Devletimizin Kurumları Bir Daha Sevr
Antlaşmasını Yaşamamak İçin Dizayn Edildi. Küresel Güçlerde Bu Süreçte Türkiye
Üzerine Çok Büyük Kaos Planları Kurdu.
Türkler
1699 Karlofça Antlaşmasını imzaladıktan sonra iki yüz otuz sekiz yıl boyunca
sürekli geriye çekiliş süreci başladı ve bu geri çekiliş Sakarya’da durduruldu.
Zor geçen savaş yıllarından sonra Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin
küllerinden inşa ettiğimiz yeni devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni
bütün dünyaya resmen tanıttık.
Fakat
devletimizin kamu kurumları başta olmak üzere devlet yapılanmamız bir daha Sevr
Antlaşmasını yaşamamak üzere dizayn edildi. Taarruz yerine savunma refleksleri
geliştirildi. Atatürk’ün ölümünden sonra tek partili hayat ve II. Dünya
Savaşı’nın patlak vermesiyle ülkemiz ekonomik olarak zor günler geçirdi. Bir
yandan küresel güçlerin dünyayı yeniden dizayn etme projeleri bir yandan da
hala gözlerini diktikleri Anadolu’yu parçalama hamleleri devam etti. Türkiye
kendisini toparlamasın dış dünyaya açılmasın diye ülkemizde her daim kaos
olayları plandı ve gerçekleştirildi. 1960’da Türk Milleti cumhuriyet döneminde
ilk defa darbeyle tanıştı. Daha sonrasında öğrencilerin örgütlenmeye başlaması
akabinde 12 Mart 1971 Muhtırası ve öğrenci olaylarının çatışmalara döndürülmesi
ile sonrasında temelleri atılarak oluşturulan bölücü Kürtçü hareketler ve 1980
darbesinin yaşanmasıyla Türkiye’nin soluğu kesilmeye çalışıldı. Küresel Güçler,
Türkiye üzerindeki kaos planlarını ortaya öyle bir koydular ki bir bütün olarak
yok edemeyeceklerini anladıkları Türk Milletini bölüp parçalama siyasetiyle
milletimizin arasına nifak tohumları serpiştirdiler. Önce Sağcı - Solcu sonra Alevi – Sünni bu olayları takiben
başı açık – başı kapalı denilerek insanlarımızın arasına tefrika sokuldu. Bunun
sonucunda Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması
başlıklı kitabımda da yazdığım gibi bölgesel suikastler gerçekleştirildi.
Sivas, Kahramanmaraş, Çorum, Fatsa olayları birer bölgesel suikast amacını
taşımaktadır. Amaç burada bölgede yaşayan halkı topyekun ayaklandırmak ve
devlete isyan ettirmekti. Ayrıca bu olayları siyasi cinayetlerle tetiklediler.
Başta Savcı Doğan Öz’ün öldürülmesi, Hamit Fendoğlu’na saldırı, Abdi İpekçi
suikasti, İlhan Darendelioğlu, Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit
Kaftancıoğlu, Gün Sazak, Nihat Erim ve Kemal Türkler’in öldürülmeleri sonucunda
o dönemki Türkiye’de yaşanan düşük yoğunluklu savaş ortamını ülkenin bütününe
yayarak bölünmesi ve parçalanması düzeyine getirmekti. Ayrıca o dönemde
güçlendirilmeye çalışılan bölücü Kürtçü örgütlerle Türkiye’nin doğusunda
bağımsız Sözde bir Kürdistan Devleti kurmak da bu bölünme planının bir
parçasıydı.
FETÖ Terör Örgütü Bu Süreçte Sessiz
Sedasız Ortaya Çıktı. Ancak Bu Takıyyeci Örgütü İlk Defa Bir Türk Milliyetçi
Olan Şehit Tarihçi Necip Hablemitoğlu Fark Ederek Uyarılarda Bulundu.
Tüm
süreçler yaşanırken sessiz sedasız bir oluşum daha ortaya çıktı ve bu oluşum
yavaş yavaş devletin içine sızmaya başladı. Kimsede yaşanan bu süreçlerden
dolayı sessiz sedasız takıyye yaparak kendini gizleyen bu sinsi örgütü fark
edemedi. Birisi hariç, ilk defa açık açık FETÖ Terör Örgütünün tehlikeli bir
yapılanma olduğunu söyleyen ve yine FETÖ tarafından şehit edildiği düşünülen
vatansever bir Türk Milliyetçisi olan Tarihçi Necip Hablemitoğlu’ydu. O dönemde
bu yapılanmayla ilgili çok uyarıları olmuştu.
Tarihçi
Necip Hablemitoğlu, FETÖ’nün karanlık yüzünü deşifre ettiği Köstebek adlı kitabının
otuz yedinci baskısının ön sözünde ve arka kapağındaki tanıtım kısmında aynen
şu ifadeler yer alıyor:
“Fethullahçılar, mevcut ekonomik
kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına
tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece
bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler. İşte bu yasadışı
yapılanmanın, eğitimin yanı sıra, en az onun kadar önemli olan istihbarat
alanına yönelmesinde, birtakım stratejik gerekçeler rol oynamaktadır.”1
Aynı
kitabın arka kapak tanıtımındaki yazı ise aynen şöyledir:
“(Fetöcüler için) Bunlara karşı olmak, onaylamamak artık
yetmiyor… Her gerçek kamu görevlisinin mağdur olma pahasına, elini taşın altına
koyması; devletimizin, tam bağımsızlığımızın geleceği açısından inisiyatif
kullanırken canının yanmasını, bedel ödemesini göze alması gerekiyor. Çoğunluk
seyrettikçe, mücadele etmek yerine mücadele eder gibi yaptıkça, Fethullah
Gülen’den daha cesur ve namuslu olmadıkça, bilelim ki daha çok Uğur Mumcular, Ahmet
Taner Kışlalılar aramızdan yitip gidecekler”2
Hablemitoğlu,
FETÖ’nün o dönemde eğitim ve İstihbarat yapılanmalarına dikkat çekerek
gelecekteki tehlikeyi ön görmüştü. Nitekim bu terörist yapılanma 15 Temmuz 2016
gecesi kalkışma ve ülkeyi işgale hazırlama girişimi yapmaya çalışarak ortaya
çıktı. Ancak devletimizin yerli ve milli personeli ile Türk Milleti’nin
sokaklara dökülmesiyle bu girişim sabaha karşı bastırıldı ve hainler gerekli
cezalara çarptırıldı.
YAZININ DEVAMI YARIN
1 Necip
Hablemitoğlu, Köstebek, Pozitif
Yayınevi, Bas:37, İstanbul 2022.
2
a.g.e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder