Ortadoğu
gazetesinde ilk köşe yazım 17 Kasım 2019 yılında, “Türkiye Bumerang Cehennemi”
başlıklı yazı olarak çıkmıştı. Buradaki yazımda Ortadoğu’da Habil ile Kabil’in
olayından başlamış ve Ortadoğu’da akan ilk kardeş kanından bahsetmiştim.
İlk
köşe yazımdan yıllar geçmesine rağmen Ortadoğu’da halen kardeş kanı durmak
bilmemiş. Sahi kardeş kanı bu topraklara Habil ile Kabil’in kavgasından sonra
akmamış mıydı? O yüzden asırlar süren bir kavga varken neden 5 yılda olanlara
şaşıyorum ki öyle değil mi?
Tarihler
15 Temmuz 2016’yı gösteriyordu. Türkiye Cumhuriyeti ağır bir tehdit altındaydı.
Kamu kurum ve kuruluşlarının içerisine binlerce Pensilvanya kaynaklı hainler
yerleştirilmiş ve bu hainler 15 Temmuz akşamı Türk Devleti’nin kendini koruma
reflekslerini imha etmek için harekete geçerek bir grup eli silahlı FETÖ’cüyle
darbe kalkışması yapmaya çalışmıştı. Fakat bu kalkışma başta Cumhurbaşkanı
Erdoğan olmak üzere devletimizin yerli ve milli personelleri olan Türk Silahlı
Kuvvetleri ve Emniyet Güçleri ile MİT ve bu gecenin silahsız kahramanları olan
Türk Milleti tarafından sabaha karşı bastırıldı. Böylece Türk Milleti kendi
üzerine yazılan senaryoları yırtıp attı.
Bu
olaylardan sonra Türk milleti 27 gün meydanlarda demokrasi nöbetleri tuttu. Bu
süre zarfında da binlerce FETÖ’cü personel kurumlardan ihraç edildi. Hatta bu
ihraçlarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinden de çok sayıda ihraç olmasına
rağmen Türk devleti kendisini 40 gün gibi kısa bir sürede toparlamış ve 15
Temmuz’dan sonra sürekli terör saldırına uğrayan Türk devleti, Küresel güçlere
kafa tutarak sabaha karşı 04.00’da 24 Ağustos 2016’da Cerablus’tan tanklarla
girerek sınır ötesi operasyonlarını başlattı. DEAŞ Terör Örgütü başta olmak
üzere bütün terörist unsurları temizlemek amacıyla “Fırat Kalkanı” adı verilen
bu sınır ötesi operasyon ile dünyaya şu mesajı verdik: “Sizler bizim içimizden
devşirmeler çıkabilirsiniz. Hatta bu devşirmeleri ihraç edince komuta
kadememizde de eksikler olabilir. Ama biz buna rağmen 40 gün gibi kısa bir
sürede toparlanır. Girilemez denilen yere gireriz” dedik ve bu operasyonları 20
Ocak 2018’de “Zeytin Dalı Harekâtı”18 Mart 2018’de Afrin Operasyonu yine 9 Ekim
2019’da Barış Pınarı Harekâtı sonrasında Pençe 1-2-3 Harekâtları, Pençe Kaplan
Operasyonu, Bahar Kalanı Harekâtı, Pençe Kartal Harekâtları ve Pençe Kartal – 2
Gara isimleriyle sınır ötesi operasyonları takip etmiştir. Ayrıca Pençe Kilit
Harekâtı da unutulmamalıdır.
Bu
süreçte yurt içinde Eren Operasyonları gerçekleştirilmiş ve terör örgütüne hem
yurt içinde hem de yurt dışında büyük darbeler vurulmuştur. Bunun sonucunda
Türk milleti rahat bir nefes almış ancak o rahat nefesi almak için kendi
canlarını feda eden şehitlerimize de ağlamıştır.
Sonuç
olarak yurt içinde eskisi gibi karakol basan, istediği zaman eylem yapan güçlü
bir PKK Terör Örgütü yok edilmiş dağlardaki binlerce teröristin sayısı artık
elle sayılacak düzeye indirilmiştir. Bu nedenle sınırlarımızın dışına çekilen
terörist unsurlar ise başta ABD destekli olmak üzere el altından Türkiye’ye
müttefik gibi görünüp ancak arkasından vurmaya çalışanlarla birlikte ağır
silahlar ve zırhlı araçlarla teröristler donatılarak Türkiye’nin sınırlarının
hemen yanı başında bir terör ordusu kurdurulmak istenmiştir. Fakat Türkiye
bunlara da müsaade etmemiştir. Ancak müttefik görünümlü ülkeler bu emellerinden
vazgeçmemişler ve halen terör örgütlerini isim değiştirerek desteklemeye, beslemeye
ve eğit, donat faaliyetlerine devam etmektedirler.
Bu
nedenle devletimize müttefik gibi görünen ülkelerin başkanlık seçimlerinin bize
ve Ortadoğu’ya herhangi bir yararı olmayacaktır. Çünkü birisinin iktidardan
gidip diğerinin gelmesi Ortadoğu’ya huzuru getirmeyecektir. Çünkü şahıslar
değişse de hepsinin Ortadoğu politikası aynı; böl, parçala, yönet ve sömür…
Arap
Baharıyla bölünüp, parçalanan Ortadoğu ülkeleri, 15 Temmuz’da Türkiye’de iç
karışıklık çıkarma denemeleri ve son bir yıldır İsrail’in, Filistin
katliamları…
Ne
dersiniz? Sona yaklaşarak bir Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru gidiyor muyuz?