Mustafa
Kemal’in Suriye – Filistin cephesine gönderilmesiyle beraber orada yaşanan
olaylarla ilgili hep bir takım görüşler ortaya atılmıştır. Mustafa Kemal bu
cephede başarılı mı oldu? Yoksa tek kurşun atmadan bu cephedeki mücadeleleri
kayıp mı etti? Bu yazımda bu soruların cevaplarını vermeye çalışacağım. Bu
cevabı vermek için bana ayrılan köşe yeter mi bilmiyorum. Çünkü Osmanlı
İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda en uzun süre devam eden ve en çok
kayıp verdiği tek meydan muharebesinin yapıldığı cephe, Filistin olmuştur. Bu
yüzden bu konu aslında başlı başına bir araştırma makalesi olmalıdır. Fakat bu
konuya köşemde özetleyebildiğim kadar kısa tutmaya çalışacağım.
Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Ankara Yolu Dergisi’nin 2013 yılında
51. sayısında Cemal Kemal, “Nablus Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal” adlı
makalesinde bu konuyu çok iyi bir şekilde araştırmıştır. Bende onun özet
kısmını aynen alıntı yaparak köşe yazıma başlıyorum.
“Filistin
Cephesi’nde yaşanan Nablus Meydan Muhaberesine gelmeden önceki süreçteki
yaşanan çarpışmalar şunlardır: Birinci ve İkinci Kanal Harekâtları, Birinci,
İkinci, Üçüncü Gazze Muharebeleri, Kudüs Muhaberesi, Birinci ve İkinci Şeria
Muharebeleri olmuştur. Mustafa Kemal ise 5 Temmuz 1917’de Filistin’de yeni
oluşturulan Yıldırım Ordular Grubunun 7. Ordu Komutanlığına atanmış fakat bu
grubun komutanı olan eski Almanya Genelkurmay Başkanı Mareşal Falkenhayn ile
anlaşamamıştır. Bunun üzerine 2 Ekim 1917’de istifa ederek, İstanbul’a
gitmiştir. Mustafa Kemal, Filistin Cephesi’nde durumun kritikleşmesi üzerine,
bizzat Padişah VI. Mehmet Vahdettin tarafından 5 Ağustos 1918’de tekrar 7. Ordu
Komutanlığına atanmıştır. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nu Birinci Dünya
Savaşı’nın dışında bırakmak amacıyla, Filistin Cephesi’nde kesin sonuç almayı
planlamıştır. Filistin Cephesi’nde Osmanlı’nın batıdan – doğuya doğru 8. 7. ve
4. Orduları tertiplenmişti. Avrupa Cephesi’nden Filistin Cephesi’ne atanan
General Allenby komutasındaki İngiliz Ordusu, 19 Eylül 1918’de taarruza
başlamış aynı gün 8. Ordu bölgesinden Yıldırım Ordular Grubunun cephesini
yarmayı başarmıştır. Tarihe Nablus Meydan Muharebesi adıyla geçen bu savaş
sonunda Cevat Paşanın 8. Ordusuyla, Mersinli Cemal Paşa’nın 4. Ordusu imha
olurken, Mustafa Kemal Paşanın 7. Ordusu büyük zayiat vermesine rağmen düzenli
bir şekilde geri çekilmeyi başarmıştır. Fakat Filistin kaybedilmiştir. İngiliz
Ordusu ile isyan eden Araplar işbirliği yaparak Filistin’den sonra kuzey
istikametinde takip harekâtını sürdürmüşler ve bunun sonucunda Ürdün ve
Suriye’yi de işgal etmişlerdir.” (Cemal Kemal, “Nablus
Meydan Muhabrebesi’nde Mustafa Kemal, Atatürk Yolu Dergisi, 2013, s.617)
Yıldırım
Ordularının geri çekilişi Halep’e kadar sürmüş ancak süvari ve zırhlı
vasıtalara sahip olan İngilizlere karşı direnişin burada da yapılamayacağı
öngörülünce Halep’in dağlık bölgelerine konuşlanılmıştı. Böylece İngilizlerle
Halep’te muharebeler olurken ayrıca İngilizlerle birlikte hareket eden Araplar
ile Şerif Faysal’ın kuvvetleri de Halep’e saldırmışlardır. Bununla birlikte
Halep’te bir kısım Araplarda silahlanarak bu isyancılara katılmış ve sokak
çatışmaları başlatmışlardı. Ancak bu sokak çatışmalarını Mustafa Kemal kazanmış
ve 7. Ordu kıtalarını Halep’in 5 km. kuzeyine çekmiş ve ordu karargâhını da
Katma’ya nakletmişti. Katma, Afrin’in Racu Beldesidir. Mustafa Kemal, Katma
yakınlarındaki bu beldeyi üs bölgesi olarak belirleyerek 7. Ordu Karargâhını ve
bazı birliklerini burada konuşlandırmıştır. (Süleyman Hatipoğlu,
“Birinci Dünya Savaşı Sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Afrin’deki (Katma ve Racu
Faaliyetleri, s.651-652)
Kaybedilen
Cephede kazanılan zaferi Celal Bayar’ın, “Bende Yazdım” adlı kitabında Mustafa
Kemal’in şu sözlerine yer verilmiştir:
“Nablus
Karargâhında ikinci defa 7. Ordu kumandanıyım. İlk işim çok üzücü ve yorucu
seyahatlerle cepheyi dolaşmak ve vaziyeti tetkik etmek oldu. Bu teftiş
neticesindeki kanaatim şu idi ki: Her şey bitmiştir. Yakın felakete mâni olmak
ve esaslı tedbir almak müşküldü. İstanbul’dan çıkalı daha on beş gün olmamıştı.
Yatağımda yatıyordum. Bir gün kurmay başkanım her vakit olduğu gibi bana o
günün raporlarını okudu. Basit raporlar, her zamanki gibi… Yalnız, bu raporlar
içinde bir nokta nazarı dikkatimi celbetti. Bir İngiliz esirinin ifadesi… Ve
onun delâletiyle keşfettim ki bir veya bir iki gün sonra İngilizler, bütün
cephe üzerinde ciddi taarruzlarını yapacaklardır. Biraz sonra kurmay heyetimi
toplu olarak göreceğim dedim. Yataktan kalktım, giyindim, iş odasına giderek
bir muharebe emri yazdırdım. Bu emirde; düşman 19 Eylül günü akşamı umumi
taarruz yapacaktır diyor, buna karşı ordumca alınacak tedbirleri zikrediyorum.
Bu emri, malûmat vermek için Grup Kumandanı bulunan Liman Von Sanders Paşa’ya
gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat benim raporlardan çıkardığım neticeyi uzak
görmüş ve gülmüş. Bununla beraber ihtiyattan bir zarar gelmez diyerek bana da
fazla bir şey söylemeye lüzum görmemiş… Ben, verdiğim emrin yanlış
anlaşılacağını tahmin etmiştim. Bu sebeple düşmanın işaret ettiğim zamandaki taarruzunu
çok dikkatle takip ediyordum. 19 – 20 Eylül gecesi kolordu kumandanlarını
telefon başına çağırdım ve sordum: ‘Verdiğim emri ve ona göre icap eden
tedbirleri aldınız mı?’ ‘Emirleriniz yapılmıştır.’ Cevabını verdiler. Ben daha
telefon konuşmasını bitirmeden düşman topçusu hatlarımız üzerine ateş etmeye
başladı. Gece muhabere ile geçti. Benim ordunun sağ kanadındaki ordu yarıldı,
esir oldu. Ve boş kalan bu cepheden geçen düşman süvarileri, Liman Von
Sanders’in karargâhını bastı. Hakikat anlaşılmıştı, fakat neye yarar? Ben, uzun
tafsilat ile izah olunabilir müşkülat içinde nehirden geçerek, çöllerden aşarak
ordumu Şam’a kadar getirebildim. Benim karargâhım Rayak’da, Liman Von Sanders
Paşa’nınki Bâlebek’de idi. Gördüğüme göre Rayak civarında dağınık, intizamını
kaybetmiş, maneviyatı bozulmuş birtakım insanlardan başka kuvvet denecek bir
şey yoktu. Bunları, güvendiğim subaylar ve kumandanlar vasıtasıyla derhal
toplayıp düzene sokturdum. Bu işleri yaptığım esnada bir taraftan da Rayak
İstasyonunun kâmilen ateşe verilmesini emretmiştim. Bende şu kanaat belirdi:
Bütün cephelerde ve bütün kuvvetlerde üzerinde emir ve kumanda kalmamıştır.
Âdeta delice bir emir verdim. Bu emrin esaslı noktaları şunlardır: ‘Şam’da
bulunan bütün kuvvetler, benim orada bıraktığım İsmet Bey’in emri altında ve
Rayak havalisindeki kuvvetler Ali Fuat Paşa’nın kumandası altında kuzeye hareket
edeceklerdir.’ Emrin ve suretini bütün kuvvetlerin kumandanı bulunan Liman Von
Sanders Paşa’ya bilgi edinmek için gönderdim. Liman Von Sanders çok âlicenap
bir tarzda: ‘Karar budur’ dedi. ‘Fakat ben nihayet bir ecnebiyim, bu kararı
veremem. Ancak memleketin sahipleri verebilirler.’ O halde, dedim: Kararım
tatbik olunacaktır. Kararım şu idi ki: ‘Ortada kalan 7. Ordu unvanı ve birçok
enkaz… Bunları Halep’te, Suriye’nin kuzey ucunda toplamak, ondan sonra yeni
karar almak.’ Ve bunu bizzat ben yapacaktım. Bahsettiğim kuvvetleri Halep’te
topladım. Halep kumandanına verdiğim talimatta esas olan şu nokta vardı: ‘Bu
akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geriye çekeceğim. Yarın Halep’in Batı
Kuzeyinde İngilizler ve Araplarla muharebe edeceğim. Buna göre hareketinizi
tanzim ediniz.’ Olaylar dilediğim gibi cereyan etti. Ertesi gün, sabahleyin
benim kuvvetlerimin geri çekildiğini zanneden Arap ve İngilizler sevinçle
taarruza başladılar ve tarafımızdan alınmış olan tertibat ile mağlup olup
bozguna uğradılar. İşte orada bu zafer neticesi, bir hat tespit ve tahdit
ettim. Ve kuvvetlerime emir verdim ki: Düşman bu hattın ilerisine
geçmeyecektir. Ve nitekim geçememiştir. (Celal Bayar, Ben de
Yazdım Milli Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, Sabah Kitapçılık, İstanbul 1997, s.3 –
4)
Böylece
26 Ekim 1918 günü gerçekten Türk askerinin geri çekildiğini sanan Araplar ve
İngilizler saldırıya geçtiler. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın aldığı düzen
karşısında mağlup olmuşlardı. Bunun neticesinde Mustafa Kemal Paşa, Halep’in
kuzeyinde İngiliz Süvari Ordusunu ve asi Arapları 26 Ekim 1918 günü yaptığı
Birinci Dünya Savaşı’nın son muhaberesi olan Katma Muhaberesinde perişan ederek
düşman ordusunu bugünkü güney sınırımızda durdurmuş ve Toros Geçitlerini
düşmana tamamen kapatmıştı. Ayrıca Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu bu son
savunma hattına defalarca taarruz yapılmışsa da bunların hepsi geri
püskürtülmüş ve iki gün sonrada bu savunma hattının içerisine Antakya’da dâhil
edilerek korumaya alınmıştı. (Hatipoğlu, “a.g.m.”, 652-654)
Fakat
düşman Anadolu’nun giriş kapısında durdurulmasına ve sağlam bir savunma hattı
oluşturulmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu, Güney’deki bu tehdit sonucunda 30
Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak teslim bayrağını çekmiştir.
Fakat
milli mücadeleyi oluşturan çekirdek kadronun çoğu bu cephede savaşarak tecrübe
kazanmış ve Mustafa Kemal liderliğinde milli mücadeleyi başarıya ulaştırarak
bağımsız Türk devletini kurmayı başarmışlardır.