25 Şubat 2024 Pazar

FETÖ İLE MÜCADELE SEKTEYE Mİ UĞRUYOR?


FETÖ Terör Örgütü bilindiği üzere 15 Temmuz 2016’da bir darbe kalkışması gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak milletimizin sokaklara dökülmesi ve devletimizin içindeki vatansever güvenlik güçleri tarafından bu kalkışma sabah bastırılmıştı. Bundan sonraki süreçte FETÖ mensuplarına çeşitli operasyonlar yapılmış binlerce kişi tutuklanmış veya kamu görevinden ihraç edilmişti. Ancak son alınan bilgilere göre FETÖ iltisaklı olması sebebiyle hatta bazılarının “mutat örgüt toplantılarına katılmış, BYLOCK kullanıcısı ve ankesör aramalarına takılmış olanlarından olduğu iddia edilen 450 eski yargı mensubu HSK’nın itirazına rağmen Danıştay 5. Dairesi kararı ile görevlerine iade edildi. Bu yapılanlar eğer kasıtlı yapılıyorsa bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargısını FETÖ’ye teslim etmek demektir.

Durum sadece bundan ibarette değildir. Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın devleti uyarmak için bildiklerini anlatması da tehlikenin ayrı bir boyutunu gözler önüne sermiştir.

Yaycı Master haberdeki köşe yazısında aynen şunları ifade etmiştir:

(Göreve iade edilen 450 yargı mensubu için) Göreve dönmekle kalmıyor, terfi ettiriliyor. Daha önce binlerce Emniyet, Mülkiye, Yargı ve TSK mensubu iade edilmişti, edilmeye devam ediyor. Zaten devletin diğer kurumlarında bulunan diğerlerine de pek dokunulmamıştı. Önce ihraç edilip, sonra göreve iade edilenlerin özellikle son dönemde kritik görevlere atandığı söylenmektedir. Bunların arasında terfi ettirilip, aktif ve önemli pozisyonlara getirenlerin olduğu söylenmektedir.”

Yaycı’nın NOW Haberde yayınlanan videosunda 15 Temmuz da darbe kalkışmasını Akıncı Üssünden yöneten Adil Öksüz’ün, kuzeninin bakanlıkta “Başmüfettiş” yapıldığını da söylemiştir. Yine basına yansıyan son haberlere göre FETÖ’nün 2010 – 2015 yıllarında ÖSYM tarafından yapılan sınavlarsa soruları çalan FETÖ’cülerin işe alındığı dönemde ÖSYM Başkanı olan Ali Demir de FETÖ üyeliğinden beraat etti.

Tüm bu gelişmelerin akabinde akıllara Sn. Devlet Bahçeli’nin 11 Temmuz 2023’teki grup toplantısındaki sözleri gelmektedir. Bahçeli aynen şunları söylemişti:

“Hala FETÖ’nin kripto damarının siyaset, bürokrasi, eğitim, ekonomi, medya ve diğer alanlarda dip dalga halinde faaliyet içinde olduğunu bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmadı.”

Ayrıca son zamanlarda FETÖ elebaşının ve PKK Terör Örgütünün yayınladığı diriliş mesajları da dikkat çekmektedir. Bu nedenle devletimizin tüm kamu kurumları gerekli önlemleri almalı ve bu tehlikeli örgütü siyasetten, bürokrasiden, askeriyeden, emniyetten ve diğer kamu kurumlarından tamamen temizlenmeli ve bir daha devletin içine sızmalarını önleyerek gerekli tedbirler alınmalıdır. 


 

8 Şubat 2024 Perşembe

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

 

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE[1]

Kubilay Muhammet ÖZDEMİR[2]

 

ÖZET

Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe başlıklı makalemiz, Son Saat gazetesinde yazı dizisi olarak hem matbu hem de internet ortamında üç gün arka arkaya yayınlanmıştır. Yakın tarihe eğitim ve tasavvuf konusunda ışık tutacak bir makaledir.

Anahtar Kelimeler: Öğretmen, Tasavvuf, Eğitim, Din, İslam, Sızıntı, FETÖ


                                Resim 1: Son Saat Gazetesinde makalenin manşette tanıtımı

 

 

                     Resim 2: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ilk gün manşet tanıtımı


                                  Resim 3: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ilk kısmı

      ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

ÖNCEDEN EĞİTİM

Son yıllarda öğretmenlik mesleği ile birlikte tasavvuf da bir o kadar darbe aldı. Ancak öğretmenlik ve tasavvufun önemi ve ilişkisi nedir? Neden yazım da öğretmenliğe ve tasavvufa dikkat çekmeye çalıştım. Bu yazımda bunu açıklamaya çalışacağım.

Öğretmenlik mesleği; cehaleti yenmek ve bir devletin ilerlemesine zemin oluşturacak eğitimli insanların yetişmesini sağlayan önemli ve büyük bir güçtür. Bu yüzden öğretmenlik saygınlığı kadar disiplini de esas alan bir sistem ile devlete öğrenci yetiştiren önemli bir kamu gücüydü.

Fakat yıllardır öğretmenlik mesleği gerek sistemsel gerek eğitimsel açıdan sürekli darbe almaktadır. Öncelikle eğitim sisteminin değişmesi 4+4+4 sisteminin gelmesi, liselerin Anadolu, İmam Hatip vb. şekilde tek tipleştirilmesi ve başta özel üniversiteler olmak üzere Türkiye’nin her yerinde üniversite açılması, üniversite sınav sistemlerinin değişmesi, baraj puanının kaldırılması ile birlikte sistemin bozulmasına neden olmuştur. Okullarda öğretmenlere ve öğrencilere kıyafet serbestliğinin getirilmesi, disiplin kurallarının yok denecek kadar esnetilmesi, sınıfta kalmanın olmaması, disiplin cezaları verilememesi, kanunların öğretmeni korumak yerine öğrenci lehine olması ve öğretmeni, öğrenci ve veli karşısında zor duruma düşürmesi, öğretmen otoritesinin sarsılması disiplinli bir eğitim yapılamaması eğitimsel açıdan bozulmaya neden olmuştur.

Bunlar sadece eğitimde belli başlı süregelen bozulmalardır. Eminim ki daha da fazlası vardır. Mesela özel okullar, dershaneler, kolejler kısmına hiç girmiyorum bile, hatta devlette çalışan ücretli öğretmenler konusuna değinmiyorum bile. Çünkü bu sıkıntıları da yazıma eklesem biliyorum ki yazım sayfalar tutacak.

Pekiyi bu süreçte tasavvufun bu konuyla ne alakası var diyeceksiniz? Bunun için konuyu en baştan anlatmam lazım. Tarihe baktığımızda Türkler, İslam’ı kabul ettiklerinde okul olarak medreseler açılmaya başlandı. Bu medreseler de öğretmen dediğimiz müderrisler görevlendirilirdi. Bu müderrisler de öğrencileri yetiştirip topluma kazandırırdı. Hatta bazı medreseler ve başına atanan müderrisler vardı ki bunlar aynı zamanda devletin başına musallat olan belaları da defetmek için mücadele ederlerdi. Mesela Nizamülmülk’ün kurdurduğu “Nizamiye Medreseleri” ve başına atadığı İmam Gazali örnek olarak gösterilebilir. O dönemde batıniliğin yaydığı zararlı düşünceler bu medreseler sayesinde önlenmişti. Yine Semerkant medresesi dâhil olmak üzere birçok medreseden İslam’ı ve eğitimciliği yayacak birçok âlim yetişmişti. Bu âlimlerde birçok ismi yetiştirmişti. Örneklerim arasında hem bu medreselerden yetişenler hem de bu medreselerde yetişip öğrenci yetiştirenler vardır. Matüridi’den başlayıp Yusuf Hemadaniler, Ahmet Yeseviler, Sarı Saltuklar, Arslan Babalar, Yunus Emreler, Taptuk Emreler, Tirmiziler, Buhariler, Hacı Bektaşi Veliler, Celaleddin Rumiler, Şeyh Edebalılar ve adını sayabileceğimiz bir sürü âlimler yetişmişti. Bu âlimler eğitime önem vermiş ve yeri geldiğinde de devlete çok büyük katkıları olmuş zatlardı. Ayrıca hepsi birer âlim olmanın yanında hepsi birer zanaat ustasıydı. Mesela Ahmet Yesevi tahta kaşık ustasıydı. Tahtalardan kaşıklar yapar ve geçimini öyle sağlardı. Dolayısıyla günümüzdeki sözde hocalar gibi yardımlarla geçinmezlerdi.

Hep söylediğim bir şey vardır. Koskocaman 638 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sebeplerinden birisi de eğitim çökmeye ve gerilemeye başlamasıyla birlikte olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in açtığı sahnı saman medreseleri nerede daha sonra uygulamaya konulan beşik ulemalığı sistemi nerede? Dini anlatacak, eğitimi anlatacak müderris kalitesi bozuldukça dine de hurafeler girmeye başladı ve devletin her yaptığı yeniliğin karşısında saçma sapan şeyhülislamların saçma sapan verdiği kararlar uygulandı.

Önceden akılla yönetilen devlet sonradan şeyhülislamların ve gerici tayfanın verdiği kararların devlet üzerinde etkili olmasıyla bu kişiler Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışa sürükleyen sebeplerden birisi haline gelmiş oldular.

DEVAMI YARIN


                          Resim 4: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ikinci gün manşet tanıtımı

 

       Resim 5: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ikinci kısmı

  ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

SIZINTILAR VE CEMAATLER

Cumhuriyetin kurulması, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla tarikatların devlet üzerindeki etkisi kırılmış ve yeni devletimiz akılla yönetilir hale getirilmişti. Bunun yanında çıkarılan kanunlarla birlikte eğitim ve öğretimde birlik sağlanmış yeni atılımlarla eğitim düzeyi yükseltilmişti. Ancak bu durum köy enstitülerinin kapatılması ve demokrat parti döneminde Amerikancı politika izlenerek eğitimde Amerikalıların ders müfredatlarına müdahale etmesine kadar sürmüştü. Sonrasında sağ sol çatışmalarının temeli atılarak 1970’lerden 1980’lere kadar Türkiye iç karışıklarla boğuşmaya başladı. Türkiye iç karışıklıklarla boğuşurken birileri de fırsattan istifade devletin içine sızmaya başladı. Sızıntılar öyle bir hal aldı ki bu durum sadece devlet kurumları ile sınırlı kalmadı.

Sızıntılar, Türk Silahlı Kuvvetlerine, İçişleri Bakanlığına verdiği zararla birlikte Türkiye’de en önemli iki unsura da büyük darbe vurdu.

Birincisi öğretmenlere ikincisi tasavvufa…

Ama düşman darbe vurduğu iki unsuru kendi lehlerine olacak şekilde iyi kullanmıştı. Çünkü FETÖ yapılanması çökertildikten sonra ortaya çıkan belgeler kamuoyuna şunu gösterdi. FETÖ yapılanması öğretmenler üzerinden kurulmuş bir örgüt sistemiydi. Yani örgüt mensuplarının başta hücreleri olmak üzere en önemli görevlere koydukları ve abi dedikleri kişiler hep öğretmenlerden seçildiği ortaya çıkan belgelerde kanıtlanmış oldu.

İkinci unsur tasavvuf; bunun özelinde Türkiye’deki cemaatler ve dini yapılanmalarında içine sızıntılar hatta ajanlar yerleşmiş ve Türkiye’deki cemaatleri hatta bazı dini örgütlenmeleri yabancı istihbarat teşkilatların kurdurduğu ifade edilmiştir. Bugün ülkemizdeki cemaatlere ve örgütlenen dini gruplara baktığınızda bir imam gazali bir Ahmet Yesevi esintisi görüyor musunuz? Yoksa İslam’ın içini boşaltan, gençleri İslam’dan uzaklaştıran bir yapılanmamı görüyorsunuz? Elinde Zanaatı olan Ahmet Yesevi kaşık yapıp satarak geçimini sağlarken şimdi bazı dini yapılanmalar dernekleşip cemaat adı altında örgütlenip ve cemaatin başında olan sözde hocalar geçimlerini nasıl sağlıyorlar? Günümüzde Tasavvuf kimseden para istemeyen Hoca Ahmet Yesevi düşüncesinden,  Allah rızası için derneğimize yardım edin, elektriğini, suyunu burada ders veren hocanın maaşını karşılayalım diye bağış isteyen bir duruma dönüştü.

Ve bu sözde hocalar kimdir? Kimler yetiştirmiştir? Belli değil. Kimlerin yetiştirdiği belli olmayan, bilgisi ne kadar olduğu bilinmeyen, herhangi bir imtihandan geçmeyen, yetkinlik belgesinin olup olmadığı bilinmeyen sözde kişilere maalesef çocuklarımızı emanet ediyoruz ve nasıl yetiştirildiğini de hangi müfredat ile yetiştirildiğini de bilmiyoruz.

Üstelik devletimizin organlarından bir tanesi de Diyanet İşleri Başkanlığıyken bilmiyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının binlerce memuru varken, binlerce eğitim yeri varken biz çocuklarımızı eğitimini nerede aldığını bilmediğimiz ve bağış adı altında toplanan paralarla kendi maaşlarını ödeyen ve milletimizin temiz duygularını kullanarak sırtından geçinen sözde hocalara çocuklarımızı teslim ediyoruz.

Yabancı istihbarat elemanlarının cirit attığı cemaatlere çocuklarımızı teslim ediyoruz. Bu durum şu sorununda tetikleyicisi olacaktır. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi medreselerde yetişen gençler ile Avrupa tarzı açılan okullarda yetişen gençler arasında eski yeni çatışması yaşandığı gibi günümüzde ve hatta ileriki yıllarda daha da artarak aynı çatışmalar yaşanmaya başlanacaktır. Bu durum yine devletimiz için tehlike arz edecektir. Çünkü devletimizin okullarında farklı bir müfredat okutulmakla birlikte milli üniter yapıya bağlı bireyler yetiştirilmeye çalışılırken diğer taraftan medreselerde Atatürk düşmanı, devletin yapısına karşı, birliğini milli üniter yapıdan yani milliyetçilikten değil de siyasal islamcılık anlayışını benimseyen, kendi medeniyetinin farkında olmayıp Arap medeniyetini benimseyen bunu da sanki kutsalmış gibi gösteren bireyler yetiştirilmektedir. Bu durum hem eski yeni çatışmasını oluşturacak hem de milli kökenlerine zayıf bir nesil ortaya çıkartacaktır.

En önemlisi devlete sağlam memurlar, askerler, polisler, istihbaratçılar, öğretmenler, doktorlar, din adamları, meslek erbapları, milletvekilleri, cumhurbaşkanları yetişmek yerine yine sözde hocalarının izinden giden maaşlarını milletimizin temiz duygularını kullanarak bağış adı altında toplayan, “Türk Milliyetçiliği” yerine “Siyasal İslamcılık” anlayışını benimsemiş kişiler ortaya çıkacak ve Anadolu çocuklarının aklı ziyan edilecektir.

Alın size süper gibi bir proje. Türk çocuğuna değerlerini koruyormuş gibi gösterip o değerlerin içini boşaltıp millilik duygusundan yoksun bırakarak topluma üretkenlikten uzak, aklı bulanık bir nesil ortaya çıkarmak. Osmanlı’nın zamanında yıkılmamak için fikir akımı olarak denediği, günümüzde Arapların bile benimsemediği İslamcılık (siyasal) fikir akımıyla, devletimiz kendi evlatları eliyle tehlikeye düşürülmek isteniyor.

DEVAMI YARIN

 


                      Resim 6: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin üçüncü gün manşet tanıtımı


                                  Resim 7: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin üçüncü kısmı

 ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE 

ÇÖZÜM ÖNERİLERİM

Günümüzde bu tehlikeyi önleyecek kuvvetli bir meslek grubu olan öğretmenliğe de her geçen gün darbeler vuruluyor. Yine tasavvufun içi cemaatler vasıtasıyla sözde bilgin hocalar sayesinde boşaltılarak gençlerin önüne sürülüyor ve İslam’dan nefret etmeleri sağlanıyor. Bununla birlikte gençlerin milli, dini, ahlaki değerleri alt üst oluyor.

Gençler arasında isteyerek okuma oranları azalmakla birlikte deizme inanların sayısı artıyor, gençler arasındaki ahlaki yozlaşma gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Aynı zamanda bu durum büyüklere de sirayet ediyor. Bu durumun önüne hemen geçilmeli ve gençlerimizi, büyüklerimizi Türk milletinin eski kodlarına geri döndürmeliyiz.

Çözüm önerileri;

1 – Türk Milli Eğitim sistemi Amerikancı yapıdan kurtarılmalıdır.

2 – Öğretmenlik mesleğine eski itibarı iade edilmelidir.

3- Okullardaki disiplin kuralları kesinlikle uygulanmalıdır.

4- Eğitim sistemi baştan aşağı değişmelidir.

5- 4+4+4 sisteminden vazgeçilmelidir. Eskisi gibi zorunlu eğitim 8 yıl ile sınırlı olmalıdır.

6- Sınıfta kalma her kademede veli izni olmadan tekrar uygulamaya konulmalıdır.

7- Liselerde tasdikname uygulaması tekrar getirilmelidir.

8- Üniversite sınavlarındaki baraj puan uygulaması tekrar uygulamaya konulmalıdır.

9- Tek tip lise uygulamasından vazgeçilmelidir.

10- Başta özel üniversiteler olmak üzere, vakıf üniversiteleri de dâhil tüm devlet üniversitelerinin sayısı sınırlandırılmalıdır.

11- KPSS sınavı değiştirilmelidir. Çok aşamalı bir KPSS ve birden çok puan türü olan bu sınav sisteminden vazgeçilmelidir.

12- KPSS ile ilgili başvurulan ilan da hakkaniyet olmalıdır. Aynı pozisyona lisans, ön lisans, ortaöğretim başvuru yaparken aynı puan istenmemelidir. Çünkü lisans okumanın bir anlamı kalmamaktadır. Bu da daha fazla okuyana haksızlık yapmak demektir.

13- Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun din adamları varken din adı altında yetkinliği belli olmayan kişilere ruhsat verilmemelidir. Çocuklarımız devletin dini eğitim veren yerleri varken ne olduğu belli olmayan dernek adı altında örgütlenmiş yerlere gönderilmemelidir.

14- Dini gruplar devlet tarafından sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Dernekleşen cemaatlerin gelir ve giderleri kontrol edilmelidir.  

15- Eski – Yeni Çatışmasını önlemek, Siyasal İslamcılığın önüne geçmek, milli duygularından yoksun çocuklar yerine milliyetçi, aydın, vatansever ve dindar bir nesil yetiştirmek için dernek adı altında gizlenmiş cemaatlere aileler çocuklarını göndermemesi için gerekli önlemlerin alınması gereklidir.

16- Milli Eğitim Bakanlığımızın ders kitaplarındaki müfredatları Amerikancı eğitim modelinden kurtarılmalı, yerli ve milli, çocukların ve gençlerin düzeyinde bir müfredat geliştirilmelidir.

17- Öğretmenlerin başta atama sorunları, özlük hakları, itibarının sağlanması için gerekli planlamalar ve önlemler alınmalı.

18- Özel, Vakıf ve Devlet Üniversiteleri dâhil sayı olarak kısıtlanmalı ve her yere üniversite açılmasına izin verilmemelidir. 

19- Özel Okullar, Kolejler, Özel Dershaneler kapatılmalıdır. Eğitim tek tip ve devlet kontrolünde yapılmalıdır.

20- Devlet eğitime büyük ödenekler ayırmalıdır.

21- Diyanet İşleri Bakanlığı, merdiven altı ve dernekler adı altındaki cemaatlere geçip vermemelidir. Kendi personelinin görev sahasını sadece camilerle veya müftülüklerle sınırlı tutmamalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı personelleri halkla bütünleşmelidir.

Türkiye’nin milliyetçi genç bir aydını olarak Türk toplumunu ve devletimi uyarmak zorundayım. Çünkü toplum olarak gidişatımız hem eğitim hem de ahlaki olarak hiç iyi değildir. Bu yüzden çok geç olmadan gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

SON

 

 



[1] Kubilay Muhammet Özdemir, “Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe”, Son Saat Gazetesi, 01, 02, 03.01.2024, s.7

[2] Kubilay Muhammet Özdemir, Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslararası İlişkiler Uzmanıdır. Yayınlanmış kitabı ve araştırma makaleleri vardır. Son Saat gazetesinde köşe yazarıdır. Ayrıca Öğretmenlik yapmaktadır.

14 Ocak 2024 Pazar

MEHMETÇİĞE HİTABEN

 

Ey Mehmetçik!

Sen değil misin Mete Han ile ordunu kuran,

Malazgirt’te kendinden kat ve kat üstün Bizans ordusuyla savaşan,

Anadolu’nun kapılarını açıp milletine yurt tutan,

Tuna boylarında aylarca Plevne’yi savunan…



Sen değil misin Arkandan vurulmana rağmen 2 yıl 7 ay çöllerde çekirge yiyerek nağmahremin postalı kutsal topraklara girmesin diye mücadele eden,

Ordunun dağıtılmasına, silahlarının elinden alınması rağmen milletin ile birleşip işgale karşı direnip milli mücadele veren,

Güneydoğu’da yıllarca kanının dökülmesine rağmen ülkesini böldürtmeyen,

15 Temmuz’da içinden devşirme çıkarmalarına rağmen kısa sürede kendisini toparlayıp sınır ötesi operasyonlar yapan,

Sen değil misin?

 

Ey Mehmetçik!

Dünyada senden daha yüreği temiz daha namuslu bir ordu var mı?

Mazlumlar tarafından beklenen başka bir ordu var mı?

Dünyada Muhammed’in ordusu dedikleri başka bir ordu var mı?

Çocukların korkmadan yanına yaklaştıkları başka bir ordu var mı?

Dünyaya mazluma karşı hoşgörüsüyle zalime karşı dehşetiyle nam salmış başka bir ordu var mı?   

Ey Mehmetçik!

Sen ki mazluma kalkan, zalime dehşet saçansın,

Sen ki beklenen ve her daim dualarda olansın,

Sen ki akıttığın mübarek kanın ile cennette devlet kuransın,

Sen ki hiç tanımadığın insanlar için hayatından ve ailenden vazgeçen bir kahramansın.

Silahını Allah’ın adıyla kaldırıp,

Peygamberimizin nefesiyle indirensin,

Mazlum milletlere umut ışığı olansın.

Ey Mehmetçik!

Senin yüreğin iman ateşiyle dolu,

Cesaretin Arş boyu,

Sana boşuna dememiş Kaşgarlı Mahmut Allah’ın ordusu,

İşte şimdi intikam vaktidir.

Vur! vur ki düşman inlesin,

Arkasında duranlar titresin,

Türk askeri ile baş edilemeyeceği bilinsin,

Vatanımız üzerinde kirli emelleri olanlar akıllarını başına devşirsin.

 

Türk Mütefekkiri Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir



HERGÜN GAZETESİNE GÖRE 1977 - 1980 YILLARINDA SAĞ - SOL ÇATIŞMASI






Hergün Gazetesine Göre 1977 - 1980 Yıllarında Sağ - Sol Çatışması adlı eserimi EmirAli Kitapevi'nin shopier.com sitesinden isme imzalı olarak sipariş edebilirsiniz.  

27 Aralık 2023 Çarşamba

KAHRAMAN ŞEHİTLERİMİZ İÇİN

 

Güzel ülkemin asil evlatları vatanımızı korumak ve hainlerin kirli ayakları bu namuslu topraklara basmasın diye canlarını ortaya koyarak mücadele etmiş ve 12 Mehmetçiğimiz şehitliğe yükselmiştir.

22 Aralık’ta Piyade Teğmen Ramazan Günay, Piyade Uzman Çavuş Mehmet Serinkan, Piyade Uzman Onbaşı İsmail Yazıcı, Piyade Sözleşmeli Er Çağatay Erenoğlu, Piyade Sözleşmeli Er Yasin Karaca, Piyade Sözleşmeli Er Emre Taşkın şehitlik mertebesine yükseldi. 23 Aralık’ta ise Piyade Uzman Çavuş Abdülkadir İyem, Piyade Uzman Çavuş Ahmet Arslan, Piyade Sözleşmeli Er Cebrail Dündar, Piyade Sözleşmeli Er Semih Yılmaz, Piyade Sözleşmeli Er Kemal Aslan, Piyade Sözleşmeli Er Enes Budak şehitlik mertebesine yükseldi.

Onlar başka anne – babaların yüreğine evlat acısı düşmesin, başka çocuklar babasız kalmasın ve vatandaşlarımız memleketlerinde huzurlu ve güvenli dolaşsınlar diye şehit oldular. Evlatlarımız okullarına rahat rahat gitsin, camilerde ezanlar susturulmasın, göklerden al bayrak indirilmesin diye şehit oldular. 

Anadolu’nun hem fakir hem de fedakâr yiğitleri bu uğurda şehit olurken mecliste PKK Terör Örgütü ve adına harfler ekleyerek sürekli değiştirdikleri terör örgütlerini savunan milletvekilleri var. Bu milletvekillerinden bazıları Türk milletinin verdiği şehitler karşısında bağrı yanarken utanmandan ve ahlaksızca devleti ve milleti tehdit etmekten de geri durmamış ve bir milletvekili aynen şu sözleri ifade etmiştir:

“Kürt sorunu ve Öcalan’a yönelik tecrit devam ettikçe Tekirdağlı da Trabzonlu da huzur bulmayacak” dedi.

Şimdi sizlere soruyorum. Dünyanın hangi ülkesinin meclisinde bir milletvekili o ülkenin topraklarının başına musallat olmuş bir terör örgütünün siyasi sözcülüğünü yapacak, üstüne bir de devlet içinde devlet kurmaya kalkıp vatanın bölünmez bütünlüğüne kast edecek, üstüne bir de vatanın bütünlüğüne kast ettiği devletin siyasi, sosyal, ekonomik haklarından yararlanacak ve maaşını alacak?

Bunu herhangi bir Avrupa ülkesinde görebilmek mümkün müdür? Böyle bir milletvekili Avrupa’da olsa idi ve bir terör örgütünü savunup o ülkenin toprak bütünlüğüne kast etse acaba Avrupalı devletler ne yapardı? Hemen milletvekilliğini düşürür vatana ihanetten yargılar mıydı? Yargılamaz mıydı? Fikrimce yargılar ve milletvekilliği de düşürülürdü.

Peki biz neden bunları yapmıyoruz? Mecliste terör örgütünün siyasi uzantısı rolünü üstlenen bu milletvekilleri neden halen mecliste görev yapıyor?

Bu tür milletvekilleri için gerekli anayasal düzenlemeler yapılmalıdır. Gerekirse bu anayasa düzenlemesi halk oyuna sunulmalıdır. İnanıyorum ki devletine ve askerinin canına kast edenlerin mecliste sözcülüğünün yapılmasını istemeyen Türk Milleti sandıkta devletine gereken desteği verecektir.  

Ayrıca tarih boyunca birçok düşmanla karşılaşmış Türk devleti ve milleti kendisine hainlik edenlerle mücadele etmesini çok iyi bilmiştir. Bununda üstesinden er ya da geç gelecektir. Bu devleti ve milleti tehdit etmek o kadar da kolay değildir. Kimsenin de haddi değildir. Bu devlet o kadar kolay kurulmadı. Yolda da bulunmadı. Birilerinin devlet içinde sözde devlet kurma hayallerine de kurban gidecek değildir.

Türk milleti olarak her daim devletimizin ve başta askerlerimiz olmak üzere tüm güvenlik güçlerimizin yanındayız. Dualarımız hep onlarladır. Allah hepsini korusun.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet yakınlarına da baş sağlığı diliyorum. Yaralı askerlerimize Rabbim acil şifalar versin.

Son olarak şunu ifade ediyorum. “Allah’ın izniyle Vatanımız kıyamete kadar asla bölünmeyecektir.”

 


16 Kasım 2023 Perşembe

ISRAEL IS A STATE OF TERROR

 

Even war has morality, honor and dignity. For example, women, children, the elderly, in short, civilians are not touched. Then places such as hospitals, places of worship and schools are not hit. However, Israel continues its attacks on Palestine completely contrary to the laws of war and immorally. Israel is hitting civilian settlements, as well as hospitals, places of worship and schools. He is literally committing massacre and genocide in the  the eyes of the world. As usual, the United Nations remains silent about this genocide by playing the three monkeys. On top of that, the USA supports Israel's crime against humanity.

Israel added a new one to its massacres. It has  recently hit a hospital. He martyred hundreds of innocent Palestinian babies and children there. Has  humanity and law of war fits into this? The blood thousands of innocent people has been on Israel's hands for years and it is very civilized! America and Europe have  remained  silent about this. (Except a few countries)

The line "Civilization is a monster with only one tooth left" written by Mehmet Akif in our National Anthem immediately comes to mind. It really is, isn't it? Weren't those who were massacrers and barbarians always those who said they would spread so-called civilization to the world?

But for some reason, it is the Muslims and their states who are the so-called barbarians and terrorists. If this is not hypocrisy, what is?

When we look at history, there was blood and tears everywhere Europe occupied, from the newly discovered continents to the 19th century. Didn't the Portuguese and Spanish subject the Inca and Aztec Civilizations and Native Americans to genocide when they discovered America? Didn't France and England subject black people to genocide in Africa? Didn't the Allied Powers, especially the Greeks, subject the Turks to genocide when they invaded Anatolia? And didn't the Greek army disembowel pregnant women alive and bet on whether the child would be a boy or a girl? Didn't they attempt harassment and rape? There is no need to go back too far. When the USA invaded Iraq, didn't American soldiers torture thousands of Iraqis, rape their women and subject them to genocide? Again, aren't the Chinese still committing both ethnic and cultural genocide against the Turks in East Turkestan? Again, in Arakan, aren't Arakanese Muslims being subjected to genocide by Buddhists by burning them alive and torturing them?

But for some reason, these so-called civilized people don't do these things. Muslims do everything, right? Our religion, our nation and our ancestors certainly committed genocide. Nor did it force people to break away from their religion, language and culture. He always approached with tolerance.

I do not allow so-called civilized states that commit so much genocide and act like three monkeys to talk about Turkish history and Islam. Those who speak ill of Turks and Islam should  look at their own history firstly  and the oppression they committed.

Masjid al-Aqsa is the first qibla of Muslims. For this reason, it is important for the Turks and the entire Islamic world. For this reason, Israel should be trialed in the International Criminal Court for these unlawful attacks against civilians. But Europe should not play the three monkeys. There is a genocide going on. Genocide is a crime under international law. History and today's states cannot ignore this crime. History and humanity will not forgive those who continue to ignore. Most importantly, all Muslim states must wake up and unite around the Republic of Turkey and not make the same mistakes their ancestors made against the Turkish state in history.

Finally, I would like to say that one day Israel will answer to history and humanity for its inhumane massacres.

 

26 Ekim 2023 Perşembe

İSRAİL BİR TERÖR DEVLETİDİR

 

Savaşın bile bir ahlakı, şerefi ve haysiyeti vardır. Mesela kadınlara, çocuklara, yaşlılara kısacası sivillere dokunulmaz. Sonra hastane, ibadethane ve okul gibi yerler vurulmaz. Ancak İsrail, Filistin’e olan saldırılarını tamamen savaş hukukuna aykırı olarak ve ahlaksızca sürdürüyor. İsrail sivil yerleşim yerleri başta olmak üzere hastaneleri, ibadethaneleri ve okul gibi yerleri de vuruyor. Dünyanın gözü önünde resmen katliam ve soykırım yapıyor. Her zamanki gibi Birleşmiş Milletler de yapılan bu soykırıma üç maymunu oynayarak susuyor. Üstüne bir de ABD, İsrail’in yaptığı insanlık suçuna destek veriyor.

İsrail yaptığı katliamlara bir yenisi daha ekledi. Geçenlerde bir hastaneyi vurdu. Orada masum yüzlerce Filistinli bebekleri ve çocukları şehit etti. Bu hangi insanlığa ve hangi savaş hukukuna sığar. Yüzlerce binlerce masumun kanı yıllardır İsrail’in ellerinde ve o çok medeni! Olan Amerika ve Avrupa buna sessiz kalıyor. ( Birkaç ülke hariç)

Akıllara hemen Mehmet Akif’in İstiklal Marşımızda yazdığı “Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar” dizesi geliyor. Gerçekten de öyle değil mi? Katliamcı olanlar barbar olanlar hep dünyaya sözde medeniyeti yayacağım diyenler değil miydi?

Fakat ne hikmetse sözde barbar olan terörist olan Müslümanlar ve onların devletleri oluyor. Bu ikiyüzlülük değil de nedir?

Tarihe baktığımızda Avrupa’nın yeni keşfettikleri kıtalardan tutun da 19. Yüzyıla kadar işgal ettikleri her yerde kan ve gözyaşı olmuştur. Portekizliler, İspanyalılar Amerika’yı keşfettiğinde İnka ve Aztek Medeniyetini ve Kızılderilileri soykırıma tabi tutmadılar mı? Fransa ve İngiltere’de Afrika’da siyahileri soykırıma tabi tutmadı mı? Yunanlılar başta olmak üzere itilaf devletleri Anadolu’yu işgal ettiklerinde Türkleri soykırıma tabi tutmadı mı? Ve yine Yunan ordusu hamile kadınların karınlarını canlı canlı deşerek çocuk erkek mi kız mı olacak diye iddialaşmadılar mı? Taciz ve tecavüz girişimlerinde bulunmadılar mı? Fazla uzak bir tarihe gitmeye gerek yok. ABD, Irak’ı işgal ettiğinde Amerikalı askerler binlerce Iraklıya işkence yaparak kadınlara tecavüz ederek onları soykırıma tabi tutmadı mı? Yine Çinliler, Doğu Türkistan’da Türklere halen hem etnik hem de kültürel soykırım yapmıyor mu? Yine Arakan’da, Arakanlı Müslümanlar, Budistler tarafından canlı canlı yakılarak, işkenceler edilerek soykırıma uğramıyor mu?

Ama nedense bunları bu sözde medeni geçinenler yapmıyor. Her şeyi Müslümanlar yapıyor öyle mi? Bizim dinimiz bizim milletimiz ve atalarımız kesinlikle ne soykırım yapmıştır. Ne de insanlara zorla dininden, dilinden ve kültüründen koparmıştır. Her zaman hoşgörü ile yaklaşmıştır.

Bu kadar soykırımcılık yapıp üstüne bir de üç maymunu oynayan sözde medeni geçinen devletlere Türk tarihine ve İslam’a laf ettirmem. Türklere ve İslam’a laf edenler önce kendi tarihlere ve yaptıkları zulümlere baksın.

Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesidir. Bu sebeple başta Türkler ve bütün İslam âlemi için önemlidir. Bu nedenle İsrail sivillere karşı yaptığı bu hukuksuz saldırılar karşısında Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmalıdır. Ancak Avrupa üç maymunu oynamamalıdır. Ortada bir soykırım vardır. Soykırım uluslararası hukukta suçtur. Tarih ve günümüz devletleri bu suçu görmemezlikten gelemez. Görmemezlikten gelmeye devam edenleri ise tarih ve insanlık affetmez. En önemlisi ise bütün Müslüman devletlerin uyanması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti etrafında tek yürek olması ve tarihte de Türk devletine karşı atalarının yaptıkları hatayı yapmamaları lazımdır.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum ki İsrail bir gün bu yaptığı insanlık dışı katliamlarının hesabını tarih ve insanlık karşısında verecektir.


Diğer Yayınlar