Küresel Güçler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Küresel Güçler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2025 Cumartesi

KÜRESEL GÜÇLERİN YENİ ÇATIŞMA SAHASI TÜRKİSTAN (ORTA ASYA)

 








“Tarihe not düşüyorum. 3. Dünya Savaşı

                               Orta Doğu’dan  değil Orta Asya’dan başlayacaktır.

Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Kubilay Muhammet Özdemir”

 

Küresel güçler coğrafi keşifler yapıldığı süreçte Afrika’yı çatışma ve sömürü kıtası haline dönüştürmüştü. Afrika kıtasından yıllar sonra ise Ortadoğu bölgesi, küresel güçlerin çatışma ve sömürü sahası haline getirilmişti. Şimdi ise bu süreç Türkistan yani Rus tarihçilerin Türkistan denilmesin diye uydurdukları Orta Asya bölgesi için yapılmaya çalışılacaktır.

Türklerin ilk bilinen devleti Asya Hun Devletinden itibaren ve Büyük Türkiye olarak adlandırılan Türkistan coğrafyasına hükmeden Türkler, günümüzde de bu bölgede kalan soydaşlarıyla bağlarını koparmamıştır.

Günümüzde özellikle Türkiye’nin liderliğinde kurulan Türk Devletler Teşkilatı ve dolayısıyla Türk Birliğinin faaliyete geçirilmesiyle soydaşlarımızla bağlarımız daha da güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Bunun akabinde ortak bir alfabenin, marşın, askeri gücün, ticaretin ve para fonunun oluşturulması gündemdeyken Türkistan’da yeni çatışma sahalarının oluşturulmaya çalışılması tesadüf müdür?

Özellikle ABD Başkanı Trump önceki başkanlığı döneminde Suriye’den tamamen Amerikan askerlerini çekmek istemiş fakat üst düzey yetkililer ve komuta kademesinin isteksizliği nedeniyle bu görüşünden vazgeçmişti. Amerikan askerlerini tamamen çekmek yerine Suriye’deki asker sayısını azaltmakla yetinmişti.

Kanaatimce Trump yeni başkanlık döneminde Amerikan askerlerini Ortadoğu’dan tamamen çekecek ve Türkistan’daki çatışmalarda devreye sokacaktır. Fakat bu bölgede Rusya ve Uzak Asya’da Çin gibi devletler varken ve yine Türkiye’nin öncülüğünde kurulan Türk Devletler Teşkilatıyla tüm Türk devletleri birleşmişken Trump yönetimi Asya’da, ABD askerlerini sıcak bir çatışma içerisine sokar mı? Tabi ki de hayır. Ancak şu da gözden kaçırılmamalıdır ki ABD’nin Orta Asya’da hem askeri üsleri hem de şirketleri bulunmaktadır. Bunun iki temel sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi bölgede Rusya ve Çin gibi devletleri kontrol altına alıp hareket kabiliyetini kısıtlamak, ikincisi ise Türkistan coğrafyasında Amerika olarak etkinliğini arttırmaktır. Bu süreçte devletlerarasında sıcak bir çatışma olmayacaktır.

Peki bahsettiğim sıcak çatışmalar nasıl başlayacak?

Küresel güçlerin her zamanki uyguladığı politika sonrası yaşanacak. Önce o bölgede terörizm etkin rol oynayacak, bölge karışacak, o bölgedeki devletlerde iç karışıklıklar, parçalanmalar meydana gelecek ve daha sonra karışan bölgeye ve devletlere demokrasi, yardım ve insan hakları götürüyoruz denilerek müdahalelerde bulunulacaktır. İşte o zaman devletlerarası çıkar çatışmaları başlayınca sıcak çatışmalar meydana gelecektir.

Türkistan coğrafyasında tahmin ettiğim iç karışıklık ise 2013 yılında dünya gündeminde kendinden söz ettiren ve Suriye’nin Rakka şehrini ele geçirerek sözde Irak Şam İslam Devleti’ni kurduğunu ilan eden ve adını DEAŞ olarak öğrendiğimiz terör örgütü ile olacaktır. Özellikle bu terör örgütü 2014 yılında Irak’ın Felluce ve Musul gibi şehirlerini ele geçirdikten sonra terör örgütü, devletleşme iddiasıyla ortaya çıkmış ve belirli bir toprak parçasını ele geçirerek bu iddiasını hayata geçirmeye başlamıştı. Fakat 2016 yılından itibaren ele geçirdiği belli alanları kaybetmiş ve örgüt başta Suriye olmak üzere Irak’ta zayıflamaya başlamıştır. Bu örgütün çökertilmesi ve yok edilmesi hiç şüphesiz DEAŞ Terör Örgütü ile göğüs göğüse muharebe eden tek ordu olan Türk Silahlı Kuvvetleri sayesinde olmuştur. Çünkü Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı ve sonraki harekâtlarla başta DEAŞ olmak üzere tüm terörist unsurları etkisiz hale getirmek için sınır ötesi operasyonlar yapmıştır ve halen bu operasyonlar devam etmektedir.

DEAŞ Terör Örgütünün 2018 yılı itibarıyla Orta Doğu’daki örgüt yapısı dağılmış ve bunun sonucunda örgüt Afganistan – Pakistan ve Afrika bölgelerine doğru kaymıştır. Türkistan coğrafyasını ilgilendiren kısım ise bu örgütün 2015 yılında Afganistan’da kurulması ve terör örgütünün yapılanma adı DEAŞ / Horasan olmasıydı.

Milli İstihbarat Akademisi’nin “Terörizmle Mücadele ve Türkiye: DEAŞ/ Horasan Yapılanması” adlı raporunda bu terör örgütünün adı ile alakalı aynen şu ifadeler yer almaktadır:

“Grubun kendi adını “Horasan” olarak tanımlaması hem coğrafi hâkimiyet açısından hedeflerini somutlaştırdığını hem de özellikle eleman temini açısından Orta Asya’ya odaklandığını göstermektedir. Türk dünyası için de birçok açıdan önem arz eden bir bölgeyi isminde kullanmayı tercih etmesi, terör örgütünün özellikle Orta Asya’da hedef almak istediği alanı nasıl anlamlandırdığının anlaşılması açısından da dikkate değerlidir.” (“Terörizmle Mücadele ve Türkiye: DEAŞ/Horasan Yapılanması”, Milli İstihbarat Akademisi, Rapor, Ankara - 17.05.2024.,s.12)  

Bu nedenle Türkistan coğrafyası önce DEAŞ Terör Örgütü ile karıştırılmak istenecek ve sonrasında her zamanki bildik senaryolar karşımıza çıkarak bölgeye ve bölgede iç karışıklıklarla zayıflamış olan devletlere müdahaleler gerçekleşecektir.

Kanaatimce bu müdahaleler Orta Doğu’daki ülkelerin kabul etmesi gibi olmayacaktır ve Türkistan coğrafyasında ters tepip 3. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olacaktır.

Önceki yazımda “Ne dersiniz? Sona yaklaşarak bir Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru gidiyor muyuz?” diye sormuştum.

Bu yazımda cevabını veriyorum.

3. Dünya Savaşı, Ortadoğu’dan değil Orta Asya (Türkistan)’dan başlayacaktır.

 


3 Ekim 2024 Perşembe

TÜRKİYE KÜRESEL GÜÇ OLABİLECEK Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulunda İsrail’in, Filistin’de yaptığı katliamlar başta olmak üzere Birleşmiş Millet yapısını eleştiren konuşmasıyla damga vurdu. Özellikle Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi’nin çöktüğünü ve dünya beşten büyüktür ifadesini tekrardan kullandı. Dünyanın bu soykırıma sessiz kaldığını ifade etti.

Böylece Türkiye uzun zamandır üstlenmiş olduğu bölgesel aktör olma rolüne devam ederken aynı zamanda gücünü küreselleştirme evresine doğru ivme kazandırmaya çalıştı. Bölgesinde Dağlık Karabağ sorununu halleden ve Kıbrıs meselesinde önemli adımlar atan Türkiye, Filistin meselesini de dünya gündeminde tutmaya devam ediyor. Anlaşılan o ki Suriyeli mülteciler konusundaki yanlış politikasından rahatsız olan Türk milletinin çağrıları işitilmiş olacak ki sığınmacılar politikasını değiştireceği ve onun için Esad ile görüşme çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuyu da halletmeye çalışacağı görülüyor. Fakat Esad, ABD ve Rusya’ya rağmen bu görüşmeyi kabul edip Türkiye’deki sığınmacıları tekrardan kabul eder mi orası belli değil. Çünkü Türkiye, sığınmacılar meselesini de hallederse ekonomik ve insani yük bakımından rahatlayacak ve hem iç hem de dış politikadaki sorunları çözmek için daha da emin adımlar atacaktır. İşte bunu istemeyen ABD, Rusya, İsrail bu sorunun çözülmesini ister mi? Bölgede güçlü bir Türkiye mi? Yoksa sığınmacılar meselesi ve iç sorunları ile uğraşan bir Türkiye mi görmek isterler? Türkiye ağır bir demografi saldırısı altında çünkü ekonomik olarak da sıkıntı da olan Türkiye daha kendi gençlerine iş alanı açamamış, eğitimde ise istenilenler gerçekleştirilememiş ve eğitimde eski sistem aranır hale gelmiştir. Niteliksiz gençlerin yetişmesi, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve bunun akabinde çırakların ve meslek erbaplarının yetişmemesi ve bunun yabancı uyruklulardan karşılanması Türk gençliğini de işin içerisinden çıkılamaz bir hale getirmiştir.

Neredeyse Türkiye siyasetinden bahsederken eğitimden mutlaka söz ediyorum. Çünkü bir devleti devlet yapan eğitimdir. Her zaman şu örneği veririm. Koskoca 630 yıllık Osmanlı İmparatorluğu eğitimin çökmeye başlamasıyla birlikte gerilemeye başlamış ve son bulmuştur. Tarihten ibret almak her Türk gencinin ve bu millete liderlik eden herkesin boynunun borcudur.

Ayrıca bölgesel güçten küresel güce evrilmeye çalışılırken karasularımızda Yunan tecavüzlerinin artması ve hatta Datça’da karaya çıkıp gitmelerinin izahı olamaz. Çünkü bu yapılan antlaşmaların çiğnenmesi ve bu bir savaş sebebidir. İşte Yunanlılar, Türkiye’nin uğraştığı sorunlardan cesaret alarak bu tür kışkırtıcı eylemler yapmaktadır. Bunun için kendi içimizdeki gücümüzü ve enerjimizi tamamen toplamalı sorunları hallederek geleceğe sağlam adımlar atmalıyız. Önce Türk milletinin sorunlarının çözmeli ve çağrılarına kulak tıkamamalıyız.

Bu hem ülkesini seven, düşünen milliyetçi aydınlar olarak bizim hem de bu ülkeyi yöneten siyasetçilerin vatan borcudur.  

    

17 Eylül 2023 Pazar

KÜRESEL GÜÇLER AFRİKA’DA KARŞI KARŞIYA


 

Nijer’de 26 Temmuz 2023’de ordu yönetime el koymasıyla başlayan süreçte Afrika kıtasındaki ülkelerde kıtayı yıllardır sömüren Fransa ve İngiltere gibi güçlü etkilere sahip aktörlere karşı bir mücadele başladı.

Yıllardır küresel güçlerin iştahını kabartan Afrika kıtası küresel ekonomi için çok önemli yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahiptir.

TASAM Afrika Enstitüsü Eş – Direktörü Dr. Huriye Yıldırım Çınar’a göre:

“Dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 60’ı, küresel petrol arazilerinin yüzde 9,6’sı, kobaltın yüzde 90’ı, manganezin yüzde 70’i ve yıllık uranyum üretiminin yüzde 18’i Afrika’ya aittir. Ayrıca küresel altın arzının yarısı ve elmas üretiminin de yüzde 45’inden fazlası yine Afrika ülkeleri tarafından gerçekleştiriliyor. Doğal zenginlikler dışında Hint Okyanusu, Atlantik Okyanusu ve Aden Körfezi’ni de kapsayan küresel ticaret deniz yolları üzerinde bulunması jeostratejik açıdan Afrika’nın önemini arttırıyor. Birleşmiş Milletler (BM) içinde yüzde 28’lik oranda en büyük bölgesel oylama grubuna sahip olması da Afrika’nın küresel siyasette dikkat çeken bir diğer özelliğidir.”1

Tarihte kıtanın yer altı zenginleri nedeniyle günümüzde ise hem yeraltı zenginlikleri hem de dünya siyasetindeki rolü nedeniyle küresel güçler Afrika’da birbirleri ile rekabete girmeye başlamışlardır. Bu nedenle Fransa ve İngiltere gibi yıllardır kıtanın üzerinde etkili olan devletlerin güç boşluğuna düşmesiyle birlikte bu boşluğa Rusya ve Çin yerleşmeye başlamıştır. Bununla birlikte Rusya ve Çin’in Afrika üzerindeki nüfuzunu arttırmaya başlamasıyla Afrika üzerinden de Amerika dolaylı olarak Rusya ve Çin ile çıkar çatışmasına girişmiştir.

Ancak Çin Afrika kıtasında büyük bir hız yakalamış ve kıta devletleri ile ekonomik temelli bir ilişkiler ağı inşa etmiştir. Günümüzde Çin’in çeşitli Afrika devletleri ile gerçekleştirdiği ticaretin 282 milyar dolar olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte Rusya’nın özellikle Kırım’ı ilhak ettikten sonra uluslararası yalnızlıktan kurtulmak ve kötü giden ekonomisini düzeltmek için Afrika’ya ile ilişkilerini ekonomik ve askeri anlaşmalar üzerine kurmaktadır. Bu nedenle Rusya, Afrika ile 20’den fazla askeri anlaşma imzalamıştır.2

Tüm bu ülkelerin yanı sıra Türkiye ise Afrika’ya insani ve diplomasi yönünden bakmakta ve kazan kazan politikası uygulayarak kıtanın kalkınmasını sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca yapılan askeri anlaşmalarla kıtadaki terör olaylarını önlemek ve kıtanın kendi güvenliğini sağlayacak seviyeye gelmesini amaçlamaktadır.

Bu politikaları Muhammed Yasir Okumuş şöyle özetlemiştir:

“Türkiye, küresel aktörlerin Afrika’ya olan ilgisinin artışıyla eş zamanlı olarak Afrika’ya yönelik çok boyutlu politikalar üretti ve bunun neticesinde kıta ülkeleri ile ikili ilişkiler gelişti. 2013 yılı itibarıyla Türkiye’nin “Afrika Açılım Politikası” sona erdi ve “Afrika Ortaklık Politikası” dönemine girildi. Türkiye’nin “Afrika’nın Sorunlarına Afrikalı Çözümler” ilkesini benimsediği, karşılıklı kazanımlara vurgu yaptığı, tahakküm kurmaktan uzak yaklaşımı, kıtada güvenilir bir imaj kazanmasına, dolayısıyla Afrika ile ilişkilerinin boyut değiştirmesine katkı sundu. 2014 ve 2021 yıllarında düzenlenen ikinci ve üçüncü Türkiye – Afrika zirveleri, ikili ilişkilerin dönüşümünü anlatması açısından somut örnekler olarak bu bağlamda öne çıkıyor.”3

Bu bağlamda Türkiye 2005’de Afrika Birliğine gözlemci üye, 2008’de Afrika Birliği Stratejik Ortaklığıyla ivme kazanan “Afrika Ortaklık Politikası” sayesinde kıtayla olan ikili ticaret hacmi 40 milyar doları aşarken, Afrika Türk Büyükelçiliği sayısı da 44’e ulaşmıştır. Bununla birlikte Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığının (TİKA) kıtada 22 temsilciliğinin bulunmasının yanında Türk Hava Yolları da Afrika’da 41 ülkede 62 farklı noktaya uçuş gerçekleştiriyor. Ayrıca Yunus Emre Enstitüsü, Afrika’da 7 ülkede faaliyet gösterirken Türkiye Maarif Vakfının ise 26 ülkede 191 müessesi bulunmaktadır.4

Tüm bu yapılanların dışında Türkiye neredeyse tüm Sivil Toplum Kuruluşları ve bazı Kamu Kurumları vasıtasıyla Afrika’ya insani yardım faaliyetlerini gerçekleştirmektedir. Bu yüzden Afrika’da Türkiye’ye ve Türk halkına büyük bir teveccüh oluşmuştur.

Türkiye, Afrika’da sadece ekonomik kalkınmaya değil aynı zamanda güvenlik ve devletlerinin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik de adımlar atmaktadır. Türkiye, Afrika ülkelerine kurumsal olarak verdiği desteğin yanında Somali’de TURKSOM askeri eğitim üssünün varlığı sayesinde yerel unsurlar eğitilmektedir. Yine Kuzey, Batı ve Orta Afrika gibi farklı alt bölgesel sistemlerde yer alan ülkelerle de savunma ve güvenlik anlaşmaları imzalayarak Afrika ülkeleri ile iş birlikleri arttırılmaktadır. Bu kapsamda Afrika’da en az 20 ülke Türkiye ile savunma sanayii alanında iş birliği yaparak silah ve askeri araç satın almıştır.5

Sonuç olarak Fransa, İngiltere, Amerika’nın kıtada güç kaybetmesi ve bu güç boşluğunu başta Çin ve Rusya’nın doldurmaya çalışması yine İran, Hindistan, Brezilya ve İsrail’in de kıtada Batılılarla rekabete girmesi Afrika’nın kalkınmasının yanı sıra Afrikalı liderlerinde elini güçlendirmektedir. Ancak bu rekabet dışında kalmak istemeyen Batılı ülkeler yapacakları kaos planları ile Afrika’da vekalet savaşları çıkartabilir veya her siyasi, askeri ve ekonomik krizi tetikleyip destekleyebilir.

Rekabetin ve ileride yaşanabilecek vekalet savaşlarının oluşacağı bir kıtada Türkiye hangi stratejik hamleleri yapacak, nasıl bir diplomasi ağı kuracak, askeri önlemler alacak mı? Bunları ilerleyen zamanlarda göreceğiz.

KAYNAKLAR

1 Huriye Yıldırım Çınar,  “Afrika’da Yeni Rekabet Sarmalı”, Anadolu Ajansı

2 Huriye Yıldırım Çınar,  “Afrika’da Yeni Rekabet Sarmalı”, Anadolu Ajansı

3 Muhammed Yasir Okumuş, “Zirvelerden Ufka Bakmak: 21. Yüzyılda Türkiye – Afrika İlişkileri”, Zirvelerden Ufka Bakmak: 21. Yüzyılda Türkiye-Afrika İlişkileri (ytb.gov.tr), Erişim Tarihi: 09.09.2023

4 Şebnem Cenk, “Sağlam Temellere Oturan Türkiye’nin Afrika Ortaklık Politikası Meyvelerini Veriyor”, Sağlam temellere oturan Türkiye'nin Afrika Ortaklık Politikası meyvelerini veriyor (aa.com.tr), Erişim Tarihi: 09.09.2023

5 Tunç Demirtaş, “Türkiye – Afrika İlişkileri”, SETA Güvenlik Radarı 2023’te Türkiye’nin Jeopolitik Ortamı 100. Yıla Giriş, Ocak 2023, s.75


20 Ağustos 2023 Pazar

TARİHÇİ – YAZAR KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR’İN AÇIKLAMALARI - FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN DOĞUŞU

 


Devletimizin Kurumları Bir Daha Sevr Antlaşmasını Yaşamamak İçin Dizayn Edildi. Küresel Güçlerde Bu Süreçte Türkiye Üzerine Çok Büyük Kaos Planları Kurdu.

Türkler 1699 Karlofça Antlaşmasını imzaladıktan sonra iki yüz otuz sekiz yıl boyunca sürekli geriye çekiliş süreci başladı ve bu geri çekiliş Sakarya’da durduruldu. Zor geçen savaş yıllarından sonra Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin küllerinden inşa ettiğimiz yeni devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bütün dünyaya resmen tanıttık.

Fakat devletimizin kamu kurumları başta olmak üzere devlet yapılanmamız bir daha Sevr Antlaşmasını yaşamamak üzere dizayn edildi. Taarruz yerine savunma refleksleri geliştirildi. Atatürk’ün ölümünden sonra tek partili hayat ve II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle ülkemiz ekonomik olarak zor günler geçirdi. Bir yandan küresel güçlerin dünyayı yeniden dizayn etme projeleri bir yandan da hala gözlerini diktikleri Anadolu’yu parçalama hamleleri devam etti. Türkiye kendisini toparlamasın dış dünyaya açılmasın diye ülkemizde her daim kaos olayları plandı ve gerçekleştirildi. 1960’da Türk Milleti cumhuriyet döneminde ilk defa darbeyle tanıştı. Daha sonrasında öğrencilerin örgütlenmeye başlaması akabinde 12 Mart 1971 Muhtırası ve öğrenci olaylarının çatışmalara döndürülmesi ile sonrasında temelleri atılarak oluşturulan bölücü Kürtçü hareketler ve 1980 darbesinin yaşanmasıyla Türkiye’nin soluğu kesilmeye çalışıldı. Küresel Güçler, Türkiye üzerindeki kaos planlarını ortaya öyle bir koydular ki bir bütün olarak yok edemeyeceklerini anladıkları Türk Milletini bölüp parçalama siyasetiyle milletimizin arasına nifak tohumları serpiştirdiler. Önce Sağcı -  Solcu sonra Alevi – Sünni bu olayları takiben başı açık – başı kapalı denilerek insanlarımızın arasına tefrika sokuldu. Bunun sonucunda Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması başlıklı kitabımda da yazdığım gibi bölgesel suikastler gerçekleştirildi. Sivas, Kahramanmaraş, Çorum, Fatsa olayları birer bölgesel suikast amacını taşımaktadır. Amaç burada bölgede yaşayan halkı topyekun ayaklandırmak ve devlete isyan ettirmekti. Ayrıca bu olayları siyasi cinayetlerle tetiklediler. Başta Savcı Doğan Öz’ün öldürülmesi, Hamit Fendoğlu’na saldırı, Abdi İpekçi suikasti, İlhan Darendelioğlu, Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Gün Sazak, Nihat Erim ve Kemal Türkler’in öldürülmeleri sonucunda o dönemki Türkiye’de yaşanan düşük yoğunluklu savaş ortamını ülkenin bütününe yayarak bölünmesi ve parçalanması düzeyine getirmekti. Ayrıca o dönemde güçlendirilmeye çalışılan bölücü Kürtçü örgütlerle Türkiye’nin doğusunda bağımsız Sözde bir Kürdistan Devleti kurmak da bu bölünme planının bir parçasıydı.

 

FETÖ Terör Örgütü Bu Süreçte Sessiz Sedasız Ortaya Çıktı. Ancak Bu Takıyyeci Örgütü İlk Defa Bir Türk Milliyetçi Olan Şehit Tarihçi Necip Hablemitoğlu Fark Ederek Uyarılarda Bulundu.

Tüm süreçler yaşanırken sessiz sedasız bir oluşum daha ortaya çıktı ve bu oluşum yavaş yavaş devletin içine sızmaya başladı. Kimsede yaşanan bu süreçlerden dolayı sessiz sedasız takıyye yaparak kendini gizleyen bu sinsi örgütü fark edemedi. Birisi hariç, ilk defa açık açık FETÖ Terör Örgütünün tehlikeli bir yapılanma olduğunu söyleyen ve yine FETÖ tarafından şehit edildiği düşünülen vatansever bir Türk Milliyetçisi olan Tarihçi Necip Hablemitoğlu’ydu. O dönemde bu yapılanmayla ilgili çok uyarıları olmuştu.  

Tarihçi Necip Hablemitoğlu, FETÖ’nün karanlık yüzünü deşifre ettiği Köstebek adlı kitabının otuz yedinci baskısının ön sözünde ve arka kapağındaki tanıtım kısmında aynen şu ifadeler yer alıyor:

“Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler. İşte bu yasadışı yapılanmanın, eğitimin yanı sıra, en az onun kadar önemli olan istihbarat alanına yönelmesinde, birtakım stratejik gerekçeler rol oynamaktadır.”1

Aynı kitabın arka kapak tanıtımındaki yazı ise aynen şöyledir:

(Fetöcüler için) Bunlara karşı olmak, onaylamamak artık yetmiyor… Her gerçek kamu görevlisinin mağdur olma pahasına, elini taşın altına koyması; devletimizin, tam bağımsızlığımızın geleceği açısından inisiyatif kullanırken canının yanmasını, bedel ödemesini göze alması gerekiyor. Çoğunluk seyrettikçe, mücadele etmek yerine mücadele eder gibi yaptıkça, Fethullah Gülen’den daha cesur ve namuslu olmadıkça, bilelim ki daha çok Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar aramızdan yitip gidecekler”2

Hablemitoğlu, FETÖ’nün o dönemde eğitim ve İstihbarat yapılanmalarına dikkat çekerek gelecekteki tehlikeyi ön görmüştü. Nitekim bu terörist yapılanma 15 Temmuz 2016 gecesi kalkışma ve ülkeyi işgale hazırlama girişimi yapmaya çalışarak ortaya çıktı. Ancak devletimizin yerli ve milli personeli ile Türk Milleti’nin sokaklara dökülmesiyle bu girişim sabaha karşı bastırıldı ve hainler gerekli cezalara çarptırıldı.

YAZININ DEVAMI YARIN

1 Necip Hablemitoğlu, Köstebek, Pozitif Yayınevi, Bas:37, İstanbul 2022.

2 a.g.e.

 


Diğer Yayınlar