16 Kasım 2024 Cumartesi

ORTADOĞU’NUN ÜZERİNDEN YILLAR GEÇTİ


 

Ortadoğu gazetesinde ilk köşe yazım 17 Kasım 2019 yılında, “Türkiye Bumerang Cehennemi” başlıklı yazı olarak çıkmıştı. Buradaki yazımda Ortadoğu’da Habil ile Kabil’in olayından başlamış ve Ortadoğu’da akan ilk kardeş kanından bahsetmiştim.

İlk köşe yazımdan yıllar geçmesine rağmen Ortadoğu’da halen kardeş kanı durmak bilmemiş. Sahi kardeş kanı bu topraklara Habil ile Kabil’in kavgasından sonra akmamış mıydı? O yüzden asırlar süren bir kavga varken neden 5 yılda olanlara şaşıyorum ki öyle değil mi?

Tarihler 15 Temmuz 2016’yı gösteriyordu. Türkiye Cumhuriyeti ağır bir tehdit altındaydı. Kamu kurum ve kuruluşlarının içerisine binlerce Pensilvanya kaynaklı hainler yerleştirilmiş ve bu hainler 15 Temmuz akşamı Türk Devleti’nin kendini koruma reflekslerini imha etmek için harekete geçerek bir grup eli silahlı FETÖ’cüyle darbe kalkışması yapmaya çalışmıştı. Fakat bu kalkışma başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletimizin yerli ve milli personelleri olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Güçleri ile MİT ve bu gecenin silahsız kahramanları olan Türk Milleti tarafından sabaha karşı bastırıldı. Böylece Türk Milleti kendi üzerine yazılan senaryoları yırtıp attı.

Bu olaylardan sonra Türk milleti 27 gün meydanlarda demokrasi nöbetleri tuttu. Bu süre zarfında da binlerce FETÖ’cü personel kurumlardan ihraç edildi. Hatta bu ihraçlarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinden de çok sayıda ihraç olmasına rağmen Türk devleti kendisini 40 gün gibi kısa bir sürede toparlamış ve 15 Temmuz’dan sonra sürekli terör saldırına uğrayan Türk devleti, Küresel güçlere kafa tutarak sabaha karşı 04.00’da 24 Ağustos 2016’da Cerablus’tan tanklarla girerek sınır ötesi operasyonlarını başlattı. DEAŞ Terör Örgütü başta olmak üzere bütün terörist unsurları temizlemek amacıyla “Fırat Kalkanı” adı verilen bu sınır ötesi operasyon ile dünyaya şu mesajı verdik: “Sizler bizim içimizden devşirmeler çıkabilirsiniz. Hatta bu devşirmeleri ihraç edince komuta kadememizde de eksikler olabilir. Ama biz buna rağmen 40 gün gibi kısa bir sürede toparlanır. Girilemez denilen yere gireriz” dedik ve bu operasyonları 20 Ocak 2018’de “Zeytin Dalı Harekâtı”18 Mart 2018’de Afrin Operasyonu yine 9 Ekim 2019’da Barış Pınarı Harekâtı sonrasında Pençe 1-2-3 Harekâtları, Pençe Kaplan Operasyonu, Bahar Kalanı Harekâtı, Pençe Kartal Harekâtları ve Pençe Kartal – 2 Gara isimleriyle sınır ötesi operasyonları takip etmiştir. Ayrıca Pençe Kilit Harekâtı da unutulmamalıdır.

Bu süreçte yurt içinde Eren Operasyonları gerçekleştirilmiş ve terör örgütüne hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük darbeler vurulmuştur. Bunun sonucunda Türk milleti rahat bir nefes almış ancak o rahat nefesi almak için kendi canlarını feda eden şehitlerimize de ağlamıştır.

Sonuç olarak yurt içinde eskisi gibi karakol basan, istediği zaman eylem yapan güçlü bir PKK Terör Örgütü yok edilmiş dağlardaki binlerce teröristin sayısı artık elle sayılacak düzeye indirilmiştir. Bu nedenle sınırlarımızın dışına çekilen terörist unsurlar ise başta ABD destekli olmak üzere el altından Türkiye’ye müttefik gibi görünüp ancak arkasından vurmaya çalışanlarla birlikte ağır silahlar ve zırhlı araçlarla teröristler donatılarak Türkiye’nin sınırlarının hemen yanı başında bir terör ordusu kurdurulmak istenmiştir. Fakat Türkiye bunlara da müsaade etmemiştir. Ancak müttefik görünümlü ülkeler bu emellerinden vazgeçmemişler ve halen terör örgütlerini isim değiştirerek desteklemeye, beslemeye ve eğit, donat faaliyetlerine devam etmektedirler.

Bu nedenle devletimize müttefik gibi görünen ülkelerin başkanlık seçimlerinin bize ve Ortadoğu’ya herhangi bir yararı olmayacaktır. Çünkü birisinin iktidardan gidip diğerinin gelmesi Ortadoğu’ya huzuru getirmeyecektir. Çünkü şahıslar değişse de hepsinin Ortadoğu politikası aynı; böl, parçala, yönet ve sömür…

Arap Baharıyla bölünüp, parçalanan Ortadoğu ülkeleri, 15 Temmuz’da Türkiye’de iç karışıklık çıkarma denemeleri ve son bir yıldır İsrail’in, Filistin katliamları…

Ne dersiniz? Sona yaklaşarak bir Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru gidiyor muyuz?


PKK TERÖR ÖRGÜTÜ

 


Terör Örgütü PKK’nın kuruluşunun ilk yıllarında yuvalandığı Irak’ta 1400 yıllık Türk varlığı ve 1000 yıllık Türk hâkimiyet tarihi vardır. Bundan 100 küsur yıl önce Irak, Osmanlı İmparatorluğunun; Bağdat, Basra ve Musul vilayetlerinden meydana geliyordu. Sözde Kuzey Irak diye bilinen 36. Paralelin kuzeyi ise, Osmanlı’nın Musul vilayetinin sadece önemsiz bir parçasını oluştururdu. (Hasan Celal Güzel, Kuzey Irak, Timaş Yayınları, İstanbul 2007, s.7)

Silahlı faaliyetlerini buradan organize eden terör örgütü Irak’ı bir üs merkezi olarak kullanmış ve Türkiye’nin askeri hedeflerine saldırıları buradan düzenlenmiştir.

Türkiye 1968’den itibaren başta öğrenci olayları ve çeşitli örgütlenmemelerle kendisini düşük yoğunluklu bir savaşın içerisinde bulmuştur. Özellikle 1973 ve 1978 yılları düşük yoğunluklu savaşın ülke içerisinde artış gösterdiği yıllar olarak tarihe geçmiştir. Bu süreçte Türk Solunun içerisinde fikri yapılanmasını oluşturan örgüt mensupları 1980 yılına giden süreçte yapılanmasını tamamlamış ve 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli’de ilk silahlı saldırısına PKK Terör Örgütü olarak başlamıştır. 

PKK Terör Örgütünün ideolojik yapılanması ise Marksist, Leninist ve etnik ayrımcı bir ideoloji olarak karşımıza çıkmıştır. Eylemlerini asker, polis, sivil, kadın ve çocuk ayrımı yapmadan gerçekleştirmiş ve on binlerce insanımızı katletmiştir. Bunun yanında silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, çocuk kaçırma gibi suçlara karışmış bu örgütün en büyük zarar verdiği Güneydoğu bölgemiz ve o bölgede yaşayan Kürt vatandaşlarımız olmuştur. Çünkü çocukları zorla dağlara kaçırılarak militan olarak yetiştirilip devlete kurşun sıkar hale getirilmiştir. Bu örgütü kuranlar veya bu örgütü siyasi olarak destekleyenlerin çocukları yurt dışında zenginlik içerisinde büyürken kaçırılan bu çocuklar yine kendisi gibi bu topraklarda yaşayan ve askerlik vazifesini yapmak için gelen Mehmetçiğe karşı kurşun sıktırmışlardır. Az duymadık aynı aileden bir evladı askerde diğer evladı PKK Terör Örgütünün elinde olan ailelerin dramını.

Bu yüzden özellikle Kürt vatandaşlarımız uyanık olmalılardır. Türkiye’nin hepimize yettiğini Türk bayrağın gölgesinin serinliğinin hepimize ferahlık vereceğini, kardeşi kardeşe kırdırmak istediklerini ve bu yüzden ülkemizdeki herkesin içerisine nifak tohumları serpmek istediklerinin bilincinde olmalılardır.

Vatan hainlerinin, siyasi uzantılarının ya da Kandil’deki hainlerin veya yurt dışında yaşayıp sosyal medyadan ortalığı karıştırma vazifesi üstelenenler, Kürt kardeşlerimize bu vatanda birlik ve beraberlik içerisinde yaşadıkları için zehrini akıtmak isteyenlere hep birlikte karşı duralım. Bizi parçalara bölmek isteyenlere karşı tek yürek olalım.

2000 yılı aşkın Türk devleti geleneği her zaman düşmanlıklarla ve fitneyle karşı karşıya kalmış ve bu konularda 2000 yılı aşkın tecrübesi ile her daim yerinde müdahale refleksi ile devletini ve milletini korumayı başarmış veya yoluna yeni bir Türk devleti ile devam etmiştir. Atalarımızdan bize miras kalan bu tecrübe ile elbet bir gün ülkemiz içindeki terör kalıntıları başta olmak üzere Irak ve Suriye’deki ve yurt dışında saklanan tüm teröristleri ve hatta onları destekleyenleri elbet Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerekli cezaya çarptıracaktır.

 


ÖNCE VATAN

 


Biz kadim Türk milletinin fertlerine vatan nedir diye sorduklarında dedelerimizin mezar taşının olduğu her deriz. Çünkü dünyanın her tarafında Türkler olarak izimiz var. Ayak bastığımız her yeri vatanlaştıran ve güzelleştiren bir merhametimiz var.

Bu merhametimizle mazluma umut olduk. Zalime kalkan olduk. Yüzyıllarca bu merhamet ile birçok milletin, kurduğumuz devletlerimizin gölgesinde serinlemesi için çalıştık. Onun için vatanı kutsal bildik ve onun uğrunda yeri gelince canlarımızı feda ettik. Çünkü inandık ki vatan, toprağın bize verdikleridir. Bu nedenle toprağın bize verdiklerine karşı ona hizmet etmemiz gereklidir. Ancak uğruna canlarımızı verdiğimiz vatanımızın gençleri ellerimizden kayıp gidiyor. Vatan bilinçleri, bilinçli olarak kalplerinden sökülüp atılmaya çalışıyor. Gençlerimiz, sosyal medya araçları ve çeşitli uygulamalarla tanışıyor ve bunların içerisine hapsolup dış dünyaya, ailelerine, çevrelerine, arkadaşlarına kendilerini kapatıyorlar. Bu da onlarda bir zaman sonra yalnızlığa o yalnızlık hissi ise psikolojik sıkıntılara dönüşüyor.

Vatanımızın kalbi ve beyni olan gençlerimiz kendi inançlarına, gelenek ve göreneklerine, kültürüne, medeniyetine yabancılaşmış hatta düşmanlaşmış bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bu da onlarda vatan ve millet sevgisi gibi milli değerlerin kaybolmasına, namus kavramının yok olmasına sebebiyet veriyor.

Bu sonuçlar tahlil edildiğinde ortaya kendini kaybetmiş bir nesil çıkıyor. Bizim bu nesli kazanmamız lazım. Onun içinde başta eğitim sistemimizi ve öğretmenlerimizi eskiden olduğu gibi saygınlığını ve itibarını arttırmalı ayrıca yetkilerini genişletmeliyiz.

En önemlisi ise atanamayan öğretmenler sorununu Türkiye gündeminden çıkarılıp eğitimde çağ atmalıyız. Eğitimde çağ atlamak için ise kadim Türk tarihindeki eğitim sisteminden yola çıkılmalı ve günümüz Türkiye’sine bu sistemleri modernize ederek eğitilecek olan gençliğimizin karşısına çıkarmalıyız. DNA’mızın kodlarıyla hareket etmez başka kodlarla yürümeye çalışırsak o sistem çöker ve altında ne yazık ki gençliğimiz ve geleceğimiz kalır.

Şu bir gerçek ki Çanakkale Cephesi’nden geçemeyenler, cebimize giren bir telefondan ve evimizdeki televizyondan girdiler ve bu sefer inanın çok ağır bir taarruz halindeler.

Bu taarruzu durdurmak için 109 yıl önce atalarımız “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” dedi. Biz ise atalarımızın torunları olarak bu taarruzu durdurmak için “ÖNCE VATAN” diyeceğiz.

 


2 Kasım 2024 Cumartesi

TARİH BİLİM UZMANI VE YAZAR KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR 41. ULUSLARARASI İSTANBUL TÜYAP FUARINDA İMZA GÜNÜNDE SİZLERLE

 

Tarihçi Bilim Uzmanı ve Yazar Kubilay Muhammet Özdemir köşe yazılarıyla olduğu kadar akademik çalışmalarıyla da ön plana çıkmaya devam ediyor.

Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Büyükçekmece’deki 41. Uluslararası İstanbul TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezinde, Gece Kitaplığı Yayınlarında salon – 7 Stant No:792’de 3 Kasım 2024 Pazar günü saat: 14:00 – 18:00 arasında değerli okuyucularıyla imza gününde buluşacak.

“Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması” adlı eserini bilim dünyasına kazandırmış ve o döneme farklı bir perspektiften bakıp objektif olarak yorumlamıştır. Bu çalışmasıyla yakın tarihe farklı bir pencereden ışık tutan ve birinci el kaynaklarla yorumlarını destekleyen yazarımızın kitabı bahsi geçen yıllara ışık tutacak önemli bir mahiyet kazanmıştır. Yazarlığını Kubilay Muhammet Özdemir’in, danışmanlığını ve editörlüğünü Dr. Öğr. Üyesi Enver Emre Öcal’ın yaptığı bu kıymetli eseri imzalatmak ve yazarımızla tanışmak için sizleri 3 Kasım 2024 Pazar günü TÜYAP Kitap Fuarında Salon – 7’de Gece Kitaplığı Yayınlarının standında bekliyoruz. 

Ayrıca yazar Kubilay Muhammet Özdemir, 3 Kasım 2024 Pazar günü Gece Kitaplığı Yayınları Salon - 7 standında saat 14:00 – 18:00 arasında buluşabilir, kitabını alıp imzalatabilir ve tarih sohbetleri yapabilirsiniz. Hatta dernek, vakıf, cemiyet veya çeşitli sivil toplum kuruluşlarına konuşmacı olarak da davet edebilirsiniz

9 Ekim 2024 Çarşamba

TÜRK GENÇLİĞİ TEHLİKEDE FARKINDA MISINIZ?


 

Satanist bir genç Eyüp Sultan’da ve Fatih’te iki genç kızın vahşice canına kıydı ve sonrasında ise kendini surdan aşağıya atarak intihar etti. Yine genç bir kız iki kişi tarafından sokakta tacize uğradı. Köşe başlarında bekleyen uyuşturucu müptelaları, sabıka kaydı kabarık insanların toplum içinde dolaşması, gençlerin cinnet haline bürünmesi ve çeşitli gayri ahlaki şeylere özenmesi bir neslin uçurumun kıyısında olduğunu gösteriyor.

Gerçekten Türk gençliği tehlikede hem de bu tehlike inanılmaz bir boyutta ve önlem alınmazsa gençliğimiz elimizden kayıp gidecek diye endişeleniyorum. Çünkü gençlerimizde milli ve manevi değerler zayıfladı. Hatta kimisinde yok oldu. “Türk – İslam Kültür ve Medeniyeti” unutuldu ve bilinç kayboldu. Bunun yerine Batı’ya ve Batı’nın ahlaksız medeniyetine özenti başladı. Bununla beraber inançsızlık, gelenek - göreneklerin yok sayılması ve satanizm gibi vahşetlere özenme gibi vakalar ortaya çıktı.

Sorunları görüyoruz ama çözümü nedir? Çözüm nedir biliyor musunuz? Aslında her köşe yazımda üzerinde ısrarla durduğum “Eğitimdir, Eğitim”…

Bakınız geçen yazımda da belirttim. Eğitim sistemi öyle bir hal aldı ki eski sistemi arar olduk. Eski eğitimdeki öğretmen – öğrenci disiplini ortadan kalktığından beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Öğretmenin yetkilerinin sınırlandığı, öğretmenin veli ve öğrenci saldırılarına açık hale getirildiği, basitmiş gibi görülen ancak öğretmen ve öğrenci kıyafetlerinin dahi serbest bırakıldığı bir sistemden topluma yararlı milli ve manevi duygulara haiz nesiller yetişmesini nasıl bekleyeceğiz? Öğretmen atama sorunlarının olması, iyi yetiştirilememiş öğretmen kadrosunun olması ve özel okulların, dershanelerin aşırı derecede fazlalaşması ve eğitim sisteminin öğrenciyi istendik duruma getirememesi sonucunda nasıl bir nesil bekliyoruz?

Ayrıca saat gece on ikiyi geçince annesi babası merak eden nesil nerede kaldı? Neden gençler mahallelerde, köşe başlarında veya herhangi bir apartmanın merdivenlerinde boş boş sabahlara kadar oturuyorlar? Bu gençlerin okuduğu bir okul veya kendilerini merak eden bir ailesi yok mu? Cevabını vereyim. “YOK”…

Çünkü saat on ikiyi geçince evladını arayan, merak eden anne – baba nesli bitti. Yerine çocuklarının her istediğini altın tepside sunan bir nesil geldi. Çocuklarıma kıyamıyorum adı altında otorite kuramayan, sözünü dinletemeyen bir nesil ortaya çıktı. Bunun üzerine çocuklarda gereksiz ve hiçte sevimli olmayan şımarıklıklar oluşmaya başladı. Eğitim sisteminin de öğretmeni pasif bırakması sonucu okula giden bu tür çocuklarla baş edilemedi ve disiplin edilemedi.

Bunun sonucunda topluma aklı başında, milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, kültürlü, Türk – İslam medeniyeti ile yoğrulmuş bireyler kazandırılamadı. Bu nedenle çocuklarımız elimizden birer birer kayıp gitmeye tamamen bu milletin DNA’sına ve kodlarına aykırı ve kendini mankurtlaştıran akımlarım etkisine girdiler. Bunun sonucunda da bu çocuklar özünü kaybettiler ve asimile oldular.

Bunun yanı sıra kontrolsüz bir şekilde ne işe yaradığı belli olmayan sosyal medya araçları ve uygulamaları da çocuklarımızı ayrıca esaret altına aldı ve ahlaki duygularını köreltti. Böylece ortaya özünü kaybetmiş, yüreği ve aklı nefretle dolan, saçma sapan akımların etkisine giren, kutsalları tanımayan, vatan, bayrak, Allah aşkından bihaber nesil ortaya çıktı.

Bakınız bu yazdıklarım çok ciddi sorunlar. Bunun için devletçe ve milletçe önlem almak zorundayız. Kendini kaybeden bir neslin tekrar kendisini bulmasını sağlamalıyız.

Yoksa şehit kanları ile sulanan bu toprakları mankurtlaşmış bir nesil asla koruyamaz.

Ey Türk Gençliği sizlere çağrımı Akif’in yazdığı İstiklal Marşı’nın bir dizesiyle yapıyorum.

“Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı;

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

 

MİLLİ MÜCADELE’DE KASTAMONU’NUN ÖNEMİ


 

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun soluğunu kesmiş ve çeşitli cephelerde savaşarak Çanakkale Cephesi hariç tüm cephelerde yenilmiştir. 1918 yılına gelindiğinde savaş bitmiş ve Mondros Mütarekesini imzalayan Osmanlı İmparatorluğu teslim bayrağını çekerek işgale açık hale gelmiştir. 

1918’in acı faturasını elde kalan ve elden çıkan tüm Osmanlı imparatorluğunun toprakları ödediği gibi Anadolu’da bu faturayı çok ağır ödemiştir.

Kastamonu’da bu ağır bedellerden gerekli payını almış ve işsizliğin artmasının yanında savaşta hayatını kaybedenlerin geride bıraktığı ailelerin çilesi Kastamonu halkının gönlünü sızlatmıştır. 

Faruk Söylemez’in ifade ettiği gibi: 

“Kastamonu işgal bölgesi olmamasına rağmen, Türk vatanını bir bütün olarak görmüş ve Kastamonu halkı, vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı uğruna her türlü fedakârlığı göstermiştir. Aynı zamanda Kuvâ-yı Milliye’yi desteklemek amacıyla kurulan cemiyetler, gerek halkın aydınlatılmasında gerekse asker ve mühimmat temininde büyük çabalar göstermişlerdir. Yine Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek isteyen devlet erkânı ve İstanbul’dan gönderilen silahlar büyük bir stratejik öneme haiz olan İnebolu yoluyla, Kastamonu – Ilgaz güzergâhını takip ederek Ankara’ya ulaştırılmıştır.” (Faruk Söylemez, “Milli Mücadele Döneminde Kastamonu’da Kurulan Cemiyetler, Kahramanmaraş  Sütçüimam Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, s.254.)

Fakat Kastamonu’da ekonomik ve sosyal yapı zarar görmesi ayrıca savaştan kaçanların dağlara çıkarak eşkıyalık yapması ve asker ailelerini kaçırması bölgede büyük bir güvensizlik meydana getirmiştir. (Mustafa Eski, Kastamonu Basınında Milli Mücadele’nin Yankıları, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995, s.7)

Hatta Mondros Mütarekesi imzalanınca gayrimüslimler şımarmış ve kutlamalar yapmışlardır. Bununla birlikte Papaz Dacat isimli şahıs kendi etrafında Rumları ve Ermenileri toplamış ve ilin en yetkili kişisi olmuştur. Ayrıca kendisi, faytonla vilayet binasına geldiğinde vali, onu elçi karşılar gibi karşılamıştır. Yine İngiliz Yüzbaşısı Mister Senlich’in, Kastamonu’ya silah aramak için gelmesi şımarıklığın dozunu iyice arttırmıştı. Yedisinden yetmişine bütün Hristiyanlar en güzel elbiselerini giyerek kışla önünde yüzbaşıyı karşılamışlar ve sözde Türklerin kendilerine kötülük yaptığını bu nedenle Türklerin elinden kurtulmak istediklerini ballandıra ballandıra anlatmışlardır. (Hüsnü Açıksöz, İstiklal Harbinde Kastamonu, Türk Ocakları Derneği Kastamonu Şubesi Yayını, Bas:2, Kastamonu 2019, s.15)

Böylece Mondros Mütarekesinden sonra gayrimüslimlerin şımarıklıkları ve hainlikleri Kastamonu halkının vicdanını rahatsız etmesiyle birlikte bu yapılanlara karşı her geçen gün milli birlik ve dayanışma ruhunu da güçlendirmiştir. Bu nedenle Kastamonu halkı Milli Mücadele’ye, Kuva-yı Millliye’ye ve Mustafa Kemal’e her türlü desteği vermiştir.

Zaten o yıllarda Kastamonu’da sadece 58. Alay’dan söz edilmiştir. Bununla birlikte Kastamonu, Ankara’daki 20. Kolordu’nun mıntıka sahasında kaldığından yani 3. Ordu Müfettişliğinin dolayısıyla bu müfettişlik görevini üstlenen Mustafa Kemal’in yetki alanı içerisindeydi. Bu nedenle Mustafa Kemal, Samsun’a çıkıp Milli Mücadele’yi başlattıktan sonra Kastamonu’daki bazı görevliler padişah yanlısı bazısı da Mustafa Kemal yanlısı olarak kutuplaşmışlardı. Ancak Mustafa Kemal şehrin önemini bildiği için Kastamonuluların Kuva-yı Milliye’nin yanında olmasını sağlamak için Ali Fuat Cebesoy’a emir vermiş ve Kastamonu’ya teşkilatçı bir kumandanın görevlendirilmesini istemiştir. Bunun üzerine Miralay Osman Bey 16 Eylül 1919’da Kastamonu’ya gelmiştir. Böylece padişah yanlısı olanların sesi kesilmiş ve Milli Mücadele karşıtı Zafer gazetesi de yayın hayatına son vermiştir. Ayrıca Kastamonu, Kuvâ-yı Milliye ile fiilen birleşmiştir. (Mustafa Eski, a.g.e., s.7 -8) 

Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin Kuruluşu:

Kastamonu’da Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti kuruluşunu milli mücadelenin hemen başlamasıyla tamamlamıştır. Özellikle Kastamonu’da Kuva-yı Milliye’nin örgütlenmesini Vali Vekili Ferid Recai Bey’in emirleri doğrultusunda başlamış ve bölgeye Miralay Osman Bey’in gönderilmesiyle hız kazanmıştır. Böylece 28 Eylül 1919 tarihinde de Kastamonu Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti kurularak faaliyetler hızlandırılmıştır. (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.16-18)

Hüsnü Özlü makalesinde cemiyet ile ilgili aynen şunları ifade etmiştir:

“Cemiyet bir taraftan bütün gücü ile Milli Mücadeleyi desteklerken diğer taraftan da İstanbul Hükümetine karşı mücadele vermiştir. Özellikle cemiyet başkanı Ziyaeddin Efendi’nin İstanbul Hükümetine çekilen protesto telgraflarını imzalayarak ve bu konuda öncülük ederek Heyet-i Temsiliye’ye büyük destek olduğu görülmektedir. (Hüsnü Özlü, “a.g.m”.,s.73)

Cemiyetin Kurucuları ise şunlardır:

Başkan: Şeyh Ziyaettin Efendi’dir. İkinci Başkan: Eski mebuslardan Hoca Şükrü Efendi’dir. Üyeleri ise: Fazıl oğlu Besim, Hukuk Mahkemesi Başkanı Yusuf Ziya, Ulemadan Hacı Mümin, Tavukçuoğlu Ahmet, Akdoğanlıoğlu Mehmet Ali, Memleket Hastanesi Operatörü Ali Bey, Mülazımülevvel Şevket, Jandarma Mülazımevveli Remzi Bey, Açıksöz gazetesi sahibi Hamdi (Çelen) Bey’dir. (Faruk Söylemez, “a.g.m.”,s.252)

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetleri Gençler Kulübünün de katılmasıyla kat kat artmıştı. Bir yandan ordunun ihtiyaçları karşılanmış diğer yandan ise Ankara’ya gidecek olan vatanseverlere ve zabitlere İnebolu yolu üzerinden yardım edilmeye çalışılmıştır. 

Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetinin faaliyetlerini Hüsnü Açıksöz şöyle anlatmıştır:

“Müdafaa-i Hukuk defterinde şehrimizden geçen yüzlerce zata para ile yardım edildiği görülmektedir. Bunlar lafta olmaz. Bir ordu yeni baştan iğnesinden ipliğine kadar giydirilip, kuşatılacaktı. Müdafaa-i Hukukumuz bir parti Sedat Bey bir parti de Altıağazadeler vasıtasıyla on bine yakın asker elbisesi ve kaput getirtmiş bunları Ankara’da ordu levazım dairesine göndermişti. Bunlardan başka çamaşır, çadır, çorap gibi eşya da derlenip, toplanıp gönderiliyordu. Bunların parasını kim veriyordu? Kastamonu ve Kastamonulular.” (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.50)

 Hüsnü Açıksöz, Kastamonu halkının milli mücadele için verdiği paraları da ayrıca eserinde belirtmiştir. Mesela Kastamonu şehrinde o dönemin parası 20.000 lirayı yalnız birkaç kişinin bir defada verdiğini yine köylerden ve kazalardan toplanan paralarında eklendiği hesaplandığında askerlere ve gelen – gidenlere yapılan yardımlarla birlikte 100.000 lirayı bulduğunu ifade etmiştir. Ayrıca bunun ilk hesap olduğunu sonraları da çokça paralar verildiğini Sakarya Harbi’nde de birçok fedakârlıklar gösterildiğini ayrıca Hilal-i Ahmer, Himaye-i Etfal, İzmir, Maraş yardımları da buna katılmalıdır. Açıksöz yine eserinde Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin dosyaları incelendiğinde onda dokuzunun hep yardım ve para toplama işleri ile alakalı olduğu belirtilmiştir. (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.50)

Bu ifadeler doğrultusunda Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Kastamonuluların ekonomik durumunun kötü olmasına rağmen milli orduya sadece asker değil aynı zamanda maddi yardım etmek ile de övünebilir. 

Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin Kadınlar Şubesinin Kuruluşu

Bu cemiyetin kuruluş tarihi kesin olarak belli olarak belli değildir. Fakat Kastamonu’nun erkekleri kadar kadınları da bu vatan büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Mitingler, protesto mektupları, yardım toplama gibi faaliyetlerinin yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nda cepheye sırtında top mermisi taşıyacak kadar cesaret timsali kadınlardı. İşte bu kadınlardan birisi vatanın kurtuluşu için cepheye mermi yetiştirmeye çalışırken yolda soğuktan donarak şehit olan Şerife Bacı’dır. 

Cemiyetin Kurucuları ise;

Zekiye Hanım (Polis Müdürü Halil Bey’in eşi), Kamuran Hanım (Defterdar Ferit Bey’in eşi), Saime Hanım (Sağlık Müdürü Ferruh Bey’in eşi), Bedriye Hanım (Maarif Müdürü Talat Bey’in eşi), Münire Hanım (Vilayet Mektupçusu Fuat Bey’in eşi), Refika Hanım (Miralay Osman Bey’in kızı), Neyyire Hanım (Reji Müdürü Ömer Bey’in kızı)’dır. (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.9)

Cemiyetin kadınları mitingler düzenleyerek yapılan haksızlıklar dile getirilmiş ve hilafet ile sadaret makamlarına yapılan haksızlıkların durdurulması için gerekenin yapılmasını istemişlerdir. Ayrıca İngiltere ve İtalya ile Madam Wılson’a; İzmir, Antep, Maraş ve Urfa’da yapılan işgaller için protesto telgrafları çekmişlerdir. Bununla birlikte itilaf devletleri temsilcilerinin eşlerine de protesto telgrafları çekmişlerdir. (Faruk Söylemez, “a.g.m.”, s.247-248.)

Milli Mücadele’nin Diğer Önemli Gelişmeleri

Tüm bunlar yaşanırken milli mücadeleye destek veren Mehmet Akif Ersoy gibi önemli şahsiyetlerde Kastamonu’ya gelmiş hatta ilk vaazını Kastamonu – Nasrullah Camiinde vermiştir. Yine bazı şiirleri Kastamonu’nun önemli gazetelerinden ve milli mücadelenin destekçisi olan Açıksöz gazetesinde yayınlanmıştır. Akif’in çıkardığı dergi olan Sebilürreşad dergisinin bazı sayıları Kastamonu’da yayınlanmıştır. 

Böylece Kastamonuluların başta Kuva-yı Milliye ile birleşmesi, Kastamonu Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetini ve sonrasında hanımlar şubesini açması yine İnebolu yolunun önemi nedeniyle Milli Mücadeleye destek verenlerin geçiş yolu olması ve cepheye silah sevkiyatlarının yapılması ayrıca Mehmet Akif gibi önemli şahsiyetlerin uğrak yeri olup halkın mücadeleye davet edilmesi bununla birlikte Kastamonu ve Açıksöz gazeteleri gibi basın yayın organları ile milli mücadeleye destek verilmesi Kastamonu’nun önemini arttıran gelişmelerdir. Ayrıca Kastamonu’da; “Gençler Kulübü, Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti, Muallimler (Öğretmenler) Cemiyeti, Kadınları Çalıştırma Derneği, Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti, Kastamonu İlim Derneği, İçki İle Mücadele Derneği, Himaye-i Ahlak Derneği, Hanımlar Musiki Dershanesi” gibi oluşumlar kurularak milli mücadeleye destek verilmiştir.     

En önemlisi ise bu oluşumları gerçekleştiren ve Birinci Dünya Savaşı’nın tüm olumsuzluklarına rağmen Kastamonu ve halkı canını dişine takarak bu oluşumların kurulmasını sağlamış bu nedenle Milli Mücadele Hareketine ve onun lideri Mustafa Kemal’e tam destek vermişlerdir.  


3 Ekim 2024 Perşembe

TÜRKİYE KÜRESEL GÜÇ OLABİLECEK Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulunda İsrail’in, Filistin’de yaptığı katliamlar başta olmak üzere Birleşmiş Millet yapısını eleştiren konuşmasıyla damga vurdu. Özellikle Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi’nin çöktüğünü ve dünya beşten büyüktür ifadesini tekrardan kullandı. Dünyanın bu soykırıma sessiz kaldığını ifade etti.

Böylece Türkiye uzun zamandır üstlenmiş olduğu bölgesel aktör olma rolüne devam ederken aynı zamanda gücünü küreselleştirme evresine doğru ivme kazandırmaya çalıştı. Bölgesinde Dağlık Karabağ sorununu halleden ve Kıbrıs meselesinde önemli adımlar atan Türkiye, Filistin meselesini de dünya gündeminde tutmaya devam ediyor. Anlaşılan o ki Suriyeli mülteciler konusundaki yanlış politikasından rahatsız olan Türk milletinin çağrıları işitilmiş olacak ki sığınmacılar politikasını değiştireceği ve onun için Esad ile görüşme çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuyu da halletmeye çalışacağı görülüyor. Fakat Esad, ABD ve Rusya’ya rağmen bu görüşmeyi kabul edip Türkiye’deki sığınmacıları tekrardan kabul eder mi orası belli değil. Çünkü Türkiye, sığınmacılar meselesini de hallederse ekonomik ve insani yük bakımından rahatlayacak ve hem iç hem de dış politikadaki sorunları çözmek için daha da emin adımlar atacaktır. İşte bunu istemeyen ABD, Rusya, İsrail bu sorunun çözülmesini ister mi? Bölgede güçlü bir Türkiye mi? Yoksa sığınmacılar meselesi ve iç sorunları ile uğraşan bir Türkiye mi görmek isterler? Türkiye ağır bir demografi saldırısı altında çünkü ekonomik olarak da sıkıntı da olan Türkiye daha kendi gençlerine iş alanı açamamış, eğitimde ise istenilenler gerçekleştirilememiş ve eğitimde eski sistem aranır hale gelmiştir. Niteliksiz gençlerin yetişmesi, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve bunun akabinde çırakların ve meslek erbaplarının yetişmemesi ve bunun yabancı uyruklulardan karşılanması Türk gençliğini de işin içerisinden çıkılamaz bir hale getirmiştir.

Neredeyse Türkiye siyasetinden bahsederken eğitimden mutlaka söz ediyorum. Çünkü bir devleti devlet yapan eğitimdir. Her zaman şu örneği veririm. Koskoca 630 yıllık Osmanlı İmparatorluğu eğitimin çökmeye başlamasıyla birlikte gerilemeye başlamış ve son bulmuştur. Tarihten ibret almak her Türk gencinin ve bu millete liderlik eden herkesin boynunun borcudur.

Ayrıca bölgesel güçten küresel güce evrilmeye çalışılırken karasularımızda Yunan tecavüzlerinin artması ve hatta Datça’da karaya çıkıp gitmelerinin izahı olamaz. Çünkü bu yapılan antlaşmaların çiğnenmesi ve bu bir savaş sebebidir. İşte Yunanlılar, Türkiye’nin uğraştığı sorunlardan cesaret alarak bu tür kışkırtıcı eylemler yapmaktadır. Bunun için kendi içimizdeki gücümüzü ve enerjimizi tamamen toplamalı sorunları hallederek geleceğe sağlam adımlar atmalıyız. Önce Türk milletinin sorunlarının çözmeli ve çağrılarına kulak tıkamamalıyız.

Bu hem ülkesini seven, düşünen milliyetçi aydınlar olarak bizim hem de bu ülkeyi yöneten siyasetçilerin vatan borcudur.  

    

Diğer Yayınlar