Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadoğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2024 Cumartesi

ORTADOĞU’NUN ÜZERİNDEN YILLAR GEÇTİ


 

Ortadoğu gazetesinde ilk köşe yazım 17 Kasım 2019 yılında, “Türkiye Bumerang Cehennemi” başlıklı yazı olarak çıkmıştı. Buradaki yazımda Ortadoğu’da Habil ile Kabil’in olayından başlamış ve Ortadoğu’da akan ilk kardeş kanından bahsetmiştim.

İlk köşe yazımdan yıllar geçmesine rağmen Ortadoğu’da halen kardeş kanı durmak bilmemiş. Sahi kardeş kanı bu topraklara Habil ile Kabil’in kavgasından sonra akmamış mıydı? O yüzden asırlar süren bir kavga varken neden 5 yılda olanlara şaşıyorum ki öyle değil mi?

Tarihler 15 Temmuz 2016’yı gösteriyordu. Türkiye Cumhuriyeti ağır bir tehdit altındaydı. Kamu kurum ve kuruluşlarının içerisine binlerce Pensilvanya kaynaklı hainler yerleştirilmiş ve bu hainler 15 Temmuz akşamı Türk Devleti’nin kendini koruma reflekslerini imha etmek için harekete geçerek bir grup eli silahlı FETÖ’cüyle darbe kalkışması yapmaya çalışmıştı. Fakat bu kalkışma başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletimizin yerli ve milli personelleri olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Güçleri ile MİT ve bu gecenin silahsız kahramanları olan Türk Milleti tarafından sabaha karşı bastırıldı. Böylece Türk Milleti kendi üzerine yazılan senaryoları yırtıp attı.

Bu olaylardan sonra Türk milleti 27 gün meydanlarda demokrasi nöbetleri tuttu. Bu süre zarfında da binlerce FETÖ’cü personel kurumlardan ihraç edildi. Hatta bu ihraçlarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinden de çok sayıda ihraç olmasına rağmen Türk devleti kendisini 40 gün gibi kısa bir sürede toparlamış ve 15 Temmuz’dan sonra sürekli terör saldırına uğrayan Türk devleti, Küresel güçlere kafa tutarak sabaha karşı 04.00’da 24 Ağustos 2016’da Cerablus’tan tanklarla girerek sınır ötesi operasyonlarını başlattı. DEAŞ Terör Örgütü başta olmak üzere bütün terörist unsurları temizlemek amacıyla “Fırat Kalkanı” adı verilen bu sınır ötesi operasyon ile dünyaya şu mesajı verdik: “Sizler bizim içimizden devşirmeler çıkabilirsiniz. Hatta bu devşirmeleri ihraç edince komuta kadememizde de eksikler olabilir. Ama biz buna rağmen 40 gün gibi kısa bir sürede toparlanır. Girilemez denilen yere gireriz” dedik ve bu operasyonları 20 Ocak 2018’de “Zeytin Dalı Harekâtı”18 Mart 2018’de Afrin Operasyonu yine 9 Ekim 2019’da Barış Pınarı Harekâtı sonrasında Pençe 1-2-3 Harekâtları, Pençe Kaplan Operasyonu, Bahar Kalanı Harekâtı, Pençe Kartal Harekâtları ve Pençe Kartal – 2 Gara isimleriyle sınır ötesi operasyonları takip etmiştir. Ayrıca Pençe Kilit Harekâtı da unutulmamalıdır.

Bu süreçte yurt içinde Eren Operasyonları gerçekleştirilmiş ve terör örgütüne hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük darbeler vurulmuştur. Bunun sonucunda Türk milleti rahat bir nefes almış ancak o rahat nefesi almak için kendi canlarını feda eden şehitlerimize de ağlamıştır.

Sonuç olarak yurt içinde eskisi gibi karakol basan, istediği zaman eylem yapan güçlü bir PKK Terör Örgütü yok edilmiş dağlardaki binlerce teröristin sayısı artık elle sayılacak düzeye indirilmiştir. Bu nedenle sınırlarımızın dışına çekilen terörist unsurlar ise başta ABD destekli olmak üzere el altından Türkiye’ye müttefik gibi görünüp ancak arkasından vurmaya çalışanlarla birlikte ağır silahlar ve zırhlı araçlarla teröristler donatılarak Türkiye’nin sınırlarının hemen yanı başında bir terör ordusu kurdurulmak istenmiştir. Fakat Türkiye bunlara da müsaade etmemiştir. Ancak müttefik görünümlü ülkeler bu emellerinden vazgeçmemişler ve halen terör örgütlerini isim değiştirerek desteklemeye, beslemeye ve eğit, donat faaliyetlerine devam etmektedirler.

Bu nedenle devletimize müttefik gibi görünen ülkelerin başkanlık seçimlerinin bize ve Ortadoğu’ya herhangi bir yararı olmayacaktır. Çünkü birisinin iktidardan gidip diğerinin gelmesi Ortadoğu’ya huzuru getirmeyecektir. Çünkü şahıslar değişse de hepsinin Ortadoğu politikası aynı; böl, parçala, yönet ve sömür…

Arap Baharıyla bölünüp, parçalanan Ortadoğu ülkeleri, 15 Temmuz’da Türkiye’de iç karışıklık çıkarma denemeleri ve son bir yıldır İsrail’in, Filistin katliamları…

Ne dersiniz? Sona yaklaşarak bir Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru gidiyor muyuz?


20 Eylül 2024 Cuma

ORTADOĞU’DA İT DALAŞI

Yazımın başlığı aslında İsrail ile İran’a çok güzel uyuyor. Çünkü Ortadoğu’da ikisi de it dalaşından başka bir şey yapmıyor. Çünkü ikisi de Ortadoğu’daki varlıklarını birbirlerine borçlular. İsrail bölgenin hâkimi benim derken İran’a kafa tutuyor. İran’da elindeki nükleer gücü kullanarak bölgeye gözdağı veriyor. Bunun içinde İsrail’e herhangi bir zarar vermeyen hava saldırıları yaparak bölgeye İran’dan başka kimse İsrail’e saldıramaz mesajı veriyor.  

Bu nedenle iki devlette birbirleri ile mücadele halindeymiş gibi gözüküp iki devlette yapacakları hamleleri perdelemekte başarılı oluyor.


Ancak her şeyi geçtim. En hazini bu zamana kadar Müslüman ülkelerin tamamının birleşip İsrail’i durduramamasıdır. Her gün kurşunlanan, başına bomba atılan ve kaderine terk edilen Filistin halkına sahip çıkamamasıdır.


Peki neden Müslüman ülkelerin tamamı böyle birleşememekte? İşte en hazin soruda budur? Osmanlı İmparatorluğu bölgede gücünü kaybettikten sonra Ortadoğu’yu Fransızlar ve İngilizler paylaştı. Birçok Arap aşireti lideri de Fransızlarla ve İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’yı sırtından vurdu. Habil’in kardeşi Kabil’i şehit etmesi, sonrasında peygamber torunu olan Hz. Hüseyin’in susuz bırakılması ve şehit edilmesiyle bu topraklara hiçbir zaman huzur gelmedi. Bu olayların üzerinden yıllar sonra bölgeye huzuru getiren Türkler ise sırtından vuruldu. Yani Müslüman ülkelerin tamamı Allah’ın ipine sarılmak yerine gavurun vaatlerine sarıldılar. Böylece Nizam-ı Âlem için uğraşan ve Allah’ın adını dünyaya yaymayı ülkü edilen din kardeşlerini bu vaatlere sattılar.


Yoksa birilerinin televizyona çıkıp başımızda halife yok. Halifeliği kaldırdılar da onun için Müslümanlar ülkelerin tamamı birleşemiyor diye ahkâm kesmesinler. Ayrıca halifelik kaldırılmadı. Halifeliğin yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne devredildi. En son halifelik makamı Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçtiğine göre ve yetkileri de meclise devredildiğine göre meclis isterse kendi içerisinden birisini halife seçebilir. Ancak bu zamana kadar böyle bir şeye lüzum görülmemiştir.


Fakat Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye, Müslüman ülkeler başta olmak üzere birçok devlet ve o devletlerin bulunduğu kıta ve bölgelerle ilgilenmektedir. Günümüzde çok büyük bir diplomasi ağına sahiptir. Müslüman ülkeler içerisinde en saygını ve en güçlüsüdür. Hem siyaseten hem ekonomik hem de askeri güç unsuru olarak görmezlikten gelinebilecek bir ülke değildir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni uluslararası arenada en iyi şekilde temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde birleşebilirlerdi. Fakat Ortadoğu ülkeleri Türkiye etrafından birleşmek şöyle dursun, Türkiye’nin terörle mücadele için yapmış olduğu sınır ötesi harekâtlara ilk başta karşı çıkıp kınamışlardır.


Bu nedenle Müslüman ülkelerin tamamının birleşememesinin Türkiye’nin cumhuriyet rejimine geçmesiyle veya halifeliğin yetkilerinin meclise devredilmesiyle bir alakası yoktur. Tamamen bu ülkelerin emperyalizmin maşası olmasıyla alakalı bir durumdur. Bu nedenle bu ülkeler bir gün emperyalizmin maşası olmaktan kurtulur ve Türkiye’nin liderliğinde birleşirlerse o zaman Filistin’de Doğu Türkistan’da ve dünyadaki zulüm gören bütün Müslümanlar kurtulacaktır.     

2 Mart 2023 Perşembe

TÜRKİYE’NİN YARDIM DİPLOMASİSİNİN SONUÇLARI

 



Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyanın herhangi bir bölgesinde doğal afet olduğu zaman ilk yardıma koşan ülkelerin en başında gelmiştir. Ülkemizin yakın tarihindeki insan kaynaklı kriz ve doğal afetlere yönelik acil insani yardım yaptığı ülkeler ve olaylar şunlardır:

“2004 sonunda meydana gelen Güneydoğu Asya depremi, 2005‘teki Pakistan depremi,  Lübnan’da yaşanan insani kriz, 2008 yılının sonunda patlak veren Gazze Krizi, 2010 yılında meydana gelen Haiti ve Şili depremleri ile Pakistan’da yaşanan sel felaketi, 2011 yılında meydana gelen Japonya depremi, 2013 yılında Filipinler’de meydana gelen tayfun yardım etmiştir. 2014 yılında Balkanlar’da meydana gelen sel felaketi ve Gazze’ye yönelik saldırı, 2015’de Nepal depremi ile Irak’taki çatışmadan kaynaklı insani kriz, 2015 ve 2016’da Yemen ve Libya’daki insani kriz ile 2016’da Makedonya’daki sel felaketi sonrasında gerçekleşen yardım operasyonları önemli yer tutmuştur. Ayrıca bu bağlamda insani yardımlarımız 2017 yılında Kolombiya ve Gürcistan’da, 2018 yılında Vietnam, Laos ve Endonezya’ya yardım etmiştir.  2019 yılında ise Mozambik, Afganistan, Arnavutluk, Bangladeş, Bosna-Hersek, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çad, Etiyopya, Filistin, Gambiya, Güney Sudan, Gürcistan, Irak, İran, Kamerun, Kolombiya, Komorlar, KKTC, Lübnan, Moğolistan, Myanmar, Namibya, Nijer, OAC, Özbekistan, Pakistan, Somali, Sudan, Ürdün ve Yemen’e çeşitli yardımlarda bulunmuştur. 2020 yılında ise Afganistan, Arnavutluk, Bangladeş, Çad, Cibuti, Etiyopya, Filipinler, Filistin, Fiji, Güney Sudan, Kamboçya, KKTC, Kuzey Makedonya, Myanmar, Nijer, Özbekistan, Pakistan, Romanya, Somali, Tanzanya, Tunus, Ukrayna, Ürdün ve Yemen’e yardım etmiştir. 2021 yılında Bosna-Hersek, Fiji, Guatemala, Güney Sudan, Haiti, Hırvatistan, Honduras, Moğolistan, Mozambik, Panama, Saint Vincent ve Grenadinler, Tacikistan’da, 2022 yılında Afganistan, Brezilya, Irak, Madagaskar ve Pakistan’da meydana gelen sel felaketi, orman yangını, deprem, kasırga, yanardağ patlaması gibi doğal afetler nedeniyle nakdi ve ayni yardımlar gerçekleştirilmiştir.” ( Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Resmi Sitesi, https://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin_-insani-yardimlari.tr.mfa, Erişim Tarihi:18.02.2023)

Suriye iç savaşında olduğu gibi elbette Türk Devleti bu liste dışında farklı ülkelere faklı nedenlerden dolayı da yardım ve desteklerde bulunmuştur. Azerbaycan – Ermenistan veya Venezuela meselelerinin örneğinde olduğu gibi…

Yine Türkiye’nin bölgesinde güçlenen ve sözü geçen bir ülke haline gelerek uluslararası arenada etkin rol oynaması ve dünya siyasetinde dengeleri değiştirebilen bir konuma yükselmesi de Türkiye’nin ciddiye alınıp dostluk kurulmak istenen bir ülke olmasına neden olmuştur. Ancak şu bir gerçektir ki Türk Devleti yapmış olduğu bu insani yardımlar ile hem bölge halkının sevgisini kazanmış hem de dünyanın birçok ülkesiyle her ne kadar ülkeler arasında dostluk değil çıkar ilişkisi olsa da bu yardımları sayesinde birçok dostluk da kazanmıştır. Bu nedenle 6 Şubat’ta asrın felaketi olarak nitelendirilen depremde Türkiye insani yardım konularındaki duruşunun karşılığını birçok ülkeden yardım ve destek görerek almıştır.

Tarihin en ağır felaketlerinden birisini yaşayan Türkiye’ye uluslararası toplumdan daha önceden görülmeyen düzeyde dayanışma ve destek görülmüştür. Başta insani yardımlar olmak üzere arama ve kurtarma çalışmaları, sahra hastanesi kurma gibi birçok alanda çalışan 80’den fazla ülke 7 Binden fazla personel ile sahada çalışmalara katıldı. Avrupa Birliği de tarihinin en büyük insani yardımlarını Türkiye için yaptı. Dışişleri Bakanlığının yaptığı açıklamalara göre 100 ülkeden yardım teklifi geldiğini ve 76 ülkenin sahada aktif olduğunu, 12’sinin çalışmalarını tamamlayarak ülkelerine geri döndüğünü ifade etmiştir.

Sadece Avrupa ülkeleri değil Türk Dünyası ve Ortadoğu ülkeleri de aynı şekilde hem ayni hem de nakdi yardımlarda bulunmuştur.

Türk Dünyasında başta Azerbaycan olmak üzere Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan yaşanan felaketin hemen ardından arama kurtarma ekiplerini ve ülke çapında toplanan yardımlarını Türkiye’ye gönderdi.

Ortadoğu’da ise Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn ve Umman gibi Körfez ülkelerinde toplanan yardım 400 milyon doları aştı. Körfez ülkeleri yanında Filistin, İsrail, Ürdün, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan, Senegal, Güney Afrika, Burundi gibi ülkelerde Türkiye’ye ayni ve nakdi yardımda bulunmuştur. (Ortadoğu Araştırma Merkezi,  https://orsam.org.tr/tr/ortadogu-ve-kuzey-afrika-mena-ulkelerinden-deprem-sebebiyle-turkiyeye-yapilan-yardimlar-2/, Erişim Tarihi: 18.02.2023)

Bunun yanında tarihi bağlarımız olan Kore ve Pakistan gibi ülkelerde yardımlarını esirgemediler. Tabi bu süreçte devletlerarasında oluşan olumlu iklim diplomasiye nasıl katkı sağlar gibi sorular sorulmasına neden olmuştur. Fakat diplomatik kaynaklar asrın felaketi olarak nitelendirilen depremde görülen destek Türkiye ve Türk halkı için önemli düzeyde sempati ve iyi niyet duygularını açığa çıkarmıştır. Hatta bu durum ilerleyen zamanlarda devletlerarası siyasi ilişkilere de yansıyacaktır. Fakat masada önemli yapısal ve uluslararası konular erteletilmeyecektir.

Sözüm o ki aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu zamana kadar yapmış olduğu insani yardım diplomasisinden ve bölgesel güç konumuna yükselmesinden ayrıca dünyada siyasetinde dengeleri belirleme potansiyelini yakalamasından dolayı bu doğal afetin açtığı yaraların sarılmasında Suriye gibi yalnız bırakılmamıştır.


11 Mayıs 2020 Pazartesi

TÜRKİYE’NİN KÜRESEL GÜÇLERLE MÜCADELESİ




             Kubilay Muhammet Özdemir[1]

Türkler tarih boyunca irili ufaklı birçok devlet kurup dünyaya yön vermiş büyük bir millettir. Türk milleti bu yön çerçevesinde çeşitli coğrafyalara göç ederek buralarda kalıcı olup milletleri her türlü etkilemeyi başarmıştır. Türklerin 4.yüzyılda Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’ya başlattığı göç ile birlikte Batı şekillenmeye başladı. Büyük Türk Hükümdarı Atilla ile şekillenen Avrupa’da Roma İmparatorluğu’nun temelleri sarsılmaya başladı. Ayrıca Papanın Atilla’nın ayaklarına kapanmasını ve tarihler 1071’i gösterdiğinde ise Malazgirt zaferiyle Alparslan’ın Romen Diyojeni yenmesini, 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesini Küresel güçler asla unutmadı. 

Özellikle Anadolu topraklarının Türklerin elinde kalmasını bir türlü kendilerine yediremediler. Hiç şüphesiz ki tarihte büyük değişimlere yol açan diğer Türk devletleri ile de uğraştılar ancak Türkleri kırma noktası olarak Osmanlı İmparatorluğunun gerileme süreci ile başlattılar. 1699 Karlofça Antlaşması ile Osmanlı çok büyük kan kaybına uğradı. Bu Antlaşma ile Osmanlı’nın Orta Avrupa’daki egemenliği büyük ölçüde sona erdi. Osmanlı Devleti, Batı’da ilk kez bu kadar toprak kaybetti. Bunun yanında antlaşma ile ilk kez siyasi ve askeri açıdan kaybettik. Osmanlı, Avrupa’dan geri çekilmeye Avrupa ise saldırıya geçti. Osmanlı 1699’dan 1918 Mondros Antlaşmasına ve 1920 Sevr Antlaşmasının imzalanmasına kadar ki geçen süre zarfında açık pazar haline geldi ve resmen işgale uğradı. Özellikle dünyanın kesişme noktası olan Anadolu’dan Türkleri atmak için küresel güçler büyük oyunlar kurdular. Ancak tarihler 19 Mayıs 1919’u gösterdiğinde Milli Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal’i hesap edemediler. Küresel güçlerin kurmuş olduğu ve üzerinde yıllarca çalıştığı tarihi “Şark Planı”nı Mustafa Kemal ve arkadaşları çökertmeyi başardılar. “13 Eylül 1683 Viyana’da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya’da durdurulmuştur.”[2] Şark planı ile başlayan 1699 Karlofça Antlaşmasının imzalanmasıyla hızlanan küresel güçler oyunu çökertilerek Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tün dünyaya resmen tanıtıldı.

Zor geçen milli mücadele ve ardından yeni kurulan devletin sancılarına rağmen Türk Milleti ayakta kalmayı başardı. Yeni Türk devleti benzeri görülmemiş inkılaplar yaparak çağdaşlaşma yolunda büyük mesafeler katetti. Ancak küresel güçlerin Anadolu’dan tamamen sökülüp atılması gerekliydi. Böylelikle Mustafa Kemal Atatürk, ekonomi başta olmak üzere tüm alanlarda millileşme politikası izledi. Ayrıca Mason localarına kökü dışarıda zararlı faaliyetler diyerek 1935 yılında tüm mason localarının kapatılması emrini verdi.

Ancak küresel güçler rahat durmayacaktı. Atatürk’ün ölümünden hemen sonra Anadolu toprakları üzerindeki kirli emellerini planlamaya başladılar. Özellikle Türkiye’nin dolaylı yollardan kan kaybetmesi için 1960 darbesi ve sonraki sokak çatışmaları ile 1980 darbesi yine ardından binlerce insanımızın ölmesine neden olan bölücü terör ile dini istismar eden örgütlerinin desteklenip Türkiye’nin başına musallat edilmesi küresel güçlerin Anadolu üzerine kurdukları oyunlardandır. Etnik kimlik üzerinden çıkarılan çatışmalar, mezhep kavgasının çıkarılmak istenmesi, ekonomik bunalımlar ve yine çeşitli terör olayları oynanan oyunların diğer ayağını oluşturmaktaydı. Türkiye dolaylı olarak kan kaybettirilmek isteniyor. Kendi içinde enerjisinin tüketilip bölge bölge parçalanması hedefleniyordu. Ancak 2200 yıllık Türk devlet geleneğine sahip Türk milletinin içerisinden çıkan vatansever evlatları bu oyunları bozmaya çalışıyor ve bu uğurda şehit oluyordu.
Ancak küresel güçler Türk devletinin içine sızıntı yerleştirmeye başladı. Vatansever, milliyetçi kişiler uydurulan gerekçelerle önü kesiliyor yada mahkeme karşısına çıkarılıp içeriye atılıyordu. Onlardan doğan boşluğa ise küresel güç destekli Fetöcüler yerleşiyordu. Uzun bir sürecin ardından bu davalardan beraat edenler yani milli devletin kanadını oluşturanlar ile Fetöcü yapılanma karşı karşıya geldi. Fetö ise milli kanadı güçlendirmemek için son darbeyi vurmak üzere 15 Temmuz 2016 günü harekete geçti. 

Fakat başarılı olamadı. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk milleti ve devletin içindeki vatansever asker, polis, istihbarat görevlileri kısaca tüm birimler vatanı korumak için direnişe geçtiler ve darbe sabaha karşı bastırıldı. Ancak çok canımız yandı.
251 vatan evladı şehit oldu. 2194 kişi gazimiz oldu. Küresel güçler Türkiye’ye 1980’den tam 36 yıl sonra çok büyük bir darbe vurarak parçalayacaktı. Ancak devlet ve millet buna müsaade etmedi. Tüm bunlardan sonra ardı ardına yapılan terör saldırıları sonucunda Türkiye’nin çeşitli yerlerinde birçok insanımız katledildi. Ancak yinede yılmadık. Mücadeleden geri durmadık.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı ve yargıdan bir sürü ihraçlar ve tutuklamalar olmasına rağmen Türkiye Küresel güçlere savaş açarak 40 gün sonra “24 Ağustos 2016 sabah dört sularında Cerablus’dan başlayarak başta DEAŞ olmak terörist unsurları temizlemek amacıyla “Fırat Kalkanı” adı verilen bir sınır ötesi operasyonunu başlattı. Yine bu operasyonun devamı niteliğinde DEAŞ, PKK, YPG, PYD gibi terörist unsurları temizlemek amacıyla 20 Ocak 2018 “Zeytin Dalı Harekatı” yaparak 18 Mart 2018’de Afrin şehir merkezi Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrolüne geçti. Yine 9 Ekim 2019’da bu sefer “Barış Pınarı Harekatıyla” terörist unsurları kıran bir darbe vuruldu.”[3]

Artık Türk’ün rahat etmediği Yurtta ve Cihan’da Sulh olmayacaktı. Türk milleti Küresel güçlere karşı savunmadan saldırıya geçmişti. Tıpkı 97 yıl önceki milli mücadelenin bir benzerini farklı zamanlarda farklı mekânlarda ama aynı düşmana karşı yapıyordu.
Küresel güçler yeni bir dünya düzeni kurarken bütün yöntemleri uygulamakta bazı ülkeler askeri müdahale ile işgal edilmekte bazı ülkelerde ise iktidarlar renkli devrimlerle değiştirilmekte idi. Böylelikle bu coğrafyaları kendi çıkarları açısından yeniden dizayn etmek üzere Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi, Renkli Devrimler, Arap Baharı diye adlandırdığı projelerle dünyayı savaş alanına dönüştürdüler.[4]  

Çünkü ulus devletlerin gelişmelerin önünde bir engel olduğu yönündeki düşünceler güçlendikçe, küresel ideolojiye uygun yeni bir siyasal iktidar ilişkisine yönelik artışlar görüldü. Dünya Ticaret Örgütü, IMF, G-8 ülkeleri, Bankacılık Sektörü, Uluslararası Borsa Hareketleri vb. kuruluşlar düzenledikleri seminerler sonunda yayınladıkları raporlarında küreselleşmenin önündeki en büyük engelin ulus devlet olduğuna vurgu yapıyorlar. Dünya ekonomisine yön veren ülke ve kuruluşların ulus devleti gelişmeler önünde en büyük engel olarak görmeleri ulus devletin geleceğinin ne kadar ciddi tehlikede olduğunu gösteriyordu.[5]

Sonuç itibariyle; küresel güçlerin ulus devlet olan Türkiye’nin, bulunduğu coğrafi konumun önemi ve tarihi kindarlıkları sebebiyle günümüzde de uğraşmaya devam ediyorlar. Ancak bugün Türkiye Cumhuriyeti küresel güçlere savaş açarak, dünya beşten büyüktür diyerek mazlumların yanında olmaya devam ediyor ve bugün dünyanın bütün cephelerinde mücadele ediyor.



[1] Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar, Academia.edu’da makaleleri olmak üzere kendi blooger sitesinde de yazıları vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2]İsmail Habip Sevük; (d. 1892, Edremit - ö. 17 Ocak 1954, İstanbul), Türk yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, siyasetçi. Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu'da çıkarılan çeşitli gazetelerde Milli Mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme aldı. Cumhuriyet döneminin ilk edebiyat tarihi kitabı olan “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” adlı eserin yazarıdır[1]. VII. TBMM’de Sinop milletvekili olarak yer almıştır (1943-1946).
 [3] Kubilay Muhammet Özdemir, Türkiye’nin Suriye ve Libya Üzerinden Dolaylı Olarak Dünya İle Mücadelesi, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2020/05/turkiyenin-suriye-ve-libya-uzerinden_6.html , Erişim Tarihi; 6 Mayıs 2020
[4] Ünal Acar, “Küresel Güç Mücadelesi ve Ulus-Devletin Geleceği”, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, ISSN 1309-1387, c.11, Say: 27, Mart 2019
[5] Ünal Acar, “a.g.m.”, Mart 2019


Diğer Yayınlar