat olan belaları da defetmek için mücadele ederlerdi. Mesela Nizamülmülk’ün kurdurduğu “Nizamiye Medreseleri” ve başına atadığı İmam Gazali örnek olarak gösterilebilir. O dönemde batıniliğin yaydığı zararlı düşünceler bu medreseler sayesinde önlenmişti. Yine Semerkant medresesi dâhil olmak üzere birçok medreseden İslam’ı ve eğitimciliği yayacak birçok âlim yetişmişti. Bu âlimlerde birçok ismi yetiştirmişti. Örneklerim arasında hem bu medreselerden yetişenler hem de bu medreselerde yetişip öğrenci yetiştirenler vardır. Matüridi’den başlayıp Yusuf Hemadaniler, Ahmet Yeseviler, Sarı Saltuklar, Arslan Babalar, Yunus Emreler, Taptuk Emreler, Tirmiziler, Buhariler, Hacı Bektaşi Veliler, Celaleddin Rumiler, Şeyh Edebalılar ve adını sayabileceğimiz bir sürü âlimler yetişmişti. Bu âlimler eğitime önem vermiş ve yeri geldiğinde de devlete çok büyük katkıları olmuş zatlardı. Ayrıca hepsi birer âlim olmanın yanında hepsi birer zanaat ustasıydı. Mesela Ahmet Yesevi tahta kaşık ustasıydı. Tahtalardan kaşıklar yapar ve geçimini öyle sağlardı. Dolayısıyla günümüzdeki sözde hocalar gibi yardımlarla geçinmezlerdi.

Hep söylediğim bir şey vardır. Koskocaman 638 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sebeplerinden birisi de eğitim çökmeye ve gerilemeye başlamasıyla birlikte olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in açtığı sahnı saman medreseleri nerede daha sonra uygulamaya konulan beşik ulemalığı sistemi nerede? Dini anlatacak, eğitimi anlatacak müderris kalitesi bozuldukça dine de hurafeler girmeye başladı ve devletin her yaptığı yeniliğin karşısında saçma sapan şeyhülislamların saçma sapan verdiği kararlar uygulandı.

Önceden akılla yönetilen devlet sonradan şeyhülislamların ve gerici tayfanın verdiği kararların devlet üzerinde etkili olmasıyla bu kişiler Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışa sürükleyen sebeplerden birisi haline gelmiş oldular.

DEVAMI YARIN


                          Resim 4: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ikinci gün manşet tanıtımı

 

       Resim 5: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ikinci kısmı

  ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

SIZINTILAR VE CEMAATLER

Cumhuriyetin kurulması, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla tarikatların devlet üzerindeki etkisi kırılmış ve yeni devletimiz akılla yönetilir hale getirilmişti. Bunun yanında çıkarılan kanunlarla birlikte eğitim ve öğretimde birlik sağlanmış yeni atılımlarla eğitim düzeyi yükseltilmişti. Ancak bu durum köy enstitülerinin kapatılması ve demokrat parti döneminde Amerikancı politika izlenerek eğitimde Amerikalıların ders müfredatlarına müdahale etmesine kadar sürmüştü. Sonrasında sağ sol çatışmalarının temeli atılarak 1970’lerden 1980’lere kadar Türkiye iç karışıklarla boğuşmaya başladı. Türkiye iç karışıklıklarla boğuşurken birileri de fırsattan istifade devletin içine sızmaya başladı. Sızıntılar öyle bir hal aldı ki bu durum sadece devlet kurumları ile sınırlı kalmadı.

Sızıntılar, Türk Silahlı Kuvvetlerine, İçişleri Bakanlığına verdiği zararla birlikte Türkiye’de en önemli iki unsura da büyük darbe vurdu.

Birincisi öğretmenlere ikincisi tasavvufa…

Ama düşman darbe vurduğu iki unsuru kendi lehlerine olacak şekilde iyi kullanmıştı. Çünkü FETÖ yapılanması çökertildikten sonra ortaya çıkan belgeler kamuoyuna şunu gösterdi. FETÖ yapılanması öğretmenler üzerinden kurulmuş bir örgüt sistemiydi. Yani örgüt mensuplarının başta hücreleri olmak üzere en önemli görevlere koydukları ve abi dedikleri kişiler hep öğretmenlerden seçildiği ortaya çıkan belgelerde kanıtlanmış oldu.

İkinci unsur tasavvuf; bunun özelinde Türkiye’deki cemaatler ve dini yapılanmalarında içine sızıntılar hatta ajanlar yerleşmiş ve Türkiye’deki cemaatleri hatta bazı dini örgütlenmeleri yabancı istihbarat teşkilatların kurdurduğu ifade edilmiştir. Bugün ülkemizdeki cemaatlere ve örgütlenen dini gruplara baktığınızda bir imam gazali bir Ahmet Yesevi esintisi görüyor musunuz? Yoksa İslam’ın içini boşaltan, gençleri İslam’dan uzaklaştıran bir yapılanmamı görüyorsunuz? Elinde Zanaatı olan Ahmet Yesevi kaşık yapıp satarak geçimini sağlarken şimdi bazı dini yapılanmalar dernekleşip cemaat adı altında örgütlenip ve cemaatin başında olan sözde hocalar geçimlerini nasıl sağlıyorlar? Günümüzde Tasavvuf kimseden para istemeyen Hoca Ahmet Yesevi düşüncesinden,  Allah rızası için derneğimize yardım edin, elektriğini, suyunu burada ders veren hocanın maaşını karşılayalım diye bağış isteyen bir duruma dönüştü.

Ve bu sözde hocalar kimdir? Kimler yetiştirmiştir? Belli değil. Kimlerin yetiştirdiği belli olmayan, bilgisi ne kadar olduğu bilinmeyen, herhangi bir imtihandan geçmeyen, yetkinlik belgesinin olup olmadığı bilinmeyen sözde kişilere maalesef çocuklarımızı emanet ediyoruz ve nasıl yetiştirildiğini de hangi müfredat ile yetiştirildiğini de bilmiyoruz.

Üstelik devletimizin organlarından bir tanesi de Diyanet İşleri Başkanlığıyken bilmiyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının binlerce memuru varken, binlerce eğitim yeri varken biz çocuklarımızı eğitimini nerede aldığını bilmediğimiz ve bağış adı altında toplanan paralarla kendi maaşlarını ödeyen ve milletimizin temiz duygularını kullanarak sırtından geçinen sözde hocalara çocuklarımızı teslim ediyoruz.

Yabancı istihbarat elemanlarının cirit attığı cemaatlere çocuklarımızı teslim ediyoruz. Bu durum şu sorununda tetikleyicisi olacaktır. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi medreselerde yetişen gençler ile Avrupa tarzı açılan okullarda yetişen gençler arasında eski yeni çatışması yaşandığı gibi günümüzde ve hatta ileriki yıllarda daha da artarak aynı çatışmalar yaşanmaya başlanacaktır. Bu durum yine devletimiz için tehlike arz edecektir. Çünkü devletimizin okullarında farklı bir müfredat okutulmakla birlikte milli üniter yapıya bağlı bireyler yetiştirilmeye çalışılırken diğer taraftan medreselerde Atatürk düşmanı, devletin yapısına karşı, birliğini milli üniter yapıdan yani milliyetçilikten değil de siyasal islamcılık anlayışını benimseyen, kendi medeniyetinin farkında olmayıp Arap medeniyetini benimseyen bunu da sanki kutsalmış gibi gösteren bireyler yetiştirilmektedir. Bu durum hem eski yeni çatışmasını oluşturacak hem de milli kökenlerine zayıf bir nesil ortaya çıkartacaktır.

En önemlisi devlete sağlam memurlar, askerler, polisler, istihbaratçılar, öğretmenler, doktorlar, din adamları, meslek erbapları, milletvekilleri, cumhurbaşkanları yetişmek yerine yine sözde hocalarının izinden giden maaşlarını milletimizin temiz duygularını kullanarak bağış adı altında toplayan, “Türk Milliyetçiliği” yerine “Siyasal İslamcılık” anlayışını benimsemiş kişiler ortaya çıkacak ve Anadolu çocuklarının aklı ziyan edilecektir.

Alın size süper gibi bir proje. Türk çocuğuna değerlerini koruyormuş gibi gösterip o değerlerin içini boşaltıp millilik duygusundan yoksun bırakarak topluma üretkenlikten uzak, aklı bulanık bir nesil ortaya çıkarmak. Osmanlı’nın zamanında yıkılmamak için fikir akımı olarak denediği, günümüzde Arapların bile benimsemediği İslamcılık (siyasal) fikir akımıyla, devletimiz kendi evlatları eliyle tehlikeye düşürülmek isteniyor.

DEVAMI YARIN

 


                      Resim 6: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin üçüncü gün manşet tanıtımı


                                  Resim 7: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin üçüncü kısmı

 ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE 

ÇÖZÜM ÖNERİLERİM

Günümüzde bu tehlikeyi önleyecek kuvvetli bir meslek grubu olan öğretmenliğe de her geçen gün darbeler vuruluyor. Yine tasavvufun içi cemaatler vasıtasıyla sözde bilgin hocalar sayesinde boşaltılarak gençlerin önüne sürülüyor ve İslam’dan nefret etmeleri sağlanıyor. Bununla birlikte gençlerin milli, dini, ahlaki değerleri alt üst oluyor.

Gençler arasında isteyerek okuma oranları azalmakla birlikte deizme inanların sayısı artıyor, gençler arasındaki ahlaki yozlaşma gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Aynı zamanda bu durum büyüklere de sirayet ediyor. Bu durumun önüne hemen geçilmeli ve gençlerimizi, büyüklerimizi Türk milletinin eski kodlarına geri döndürmeliyiz.

Çözüm önerileri;

1 – Türk Milli Eğitim sistemi Amerikancı yapıdan kurtarılmalıdır.

2 – Öğretmenlik mesleğine eski itibarı iade edilmelidir.

3- Okullardaki disiplin kuralları kesinlikle uygulanmalıdır.

4- Eğitim sistemi baştan aşağı değişmelidir.

5- 4+4+4 sisteminden vazgeçilmelidir. Eskisi gibi zorunlu eğitim 8 yıl ile sınırlı olmalıdır.

6- Sınıfta kalma her kademede veli izni olmadan tekrar uygulamaya konulmalıdır.

7- Liselerde tasdikname uygulaması tekrar getirilmelidir.

8- Üniversite sınavlarındaki baraj puan uygulaması tekrar uygulamaya konulmalıdır.

9- Tek tip lise uygulamasından vazgeçilmelidir.

10- Başta özel üniversiteler olmak üzere, vakıf üniversiteleri de dâhil tüm devlet üniversitelerinin sayısı sınırlandırılmalıdır.

11- KPSS sınavı değiştirilmelidir. Çok aşamalı bir KPSS ve birden çok puan türü olan bu sınav sisteminden vazgeçilmelidir.

12- KPSS ile ilgili başvurulan ilan da hakkaniyet olmalıdır. Aynı pozisyona lisans, ön lisans, ortaöğretim başvuru yaparken aynı puan istenmemelidir. Çünkü lisans okumanın bir anlamı kalmamaktadır. Bu da daha fazla okuyana haksızlık yapmak demektir.

13- Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun din adamları varken din adı altında yetkinliği belli olmayan kişilere ruhsat verilmemelidir. Çocuklarımız devletin dini eğitim veren yerleri varken ne olduğu belli olmayan dernek adı altında örgütlenmiş yerlere gönderilmemelidir.

14- Dini gruplar devlet tarafından sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Dernekleşen cemaatlerin gelir ve giderleri kontrol edilmelidir.  

15- Eski – Yeni Çatışmasını önlemek, Siyasal İslamcılığın önüne geçmek, milli duygularından yoksun çocuklar yerine milliyetçi, aydın, vatansever ve dindar bir nesil yetiştirmek için dernek adı altında gizlenmiş cemaatlere aileler çocuklarını göndermemesi için gerekli önlemlerin alınması gereklidir.

16- Milli Eğitim Bakanlığımızın ders kitaplarındaki müfredatları Amerikancı eğitim modelinden kurtarılmalı, yerli ve milli, çocukların ve gençlerin düzeyinde bir müfredat geliştirilmelidir.

17- Öğretmenlerin başta atama sorunları, özlük hakları, itibarının sağlanması için gerekli planlamalar ve önlemler alınmalı.

18- Özel, Vakıf ve Devlet Üniversiteleri dâhil sayı olarak kısıtlanmalı ve her yere üniversite açılmasına izin verilmemelidir. 

19- Özel Okullar, Kolejler, Özel Dershaneler kapatılmalıdır. Eğitim tek tip ve devlet kontrolünde yapılmalıdır.

20- Devlet eğitime büyük ödenekler ayırmalıdır.

21- Diyanet İşleri Bakanlığı, merdiven altı ve dernekler adı altındaki cemaatlere geçip vermemelidir. Kendi personelinin görev sahasını sadece camilerle veya müftülüklerle sınırlı tutmamalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı personelleri halkla bütünleşmelidir.

Türkiye’nin milliyetçi genç bir aydını olarak Türk toplumunu ve devletimi uyarmak zorundayım. Çünkü toplum olarak gidişatımız hem eğitim hem de ahlaki olarak hiç iyi değildir. Bu yüzden çok geç olmadan gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

SON

 

 



[1] Kubilay Muhammet Özdemir, “Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe”, Son Saat Gazetesi, 01, 02, 03.01.2024, s.7

[2] Kubilay Muhammet Özdemir, Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslararası İlişkiler Uzmanıdır. Yayınlanmış kitabı ve araştırma makaleleri vardır. Son Saat gazetesinde köşe yazarıdır. Ayrıca Öğretmenlik yapmaktadır.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

TARİHÇİ – YAZAR KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR’İN AÇIKLAMALARI - 2016’DAN SONRA TÜRKİYE

 


Türkiye 2016’dan Sonra Kamudan FETÖ’cüleri İhraç Ettikten Sonra Kamuda Yeni Yapılanmalara Gitti.

Türkiye tüm bu yaşadığı zorluklara rağmen ayakta kalmayı başarmış bir devlettir. Türkiye’nin yerinde hangi devlet olursa olsun üzerine bu kadar çok planlanan kaosa karşı yıkılırdı. Özellikle 2016’dan sonra kamudan FETÖ’cülerin ihraç edilmesiyle kamuda yeni yapılanmalar meydana getirildi. Özellikle Sn. Hakan Fidan’ın Milli İstihbarat Teşkilatının başında olduğu süreçte FETÖ’cüler temizlendi. İstihbarat teşkilatının operasyonal kabiliyeti geliştirildi. Artık sadece bilgi toplayan veya bilgi veren bir MİT değil artık sahada olan ve yeri geldiği zaman kendi elemanları ile yurt dışında saha operasyonları yapan bir MİT’e dönüştü. Yine MİT’in etkin yurt dışı diplomasi kabiliyeti arttırıldı. Bugün Hakan Fidan’ın MİT Başkanlığından, Dış İşleri Bakanlığına gelmesindeki en önemli etken işte budur. Çünkü MİT, sahada ve masada dengeleri belirleyici bir misyona ulaştı. Ayrıca kamu kurumlarımız Sevr Antlaşması korkusuyla savunma odaklı dizayn edilmişti. Ancak 2016’dan sonra bu durumun değiştiğini de gördük. Sevr Antlaşması korkusunu üzerimizden attık ve taarruza geçtik. Kurumlarımıza da ona göre ayar verdik. Özellikle FETÖ darbe kalkışması ve akabinde terör örgütlerinin Türkiye’yi hedef alması bardağı taşıran son damla oldu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kendi Silahlı Kuvvetlerinden de Çok Sayıda İhraçlar Yapmasına Rağmen Küresel Güçlere Savaş Açarak Sınır Ötesi Operasyonlara Başladı.

Türk Silahlı Kuvvetlerinden, Emniyet Teşkilatından ve TSK’nın komuta kademesinden bir sürü ihraç ve tutuklamalar olmasına rağmen Türkiye küresel güçlere savaş açarak 40 gün sonra “24 Ağustos 2016 sabah dört sularında Cerablus’dan başlayarak başta DEAŞ Terör Örgütü olmak üzere bütün terörist unsurları temizlemek amacıyla “Fırat Kalkanı” adı verilen bir sınır ötesi operasyon başlattı. Yine bu operasyonların devamı niteliğinde DEAŞ, PKK, YPG, PYD gibi terörist unsurları temizlemek amacıyla 20 Ocak 2018’de “Zeytin Dalı Harekatı” yaparak 18 Mart 2018’de Afrin şehir merkezi Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrolüne geçti. Yine 9 Ekim 2019’da bu sefer “Barış Pınarı Harekatıyla” terörist unsurları kıran bir darbe vuruldu.” Bu operasyonlar çeşitli isimlerle halen devam etmektedir. Bu operasyonlarla Türkiye sınırlarını ve şehirlerini tehdit eden teröristleri imha etti. Ayrıca Türkiye bölgede oyun kurucu, denge değiştirici ve bölgesel bir güç olduğunu da tüm dünyaya gösterdi. Artık dünya karşısında yeni bir Türkiye olduğunun farkına varmaya başladı.

Türkiye Akdeniz’de, Kıbrıs Meselesinde, Libya Meselesinde, Azerbaycan – Ermenistan Savaşında, Rusya – Ukrayna Savaşında ve Birçok Meselede Dünyaya Güçlü Türkiye Mesajını Verdi.

2016’dan sonra Türkiye daha aktif bir şekilde “Uluslararası Arena” da boy gösterdi. Dünya Türkiyesiz bir planın olamayacağını gayet iyi anladı. Bu durumun ilk belirtisi Yunanistan’ın küstahlıklar yaparak deniz mili sayısını arttırmaya çalışarak bizi Antalya’ya sıkıştırmaya çalışması ve Kıbrıs’ın deniz yetki alanlarını sürekli ihlal etmesi olarak karşımıza çıktı. Bunu Fransa’nın Akdeniz konusundaki küstah açıklamaları da eklendi. Ancak Türkiye akılcı dış politika hamlesi ile Libya’nın Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye arasında 27 Kasım 2019’da Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması ile münhasır ekonomik bölgesini belirlendi. Bu anlaşma ise BM tarafından onaylandı. Böylece Türkiye, Akdeniz’de hesapları olan bütün ülkelerin hesaplarını suya düşürdü. Hem kendi haklarını hem Libya’nın haklarını hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını korumuş oldu. Bununla birlikte Azerbaycan – Ermenistan savaşında ise yıllardır Ermenilerin haksız yere işgal ettiği Dağlık Karabağ ve çevresi 27 Eylül 2020’de başlayan savaşla Türkiye’nin desteklediği Azerbaycan tarafından kurtarıldı. Bu savaş sonucunda Azerbaycan ile Ermenistan arasında yapılan anlaşmaya göre de Zengezor Koridoru açılması kararlaştırıldı. Böylece Türkiye ile Orta Asya yani Türkistan arasındaki bağlantı da sağlanmış oldu. Yine Kırım’ın ilhakıyla başlayan ve 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı resmen işgaliyle devam eden süreçte Rusya – Ukrayna Savaşı başlamış ve halen günümüzde bu savaş devam etmektedir. Bu süreçte Rusya’ya karşı Avrupa Devletleri ve ABD Ambargo uyguladı. Buna karşı da Rusya’da Avrupa’ya enerji ve gıda ambargosu uyguladı. Böylece Avrupa kışın soğutan dondu ve tahıl gelmediği içinde aç kaldı. İşte burada Türkiye devreye girdi ve tahıl koridoru antlaşması ile dünyayı açlıktan kurtardı. Bu bile Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada söz sahibi olduğunu göstermeye yeterlidir. Sadece Türkiye bu konularda değil başta kendi bölgesindeki sorunlar olmak üzere Afrika ile de birçok projeler hayata geçirmiştir.

İnanıyorum ki Türkiye Eğitim Sistemindeki Kodlarına Tekrar Dönecek Olursa Türkiye’nin Yeniden Bir Cihan Devleti Olacağına İnanıyorum.  

Türkiye birçok yol kat etti. Gerek iç politikada yıllardır bitmeyen PKK Terör Örgütü bitirilme aşamasına getirildi. Gerek dış politikada uluslararası arenada sözü daha geçerli ve bölgesel güç konumuna geldiği görülmüştür. Ülkemizin daha da zirveyi görmesi için bu eğitim sorununu en kısa zamanda halletmeliyiz. Çünkü her şeyin başı eğitimdir. Eğitim olmadan kalite olmaz. Kaliteli nesiller yetişmez. Devletimizin bir cihan devleti olmasını istiyorsak, eğitimdeki kodlarımıza tekrar geri dönmeliyiz.

 

SON

 


TARİHÇİ – YAZAR KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR’İN AÇIKLAMALARI - FETÖ’NÜN MİLLİ EĞİTİME SIZMASI

 


FETÖ’de Kamu Temizliği Yapıldı. Fakat FETÖ Milli Eğitime Çok Büyük Zararlar Verdi.

Bu süreçte kamuda FETÖ temizliği yapılarak 125 bin 678 kişi ihraç edildi.3 İhraç edilen bu kişilerin 41 bin 77’sinin İçişleri Bakanlığı personeli olurken ikinci sıra ile 33 bin 716 ile Milli Eğitim Bakanlığı yer almaktadır. Milli Savunma Bakanlığından da 13 bin 410 kişi ihraç edildi. Diğer ihraçlar ise diğer kamu kurumlarından yapıldı.4 Bu verilerden de anlaşılacağı üzere FETÖ’nün ikinci en büyük yapılanması eğitimde olduğu görüldü. Şehit Tarihçi Hablemitoğlu’nun geçmişte “Eğitimdeki FETÖ Öngörüsü” de böylece hainlerin 15 Temmuz darbe kalkışması ve ülkemizi işgale hazırlama projesiyle ortaya çıkmış oldu.

Eğitimde Yeni Köklü ve Kalıcı Reformların Yapılması Şarttır. Eski Kodlarımıza Geri Dönmeliyiz. Din Adı Altındaki Kurumlara ve Dershanelere Dikkat Etmeliyiz. Ayrıca Milli Eğitim, Din İşleri ve Askeri İşlerin Özeli Olmaz. Bunlar Tamamen Devletin Kontrolünde Olması Gereken 3 Ana Unsurdur.

Her zaman söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim. Bu acı olayla birlikte eğitimde yeni bir reform yapmalıyız. Bu reform köklü ve kalıcı olmalıdır. Öncelikle milletimizin evlatlarını yetiştiği kodlara geri döndürmeliyiz. Ancak bu şekilde vatansever, ahlaklı, kabiliyetli ve devşirilemeyecek öğrenciler ve öğretmenler yetiştirebiliriz. Tarihte Nizamiye Medreseleri boşuna açılmadı. Batıni tehlikesi ortaya çıkınca Selçuklu Devleti bu tehlikeyi önlemek ve mücadele etmek için bu medreseleri açtı ve başına da İmam Gazali’yi atadı. Onun içindir ki eğitim önemlidir ve devlet kontrolünde olmalıdır. Bugün ne olduğu belli olmayan ve halen yapılanmalarına izin verilen dernek veya dernek çatısı altında olduğu düşünülen cemaatlere ve yine merdiven altı ya da özel eğitim kurumu adı altında faaliyet gösteren dershanelere çocuklarımız gönderilmektedir. Ben bu durumu çok sakıncalı buluyorum. Devletimizin Diyanet İşleri Başkanlığı var ve diyanete bağlı bir sürü İslam dinini öğretecek yerleri de mevcutken din adı altında eğitim verdiği ders programlarının belli olmadığı yerlere çocuklarımızı göndermek sakıncalıdır diye düşünüyorum. Yine aynı şekilde devletimizin okulları ve okullarda açılan takviye kurslar yerine çocuklarımızın dershanelere gönderilmesinin de geçmişte sakıncalarının hangi boyutlara ulaştığını gördük. FETÖ’nün dershane yapılanması halen karşımızda canlı bir örnek olarak dururken tekrar böyle bir riski göze alamayız.

Onun içindir ki başta Milli Eğitim, Din İşleri ve Askeri işlerin özeli olmaz. Bunlar tamamen devletin kontrolünde olması gereken 3 ana unsurdur. 

 

Öğretmenler İçinde Köklü Reformlar Yapılmalıdır. Atanamayan Öğretmenler Geçinmek İçin Dershanelerde Çalışmaya Mahkum Edilmemelidir.

Onun için hem eğitim sisteminde hem de bu sistemin en önemli parçası olan öğretmenler için de köklü bir reformlar yapılmalıdır. Atanamayan öğretmenlerimiz geçinmek için dershanelerde çalışmaya mahkum edilmemelidir. Şüphesiz ki her dershaneden veya orada çalışan öğretmenlerden şüphe edecek değiliz. Fakat devlette çalışan olsa da özel de çalışan olsa da tek bir sızıntıya daha tahammülümüz kalmamıştır.

Milli Eğitim Bünyesinde Yeni Bir Cemiyet Kurulmalıdır. Düşünürlerin, Yazarların, İlim İnsanlarının Tartışacağı Bir Ortam Oluşturulmalıdır. Tartışmalar Sonucunda Raporlar Hazırlanmalı ve Böylece Eğitimde İttihat Sağlanmalıdır.

Milli Eğitim yeni Bakanımız Yusuf Tekin’in son açıklamaları eğitim için yeni bir umut ve başlangıç olduğu aşikârdır. Ancak eğitimdeki yeniliklerin ve özellikle bizim gibi yazarların fikriyatları da göz ardı edilmemelidir. Yetkin ve milli eğitime gönlünü vermiş fikir insanlarının görüşlerini beyan etmesi için milli eğitim bakanlığı bünyesinde yeni bir cemiyet kurulmalıdır. Bu cemiyette ortaya atılan bu görüşler raporlanarak milli eğitimin yol haritası çıkarılmalıdır. Yine bu cemiyete katılmak isteyen atanmış veya atanamamış herkesin dinlenmesi ve cemiyetin toplantılarının İstanbul ve Ankara merkezli olması gerekmektedir. Böylece eğitimcilerimizden yeni çıkacak fikirlerle Türk Milli Eğitim Sisteminde İttihadı sağlayabiliriz.

Bir Fikir Adamı Olarak Milli Eğitimdeki Düşüncelerimi Taslak Olarak Şu Şekilde Sıralayabilirim:

Türk Milli Eğitimi ile ilgili gerek müfredat gerekse verilen dersler ile birlikte eğitim – öğretim ile ilgili değişiklikler yapılması gerekmektedir. Ayrıca mevcut öğretmenlerin durumu ve atanamamış öğretmenlerin durumları ile sınav sistemleri hakkında da köklü değişimlerin olması kaçınılmaz elzemdir.

Milli Eğitim sisteminin başta İlk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar’ın eğitim sistemi, Selçuklu’daki Nizamiye Medreselerinin ve Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu Sahn-ı Saman Medreselerinin ve Cumhuriyetimiz döneminde kurulan Köy Enstitülerinden karma olarak günümüze modernize edilmiş şekliyle uygularsak eğitimde köklü bir çağ açacağımızı düşünmekteyim.

Eskileri inceleyince ne olacak diye düşünmemeliyiz. Unutulmamalıdır ki Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken Avrupalı aydınlar ilkçağ eserlerini incelemiş ve kendi dillerine çevirerek Avrupa’nın karanlık çağını yenerek bilimde ve teknoloji de ilerlemişler hatta coğrafi keşifleri gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca o dönemde zirveyi yaşayan Osmanlı Devletini bu yaptıkları reformlarla geçmeyi başarmışlardır.

Tüm bu konularla beraber Milli Eğitimin en önemli olmazsa olması öğretmenlerimiz KPSS sınav sistemi ile seçilirken kendi alanları haricindeki birçok derslere çalışmaktadırlar. Bu da öğretmenlerimize kendi alanlarında uzmanlaşmasının önünde bir engel teşkil etmektedir. Bu nedenle öğretmen adaylarının sadece kendi branşından sınav yapılması gerektiğini düşünmekteyim.  Yine mevcut öğretmenlerimizi hizmet içi eğitimlerinin değişmesinin elzem olduğu kanaatindeyim.  Milli Eğitim ile ilgili olan konularda bilgi ve düşüncelerimi Milli Eğitim Bakanlığı ile paylaşmaktan memnuniyet duyarım.

 

Milli Eğitim Bakanımızın Son Açıklamalarını Olumlu Buluyorum. İnşallah Devamı Gelir.

Milli Eğitim Bakanımızın son açıklamalarından ümit ediyorum ki İnşallah değişimlerin arkası gelir. Bunun ilk emarelerini Sn. Tekin’in açıklamalarında gördüm. “Yeni dönemde sınıf tekrarının mümkün olduğunu, açık liseye nakillerin zorlaştırılması, okula devamsızlığın af edilmemesi, merdiven altı kurslarla mücadele edilmesi, dershane ihtiyacının ortadan kaldırılması ve öğretmen yetiştirme sürecinin revize edilmek istenmesi başlıca değindiği konulardı.5

Özellerde Çalışan Öğretmenlere de Güvenlik Soruşturması Getirilmeli ve FETÖ İle İrtibatı Olan Özelde de Olsa Öğretmenlik Yaptırılmamalıdır.

Özellikle devlete atanan öğretmenlere güvenlik soruşturmalarının Anayasa Mahkemesinin iptaline rağmen tekrardan mecliste kanunlaşarak çıkması memnuniyet verici bir hadisedir. Ancak bu işlemler özel eğitim kursları veya kolejlerde görev alan öğretmenler için yapılmamaktadır. Aynı şekilde burada görev alan öğretmenler hakkında da güvenlik soruşturması yapılmasını sağlayacak kanun meclisten çıkarılmalıdır. FETÖ ile irtibatı olan hiçbir öğretmene özelde de görev verilmemelidir. Çünkü bizim tek bir sızıntıya daha tahammülümüz kalmamıştır. Özellikle son zamanlarda MHP Lideri Bahçeli’nin ortaya attığı “Kripto FETÖ”cüler konusu halen çözülememişken yeni bir riski göze alamayız. Şu da bir gerçektir ki özelde veya kolejlerde çalışan öğretmenlerimizden de elbette ki kalbi vatan ve millet sevgisiyle dolu olanları mevcuttur. Ancak ben burada devlet ve çocuklarımız için gerekli bir tedbirden bahsediyorum. Yoksa öğretmenlik kutsal bir meslektir ve her öğretmen baş tacı edilmelidir. Hak ettikleri itibarda kendilerine en kısa zamanda öğretmenlik meslek kanunu ile verilmelidir.

YAZININ DEVAMI YARIN

 

3 “Kamuda FETÖ Temizliği”, https://www.trthaber.com/haber/gundem/kamuda-feto-temizligi-125-bin-678-personel-ihrac-edildi-694991.html, Erişim Tarihi: 30.07.2023.

4 “En Fazla İhraç Emniyet’te”, https://www.yenisafak.com/gundem/en-fazla-ihrac-emniyette-3443669, Erişim Tarihi: 30.07.2023.

5 “Sınıf Tekrarı Geliyor, Açık Liseye Geçiş Zorlaşıyor”, Son Saat Gazetesi, https://www.sonsaat.com.tr/haber/16110199/sinif-tekrari-geliyor-acik-liseye-gecis-zorlasiyor, Erişim Tarihi: 17.08.2023

 


20 Ağustos 2023 Pazar

TARİHÇİ – YAZAR KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR’İN AÇIKLAMALARI - FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN DOĞUŞU

 


Devletimizin Kurumları Bir Daha Sevr Antlaşmasını Yaşamamak İçin Dizayn Edildi. Küresel Güçlerde Bu Süreçte Türkiye Üzerine Çok Büyük Kaos Planları Kurdu.

Türkler 1699 Karlofça Antlaşmasını imzaladıktan sonra iki yüz otuz sekiz yıl boyunca sürekli geriye çekiliş süreci başladı ve bu geri çekiliş Sakarya’da durduruldu. Zor geçen savaş yıllarından sonra Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin küllerinden inşa ettiğimiz yeni devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bütün dünyaya resmen tanıttık.

Fakat devletimizin kamu kurumları başta olmak üzere devlet yapılanmamız bir daha Sevr Antlaşmasını yaşamamak üzere dizayn edildi. Taarruz yerine savunma refleksleri geliştirildi. Atatürk’ün ölümünden sonra tek partili hayat ve II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle ülkemiz ekonomik olarak zor günler geçirdi. Bir yandan küresel güçlerin dünyayı yeniden dizayn etme projeleri bir yandan da hala gözlerini diktikleri Anadolu’yu parçalama hamleleri devam etti. Türkiye kendisini toparlamasın dış dünyaya açılmasın diye ülkemizde her daim kaos olayları plandı ve gerçekleştirildi. 1960’da Türk Milleti cumhuriyet döneminde ilk defa darbeyle tanıştı. Daha sonrasında öğrencilerin örgütlenmeye başlaması akabinde 12 Mart 1971 Muhtırası ve öğrenci olaylarının çatışmalara döndürülmesi ile sonrasında temelleri atılarak oluşturulan bölücü Kürtçü hareketler ve 1980 darbesinin yaşanmasıyla Türkiye’nin soluğu kesilmeye çalışıldı. Küresel Güçler, Türkiye üzerindeki kaos planlarını ortaya öyle bir koydular ki bir bütün olarak yok edemeyeceklerini anladıkları Türk Milletini bölüp parçalama siyasetiyle milletimizin arasına nifak tohumları serpiştirdiler. Önce Sağcı -  Solcu sonra Alevi – Sünni bu olayları takiben başı açık – başı kapalı denilerek insanlarımızın arasına tefrika sokuldu. Bunun sonucunda Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması başlıklı kitabımda da yazdığım gibi bölgesel suikastler gerçekleştirildi. Sivas, Kahramanmaraş, Çorum, Fatsa olayları birer bölgesel suikast amacını taşımaktadır. Amaç burada bölgede yaşayan halkı topyekun ayaklandırmak ve devlete isyan ettirmekti. Ayrıca bu olayları siyasi cinayetlerle tetiklediler. Başta Savcı Doğan Öz’ün öldürülmesi, Hamit Fendoğlu’na saldırı, Abdi İpekçi suikasti, İlhan Darendelioğlu, Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Gün Sazak, Nihat Erim ve Kemal Türkler’in öldürülmeleri sonucunda o dönemki Türkiye’de yaşanan düşük yoğunluklu savaş ortamını ülkenin bütününe yayarak bölünmesi ve parçalanması düzeyine getirmekti. Ayrıca o dönemde güçlendirilmeye çalışılan bölücü Kürtçü örgütlerle Türkiye’nin doğusunda bağımsız Sözde bir Kürdistan Devleti kurmak da bu bölünme planının bir parçasıydı.

 

FETÖ Terör Örgütü Bu Süreçte Sessiz Sedasız Ortaya Çıktı. Ancak Bu Takıyyeci Örgütü İlk Defa Bir Türk Milliyetçi Olan Şehit Tarihçi Necip Hablemitoğlu Fark Ederek Uyarılarda Bulundu.

Tüm süreçler yaşanırken sessiz sedasız bir oluşum daha ortaya çıktı ve bu oluşum yavaş yavaş devletin içine sızmaya başladı. Kimsede yaşanan bu süreçlerden dolayı sessiz sedasız takıyye yaparak kendini gizleyen bu sinsi örgütü fark edemedi. Birisi hariç, ilk defa açık açık FETÖ Terör Örgütünün tehlikeli bir yapılanma olduğunu söyleyen ve yine FETÖ tarafından şehit edildiği düşünülen vatansever bir Türk Milliyetçisi olan Tarihçi Necip Hablemitoğlu’ydu. O dönemde bu yapılanmayla ilgili çok uyarıları olmuştu.  

Tarihçi Necip Hablemitoğlu, FETÖ’nün karanlık yüzünü deşifre ettiği Köstebek adlı kitabının otuz yedinci baskısının ön sözünde ve arka kapağındaki tanıtım kısmında aynen şu ifadeler yer alıyor:

“Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler. İşte bu yasadışı yapılanmanın, eğitimin yanı sıra, en az onun kadar önemli olan istihbarat alanına yönelmesinde, birtakım stratejik gerekçeler rol oynamaktadır.”1

Aynı kitabın arka kapak tanıtımındaki yazı ise aynen şöyledir:

(Fetöcüler için) Bunlara karşı olmak, onaylamamak artık yetmiyor… Her gerçek kamu görevlisinin mağdur olma pahasına, elini taşın altına koyması; devletimizin, tam bağımsızlığımızın geleceği açısından inisiyatif kullanırken canının yanmasını, bedel ödemesini göze alması gerekiyor. Çoğunluk seyrettikçe, mücadele etmek yerine mücadele eder gibi yaptıkça, Fethullah Gülen’den daha cesur ve namuslu olmadıkça, bilelim ki daha çok Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar aramızdan yitip gidecekler”2

Hablemitoğlu, FETÖ’nün o dönemde eğitim ve İstihbarat yapılanmalarına dikkat çekerek gelecekteki tehlikeyi ön görmüştü. Nitekim bu terörist yapılanma 15 Temmuz 2016 gecesi kalkışma ve ülkeyi işgale hazırlama girişimi yapmaya çalışarak ortaya çıktı. Ancak devletimizin yerli ve milli personeli ile Türk Milleti’nin sokaklara dökülmesiyle bu girişim sabaha karşı bastırıldı ve hainler gerekli cezalara çarptırıldı.

YAZININ DEVAMI YARIN

1 Necip Hablemitoğlu, Köstebek, Pozitif Yayınevi, Bas:37, İstanbul 2022.

2 a.g.e.

 


TARİHÇİ – YAZAR KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR’İN SON SAAT GAZETESİNE AÇIKLAMALARI

 


Tarihçi – Yazar Kubilay Muhammet Özdemir Son Saat gazetesine FETÖ Terör Örgütünü ve FETÖ’nün eğitim yapılanmasını, milli eğitimde değişmesi gerekenleri, öğretmenler sorununu, Türkiye’deki kurumların Sevr Antlaşması korkusunu bir daha yaşamamak için dizayn edildiğini ve 2016’dan sonraki kurumlardaki değişiklileri, Türkiye’nin uluslararası arenada güçlü bir yapıya kavuşarak etkin bir rol oynamasını konu aldığı düşüncelerini Son Saat gazetesine Açıklamıştır.

Tarihçi – Yazar Özdemir’in bu açıklamalarında olayların tarihsel süreçleri ile günümüz arasındaki bağlarını tespit ederek hem iç politikadaki hem de dış politikadakileri yansımalarını ortaya koymuştur.

Önemli bilgilerin verildiği bu açıklamalar Son Saat gazetesinde yayınlanacaktır.



18 Mayıs 2023 Perşembe

SEÇİMİN KAZANANI TÜRK MİLLİYETÇİLERİ OLDU

 

14 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Sn. Erdoğan %49.50 ile 51 ili, Kılıçdaroğlu %44.89 ile 30 ili aldı. Ayrıca Sinan Oğan %5.17, FETÖ kumpasına maruz kalan ve adaylıktan çekilen İnce ise %0.44 oy aldı. Böylece hiçbir aday %50 + 1 sonucunu elde edemediği için cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı.

Fakat seçim sonuçlarına göre meclisteki üstünlüğü Cumhur İttifakı elde etti. Millet ittifakının vekilleri ise cumhur ittifakından geride kaldı. CHP’ye burada ayrı bir parantez açmam gerekirse Deva, Gelecek ve Saadet Partisi’nin vekilleri de CHP listesinden seçime girdiği için dolayısıyla onlar ayrılınca CHP’nin vekil sayısı da düşmüş olacak. Deva Partisinden 13, Gelecek ve Saadet Partisinden ise 10’ar vekil olmak üzere toplamda 33 vekil CHP’den ayrılınca elinde 135 vekil kalan CHP’nin bu vekillerin gitmesiyle sandalye sayısı geçen dönemin altında kalmış oldu.

Bu seçimde sürprizlerde oldu. Hatta hiçbir anket çalışması bu seçim sürprizlerini tahmin dahi edemedi. Bu sürprizlerden ilki Yeniden Refah Partisi’nin ilk defa seçime girmesine rağmen %2.82 oy alarak Genel Başkan Fatih Erbakan kendisiyle birlikte 5 milletvekili ile meclise girmesi ve milli görüşü 21 yıl sonra meclise taşıyarak, milli görüşün temsilcisi olan Saadet Partisinden de bu temsilciliği almış olmasıdır.

İkinci ve en büyük sürpriz ise Türk Milliyetçilerinin dip dalga yaparak MHP’nin oylarının artmasına bir diğer milliyetçi görüşe sahip olan Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan’ın ise oy almasına neden olmuştur. MHP %10.07 oy oranı ile anket çalışmalarına sürpriz yaparken Sinan Oğan ise %5.17 oy alarak Erdoğan’dan kaçan oyları topladı. Böylece cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına neden oldu. Ben Sinan Oğan’a giden oyların genel olarak ilk defa oy kullanacak veya yaşı genç olan milliyetçi kardeşlerimizden aldığını düşünüyorum. Bu genç milliyetçi seçmen kanaatimce Sn. Erdoğan’a sandıkta “Biz ekonomi meselesinden çok Suriyeli mülteciler sorununu sosyolojik ve nüfus olarak ülkemize tehdit olarak görüyoruz. Suriyelilerin derhal ülkelerine geri dönmesi gerektiğini, şehit kanıyla alınan vatandaşlığın mültecilere verilmemesi gerektiğini, vatandaş olanlarında vatandaşlıklarının iptal edilerek ülkelerine gönderilmesinin uygun olacağı” ifade edilmiş oldu.

Böylece MHP’nin birazdan açıklayacağım sebeplerden dolayı oyları artarken aynı zamanda Sinan Oğan’ın da oy potansiyeli olarak etkili olduğu görüldü. Böylece MHP ve Sinan Oğan’ın oylarıyla %15.5 civarında bir milliyetçi oya tekabül ettiği görüldü. Bundan sonraki iki haftalık süreçte Sn. Erdoğan sandıkta verilen bu mesaja kulak verecek mi? Sinan Oğan oy potansiyelini ikinci tura kalan 2 cumhurbaşkanı adayından hangisine yönlendirecek? İlerleyen günlerde göreceğiz.

Ayrıca Türk Milliyetçileri 3 şeyi de başarmış oldu. Bunlar;

1 – MHP’nin oylarının artmasını,

2- Türk Milliyetçilerinin artık kilit noktası ve ülkemizin teminatı olduğunun gösterilmesini,

3- HDP’yi kilit parti konumundan çıkarmayı,

Başardılar. Bu yüzden Sn. Erdoğan, Sinan Oğan’a oy veren milliyetçilerin gönlünü almalı ve Suriyeliler meselesini en kısa zamanda halletmelidir. Çünkü Sn. Erdoğan’ı Türkiye Yüzyılı vizyonu projelerinde dünyaya kafa tutan adımlar attığında arkasında Suriyeli mültecileri değil sadece Türk Milliyetçilerinin kuvvetli desteğini ve korumasını görecektir.

MHP’nin oylarının artışındaki sebeplere bahsedecek olursak başta 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra MHP Genel Başkanı Sn. Devlet Bahçeli’nin koşulsuz ve şartsız Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve devletimize içeriden ve dışarıdan yapılan saldırılar karşısında milli bir duruş sergileyerek devletçi bir tavır takınmasından kaynaklanmıştır. O zamandan bu zamana kadar her daim MHP ve Ülkücüler Sn. Erdoğan’ı destekleyerek milletimizin ve devletimizin bekasını ön planda tutmuşlardır. Bunu yaparlarken de hiçbir karşılık beklememişlerdir. Bu durum ise milletimizin gönlünde MHP’ye karşı bir vefa ve sevgi oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca Türkiye’ye karşı olası bir düşmanca tutumda MHP’nin bu düşmanca tutumu en iyi şekilde engelleyebileceği güveni Türk Milletine hâsıl oldu. Ayrıca MHP; FETÖ, PKK, PYD gibi terör örgütleriyle mücadele de hükümete ve cumhurbaşkanına tam destek vermesi, iç politikada olduğu kadar dış politikada da hükümeti ve cumhurbaşkanını desteklemesi ve bunları yaparken de cumhurbaşkanı ve hükümet ile herhangi bir pazarlık yapmaması, tamamen devletin ve milletin menfaatlerini düşünmesiyle Türk Milletinin teveccühünü kazanmıştır.

Bu görüşlerimi desteklemek amacıyla meslektaşım ve aynı zamanda üniversiteyi birlikte okuduğum sınıf arkadaşım Tarihçi Engin Polat’ın seçime yönelik genel değerlendirmesinden de aynen yararlanarak milliyetçi oyların artışındaki görüşümü şöyle destekliyorum:

“Dış Siyaset Olarak;

1 – Rusya – Ukrayna Savaşı,

2 – Çıkabilecek bir dünya savaşı endişesi,

3 – Türkiye – Yunanistan, Türkiye – ABD, Türkiye – Azerbaycan ve Türkiye – Türk Dünyası ilişkileri,

4 – Batı Medyasının Erdoğan’a karşı tutumu

İç Siyaset Olarak ise;

1 – Muhalefetin HDP üzerinden destek arayışı,

2 – Kandil’den gelen açıklamalar,

3 – KHK (FETÖ)’lıların affedilme söylemleri,

4 – Muharrem İnce’ye yapılan FETÖ kumpası,

5 – Kılıçdaroğlu’nun Türk yolu olarak sunduğu projede Azerbaycan’ı baypas etmesi” gibi nedenlerden kaynaklandığını ifade etmiştir.

Son olarak şunu ifade etmeliyim ki bu topraklarda hâlâ Türk Milliyetçiliği fikriyatı ölmemiş ve önemini de kaybetmemiştir.

 

   

 


Diğer Yayınlar