Eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2024 Çarşamba

TÜRK GENÇLİĞİ TEHLİKEDE FARKINDA MISINIZ?


 

Satanist bir genç Eyüp Sultan’da ve Fatih’te iki genç kızın vahşice canına kıydı ve sonrasında ise kendini surdan aşağıya atarak intihar etti. Yine genç bir kız iki kişi tarafından sokakta tacize uğradı. Köşe başlarında bekleyen uyuşturucu müptelaları, sabıka kaydı kabarık insanların toplum içinde dolaşması, gençlerin cinnet haline bürünmesi ve çeşitli gayri ahlaki şeylere özenmesi bir neslin uçurumun kıyısında olduğunu gösteriyor.

Gerçekten Türk gençliği tehlikede hem de bu tehlike inanılmaz bir boyutta ve önlem alınmazsa gençliğimiz elimizden kayıp gidecek diye endişeleniyorum. Çünkü gençlerimizde milli ve manevi değerler zayıfladı. Hatta kimisinde yok oldu. “Türk – İslam Kültür ve Medeniyeti” unutuldu ve bilinç kayboldu. Bunun yerine Batı’ya ve Batı’nın ahlaksız medeniyetine özenti başladı. Bununla beraber inançsızlık, gelenek - göreneklerin yok sayılması ve satanizm gibi vahşetlere özenme gibi vakalar ortaya çıktı.

Sorunları görüyoruz ama çözümü nedir? Çözüm nedir biliyor musunuz? Aslında her köşe yazımda üzerinde ısrarla durduğum “Eğitimdir, Eğitim”…

Bakınız geçen yazımda da belirttim. Eğitim sistemi öyle bir hal aldı ki eski sistemi arar olduk. Eski eğitimdeki öğretmen – öğrenci disiplini ortadan kalktığından beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Öğretmenin yetkilerinin sınırlandığı, öğretmenin veli ve öğrenci saldırılarına açık hale getirildiği, basitmiş gibi görülen ancak öğretmen ve öğrenci kıyafetlerinin dahi serbest bırakıldığı bir sistemden topluma yararlı milli ve manevi duygulara haiz nesiller yetişmesini nasıl bekleyeceğiz? Öğretmen atama sorunlarının olması, iyi yetiştirilememiş öğretmen kadrosunun olması ve özel okulların, dershanelerin aşırı derecede fazlalaşması ve eğitim sisteminin öğrenciyi istendik duruma getirememesi sonucunda nasıl bir nesil bekliyoruz?

Ayrıca saat gece on ikiyi geçince annesi babası merak eden nesil nerede kaldı? Neden gençler mahallelerde, köşe başlarında veya herhangi bir apartmanın merdivenlerinde boş boş sabahlara kadar oturuyorlar? Bu gençlerin okuduğu bir okul veya kendilerini merak eden bir ailesi yok mu? Cevabını vereyim. “YOK”…

Çünkü saat on ikiyi geçince evladını arayan, merak eden anne – baba nesli bitti. Yerine çocuklarının her istediğini altın tepside sunan bir nesil geldi. Çocuklarıma kıyamıyorum adı altında otorite kuramayan, sözünü dinletemeyen bir nesil ortaya çıktı. Bunun üzerine çocuklarda gereksiz ve hiçte sevimli olmayan şımarıklıklar oluşmaya başladı. Eğitim sisteminin de öğretmeni pasif bırakması sonucu okula giden bu tür çocuklarla baş edilemedi ve disiplin edilemedi.

Bunun sonucunda topluma aklı başında, milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, kültürlü, Türk – İslam medeniyeti ile yoğrulmuş bireyler kazandırılamadı. Bu nedenle çocuklarımız elimizden birer birer kayıp gitmeye tamamen bu milletin DNA’sına ve kodlarına aykırı ve kendini mankurtlaştıran akımlarım etkisine girdiler. Bunun sonucunda da bu çocuklar özünü kaybettiler ve asimile oldular.

Bunun yanı sıra kontrolsüz bir şekilde ne işe yaradığı belli olmayan sosyal medya araçları ve uygulamaları da çocuklarımızı ayrıca esaret altına aldı ve ahlaki duygularını köreltti. Böylece ortaya özünü kaybetmiş, yüreği ve aklı nefretle dolan, saçma sapan akımların etkisine giren, kutsalları tanımayan, vatan, bayrak, Allah aşkından bihaber nesil ortaya çıktı.

Bakınız bu yazdıklarım çok ciddi sorunlar. Bunun için devletçe ve milletçe önlem almak zorundayız. Kendini kaybeden bir neslin tekrar kendisini bulmasını sağlamalıyız.

Yoksa şehit kanları ile sulanan bu toprakları mankurtlaşmış bir nesil asla koruyamaz.

Ey Türk Gençliği sizlere çağrımı Akif’in yazdığı İstiklal Marşı’nın bir dizesiyle yapıyorum.

“Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı;

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

 

3 Ekim 2024 Perşembe

TÜRKİYE KÜRESEL GÜÇ OLABİLECEK Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulunda İsrail’in, Filistin’de yaptığı katliamlar başta olmak üzere Birleşmiş Millet yapısını eleştiren konuşmasıyla damga vurdu. Özellikle Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi’nin çöktüğünü ve dünya beşten büyüktür ifadesini tekrardan kullandı. Dünyanın bu soykırıma sessiz kaldığını ifade etti.

Böylece Türkiye uzun zamandır üstlenmiş olduğu bölgesel aktör olma rolüne devam ederken aynı zamanda gücünü küreselleştirme evresine doğru ivme kazandırmaya çalıştı. Bölgesinde Dağlık Karabağ sorununu halleden ve Kıbrıs meselesinde önemli adımlar atan Türkiye, Filistin meselesini de dünya gündeminde tutmaya devam ediyor. Anlaşılan o ki Suriyeli mülteciler konusundaki yanlış politikasından rahatsız olan Türk milletinin çağrıları işitilmiş olacak ki sığınmacılar politikasını değiştireceği ve onun için Esad ile görüşme çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuyu da halletmeye çalışacağı görülüyor. Fakat Esad, ABD ve Rusya’ya rağmen bu görüşmeyi kabul edip Türkiye’deki sığınmacıları tekrardan kabul eder mi orası belli değil. Çünkü Türkiye, sığınmacılar meselesini de hallederse ekonomik ve insani yük bakımından rahatlayacak ve hem iç hem de dış politikadaki sorunları çözmek için daha da emin adımlar atacaktır. İşte bunu istemeyen ABD, Rusya, İsrail bu sorunun çözülmesini ister mi? Bölgede güçlü bir Türkiye mi? Yoksa sığınmacılar meselesi ve iç sorunları ile uğraşan bir Türkiye mi görmek isterler? Türkiye ağır bir demografi saldırısı altında çünkü ekonomik olarak da sıkıntı da olan Türkiye daha kendi gençlerine iş alanı açamamış, eğitimde ise istenilenler gerçekleştirilememiş ve eğitimde eski sistem aranır hale gelmiştir. Niteliksiz gençlerin yetişmesi, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve bunun akabinde çırakların ve meslek erbaplarının yetişmemesi ve bunun yabancı uyruklulardan karşılanması Türk gençliğini de işin içerisinden çıkılamaz bir hale getirmiştir.

Neredeyse Türkiye siyasetinden bahsederken eğitimden mutlaka söz ediyorum. Çünkü bir devleti devlet yapan eğitimdir. Her zaman şu örneği veririm. Koskoca 630 yıllık Osmanlı İmparatorluğu eğitimin çökmeye başlamasıyla birlikte gerilemeye başlamış ve son bulmuştur. Tarihten ibret almak her Türk gencinin ve bu millete liderlik eden herkesin boynunun borcudur.

Ayrıca bölgesel güçten küresel güce evrilmeye çalışılırken karasularımızda Yunan tecavüzlerinin artması ve hatta Datça’da karaya çıkıp gitmelerinin izahı olamaz. Çünkü bu yapılan antlaşmaların çiğnenmesi ve bu bir savaş sebebidir. İşte Yunanlılar, Türkiye’nin uğraştığı sorunlardan cesaret alarak bu tür kışkırtıcı eylemler yapmaktadır. Bunun için kendi içimizdeki gücümüzü ve enerjimizi tamamen toplamalı sorunları hallederek geleceğe sağlam adımlar atmalıyız. Önce Türk milletinin sorunlarının çözmeli ve çağrılarına kulak tıkamamalıyız.

Bu hem ülkesini seven, düşünen milliyetçi aydınlar olarak bizim hem de bu ülkeyi yöneten siyasetçilerin vatan borcudur.  

    

8 Şubat 2024 Perşembe

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

 

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE[1]

Kubilay Muhammet ÖZDEMİR[2]

 

ÖZET

Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe başlıklı makalemiz, Son Saat gazetesinde yazı dizisi olarak hem matbu hem de internet ortamında üç gün arka arkaya yayınlanmıştır. Yakın tarihe eğitim ve tasavvuf konusunda ışık tutacak bir makaledir.

Anahtar Kelimeler: Öğretmen, Tasavvuf, Eğitim, Din, İslam, Sızıntı, FETÖ


                                Resim 1: Son Saat Gazetesinde makalenin manşette tanıtımı

 

 

                     Resim 2: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ilk gün manşet tanıtımı


                                  Resim 3: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ilk kısmı

      ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

ÖNCEDEN EĞİTİM

Son yıllarda öğretmenlik mesleği ile birlikte tasavvuf da bir o kadar darbe aldı. Ancak öğretmenlik ve tasavvufun önemi ve ilişkisi nedir? Neden yazım da öğretmenliğe ve tasavvufa dikkat çekmeye çalıştım. Bu yazımda bunu açıklamaya çalışacağım.

Öğretmenlik mesleği; cehaleti yenmek ve bir devletin ilerlemesine zemin oluşturacak eğitimli insanların yetişmesini sağlayan önemli ve büyük bir güçtür. Bu yüzden öğretmenlik saygınlığı kadar disiplini de esas alan bir sistem ile devlete öğrenci yetiştiren önemli bir kamu gücüydü.

Fakat yıllardır öğretmenlik mesleği gerek sistemsel gerek eğitimsel açıdan sürekli darbe almaktadır. Öncelikle eğitim sisteminin değişmesi 4+4+4 sisteminin gelmesi, liselerin Anadolu, İmam Hatip vb. şekilde tek tipleştirilmesi ve başta özel üniversiteler olmak üzere Türkiye’nin her yerinde üniversite açılması, üniversite sınav sistemlerinin değişmesi, baraj puanının kaldırılması ile birlikte sistemin bozulmasına neden olmuştur. Okullarda öğretmenlere ve öğrencilere kıyafet serbestliğinin getirilmesi, disiplin kurallarının yok denecek kadar esnetilmesi, sınıfta kalmanın olmaması, disiplin cezaları verilememesi, kanunların öğretmeni korumak yerine öğrenci lehine olması ve öğretmeni, öğrenci ve veli karşısında zor duruma düşürmesi, öğretmen otoritesinin sarsılması disiplinli bir eğitim yapılamaması eğitimsel açıdan bozulmaya neden olmuştur.

Bunlar sadece eğitimde belli başlı süregelen bozulmalardır. Eminim ki daha da fazlası vardır. Mesela özel okullar, dershaneler, kolejler kısmına hiç girmiyorum bile, hatta devlette çalışan ücretli öğretmenler konusuna değinmiyorum bile. Çünkü bu sıkıntıları da yazıma eklesem biliyorum ki yazım sayfalar tutacak.

Pekiyi bu süreçte tasavvufun bu konuyla ne alakası var diyeceksiniz? Bunun için konuyu en baştan anlatmam lazım. Tarihe baktığımızda Türkler, İslam’ı kabul ettiklerinde okul olarak medreseler açılmaya başlandı. Bu medreseler de öğretmen dediğimiz müderrisler görevlendirilirdi. Bu müderrisler de öğrencileri yetiştirip topluma kazandırırdı. Hatta bazı medreseler ve başına atanan müderrisler vardı ki bunlar aynı zamanda devletin başına musallat olan belaları da defetmek için mücadele ederlerdi. Mesela Nizamülmülk’ün kurdurduğu “Nizamiye Medreseleri” ve başına atadığı İmam Gazali örnek olarak gösterilebilir. O dönemde batıniliğin yaydığı zararlı düşünceler bu medreseler sayesinde önlenmişti. Yine Semerkant medresesi dâhil olmak üzere birçok medreseden İslam’ı ve eğitimciliği yayacak birçok âlim yetişmişti. Bu âlimlerde birçok ismi yetiştirmişti. Örneklerim arasında hem bu medreselerden yetişenler hem de bu medreselerde yetişip öğrenci yetiştirenler vardır. Matüridi’den başlayıp Yusuf Hemadaniler, Ahmet Yeseviler, Sarı Saltuklar, Arslan Babalar, Yunus Emreler, Taptuk Emreler, Tirmiziler, Buhariler, Hacı Bektaşi Veliler, Celaleddin Rumiler, Şeyh Edebalılar ve adını sayabileceğimiz bir sürü âlimler yetişmişti. Bu âlimler eğitime önem vermiş ve yeri geldiğinde de devlete çok büyük katkıları olmuş zatlardı. Ayrıca hepsi birer âlim olmanın yanında hepsi birer zanaat ustasıydı. Mesela Ahmet Yesevi tahta kaşık ustasıydı. Tahtalardan kaşıklar yapar ve geçimini öyle sağlardı. Dolayısıyla günümüzdeki sözde hocalar gibi yardımlarla geçinmezlerdi.

Hep söylediğim bir şey vardır. Koskocaman 638 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sebeplerinden birisi de eğitim çökmeye ve gerilemeye başlamasıyla birlikte olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in açtığı sahnı saman medreseleri nerede daha sonra uygulamaya konulan beşik ulemalığı sistemi nerede? Dini anlatacak, eğitimi anlatacak müderris kalitesi bozuldukça dine de hurafeler girmeye başladı ve devletin her yaptığı yeniliğin karşısında saçma sapan şeyhülislamların saçma sapan verdiği kararlar uygulandı.

Önceden akılla yönetilen devlet sonradan şeyhülislamların ve gerici tayfanın verdiği kararların devlet üzerinde etkili olmasıyla bu kişiler Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışa sürükleyen sebeplerden birisi haline gelmiş oldular.

DEVAMI YARIN


                          Resim 4: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ikinci gün manşet tanıtımı

 

       Resim 5: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ikinci kısmı

  ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

SIZINTILAR VE CEMAATLER

Cumhuriyetin kurulması, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla tarikatların devlet üzerindeki etkisi kırılmış ve yeni devletimiz akılla yönetilir hale getirilmişti. Bunun yanında çıkarılan kanunlarla birlikte eğitim ve öğretimde birlik sağlanmış yeni atılımlarla eğitim düzeyi yükseltilmişti. Ancak bu durum köy enstitülerinin kapatılması ve demokrat parti döneminde Amerikancı politika izlenerek eğitimde Amerikalıların ders müfredatlarına müdahale etmesine kadar sürmüştü. Sonrasında sağ sol çatışmalarının temeli atılarak 1970’lerden 1980’lere kadar Türkiye iç karışıklarla boğuşmaya başladı. Türkiye iç karışıklıklarla boğuşurken birileri de fırsattan istifade devletin içine sızmaya başladı. Sızıntılar öyle bir hal aldı ki bu durum sadece devlet kurumları ile sınırlı kalmadı.

Sızıntılar, Türk Silahlı Kuvvetlerine, İçişleri Bakanlığına verdiği zararla birlikte Türkiye’de en önemli iki unsura da büyük darbe vurdu.

Birincisi öğretmenlere ikincisi tasavvufa…

Ama düşman darbe vurduğu iki unsuru kendi lehlerine olacak şekilde iyi kullanmıştı. Çünkü FETÖ yapılanması çökertildikten sonra ortaya çıkan belgeler kamuoyuna şunu gösterdi. FETÖ yapılanması öğretmenler üzerinden kurulmuş bir örgüt sistemiydi. Yani örgüt mensuplarının başta hücreleri olmak üzere en önemli görevlere koydukları ve abi dedikleri kişiler hep öğretmenlerden seçildiği ortaya çıkan belgelerde kanıtlanmış oldu.

İkinci unsur tasavvuf; bunun özelinde Türkiye’deki cemaatler ve dini yapılanmalarında içine sızıntılar hatta ajanlar yerleşmiş ve Türkiye’deki cemaatleri hatta bazı dini örgütlenmeleri yabancı istihbarat teşkilatların kurdurduğu ifade edilmiştir. Bugün ülkemizdeki cemaatlere ve örgütlenen dini gruplara baktığınızda bir imam gazali bir Ahmet Yesevi esintisi görüyor musunuz? Yoksa İslam’ın içini boşaltan, gençleri İslam’dan uzaklaştıran bir yapılanmamı görüyorsunuz? Elinde Zanaatı olan Ahmet Yesevi kaşık yapıp satarak geçimini sağlarken şimdi bazı dini yapılanmalar dernekleşip cemaat adı altında örgütlenip ve cemaatin başında olan sözde hocalar geçimlerini nasıl sağlıyorlar? Günümüzde Tasavvuf kimseden para istemeyen Hoca Ahmet Yesevi düşüncesinden,  Allah rızası için derneğimize yardım edin, elektriğini, suyunu burada ders veren hocanın maaşını karşılayalım diye bağış isteyen bir duruma dönüştü.

Ve bu sözde hocalar kimdir? Kimler yetiştirmiştir? Belli değil. Kimlerin yetiştirdiği belli olmayan, bilgisi ne kadar olduğu bilinmeyen, herhangi bir imtihandan geçmeyen, yetkinlik belgesinin olup olmadığı bilinmeyen sözde kişilere maalesef çocuklarımızı emanet ediyoruz ve nasıl yetiştirildiğini de hangi müfredat ile yetiştirildiğini de bilmiyoruz.

Üstelik devletimizin organlarından bir tanesi de Diyanet İşleri Başkanlığıyken bilmiyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının binlerce memuru varken, binlerce eğitim yeri varken biz çocuklarımızı eğitimini nerede aldığını bilmediğimiz ve bağış adı altında toplanan paralarla kendi maaşlarını ödeyen ve milletimizin temiz duygularını kullanarak sırtından geçinen sözde hocalara çocuklarımızı teslim ediyoruz.

Yabancı istihbarat elemanlarının cirit attığı cemaatlere çocuklarımızı teslim ediyoruz. Bu durum şu sorununda tetikleyicisi olacaktır. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi medreselerde yetişen gençler ile Avrupa tarzı açılan okullarda yetişen gençler arasında eski yeni çatışması yaşandığı gibi günümüzde ve hatta ileriki yıllarda daha da artarak aynı çatışmalar yaşanmaya başlanacaktır. Bu durum yine devletimiz için tehlike arz edecektir. Çünkü devletimizin okullarında farklı bir müfredat okutulmakla birlikte milli üniter yapıya bağlı bireyler yetiştirilmeye çalışılırken diğer taraftan medreselerde Atatürk düşmanı, devletin yapısına karşı, birliğini milli üniter yapıdan yani milliyetçilikten değil de siyasal islamcılık anlayışını benimseyen, kendi medeniyetinin farkında olmayıp Arap medeniyetini benimseyen bunu da sanki kutsalmış gibi gösteren bireyler yetiştirilmektedir. Bu durum hem eski yeni çatışmasını oluşturacak hem de milli kökenlerine zayıf bir nesil ortaya çıkartacaktır.

En önemlisi devlete sağlam memurlar, askerler, polisler, istihbaratçılar, öğretmenler, doktorlar, din adamları, meslek erbapları, milletvekilleri, cumhurbaşkanları yetişmek yerine yine sözde hocalarının izinden giden maaşlarını milletimizin temiz duygularını kullanarak bağış adı altında toplayan, “Türk Milliyetçiliği” yerine “Siyasal İslamcılık” anlayışını benimsemiş kişiler ortaya çıkacak ve Anadolu çocuklarının aklı ziyan edilecektir.

Alın size süper gibi bir proje. Türk çocuğuna değerlerini koruyormuş gibi gösterip o değerlerin içini boşaltıp millilik duygusundan yoksun bırakarak topluma üretkenlikten uzak, aklı bulanık bir nesil ortaya çıkarmak. Osmanlı’nın zamanında yıkılmamak için fikir akımı olarak denediği, günümüzde Arapların bile benimsemediği İslamcılık (siyasal) fikir akımıyla, devletimiz kendi evlatları eliyle tehlikeye düşürülmek isteniyor.

DEVAMI YARIN

 


                      Resim 6: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin üçüncü gün manşet tanıtımı


                                  Resim 7: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin üçüncü kısmı

 ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE 

ÇÖZÜM ÖNERİLERİM

Günümüzde bu tehlikeyi önleyecek kuvvetli bir meslek grubu olan öğretmenliğe de her geçen gün darbeler vuruluyor. Yine tasavvufun içi cemaatler vasıtasıyla sözde bilgin hocalar sayesinde boşaltılarak gençlerin önüne sürülüyor ve İslam’dan nefret etmeleri sağlanıyor. Bununla birlikte gençlerin milli, dini, ahlaki değerleri alt üst oluyor.

Gençler arasında isteyerek okuma oranları azalmakla birlikte deizme inanların sayısı artıyor, gençler arasındaki ahlaki yozlaşma gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Aynı zamanda bu durum büyüklere de sirayet ediyor. Bu durumun önüne hemen geçilmeli ve gençlerimizi, büyüklerimizi Türk milletinin eski kodlarına geri döndürmeliyiz.

Çözüm önerileri;

1 – Türk Milli Eğitim sistemi Amerikancı yapıdan kurtarılmalıdır.

2 – Öğretmenlik mesleğine eski itibarı iade edilmelidir.

3- Okullardaki disiplin kuralları kesinlikle uygulanmalıdır.

4- Eğitim sistemi baştan aşağı değişmelidir.

5- 4+4+4 sisteminden vazgeçilmelidir. Eskisi gibi zorunlu eğitim 8 yıl ile sınırlı olmalıdır.

6- Sınıfta kalma her kademede veli izni olmadan tekrar uygulamaya konulmalıdır.

7- Liselerde tasdikname uygulaması tekrar getirilmelidir.

8- Üniversite sınavlarındaki baraj puan uygulaması tekrar uygulamaya konulmalıdır.

9- Tek tip lise uygulamasından vazgeçilmelidir.

10- Başta özel üniversiteler olmak üzere, vakıf üniversiteleri de dâhil tüm devlet üniversitelerinin sayısı sınırlandırılmalıdır.

11- KPSS sınavı değiştirilmelidir. Çok aşamalı bir KPSS ve birden çok puan türü olan bu sınav sisteminden vazgeçilmelidir.

12- KPSS ile ilgili başvurulan ilan da hakkaniyet olmalıdır. Aynı pozisyona lisans, ön lisans, ortaöğretim başvuru yaparken aynı puan istenmemelidir. Çünkü lisans okumanın bir anlamı kalmamaktadır. Bu da daha fazla okuyana haksızlık yapmak demektir.

13- Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun din adamları varken din adı altında yetkinliği belli olmayan kişilere ruhsat verilmemelidir. Çocuklarımız devletin dini eğitim veren yerleri varken ne olduğu belli olmayan dernek adı altında örgütlenmiş yerlere gönderilmemelidir.

14- Dini gruplar devlet tarafından sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Dernekleşen cemaatlerin gelir ve giderleri kontrol edilmelidir.  

15- Eski – Yeni Çatışmasını önlemek, Siyasal İslamcılığın önüne geçmek, milli duygularından yoksun çocuklar yerine milliyetçi, aydın, vatansever ve dindar bir nesil yetiştirmek için dernek adı altında gizlenmiş cemaatlere aileler çocuklarını göndermemesi için gerekli önlemlerin alınması gereklidir.

16- Milli Eğitim Bakanlığımızın ders kitaplarındaki müfredatları Amerikancı eğitim modelinden kurtarılmalı, yerli ve milli, çocukların ve gençlerin düzeyinde bir müfredat geliştirilmelidir.

17- Öğretmenlerin başta atama sorunları, özlük hakları, itibarının sağlanması için gerekli planlamalar ve önlemler alınmalı.

18- Özel, Vakıf ve Devlet Üniversiteleri dâhil sayı olarak kısıtlanmalı ve her yere üniversite açılmasına izin verilmemelidir. 

19- Özel Okullar, Kolejler, Özel Dershaneler kapatılmalıdır. Eğitim tek tip ve devlet kontrolünde yapılmalıdır.

20- Devlet eğitime büyük ödenekler ayırmalıdır.

21- Diyanet İşleri Bakanlığı, merdiven altı ve dernekler adı altındaki cemaatlere geçip vermemelidir. Kendi personelinin görev sahasını sadece camilerle veya müftülüklerle sınırlı tutmamalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı personelleri halkla bütünleşmelidir.

Türkiye’nin milliyetçi genç bir aydını olarak Türk toplumunu ve devletimi uyarmak zorundayım. Çünkü toplum olarak gidişatımız hem eğitim hem de ahlaki olarak hiç iyi değildir. Bu yüzden çok geç olmadan gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

SON

 

 



[1] Kubilay Muhammet Özdemir, “Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe”, Son Saat Gazetesi, 01, 02, 03.01.2024, s.7

[2] Kubilay Muhammet Özdemir, Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslararası İlişkiler Uzmanıdır. Yayınlanmış kitabı ve araştırma makaleleri vardır. Son Saat gazetesinde köşe yazarıdır. Ayrıca Öğretmenlik yapmaktadır.

5 Ekim 2023 Perşembe

ARVASİ’YE GÖRE SÖMÜRGE EĞİTİMİ

 


Eğitim ile ilgili araştırmalar yaparken Seyyid Ahmet Arvasi’nin Milli Eğitim ve Kültür dergisinin birinci sayısındaki “Milliyetçi Düzende Türk Milli Eğitimi” başlıklı yazısını buldum. Bu yazıda aslında emperyalistlerin işgal etmek istedikleri ülkeleri eğitim yoluyla nasıl işgale hazırladıkları çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir. Bu yazının belli kısımlarını aynen alarak hem milli eğitim camiasıyla hem de milletimiz ile paylaşmak istedim.

Arvasi sömürge eğitimini aynen şöyle tanımlamış: “Siyasi açıdan bakıldığında en azından iki tip eğitim vardır. Birincisi; milleti hür, şahsiyetli, şerefli ve müstakil kılan milli eğitim: ikincisi ise; yabancı emel ve niyetlere göre planlanmış, milleti esir, zelil, şerefsiz kılan sömürge eğitimi.”

Arvasi sömürge eğitiminin tanımını yaptıktan sonra 1910 yılında Fransalı Jules Hamard adlı eğitimcinin! “Bir sömürgeyi ebediyen sömürge halinde tutmak için takibi gereken siyaset ve usuller” hakkında yazdığı, “Domonation et Colonisation” da geçen ifadeleri şu şekilde sıralamıştır:

“Jules Hamard’a göre;

1 – Sömürge eğitiminde çalışacak öğretmenler, liyakatli, ehliyetli ve iyi yetişmiş elemanlar olmamalıdır.

2 – Asla birinci sınıf ilim ve teknik adamlar yetiştirilmemeli, insanlar büyük hedefler ve projeler için hazırlanmamalıdır.

3 – Milli ve geleneksel eğitim kurumlarının gelişmeleri ve ıslahı önlenmeli, onların kapanmasına da, gelişmesine de engel olunmalıdır.

4 – Bilhassa edebiyat ve hukuk sahasında bilgin öğretmen yetiştirilmemelidir.

5 – Sömürge çocukları ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, sömürgecilerle işbirliği yapan yönetici sınıfların çocukları hariç, hiç biri Avrupa’ya, yüksek tahsil için gönderilmemelidir.”

Bu maddelere baktığınızda sömürgecilerin en çok korktuğu insan tipi iyi yetişmiş ve sömürge oyunlarını görebilen milliyetçi aydınlardır. Bu nedenle sömürgeciler bu tip insanların yetişmesini önlemek istemektedirler. Fransız sömürge eğitimi, sömürülecek ülkenin insanlarını cahil bırakmak, geliştirmemek ve idareci çocuklarını dejenere etmek fikri üzerine oturmaktadır. Ancak İngilizlerin bu konudaki taktik ve yöntemleri Fransızlardan çok farklıdır. Onlar sömürmek istedikleri ülkenin çocuklarını kendi eğitim modeline göre yetiştirip o ülkenin yerli çocuklarına İngiliz kültürünü empoze etmek ve yine İngiliz dilini sevdirmeye bilhassa inançlarından kopararak Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadırlar.

İngiliz eğitiminin esaslarını Arvasi şu şekilde sıralamıştır:

“ 1 – İngiliz kültürünü yüksek tabakadan başlayarak yukarıdan aşağıya indirmek,

2 – İlköğretimi yerli dillerle, orta ve yükseköğretimi İngilizce yaptırmak,

3 – İmtihanları kolay ve sudan tutmak, kalite buhranını tahrik etmek,

4 – Yükseköğretime ve bilhassa Avrupa’da ihtisasa, idareci ve yüksek sınıfın çocuklarını göndermek, kadın eğitimine hiç önem vermemek,

5 – Ülkedeki din ve mezhep çatışmalarını mazeret göstererek din ve ahlâk derslerini okullarda koydurmamak.

6 – Üniversitelerde İngilizlere hizmet edecek memur tedarik etmek esastır.”

İşte bu maddelere baktığımızda günümüzde bırakın eğitim sistemi yoluyla uygulanmasını milletimizin her bir ferdine özellikle çocuklar ile gençlere diziler, şarkılar ve sosyal medya gibi araçlarla empoze edilmeye çalışılıyor. Milletimizin fertleri sömürgecilerin sistemli saldırılarına artık cephelerde değil televizyonlar aracılığıyla bizzat evlerinde uğruyor. Bununla birlikte çocuklarımız ve gençlerimiz bu saldırılara ellerindeki telefondan doğru da  uğruyor. Bu şekilde yetişen çocuklar anarşinin, bölücülüğün, ahlaksızlığın, vatan ve millet tahripçiliğinin, din ve iman düşmanlığının öncülüğünü ve tahrikçiliğini vazife edinmezler mi?

Bu yüzden eğitimde kendi özümüze dönmeli ve milliyetçi eğitim ile çocuklarımızı, gençlerimizi eğitmeliyiz. Çünkü milliyetçi eğitim Arvasi’nin makalesinde neşrettiği gibi; “Kendi ülkesinde yabancı okullar ve yabancılaştırıcı okullar barındırmayan eğitimdir. Kendi milletine ve insanını yabancılaştırmadan çağdaş, sosyal, kültürel, ekonomik, teknolojik savaşa hazırlayan eğitimdir.”   


Diğer Yayınlar