Kubilay Muhammet Özdemir[1]
Türkler
tarih boyunca irili ufaklı birçok devlet kurup dünyaya yön vermiş büyük bir
millettir. Türk milleti bu yön çerçevesinde çeşitli coğrafyalara göç ederek
buralarda kalıcı olup milletleri her türlü etkilemeyi başarmıştır. Türklerin
4.yüzyılda Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’ya başlattığı göç ile birlikte Batı
şekillenmeye başladı. Büyük Türk Hükümdarı Atilla ile şekillenen Avrupa’da Roma
İmparatorluğu’nun temelleri sarsılmaya başladı. Ayrıca Papanın Atilla’nın
ayaklarına kapanmasını ve tarihler 1071’i gösterdiğinde ise Malazgirt zaferiyle
Alparslan’ın Romen Diyojeni yenmesini, 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in
İstanbul’u fethetmesini Küresel güçler asla unutmadı.
Özellikle Anadolu
topraklarının Türklerin elinde kalmasını bir türlü kendilerine yediremediler.
Hiç şüphesiz ki tarihte büyük değişimlere yol açan diğer Türk devletleri ile de
uğraştılar ancak Türkleri kırma noktası olarak Osmanlı İmparatorluğunun
gerileme süreci ile başlattılar. 1699 Karlofça Antlaşması ile Osmanlı çok büyük
kan kaybına uğradı. Bu Antlaşma ile Osmanlı’nın Orta Avrupa’daki egemenliği
büyük ölçüde sona erdi. Osmanlı Devleti, Batı’da ilk kez bu kadar toprak
kaybetti. Bunun yanında antlaşma ile ilk kez siyasi ve askeri açıdan kaybettik.
Osmanlı, Avrupa’dan geri çekilmeye Avrupa ise saldırıya geçti. Osmanlı 1699’dan
1918 Mondros Antlaşmasına ve 1920 Sevr Antlaşmasının imzalanmasına kadar ki
geçen süre zarfında açık pazar haline geldi ve resmen işgale uğradı. Özellikle
dünyanın kesişme noktası olan Anadolu’dan Türkleri atmak için küresel güçler
büyük oyunlar kurdular. Ancak tarihler 19 Mayıs 1919’u gösterdiğinde Milli
Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal’i hesap edemediler. Küresel güçlerin kurmuş
olduğu ve üzerinde yıllarca çalıştığı tarihi “Şark Planı”nı Mustafa Kemal ve arkadaşları çökertmeyi başardılar. “13
Eylül 1683 Viyana’da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya’da
durdurulmuştur.”[2]
Şark planı ile başlayan 1699 Karlofça Antlaşmasının imzalanmasıyla hızlanan küresel
güçler oyunu çökertilerek Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeni bir devlet olan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tün dünyaya resmen tanıtıldı.
Zor
geçen milli mücadele ve ardından yeni kurulan devletin sancılarına rağmen Türk
Milleti ayakta kalmayı başardı. Yeni Türk devleti benzeri görülmemiş inkılaplar
yaparak çağdaşlaşma yolunda büyük mesafeler katetti. Ancak küresel güçlerin
Anadolu’dan tamamen sökülüp atılması gerekliydi. Böylelikle Mustafa Kemal Atatürk,
ekonomi başta olmak üzere tüm alanlarda millileşme politikası izledi. Ayrıca Mason
localarına kökü dışarıda zararlı faaliyetler diyerek 1935 yılında tüm mason
localarının kapatılması emrini verdi.
Ancak küresel güçler
rahat durmayacaktı. Atatürk’ün ölümünden hemen sonra Anadolu toprakları
üzerindeki kirli emellerini planlamaya başladılar. Özellikle Türkiye’nin
dolaylı yollardan kan kaybetmesi için 1960 darbesi ve sonraki sokak çatışmaları
ile 1980 darbesi yine ardından binlerce insanımızın ölmesine neden olan bölücü
terör ile dini istismar eden örgütlerinin desteklenip Türkiye’nin başına musallat
edilmesi küresel güçlerin Anadolu üzerine kurdukları oyunlardandır. Etnik
kimlik üzerinden çıkarılan çatışmalar, mezhep kavgasının çıkarılmak istenmesi,
ekonomik bunalımlar ve yine çeşitli terör olayları oynanan oyunların diğer
ayağını oluşturmaktaydı. Türkiye dolaylı olarak kan kaybettirilmek isteniyor.
Kendi içinde enerjisinin tüketilip bölge bölge parçalanması hedefleniyordu.
Ancak 2200 yıllık Türk devlet geleneğine sahip Türk milletinin içerisinden
çıkan vatansever evlatları bu oyunları bozmaya çalışıyor ve bu uğurda şehit
oluyordu.
Ancak küresel güçler
Türk devletinin içine sızıntı yerleştirmeye başladı. Vatansever, milliyetçi
kişiler uydurulan gerekçelerle önü kesiliyor yada mahkeme karşısına çıkarılıp
içeriye atılıyordu. Onlardan doğan boşluğa ise küresel güç destekli Fetöcüler
yerleşiyordu. Uzun bir sürecin ardından bu davalardan beraat edenler yani milli
devletin kanadını oluşturanlar ile Fetöcü yapılanma karşı karşıya geldi. Fetö ise
milli kanadı güçlendirmemek için son darbeyi vurmak üzere 15 Temmuz 2016 günü
harekete geçti.
Fakat başarılı olamadı. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk
milleti ve devletin içindeki vatansever asker, polis, istihbarat görevlileri
kısaca tüm birimler vatanı korumak için direnişe geçtiler ve darbe sabaha
karşı bastırıldı. Ancak çok canımız yandı.
251 vatan evladı şehit
oldu. 2194 kişi gazimiz oldu. Küresel güçler Türkiye’ye 1980’den tam 36 yıl
sonra çok büyük bir darbe vurarak parçalayacaktı. Ancak devlet ve millet buna müsaade
etmedi. Tüm bunlardan sonra ardı ardına yapılan terör saldırıları sonucunda
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde birçok insanımız katledildi.
Ancak yinede
yılmadık. Mücadeleden geri durmadık.
Türk Silahlı
Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı ve yargıdan bir sürü ihraçlar ve tutuklamalar
olmasına rağmen Türkiye Küresel güçlere savaş açarak 40 gün sonra “24 Ağustos 2016 sabah dört sularında
Cerablus’dan başlayarak başta DEAŞ olmak terörist unsurları temizlemek amacıyla
“Fırat Kalkanı” adı verilen bir sınır ötesi operasyonunu başlattı. Yine bu
operasyonun devamı niteliğinde DEAŞ, PKK, YPG, PYD gibi terörist unsurları
temizlemek amacıyla 20 Ocak 2018 “Zeytin Dalı Harekatı” yaparak 18 Mart 2018’de
Afrin şehir merkezi Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrolüne geçti. Yine 9 Ekim
2019’da bu sefer “Barış Pınarı Harekatıyla” terörist unsurları kıran bir darbe
vuruldu.”[3]
Artık Türk’ün rahat
etmediği Yurtta ve Cihan’da Sulh olmayacaktı. Türk milleti Küresel güçlere
karşı savunmadan saldırıya geçmişti. Tıpkı 97 yıl önceki milli mücadelenin bir
benzerini farklı zamanlarda farklı mekânlarda ama aynı düşmana karşı yapıyordu.
Küresel güçler yeni bir
dünya düzeni kurarken bütün yöntemleri uygulamakta bazı ülkeler askeri müdahale
ile işgal edilmekte bazı ülkelerde ise iktidarlar renkli devrimlerle
değiştirilmekte idi. Böylelikle bu coğrafyaları kendi çıkarları açısından
yeniden dizayn etmek üzere Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi, Renkli
Devrimler, Arap Baharı diye adlandırdığı projelerle dünyayı savaş alanına
dönüştürdüler.[4]
Çünkü ulus devletlerin
gelişmelerin önünde bir engel olduğu yönündeki düşünceler güçlendikçe, küresel
ideolojiye uygun yeni bir siyasal iktidar ilişkisine yönelik artışlar görüldü.
Dünya Ticaret Örgütü, IMF, G-8 ülkeleri, Bankacılık Sektörü, Uluslararası Borsa
Hareketleri vb. kuruluşlar düzenledikleri seminerler sonunda yayınladıkları
raporlarında küreselleşmenin önündeki en büyük engelin ulus devlet olduğuna
vurgu yapıyorlar. Dünya ekonomisine yön veren ülke ve kuruluşların ulus devleti
gelişmeler önünde en büyük engel olarak görmeleri ulus devletin geleceğinin ne
kadar ciddi tehlikede olduğunu gösteriyordu.[5]
Sonuç
itibariyle; küresel güçlerin ulus devlet olan Türkiye’nin,
bulunduğu coğrafi konumun önemi ve tarihi kindarlıkları sebebiyle günümüzde de
uğraşmaya devam ediyorlar. Ancak bugün Türkiye Cumhuriyeti küresel güçlere
savaş açarak, dünya beşten büyüktür diyerek mazlumların yanında olmaya devam
ediyor ve bugün dünyanın bütün cephelerinde mücadele ediyor.
[1] Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul
Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi,
İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar,
Academia.edu’da makaleleri olmak üzere kendi blooger sitesinde de yazıları
vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2]İsmail Habip Sevük; (d. 1892, Edremit - ö. 17
Ocak 1954, İstanbul), Türk yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, siyasetçi.
Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu'da çıkarılan çeşitli gazetelerde Milli
Mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme aldı. Cumhuriyet döneminin ilk
edebiyat tarihi kitabı olan “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” adlı eserin
yazarıdır[1]. VII. TBMM’de Sinop milletvekili olarak
yer almıştır (1943-1946).
[4] Ünal
Acar, “Küresel Güç Mücadelesi ve
Ulus-Devletin Geleceği”, Mehmet Akif
Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, ISSN 1309-1387, c.11,
Say: 27, Mart 2019
[5] Ünal
Acar,
“a.g.m.”, Mart 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder