Büyük
Türk Milleti’nin tarihi dünyada küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Bu nedenle
Türk’ü tarihten çıkardığınız zaman ortada bir tarih kalmayacaktır. Çünkü
Türkler dünyanın farklı bölgelerine göç ederek birçok devlet kurmuş ve
vatanlaştırdığı yerleri kültür ve medeniyetiyle etkilemiştir. Bununla birlikte kimi
zaman dünya tarihini kimi zamanda kendi tarihini değiştirecek hamleler
yapmışlardır. İşte bu hamlelerden birisi 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt
Meydan Muharebesiyle Anadolu’nun kapılarını açarak vatanlaştırması olmuştur.
Yine 26 Ağustos 1922’de Anadolu’yu işgal etmek isteyen Yunan Ordusuna karşı
Mustafa Kemal’in komutanlığında Büyük Taarruz başlatıldı ve 30 Ağustos’ta
düşmana öldürücü darbe vurulmak için “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri”
emri verildi.
23
Ağustos 1921’de düşmanın Sakarya’da durdurulmasıyla başlayan süreç 30 Ağustos
1922’de düşmanı yurttan temizleme harekâtına dönüşmüştür.
Bu
tarihsel süreci kısaca şöyle değerlendirebiliriz:
5
Ağustos 1921’de Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal’e Başkomutanlık yetkilerini
verdi. 23 Ağustos 1921’de başlayan, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan
Muhaberesi kazanılmış ve Yunan Ordusu geri çekilmeye mecbur bırakılmıştır. Bu
savaşın yankılarını Orgeneral Kazım Özalp hatıratında şöyle ifade etmiştir:
“21 gün devam eden şiddetli düşman
taarruzlarının geri çevrilmesi ve çok yıpratıcı muharebeden sonra bizim karşı
taarruza başlamamız ve düşmanı mağlup ederek derhal takibe koyulmamız, bütün
cihanın önemle ilgisini çekmeye başlamıştı. Anadolu’da kurulan yeni Türk
devletinin, fevkalâde kıymet ve kudreti olan mükemmel ve muntazam bir orduya
dayandığı ve bu kuvvetin pek ustaca idare edilmekte bulunduğu kanaati gelişti.
Yunan ordusu ile bizi mağlup etmenin mümkün olamayacağı daha o zaman anlaşılmış
ve düşmanlarımızın en önemlileri bizimle sulh yapmak için başka yollardan
gitmek lazım geldiğini anlamışlardı.”1
Ayrıca
Özalp bu hatıratında Times gazetesi başta olmak üzere birçok yabancı basınında
Yunan yenilgisini gazetelerinde yazdığını ve bu savaşın artık bırakılarak
yerini diplomasinin alması gerektiğini ifade ettiklerini belirtmiştir.2
Ancak
Sakarya Savaşından sonra esas mesele düşmanın topyekun yurttan çıkarılması idi.
Fakat itilaf devletlerince yapılan mütareke ve sulh tekliflerine karşı fikirler
ileri sürülerek diplomatik yolda denenmek istenmiştir.3
Buna
mukabil Başkomutan Mustafa Kemal’in esas fikri şuydu:
“Memleketimizde bulunan düşmanlar
silah kuvvetiyle çıkarılmadıkça, milli varlık ve kudreti fiilen ispat etmedikçe
diplomasi alanında ümide kapılmanın caiz olmadığı hakkındaki inancımız kesin ve
daimi idi. En doğru inancın bu olduğunu, bu olacağını tabii olarak kabul etmek
gerekir. Hakikaten bugünün hayat şartları içinde bir fert için olduğu gibi bir
millet için de kudret ve kabiliyetini eseri ile ve fiilen gösterip ispat
etmedikçe itibar ve ehemmiyet beklemek boşunadır, kudret ve kabiliyetten yoksun
olanlara iltifat olunamaz. İnsanlık, adalet, mürüvvet icaplarını bütün bu
vasıfları haiz olduğunu gösterenler isteyebilirler. Cihan bir imtihan
meydanıdır. Türk milleti bunca asırdan sonra yine bir imtihan, hem bu defa da
en çetin bir imtihan karşısında bulunduruluyordu. İmtihanda başarı kazanamadan
lütufkârane muameleyi beklemek bizim için caiz olabilir miydi?”4
Bu
nedenle düşmanı yurttan temizlemek amacıyla 26 Ağustos 1922’de Afyon
bölgesindeki Kocatepe’den taarruza geçildi. Yunan ordusu, Türk ordusu
tarafından kuşatıldı ve düşman bozguna uğratıldı. 30 Ağustos’ta Başkumandanın
ön cephede idare ettiği ve Aslıhanlar bölgesinde Türk ordusu tarafından
kuşatılan düşman ordusu mağlup duruma düşürüldü.5
Kazım
Özalp Başkumandanlık Meydan Savaşını şöyle ifade etmiştir:
“30 Ağustos günü Dumlupınar’da
Başkumandanlık Meydan Muharebesi yapıldı. Burada düşman her taraftan sarılarak
tam bir hezimete uğradı. Yunan ordusu ölü, yaralı ve kısmen de esir olmak üzere
perişan oldu. Son anda başkumandanlığa getirdikleri Trikopis de eserler
arasında idi.”6
31
Ağustos’ta, Çalköy Zafertepe’den idare edilen harekâta tarihimizde “Başkumandan
Muharebesi” denilmesinin nedeni, Gazi Mustafa Kemal’in bu ön cephede bizzat
bulunarak düşman ordusunu çevirme harekâtı yaparak başarı sağlamasındandır.
İşte bu tarihte Dumlupınar’dan Büyük Millet Meclisi Ordularına Başkumandanın
gönderdiği emir: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” olmuştur.7
Bundan
sonraki süreçte düşman İzmir’e kadar kovalanmış Yunan ordusu İzmir’de denize
dökülerek bu harekât tamamlanmıştır. Böylece 10 Eylül 1922’de Mustafa Kemal,
İzmir’e girmiştir. Anadolu’nun batı bölgesi bu şekilde tamamen düşmandan
temizlenmiştir. Sahada kazanılan zaferi Mudanya ve Lozan Konferansları takip
etmiştir.
Böylece
1701’de Sultan Muhammed Alparslan’ın “size öyle bir vatan aldım ki ebediyen
sizin olacaktır” sözü Mustafa Kemal’in düşmanı Anadolu’dan söküp atmasıyla
vücut bulmuştur. Ancak bağımsız devletimizi kurmamıza rağmen düşmanın emelleri
halen tükenmemiş yıllarca çeşitli kaos planları ile ülkemizi işgal etmeye
çalışmışlardır. Bunun en büyük denemesini 15 Temmuz 2016’da FETÖ Terör Örgütü
gerçekleştirmeye kalktı. Darbe kalkışmasıyla ülkemizi işgale hazırlamaya
çalıştı. Ancak asil Türk milleti ve onun bağrından çıkan yerli ve milli
personeller bu kalkışmayı sabaha karşı bastırdı. Başarılı olamayan Şark Planı
hissedarları bu kez de Türkiye’yi terör eylemleri ile yıpratmaya çalıştı.
Ayrıca ABD sınırımızın hemen ötesinde tonlarca silah yardımı yaptığı 30 bin
kişilik bir terör ordusu kurdurdu. Böylece Türk askeri zafer ayı olan Ağustos
ayına bir zafer daha ekledi. İşte o zafer 24 Ağustos 2016’da sınır ötesine
başlattığı “Fırat Kalkanı Harekâtı” oldu. Bu harekâtları diğer sınır ötesi
operasyonlar izledi ve binlerce terörist etkisiz hale getirildi. 2016’dan
1071’e ve 1922’ye selam gönderen Mehmetçik dünyaya “Anadolu ebediyen bizimdir” mesajını verdi.
Kaynaklar:
1Kazım
Özalp, Milli Mücadele 1919 – 1922,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, c. I – II, Bas:5, Ankara 2020, s.215.
2Kazım
Özalp, a.g.e., s.215-216.
3Afet
İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk
Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Bas:6, Ankara 2020, s.91
4Afet
İnan, a.g.e., s.91-92.
5Afet
İnan, a.g.e., s.92.
6Kazım
Özalp, a.g.e., s.234.
7Afet
İnan, a.g.e., s.92-93.