9 Ekim 2024 Çarşamba

TÜRK GENÇLİĞİ TEHLİKEDE FARKINDA MISINIZ?


 

Satanist bir genç Eyüp Sultan’da ve Fatih’te iki genç kızın vahşice canına kıydı ve sonrasında ise kendini surdan aşağıya atarak intihar etti. Yine genç bir kız iki kişi tarafından sokakta tacize uğradı. Köşe başlarında bekleyen uyuşturucu müptelaları, sabıka kaydı kabarık insanların toplum içinde dolaşması, gençlerin cinnet haline bürünmesi ve çeşitli gayri ahlaki şeylere özenmesi bir neslin uçurumun kıyısında olduğunu gösteriyor.

Gerçekten Türk gençliği tehlikede hem de bu tehlike inanılmaz bir boyutta ve önlem alınmazsa gençliğimiz elimizden kayıp gidecek diye endişeleniyorum. Çünkü gençlerimizde milli ve manevi değerler zayıfladı. Hatta kimisinde yok oldu. “Türk – İslam Kültür ve Medeniyeti” unutuldu ve bilinç kayboldu. Bunun yerine Batı’ya ve Batı’nın ahlaksız medeniyetine özenti başladı. Bununla beraber inançsızlık, gelenek - göreneklerin yok sayılması ve satanizm gibi vahşetlere özenme gibi vakalar ortaya çıktı.

Sorunları görüyoruz ama çözümü nedir? Çözüm nedir biliyor musunuz? Aslında her köşe yazımda üzerinde ısrarla durduğum “Eğitimdir, Eğitim”…

Bakınız geçen yazımda da belirttim. Eğitim sistemi öyle bir hal aldı ki eski sistemi arar olduk. Eski eğitimdeki öğretmen – öğrenci disiplini ortadan kalktığından beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Öğretmenin yetkilerinin sınırlandığı, öğretmenin veli ve öğrenci saldırılarına açık hale getirildiği, basitmiş gibi görülen ancak öğretmen ve öğrenci kıyafetlerinin dahi serbest bırakıldığı bir sistemden topluma yararlı milli ve manevi duygulara haiz nesiller yetişmesini nasıl bekleyeceğiz? Öğretmen atama sorunlarının olması, iyi yetiştirilememiş öğretmen kadrosunun olması ve özel okulların, dershanelerin aşırı derecede fazlalaşması ve eğitim sisteminin öğrenciyi istendik duruma getirememesi sonucunda nasıl bir nesil bekliyoruz?

Ayrıca saat gece on ikiyi geçince annesi babası merak eden nesil nerede kaldı? Neden gençler mahallelerde, köşe başlarında veya herhangi bir apartmanın merdivenlerinde boş boş sabahlara kadar oturuyorlar? Bu gençlerin okuduğu bir okul veya kendilerini merak eden bir ailesi yok mu? Cevabını vereyim. “YOK”…

Çünkü saat on ikiyi geçince evladını arayan, merak eden anne – baba nesli bitti. Yerine çocuklarının her istediğini altın tepside sunan bir nesil geldi. Çocuklarıma kıyamıyorum adı altında otorite kuramayan, sözünü dinletemeyen bir nesil ortaya çıktı. Bunun üzerine çocuklarda gereksiz ve hiçte sevimli olmayan şımarıklıklar oluşmaya başladı. Eğitim sisteminin de öğretmeni pasif bırakması sonucu okula giden bu tür çocuklarla baş edilemedi ve disiplin edilemedi.

Bunun sonucunda topluma aklı başında, milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, kültürlü, Türk – İslam medeniyeti ile yoğrulmuş bireyler kazandırılamadı. Bu nedenle çocuklarımız elimizden birer birer kayıp gitmeye tamamen bu milletin DNA’sına ve kodlarına aykırı ve kendini mankurtlaştıran akımlarım etkisine girdiler. Bunun sonucunda da bu çocuklar özünü kaybettiler ve asimile oldular.

Bunun yanı sıra kontrolsüz bir şekilde ne işe yaradığı belli olmayan sosyal medya araçları ve uygulamaları da çocuklarımızı ayrıca esaret altına aldı ve ahlaki duygularını köreltti. Böylece ortaya özünü kaybetmiş, yüreği ve aklı nefretle dolan, saçma sapan akımların etkisine giren, kutsalları tanımayan, vatan, bayrak, Allah aşkından bihaber nesil ortaya çıktı.

Bakınız bu yazdıklarım çok ciddi sorunlar. Bunun için devletçe ve milletçe önlem almak zorundayız. Kendini kaybeden bir neslin tekrar kendisini bulmasını sağlamalıyız.

Yoksa şehit kanları ile sulanan bu toprakları mankurtlaşmış bir nesil asla koruyamaz.

Ey Türk Gençliği sizlere çağrımı Akif’in yazdığı İstiklal Marşı’nın bir dizesiyle yapıyorum.

“Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı;

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

 

MİLLİ MÜCADELE’DE KASTAMONU’NUN ÖNEMİ


 

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun soluğunu kesmiş ve çeşitli cephelerde savaşarak Çanakkale Cephesi hariç tüm cephelerde yenilmiştir. 1918 yılına gelindiğinde savaş bitmiş ve Mondros Mütarekesini imzalayan Osmanlı İmparatorluğu teslim bayrağını çekerek işgale açık hale gelmiştir. 

1918’in acı faturasını elde kalan ve elden çıkan tüm Osmanlı imparatorluğunun toprakları ödediği gibi Anadolu’da bu faturayı çok ağır ödemiştir.

Kastamonu’da bu ağır bedellerden gerekli payını almış ve işsizliğin artmasının yanında savaşta hayatını kaybedenlerin geride bıraktığı ailelerin çilesi Kastamonu halkının gönlünü sızlatmıştır. 

Faruk Söylemez’in ifade ettiği gibi: 

“Kastamonu işgal bölgesi olmamasına rağmen, Türk vatanını bir bütün olarak görmüş ve Kastamonu halkı, vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı uğruna her türlü fedakârlığı göstermiştir. Aynı zamanda Kuvâ-yı Milliye’yi desteklemek amacıyla kurulan cemiyetler, gerek halkın aydınlatılmasında gerekse asker ve mühimmat temininde büyük çabalar göstermişlerdir. Yine Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek isteyen devlet erkânı ve İstanbul’dan gönderilen silahlar büyük bir stratejik öneme haiz olan İnebolu yoluyla, Kastamonu – Ilgaz güzergâhını takip ederek Ankara’ya ulaştırılmıştır.” (Faruk Söylemez, “Milli Mücadele Döneminde Kastamonu’da Kurulan Cemiyetler, Kahramanmaraş  Sütçüimam Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, s.254.)

Fakat Kastamonu’da ekonomik ve sosyal yapı zarar görmesi ayrıca savaştan kaçanların dağlara çıkarak eşkıyalık yapması ve asker ailelerini kaçırması bölgede büyük bir güvensizlik meydana getirmiştir. (Mustafa Eski, Kastamonu Basınında Milli Mücadele’nin Yankıları, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995, s.7)

Hatta Mondros Mütarekesi imzalanınca gayrimüslimler şımarmış ve kutlamalar yapmışlardır. Bununla birlikte Papaz Dacat isimli şahıs kendi etrafında Rumları ve Ermenileri toplamış ve ilin en yetkili kişisi olmuştur. Ayrıca kendisi, faytonla vilayet binasına geldiğinde vali, onu elçi karşılar gibi karşılamıştır. Yine İngiliz Yüzbaşısı Mister Senlich’in, Kastamonu’ya silah aramak için gelmesi şımarıklığın dozunu iyice arttırmıştı. Yedisinden yetmişine bütün Hristiyanlar en güzel elbiselerini giyerek kışla önünde yüzbaşıyı karşılamışlar ve sözde Türklerin kendilerine kötülük yaptığını bu nedenle Türklerin elinden kurtulmak istediklerini ballandıra ballandıra anlatmışlardır. (Hüsnü Açıksöz, İstiklal Harbinde Kastamonu, Türk Ocakları Derneği Kastamonu Şubesi Yayını, Bas:2, Kastamonu 2019, s.15)

Böylece Mondros Mütarekesinden sonra gayrimüslimlerin şımarıklıkları ve hainlikleri Kastamonu halkının vicdanını rahatsız etmesiyle birlikte bu yapılanlara karşı her geçen gün milli birlik ve dayanışma ruhunu da güçlendirmiştir. Bu nedenle Kastamonu halkı Milli Mücadele’ye, Kuva-yı Millliye’ye ve Mustafa Kemal’e her türlü desteği vermiştir.

Zaten o yıllarda Kastamonu’da sadece 58. Alay’dan söz edilmiştir. Bununla birlikte Kastamonu, Ankara’daki 20. Kolordu’nun mıntıka sahasında kaldığından yani 3. Ordu Müfettişliğinin dolayısıyla bu müfettişlik görevini üstlenen Mustafa Kemal’in yetki alanı içerisindeydi. Bu nedenle Mustafa Kemal, Samsun’a çıkıp Milli Mücadele’yi başlattıktan sonra Kastamonu’daki bazı görevliler padişah yanlısı bazısı da Mustafa Kemal yanlısı olarak kutuplaşmışlardı. Ancak Mustafa Kemal şehrin önemini bildiği için Kastamonuluların Kuva-yı Milliye’nin yanında olmasını sağlamak için Ali Fuat Cebesoy’a emir vermiş ve Kastamonu’ya teşkilatçı bir kumandanın görevlendirilmesini istemiştir. Bunun üzerine Miralay Osman Bey 16 Eylül 1919’da Kastamonu’ya gelmiştir. Böylece padişah yanlısı olanların sesi kesilmiş ve Milli Mücadele karşıtı Zafer gazetesi de yayın hayatına son vermiştir. Ayrıca Kastamonu, Kuvâ-yı Milliye ile fiilen birleşmiştir. (Mustafa Eski, a.g.e., s.7 -8) 

Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin Kuruluşu:

Kastamonu’da Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti kuruluşunu milli mücadelenin hemen başlamasıyla tamamlamıştır. Özellikle Kastamonu’da Kuva-yı Milliye’nin örgütlenmesini Vali Vekili Ferid Recai Bey’in emirleri doğrultusunda başlamış ve bölgeye Miralay Osman Bey’in gönderilmesiyle hız kazanmıştır. Böylece 28 Eylül 1919 tarihinde de Kastamonu Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti kurularak faaliyetler hızlandırılmıştır. (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.16-18)

Hüsnü Özlü makalesinde cemiyet ile ilgili aynen şunları ifade etmiştir:

“Cemiyet bir taraftan bütün gücü ile Milli Mücadeleyi desteklerken diğer taraftan da İstanbul Hükümetine karşı mücadele vermiştir. Özellikle cemiyet başkanı Ziyaeddin Efendi’nin İstanbul Hükümetine çekilen protesto telgraflarını imzalayarak ve bu konuda öncülük ederek Heyet-i Temsiliye’ye büyük destek olduğu görülmektedir. (Hüsnü Özlü, “a.g.m”.,s.73)

Cemiyetin Kurucuları ise şunlardır:

Başkan: Şeyh Ziyaettin Efendi’dir. İkinci Başkan: Eski mebuslardan Hoca Şükrü Efendi’dir. Üyeleri ise: Fazıl oğlu Besim, Hukuk Mahkemesi Başkanı Yusuf Ziya, Ulemadan Hacı Mümin, Tavukçuoğlu Ahmet, Akdoğanlıoğlu Mehmet Ali, Memleket Hastanesi Operatörü Ali Bey, Mülazımülevvel Şevket, Jandarma Mülazımevveli Remzi Bey, Açıksöz gazetesi sahibi Hamdi (Çelen) Bey’dir. (Faruk Söylemez, “a.g.m.”,s.252)

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin faaliyetleri Gençler Kulübünün de katılmasıyla kat kat artmıştı. Bir yandan ordunun ihtiyaçları karşılanmış diğer yandan ise Ankara’ya gidecek olan vatanseverlere ve zabitlere İnebolu yolu üzerinden yardım edilmeye çalışılmıştır. 

Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetinin faaliyetlerini Hüsnü Açıksöz şöyle anlatmıştır:

“Müdafaa-i Hukuk defterinde şehrimizden geçen yüzlerce zata para ile yardım edildiği görülmektedir. Bunlar lafta olmaz. Bir ordu yeni baştan iğnesinden ipliğine kadar giydirilip, kuşatılacaktı. Müdafaa-i Hukukumuz bir parti Sedat Bey bir parti de Altıağazadeler vasıtasıyla on bine yakın asker elbisesi ve kaput getirtmiş bunları Ankara’da ordu levazım dairesine göndermişti. Bunlardan başka çamaşır, çadır, çorap gibi eşya da derlenip, toplanıp gönderiliyordu. Bunların parasını kim veriyordu? Kastamonu ve Kastamonulular.” (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.50)

 Hüsnü Açıksöz, Kastamonu halkının milli mücadele için verdiği paraları da ayrıca eserinde belirtmiştir. Mesela Kastamonu şehrinde o dönemin parası 20.000 lirayı yalnız birkaç kişinin bir defada verdiğini yine köylerden ve kazalardan toplanan paralarında eklendiği hesaplandığında askerlere ve gelen – gidenlere yapılan yardımlarla birlikte 100.000 lirayı bulduğunu ifade etmiştir. Ayrıca bunun ilk hesap olduğunu sonraları da çokça paralar verildiğini Sakarya Harbi’nde de birçok fedakârlıklar gösterildiğini ayrıca Hilal-i Ahmer, Himaye-i Etfal, İzmir, Maraş yardımları da buna katılmalıdır. Açıksöz yine eserinde Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin dosyaları incelendiğinde onda dokuzunun hep yardım ve para toplama işleri ile alakalı olduğu belirtilmiştir. (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.50)

Bu ifadeler doğrultusunda Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Kastamonuluların ekonomik durumunun kötü olmasına rağmen milli orduya sadece asker değil aynı zamanda maddi yardım etmek ile de övünebilir. 

Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin Kadınlar Şubesinin Kuruluşu

Bu cemiyetin kuruluş tarihi kesin olarak belli olarak belli değildir. Fakat Kastamonu’nun erkekleri kadar kadınları da bu vatan büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Mitingler, protesto mektupları, yardım toplama gibi faaliyetlerinin yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nda cepheye sırtında top mermisi taşıyacak kadar cesaret timsali kadınlardı. İşte bu kadınlardan birisi vatanın kurtuluşu için cepheye mermi yetiştirmeye çalışırken yolda soğuktan donarak şehit olan Şerife Bacı’dır. 

Cemiyetin Kurucuları ise;

Zekiye Hanım (Polis Müdürü Halil Bey’in eşi), Kamuran Hanım (Defterdar Ferit Bey’in eşi), Saime Hanım (Sağlık Müdürü Ferruh Bey’in eşi), Bedriye Hanım (Maarif Müdürü Talat Bey’in eşi), Münire Hanım (Vilayet Mektupçusu Fuat Bey’in eşi), Refika Hanım (Miralay Osman Bey’in kızı), Neyyire Hanım (Reji Müdürü Ömer Bey’in kızı)’dır. (Hüsnü Açıksöz, a.g.e., s.9)

Cemiyetin kadınları mitingler düzenleyerek yapılan haksızlıklar dile getirilmiş ve hilafet ile sadaret makamlarına yapılan haksızlıkların durdurulması için gerekenin yapılmasını istemişlerdir. Ayrıca İngiltere ve İtalya ile Madam Wılson’a; İzmir, Antep, Maraş ve Urfa’da yapılan işgaller için protesto telgrafları çekmişlerdir. Bununla birlikte itilaf devletleri temsilcilerinin eşlerine de protesto telgrafları çekmişlerdir. (Faruk Söylemez, “a.g.m.”, s.247-248.)

Milli Mücadele’nin Diğer Önemli Gelişmeleri

Tüm bunlar yaşanırken milli mücadeleye destek veren Mehmet Akif Ersoy gibi önemli şahsiyetlerde Kastamonu’ya gelmiş hatta ilk vaazını Kastamonu – Nasrullah Camiinde vermiştir. Yine bazı şiirleri Kastamonu’nun önemli gazetelerinden ve milli mücadelenin destekçisi olan Açıksöz gazetesinde yayınlanmıştır. Akif’in çıkardığı dergi olan Sebilürreşad dergisinin bazı sayıları Kastamonu’da yayınlanmıştır. 

Böylece Kastamonuluların başta Kuva-yı Milliye ile birleşmesi, Kastamonu Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetini ve sonrasında hanımlar şubesini açması yine İnebolu yolunun önemi nedeniyle Milli Mücadeleye destek verenlerin geçiş yolu olması ve cepheye silah sevkiyatlarının yapılması ayrıca Mehmet Akif gibi önemli şahsiyetlerin uğrak yeri olup halkın mücadeleye davet edilmesi bununla birlikte Kastamonu ve Açıksöz gazeteleri gibi basın yayın organları ile milli mücadeleye destek verilmesi Kastamonu’nun önemini arttıran gelişmelerdir. Ayrıca Kastamonu’da; “Gençler Kulübü, Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti, Muallimler (Öğretmenler) Cemiyeti, Kadınları Çalıştırma Derneği, Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti, Kastamonu İlim Derneği, İçki İle Mücadele Derneği, Himaye-i Ahlak Derneği, Hanımlar Musiki Dershanesi” gibi oluşumlar kurularak milli mücadeleye destek verilmiştir.     

En önemlisi ise bu oluşumları gerçekleştiren ve Birinci Dünya Savaşı’nın tüm olumsuzluklarına rağmen Kastamonu ve halkı canını dişine takarak bu oluşumların kurulmasını sağlamış bu nedenle Milli Mücadele Hareketine ve onun lideri Mustafa Kemal’e tam destek vermişlerdir.  


3 Ekim 2024 Perşembe

TÜRKİYE KÜRESEL GÜÇ OLABİLECEK Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulunda İsrail’in, Filistin’de yaptığı katliamlar başta olmak üzere Birleşmiş Millet yapısını eleştiren konuşmasıyla damga vurdu. Özellikle Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi’nin çöktüğünü ve dünya beşten büyüktür ifadesini tekrardan kullandı. Dünyanın bu soykırıma sessiz kaldığını ifade etti.

Böylece Türkiye uzun zamandır üstlenmiş olduğu bölgesel aktör olma rolüne devam ederken aynı zamanda gücünü küreselleştirme evresine doğru ivme kazandırmaya çalıştı. Bölgesinde Dağlık Karabağ sorununu halleden ve Kıbrıs meselesinde önemli adımlar atan Türkiye, Filistin meselesini de dünya gündeminde tutmaya devam ediyor. Anlaşılan o ki Suriyeli mülteciler konusundaki yanlış politikasından rahatsız olan Türk milletinin çağrıları işitilmiş olacak ki sığınmacılar politikasını değiştireceği ve onun için Esad ile görüşme çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuyu da halletmeye çalışacağı görülüyor. Fakat Esad, ABD ve Rusya’ya rağmen bu görüşmeyi kabul edip Türkiye’deki sığınmacıları tekrardan kabul eder mi orası belli değil. Çünkü Türkiye, sığınmacılar meselesini de hallederse ekonomik ve insani yük bakımından rahatlayacak ve hem iç hem de dış politikadaki sorunları çözmek için daha da emin adımlar atacaktır. İşte bunu istemeyen ABD, Rusya, İsrail bu sorunun çözülmesini ister mi? Bölgede güçlü bir Türkiye mi? Yoksa sığınmacılar meselesi ve iç sorunları ile uğraşan bir Türkiye mi görmek isterler? Türkiye ağır bir demografi saldırısı altında çünkü ekonomik olarak da sıkıntı da olan Türkiye daha kendi gençlerine iş alanı açamamış, eğitimde ise istenilenler gerçekleştirilememiş ve eğitimde eski sistem aranır hale gelmiştir. Niteliksiz gençlerin yetişmesi, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve bunun akabinde çırakların ve meslek erbaplarının yetişmemesi ve bunun yabancı uyruklulardan karşılanması Türk gençliğini de işin içerisinden çıkılamaz bir hale getirmiştir.

Neredeyse Türkiye siyasetinden bahsederken eğitimden mutlaka söz ediyorum. Çünkü bir devleti devlet yapan eğitimdir. Her zaman şu örneği veririm. Koskoca 630 yıllık Osmanlı İmparatorluğu eğitimin çökmeye başlamasıyla birlikte gerilemeye başlamış ve son bulmuştur. Tarihten ibret almak her Türk gencinin ve bu millete liderlik eden herkesin boynunun borcudur.

Ayrıca bölgesel güçten küresel güce evrilmeye çalışılırken karasularımızda Yunan tecavüzlerinin artması ve hatta Datça’da karaya çıkıp gitmelerinin izahı olamaz. Çünkü bu yapılan antlaşmaların çiğnenmesi ve bu bir savaş sebebidir. İşte Yunanlılar, Türkiye’nin uğraştığı sorunlardan cesaret alarak bu tür kışkırtıcı eylemler yapmaktadır. Bunun için kendi içimizdeki gücümüzü ve enerjimizi tamamen toplamalı sorunları hallederek geleceğe sağlam adımlar atmalıyız. Önce Türk milletinin sorunlarının çözmeli ve çağrılarına kulak tıkamamalıyız.

Bu hem ülkesini seven, düşünen milliyetçi aydınlar olarak bizim hem de bu ülkeyi yöneten siyasetçilerin vatan borcudur.  

    

20 Eylül 2024 Cuma

TARİHİ HERGÜN GAZETESİNE GÖRE GİRESUN OLAYLARI

 











Tarihi Hergün Gazetesine göre Giresun’da yaşanan sağ – sol çatışmalarını ve o dönemde gelişen olayları araştırma yazımda ele almak istedim. Çünkü kitap olarak da piyasaya sürdüğüm ve bu kitabımın temel taşını oluşturan “Hergün Gazetesi” o döneme ait ciddi bilgiler vermiştir. Hergün gazetesi; yayımladığı haberlerinden tutun, araştırma ve yazı dizilerine hatta köşe yazarları kadrosuna kadar ciddi bir tarihi birikimi biz araştırmacılara armağan etmiştir diyebiliriz.

Bu nedenle bu yazımda tarihi Hergün gazetesinden yararlanarak Giresun’da yaşanan olaylardan bahsedeceğim.

Türkiye 1977 – 1980 yılları arasında düşük yoğunluklu bir savaş ortamı yaşıyordu. Hergün insanlarımızın ölüm haberleri paylaşılıyordu. Ayrıca ses getirmesi için bazen de toplum tarafından bilinen ve toplumun sinir uçlarına dokunmak için bireysel veya bölgesel suikastler düzenleniyordu. İşte o yıllarda Giresun’da da bu olaylara benzer durumlar yaşıyordu.

Giresun’da o dönemde yaşanan olayların boyutunu Ülkü Ocakları Derneği Giresun Şubesi Başkanı Ahmet Selimoğlu’nun şu sözlerinden anlayabiliriz:

“Biz, Ülkü Ocaklılar olarak her türlü anarşiye, kaba kuvvete ve sokak zorbalığına karşıyız. Sokaklarda atış talimi yapanlar, Bulancak’ta Ülkücü gençlerin kaldığı evleri gece kurşunlayanlar bilmelidir ki, bu hareketleri onlara hiçbir şey kazandırmamıştır, kazandırmayacaktır. Yalnız, milletimizin huzurunu kaçırmakta, Giresun’da anarşiyi bu solcu kriptolar yaratmaktadırlar.” (Metin Turhan, Ülkü Ocakları 1966 -1980, Ankara 2014, s.958)

Ülkücü Gençlik Derneği Giresun Şubesi Yönetim Kurulu basına bir demeç vererek dernek binalarının solcularca kurşunlanmasını nefretle kınadıklarını belirtmiştir. 15 Eylül 1978 günü derneğin camları kırılmış ve 18 Eylül 1978 günü ise kurşunlanmıştır. Bunun üzerine Giresun Yönetim Kurulu şu açıklamayı yapmıştır:

“Türkiye’de devlet yıkıcılarının yabancı ideoloji uşaklarının suçlarını büyük bir rahatlıkla işlemeye devam etmeleri siyasi cinayet ve terör olaylarının sürüp gitmesi tabiidir. Bu duruma en kısa zamanda dur denilmesinin bütün yurtta polis ve idarecilerin tarafsız sadece devleti ve kanunları düşünerek görev yapmalarının Türkiye’yi içinde bulunduğu kargaşadan kurtaracağına inanıyoruz.” (“ÜDG Giresun Şubesi Yönetim Kurulu, Dernek Binasının Solcularca Kurşunlanmasını Nefretle Kınadı”, Hergün Gazetesi, 30.09.1978,s.4.)

Tüm bu bildiriler ve açıklamalar yeterli olmamış ve Giresun’da her geçen gün olaylar daha hızlı yayılmaya başlamıştı.

Bu olayları Hergün Gazetesine göre şöyle sıralayabiliriz:

Hergün gazetesinin haberinde Giresun – Eynesil’de Ahmet Akpınar adlı kişi devlet memuru ve öğretmen olmadığı halde dışarıdan müdür tarafından imtihan salonunda görevlendirilmiştir. Sol görüşlü öğrencilere kopya vermeye çalışan bir kişiyi engellemeye çalışan Akpınar, solcular tarafından dövülmüş ve sonrasında evi Y.D.G.D ve Halk Evleri mensuplarınca çevrilmiş ve dışarıda oynamakta olan çocuğunun suratına H.K harflerini kazınarak ufacık çocuğun suratını tahrip ettikleri iddia edilmiştir. Daha sonra mağdurun çocuğunu alarak durumu kaymakama bildirdiği ancak bir netice alamayarak geri dönmek zorunda kaldığı da diğer iddialar arasında yerini almıştır. Aynı gazete ayrıca 20.06.1978 günü toplantı yapan TÖB-DER’li öğretmenler derneğinin fahri üyesi ve Fisko Birlik de çalışan elemanlar işten hiçbir gerekçe gösterilmeden atıldığı iddia edilmiştir. (“Ülkü-Bir Şube ve Üyelerine Yapılan Saldırılar”, Hergün Gazetesi, 04.10.1978)

Tüm bu iddialar Giresun olaylarının fitilini ateşlemeye başlamıştı. Üzerine Giresun’da yaşandığı iddia edilen yeni olaylarda eklenince durum çatışma noktasına doğru yol almıştı.

Hergün gazetesinin bir başka haberine göre ise; Giresun Eğitim Enstitüsü 24 Nisan 1978 günü açılmasıyla ülkücü gençlere karşı komünistlerin yeni oyunlar içerisine girdiğini, okul idaresi ve güvenlikten sorumlu idare ilgililerini de yanlarına alarak saldırılarını arttırdıklarını iddia etmiştir. Ayrıca Giresun Eğitim Enstitüsüne haksız ve kanunsuz yollarla 1500’e yakın solcunun alındığı, TÖB-DER adlı solcu kuruluş tarafından görevlendirilen öğretmenlerin ilk günden beri komünizm propagandası yaptığı, okul idaresinin ilk icraatının okuldaki tarihi ve milli tabloları indirmek olduğunu ve bununla birlikte hafta başı ve sonu söylenen İstiklal Marşı’nın okul idaresince yasaklandığı ve öğretmenler tarafından sınıflarda enternasyonal marş öğretilmeye başlandığı iddia edilmiştir. Ayrıca Hergün gazetesi okul idaresi ve öğretmenler, Marksist ideolojide öğrenci yetiştirebilmek için kendi görüşlerinden olmayanlara taraflı davranarak ezmek istediklerini iddia ederek solcularla işbirliği yapan okul idarecilerinin ve öğretmenlerin isimlerini tek tek açıklamıştır. Bununla birlikte yasaklı yayınların okula sokulduğu ve sınıflarda zorla satıldığı, okul ile ilişkisi olmayanlara kimlik kartı dağıtıldığı ve kimlik kartı dağıttığı tespit edilen ikinci sınıf öğrencisi Hasan Yılmaz adlı kişinin tutuklandığı, olaylarla hiçbir ilişkisi olmadığı halde milliyetçi gençlerin sanık olarak mahkemeye gönderildiği iddia edilmiştir. Bir başka iddia ise 03.05.1978 günü Eğitim Enstitüsü yatılı yurtta ülkücü kız öğrencilerin kapısı solcu kızlar tarafından kırılıp saldırıya uğradığı ve okul idaresinin saldırganları koruduğunu üstelik iki ülkücü kız öğrenciye 20 gün okuldan uzaklaştırma cezası verdiklerini de iddia etmiştir. Gazetenin diğer iddiaları 09.05.1978 günü Eğitim Enstitüsündeki kız öğrencilerin yemeklerine zehir atıldığı, 10.05.1978 günü memleketlerine gitmekte olan ülkücü öğrencilerin arabaları Bulancak ve Espiye’de taşlandığı, 11.05.1978 günü birinci sınıf öğrencilerinin saldırıya uğradığı ve üç ülkücü öğrencinin haksız yere tutuklandığını, 14.05.1978 günü ülkücü öğrencilere ateş açıldığı ve ateş açanların tutuklandığı, 17.05.1978 günü ise iki ülkücü öğrencinin silahlı saldırıya uğradığı ancak bu sefer saldırganların tutuklanmadığı diğer iddialar arasında yerini almıştır. (Giresun Eğitim Enstitüsü Dosyası, Hergün Gazetesi, 08.10.1978)  

Sözünü ettiğimiz dönemde olaylar sadece üniversitelerle sınırlı kalmamıştı. Fikirsel çatışmalar, yaşanan gerilimler çatışmaların boyutunu daha da alevlendirmişti.

21 Ocak 1979 yılı Hergün gazetesinin haberine göre Giresun – Tirebolu’da komünist militanların Büyük Ülkü Derneği’ni bombaladıklarını ve Tirebolu’nun 5 kez bombalanma olayları ile karşı karşıya kaldığını iddia etmiştir. (“Tirebolu Büyük Ülkü Derneği Bombalandı”, Hergün Gazetesi, 21 Ocak 1979.)

Yine 31 Ağustos 1979 yılında Adalet Partisi Bulancak İlçe Başkanı Alaattin Kıroğlu’nun evi ve işyeri otomatik silahlarla yaylım ateşine tutulmuştu. (“Adana’da Sivil Savunma Müdürü Öldürüldü, Tunceli’de MHP Elazığ Gençlik Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Ağır Yaralandı”, Hergün Gazetesi, 31.08.1979)

Bunun üzerine Hergün Gazetesi’nin 15 Eylül 1979 yılındaki haberine göre ÜGD ve ÜLKÜ – BİR Giresun Şubeleri ortak bir açıklama yaparak o günlerde artan olaylar hakkında şunları söylemiştir:

“Öteden beri devam eden olaylar son günlerde büyük boyutlara ulaştı ve birçok ülkücü milliyetçi kuruluş kurşunlandı. Geçtiğimiz gün Alaattin Kıroğlu ve Durmuş Zehirler’in iş yerleri ve evleri kurşunlanmıştır. Bu çeşit saldırılar karşısında Bulancak’ta esnaf ve halk tedirgin durumdadır.” Diye açıklamada bulunmuştur. (“Ülkü – Bir ve Giresun Şubeleri Ülkücü Milliyetçi Kuruluşlara Yapılan Saldırıları Kınadı”, Hergün Gazetesi, 15.09.1979) 

1980 yılı tüm Türkiye için kaosun ve düşük yoğunluklu savaşın yılı olmuş ve neredeyse her ilimiz bu çatışmalardan ve olaylardan etkilenmişti. İşte bu çatışmalardan olaylardan etkilenen illerimizden biri de Giresun’du. Bu ilimizde 1980 yılında olaylar iyice ateşlenmiş ve bu olaylar artık yaralama ve cinayetlerle sonuçlanmaya başlamıştı.

Hergün Gazetesi, Giresun’un Bulancak ilçesinin Küçükada Köyünde ülkücü iki kardeş olan Ömer Aydemir ile Hasan Aydemir’e, dört komünistin tabanca ile ateş edilerek yaralandığını ifade etmiştir. (“Safranbolu’da MHP İlçe Başkanı Yaralandı, 1 Ülkücü Şehit Oldu”, Hergün Gazetesi, 23.05.1980)

Yine iki kişi oldukları iddia edilen komünistlerin otomobiliyle gitmekte olan MHP Tirebolu İlçe Başkanı olan Nuri Bayraktar’ı yaylım ateşine tuttukları ve saldırıdan Bayraktar’ın yaralanmadan kurtulduğu ifade edilmiştir. (“Komünist Saldırılar Bitmek Bilmiyor, Hergün Gazetesi, 08.06.1980)

Haziran ayının diğer haberlerine göre ise Giresun’un Çandırçalış Köyüne yolcu götürmekte olan minibüs Kirazlık Köyü mevkiinde silahla taranmış ve olayda Yakup Başaran ile Sabri Başaran hayatını kaybetmiştir. (“Bombalı Saldırı Tertip Eden CHP İlçe Başkanı Gözaltında!”, Hergün Gazetesi, 13.06.1980)

O dönemde olayların sadece Giresun veya Türkiye’nin belirli bir bölgesinde olmadığını ifade etmiştik. İşte bu görüşümüzü Hergün Gazetesinde çıkan şu olayla destekleyebiliriz:

Üniversite seçme imtihanlarına katılmak üzere gittiği İstanbul’da öldürülen ülkücü Özcan Korkmaz’ın cenazesi doğum yeri olan Giresun’un Espiye ilçesinde toprağa verilmiştir. (“İstanbul’da Ülkücü Bir Genç Şehit Edildi”, Hergün Gazetesi, 19.06.1980)

Olaylar Haziran ayında hız kesmemiş çeşitli meslek gruplarından olan kişilerin ölümüyle de sonuçlanmıştır.

Merkez ilçeye bağlı İnişdibi Köyünde ilkokul öğretmenliği yapan İsmail Genç adlı ülkücü, bir arkadaşının düğününden dönerken komünistlerin saldırısı sonucu hayatını kaybetmiştir. Emniyet müdürü Sadettin Tantan, öğretmeni vuranların olaydan sonra yakalandığını bildirmiştir. (“MHP’li 3 Kişilik Bir Aile Şehit Edildi”, Hergün Gazetesi, 25.06.1980)

Hergün Gazetesinde 1980 yılında devam eden diğer olaylar ise şöyledir:

Eynesil İlçesinin Yarımca Köyünde meydana gelen olayda aynı aileden 2 kişi ölmüş 4 kişide yaralanmıştır. Yaylım ateşine tutulan aileden Hakkı Köse ve Meryem Köse olay yerinde hayatını kaybetmiş, Osman Köse, Senem Köse, Fevziye Köse ve Gönül Köse ağır yaralanmıştır. (“Atatürk İlkokuluna Kızıl Bayrak Astılar, Hergün Gazetesi, 07.07.1980)

Giresun’un Dereli İlçesine bağlı Kümbet Köyünün kahvehanecisi gece kimliği tespit edilemeyen bir kişinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmiştir. (“CHP İstanbul Milletvekili A. Köksaloğlu Yazıhanesinde Öldürüldü”, Hergün Gazetesi, 16.07.1980)

İbrahim Tonya adlı bir ilkokul öğretmeni Bulancak’tan otomobili ile Talipli Köyüne giderken dört kişi oldukları belirlenen silahlı kişilerin saldırısına uğrayarak ağır yaralanmış ve ağır yaralı şekildeki öğretmen kaldırıldığı Giresun Devlet Hastanesinde kurtarılamayarak yaşamını yitirmiştir. (“Komünistler Mersin’de Terör Estiriyor”, Hergün Gazetesi, 29.07.1980)

Giresun olayları ile ilgili Hergün Gazetesinin 1977 – 1980 yılları arasındaki arşivinden ancak bunları bulabildim. Bu çalışmamın Giresun’un tarihine katkı sunacağını düşünüyorum. Bu nedenle bu yazımın başta milletimiz, Giresunlular, araştırmacılar ve akademisyenler tarafından önemli bir araştırma yazısı olarak görülmesi ve bu yazımdan yararlanmaları için Son Saat gazetesi aracılığıyla yayımlıyorum.  



RÖPORTAJ

 


Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir Ülkücülerin Hafızası Olan Hergün Gazetesi’nin Doğuş Projesini Son Saat Gazetesi’ne Anlattı:

“HERGÜN GAZETESİNİ İLK DEFA AKADEMİK ANLAMDA ÇALIŞIP BİLİM DÜNYASINA KAZANDIRAN BENİM”  


 Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması konulu akademik çalışmasını tez olarak ilk defa Ulusal Tez Merkezinde 2021 yılında yayımlanmış, kitap olarak ise askerlik vazifesini tamamladıktan sonra 2022 yılında yayın hayatına kazandıran Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir: “Hergün gazetesi dönemin olaylarını ve ülkücü hareketin tarihini en iyi anlatan sağlam bir tarihi kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Gazetede değerli köşe yazarlarının o yılları en iyi şekilde analiz ettiği, dönemin olaylarına farklı mecralardan ışık tuttuğu gözlemlenmekle beraber bazı olaylarda karartma uygulanmış olsa da gazetede yayımlanan haberler bazı sol fraksiyonların yayınları veya devletin kayıtları ile karşılaştırıldığında birebir örtüşmektedir. Bu nedenle Hergün Gazetesi, MHP ve ülkücüler için o dönemi anlatan en sağlam kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır.”

Milliyetçi – Muhafazakâr görüşün en genç temsilcilerin birisi olan ve geleceğin tanınan fikir insanları arasında aday gösterileceği ön görülen Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir, “Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması” başlıklı kitabını okurlarla 2022 yılında buluşturdu. Bu kitabıyla başta sağ – sol kavramlarını, ülkücü hareketi, MHP’yi ve o dönemde yaşanan Türkiye’deki kırılma noktalarını Hergün Gazetesi bağlamında gözler önüne serdi. Türkiye’de ilk defa akademiye kazandıran bu tezin mimarı Kubilay Muhammet Özdemir ile SON SAAT GAZETESİ okurları için konuştuk.

 

 

Hergün Gazetesini tez olarak çalışmak nereden aklınıza geldi ve bu tezin doğuşu nasıl oldu? Kısaca okuyucularımıza bunu anlatır mısınız?

 Tabi ki de. Ben 2019’da İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tarih Tezli Yüksek Lisansına başladım. Burada ilk yıl kıymetli öğretim üyelerinden dersler gördüm. İkinci yılımda ise danışman ve tez konusu belirlemem gerekiyordu. Bu nedenle alanında uzman ve kendisi de bu dönemlere hâkim olan ayrıca o dönemlerde Bölüm Başkanlığı ve Anabilim Dalı Başkanı şimdilerse ise Dekan Yardımcılığı görevlerini üstlenen Doktor Öğretim Üyesi Enver Emre Öcal hocamdan tez danışmanım olması için ricacı oldum. Kendisi de sağ olsun ricamı kırmadı ve tez danışmanlığımı üstlendi. Böylece danışman hocamla birlikte tezi belirleme sürecine girdik. Dediğim gibi hocamın kendisi o dönemlerle alakalı doktora tezi ve makaleler yazdığı için alanında ciddi bir bilgi birikime sahipti. En sonunda yaptığımız araştırmalar sonucunda bugüne kadar hiç çalışılmamış bir gazeteyi bulup onun üzerinden Türkiye’deki (tarihsel) kırılma anlarını anlatalım dedik. Böylece Hergün Gazetesinin akademik anlamda hiç çalışılmadığını gördük. Buna açıkçası hem sevinmiş, çünkü tez konumuz çıkmıştı, hem de MHP ve ülkücüler açısından böylesine önemli bir gazetenin halen çalışılmamasına çok şaşırmıştık. Bunun üzerinde Hergün Gazetesini tezimizin ana çatısını oluşturacak unsur olarak kararlaştırdık. Sonra dedik ki bu böyle kalmasın. Sonra tarihi belirledik. Dedik ki 1977 – 1980 yılları olsun. Ondan sonra bununla da yetinmedik. Dedik ki bu dönemleri anlamak için sağ – sol kavramlarını açıklayalım ve 1977 yılına giden süreci de ele alıp açıklayalım. Böyle de yaptık ve gerçekten ortaya mükemmel bir eser çıktı. İnanın çok uğraştık. Titizlikle bilgileri nakşettik. İnanın bu eseri hazırlamam bir buçuk yılımı aldı. Ben ne kadar yorulduysam tez danışmanım Enver hocamda inanın o kadar yoruldu. Ama bu eser yorulmamıza değdi. Bu vesileyle danışman hocam Doktor Öğretim Üyesi Enver Emre Öcal’a tekrardan teşekkür etmiş olayım.

 

Anlaşılan ortada büyük bir emek var. Peki bu tezi nasıl hazırladınız? Yararlandığınız başka kaynaklarda var mı? Süreç nasıl işledi?

Evet dediğiniz gibi ortada büyük bir emek var. Biz konuyu belirledikten sonra ben hızla kaynak taramalarına giriştim. Literatürlere baktım. En sonunda gazeteyi nereden bulacağımı araştırdım. Sonunda bütün araştırmalarımı tamamlayarak belirlediğimiz tarihlerdeki olayları toplama aşamasına geçtim. Bunun için günlerce İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesine gittim. Hergün Gazetesi’nin 1977 yılının Ocak ayından başlayarak 1980 yılına kadar fotoğrafladım. Çektiğim fotoğrafları da eve gelince bilgisayara aktarıp olaylara göre ayırdım. Hatta maalesef çok can alan korona virüs salgını dönemiydi. Bu yüzden kütüphaneler geçici olarak kapatıldı. Benimde gazeteyi fotoğraflamam yarıda kalmıştı. Gerçekten çok üzülmüştüm. Bir yandan salgın hastalığın aldığı canlara bir yandan da çalışmamın yarım kalmasına ciddi manada üzülmüştüm. Birkaç ay sonra mesafeli bir şekilde bizi kütüphaneye almaya başladılar ve o şekilde fotoğraflamamı tamamlayabildim. Bunun haricinde kitabımın kaynakça kısmına bakarsanız zengin bir kaynaktan yararlandığım görülecektir. Ayrıca kaynaklarımın Hergün Gazetesiyle sınırlı olmadığını bunun haricinde kitaplardan, dergilerden, makalelerden, ansiklopedilerden, yüksek lisans ve doktora tezlerinden, tutanaklardan, internet kaynaklarından ve o dönemin diğer gazetelerinden de yararlandığım görülecektir.

 

Hergün Gazetesini akademik anlamda ilk siz çalıştığınızı söylüyorsunuz. Şunu merak ediyorum. Bu zamana kadar Hergün gazetesiyle ilgili herhangi çalışma olmamış mı?

Akademik anlamda Hergün Gazetesini Türkiye’de ilk defa ben bilim dünyasına kazandırdım. Gece kitaplığı yayınlarından çıkan bu eser tüm kitap satış sitelerinde yerini aldı. Hatta uluslararası belgeye sahip bu yayınevi benim bu eserimi Harvard Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi başta olmak üzere 26 yabancı devlet üniversitesinin kütüphanesine de göndermiş oldu. İsteyenler bu üniversitelerin kütüphanesine girerek kitabımın oraya gönderilip gönderilmediğine de bakabilirler. Ayrıca gece kitaplığı yayınlarının sitesine girip hangi yabancı devletlerin kütüphanesine kitap gönderiliyor bakabilirler. Böylece Hergün gazetesini ben bırakın Türkiye’de tanıtmayı dünya çapında da tanıtmış oldum.

 

Onun haricinde elbette Hergün Gazetesi ile alakalı kitaplar yazan, köşe yazıları yazanlar var. Ancak onların Hergün Gazetesi ile alakalı yazdıkları akademi dünyasınca kabul görmemiştir. Bilimsel manada bir ilkleri yoktur. Genellikle şahıslar üzerinden giden bir anlatımı tercih etmişlerdir. Olayların ruhuna nüfuz edememişler ve yaşanılan dönemi objektif değerlendirememişlerdir.

Bu nedenle benim hazırlamış olduğum eser hem bilimsel hem güvenirliği yüksek ve aynı zamanda olaylara objektif bir bakış açısı da sunmaktadır.

 

Kitapseverler Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması adlı eserde nelerle karşılaşacak?

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum. Bu eser her ne kadar akademik olsa da dili gayet anlaşılır ve akıcıdır. Tarihe meraklı her kesimin rahatlıkla anlayacağı ve sürükleyiciliği yüksek bir eserdir. Amacımız bu çalışmayla Hergün Gazetesini farklı boyutları ile incelemek ve öne çıkan unsurlarını detaylı bir şekilde ele almak amacıyla yayınlanmıştır. Çalışmada öncelikle sağ – sol kavramlarının ne olduğu ve geçirdiği evreler aşama aşama detaylandırılmıştır. Sağ ve sol kavramlarının literatüre nasıl girdiğini, hangi ideolojik düşünceleri ortaya çıkardığını ve bu bağlamda Türkiye’ye nasıl bir etkisinin olduğunu, sağ – sol kavramlarının siyasi düşünce olarak ne zaman keskinleşmeye başladığının kısa bir tahlili yapılmıştır. Bu tahlilin amacı Hergün Gazetesinin tarihsel bir süreç içerisinde bu ideolojik düşüncelerden hangisine daha yakın durduğunu ve yayın olarak hangi yaklaşımı benimsediğini en isabetli bir şekilde ortaya koymaktır. Öte yandan sağ – sol kavramlarının literatüre nasıl girdiği ve Türkiye’ye etkisi yine sağ – sol kavramlarının keskinleştiği olaylar ve ideolojiler üzerine kurulan partiler bilinmeden Hergün gazetesinin yayın süreci doğru bir biçimde anlaşılamazdı. Bunun için sağ – sol kavramlarının keskinleştiği yıllar olarak II. Dünya Savaşıyla beraber 1944 Davası ve 1960’a giden süreç ve aynı tarihten 1970’e giden olaylar silsilesinin kronolojik olarak genel değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu bağlamda sağcı – solcu öğrencilerin örgütlenmeleri ve öğrenci olaylarının sıklaşmasıyla 12 Mart 1971 Muhtırasına giden süreç de analiz edilmeye çalışılmıştır. 12 Mart Muhtırasından sonra kurulan I. Milliyetçi Cephe Hükümetine değinilmiş ve 1977’den itibaren sağ ve sol akımın birbirleriyle olan çatışmaları anlatılarak bu olaylar Hergün gazetesi özelinde nasıl verildiği analiz edilmeye çalışılmıştır.

Eserin sonraki bölümünde Hergün gazetesinin tarihsel gelişimi ve gazetenin el değiştirmesiyle oluşan değişimle birlikte Milliyetçi Hareket Partisi ile nasıl bir bağının olduğu ele alınmıştır. Bu süreçte 1977 – 1980 olaylarına Hergün gazetesinin nasıl baktığı irdelenmiştir. Bu bağlamda Türkiye’de ses getiren olaylar Hergün gazetesinin özelinde incelenirken köşe yazarlarına ait spesifik görüşlere de başvurulmuştur. Böylece Hergün Gazetesinin izlediği yol takip altına alınmış ve doğrudan birinci el kaynaklardan yararlanılmıştır.

Eserin sonuç bölümünde ise elde edilen bulgulardan hareketle Hergün gazetesinin diğer sol fraksiyonların yayınlarıyla karşılaştırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Hergün gazetesinin, Milliyetçi Hareket Partisi ile tarihsel bir bağı olup olmadığı analiz edilmiştir. Ortaya çıkan sonuçlar objektif bir şekilde ortaya konulmuştur. Bütün bulgulardan elde edilen sonuçlara bu bölümde yer verilmiş ve eserimiz böylece tamamlanmıştır.   

Çalışmanızın içeriğini gerçekten güzel özetlediniz. Ancak Hergün gazetesinin tarihini biraz daha açar mısınız?

 Hergün Gazetesinin kuruluşu çok eski bir tarihe dayanıyor. Bu gazete 12 Kasım 1947’de Mehmet Faruk Gürtunca tarafından kurulmuştur. Hergün gazetesi bir ara Demokrat Partiyi desteklemiş ve Türkiye’de ortalık karışıkken bile manşetleri hep magazinsel tarzda olmuştur. Fakat 1975’de Faruk Gürtunca gazeteyi Zeki Saraçoğlu’na sattıktan sonra Hergün Gazetesi o tarihten itibaren yayın politikasını tamamen değiştirmiş. Magazinsel bir kimlikten vazgeçip siyasal bir kimliğe bürünmüş hatta MHP’nin resmi yayın organı haline gelmiştir.


 

Peki MHP, Hergün Gazetesine neden ihtiyaç duydu?

Şöyle ki o dönemde sol yayınlar ciddi derecede etkiliydi. Maalesef o dönemlerde fiziksel çatışmaların yanında bir de fikirsel çatışmalarda vardı. Her görüş kendi fikriyatının haklılığını gazeteler ve dergiler aracılığıyla yaymaya çalışıyordu. Çünkü o dönemin en önemli propaganda aracı gazete ve dergilerdi. Ayrıca yaşanan olaylardaki cinayetler basın yoluyla karşıt görüşün üzerine bırakılabiliyordu. Örnek verecek olursak Mustafa Kuseyri’nin öldürülmesi olayıdır. Mustafa solcu arkadaşları tarafından hayatına kast edilirken basın ve propaganda yoluyla bu cinayet ülkücülerin üzerine bırakılmak istendi.

İşte tüm bunları gören Alparslan Türkeş bir gazete arayışına girdi ve askerdeyken Türkeş’in yedek subaylığını yapan Zeki Saraçoğlu’na gazetecilik mezunu olduğu için kendisinin bir gazete araştırması yapmasını istediğini söylemiştir. Araştırmaları sonucunda Saraçoğlu, Hergün gazetesinin satışa çıkarıldığını belirtmiş ve bunun üzerine Türkeş gazetenin satın alınması talimatını vermiştir. Böylece Hergün gazetesinin yayın politikası tamamen değişerek 12 Eylül 1980 darbesine kadar yayın hayatına devam etmiştir.

Hergün Gazetesinin, MHP’nin resmi yayın organı haline geldiğini ifade ettiniz. Akılla şu soru geliyor. O zaman Hergün gazetesi taraflı mıydı? Burada yazarlık yapan kadro köşe yazılarını taraflı mı yazıyordu?

Bu soru gerçekten çok güzel ve çok kıymetli bir soru çünkü ben de bu sorunun cevabını bu eseri araştırırken çok aradım ve ilginç sonuçlara ulaştım. Öncelikle şuradan başlayayım. Hergün gazetesinde çalışan ve yazıları yayımlanan Yaşar Okuyan ve Taha Akyol gibi isimler aynı zamanda Milliyetçi Hareket Partisi’nde de çalışan isimlerdi. Bu nedenle 1977 – 1980 yılları arasında yaşanan olaylar Hergün gazetesinde MHP’nin politikalarına göre tasarlanmıştır. Bu nedenle bazı gazete haberleri parti politikalarına uygun düşmüyorsa karartmalar yapılarak üzeri örtülmeye çalışılmıştır. Fakat şaşırtıcı olan şu her ne kadar eserin içerisinde belirtilen bazı olaylara karartmalara başvurulmuş olsa da gazete yayımlanan haberler bazı sol fraksiyonların yayınları veya devletin kayıtları ile karşılaştırıldığında birebir örtüşmektedir. Bunun haricinde Hergün gazetesi her ne kadar MHP’nin çizgisinde bir yayın politikası izleyerek politize olmuşsa da Taha Akyol’un köşe yazılarında ortaya koyduğu tespitlerin yerinde ve dönemin durumuna ışık tutacak şekilde olduğu açıkça görülmüştür.

Yine Hergün gazetesinde köşe yazıları yayınlanmış önemli bir elit kadrosu da vardı. (Kitapta detaylı olarak hepsi vardır.) Bu yazar kadrosu tarihi, dış politika ve günlük siyasi yazılar yazarak Hergün gazetesine katkı sunmuşlardır. Hergün gazetesi kimi zaman susturulmak istenmiş kimi zaman bombalanmış ancak bütün zorluklara göğüs germiştir. Fakat 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar yayın hayatını sürdürebilmiş ve o yıl yayın hayatına son vermiştir.

Ayrıca Hergün gazetesi politik mücadeleler vermekle birlikte hikaye, şiir, fıkra gibi edebi yazılar da yayımlamıştır. Bu yayımlanan yazılarda Hergün gazetesinin ilavesi olan Ülkü Aile ile Sanat 77’yi okuyucularına sunmuştur. Ayrıca Hergün gazetesinde tarihi ve politik yazı dizileri de yayınlanmış ve bu yazı dizisiyle birçok olaya yeni perspektiflerin sunulduğu da görülmüştür.  Sonuç itibariyle Hergün gazetesi politize olmasına rağmen döneme farklı bir sağ perspektiften bakması ayrıca devlet politikasına aykırı bölücü bir yayın yapmaması, edebi ve kültürel bir yönünün de olması nedeniyle döneme ışık tutan milliyetçi nitelikte olan önemli bir gazete yayını olduğu tespit edilmiştir.

Hocam bu kıymetli röportaj için çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz veya okuyucularımıza iletmek istediğiniz mesajlarınız var mıdır?    

Ben öncelikle Mesut Bey size ve Son Saat gazetesine çok teşekkür ederim. Bu röportaj Hergün Gazetesi’nin tanıtılmasına ve ona emek veren şahsımın tanınmasına vesile olacağını ümit ediyorum. Çünkü bu kitap gerçekten daha önce yazılmış olan kitaplardan veya makalelerden çok daha farklı ve bilgi bakımından zenginlik dolu bir eser olarak okuyucunun karşısına çıkıyor. Ayrıca bu esere özellikle Hergün gazetesi ile hatırası olan o dönemin kuşağı ile o dönemi anlamak isteyen genç kuşağın sahip çıkması gereken bir eser olarak görüyorum. Ayrıca tarihsel bir öneme haiz olan bu eserin 1977 – 1980 yıllarını çalışan araştırmacıların başucu kitabı olarak yararlanabilecekleri öneme haiz bir eserdir.

O dönemde Türkiye’de yaşanan düşük yoğunluklu bir savaş ortamını tarafsız bir şekilde en iyi anlatan bu eserin okunmaya ve tanıtılmaya tarihi hafızamızı güçlendirmek için çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması adlı kitabım bütün kitap satış sayfalarında vardır. Tekrardan sizlere ve okuyucularımıza teşekkür ediyorum.


İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI’NA AÇIK MEKTUP


 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ  - Bismillahirrahmanirrahim.

Sayın İslam İşbirliği Teşkilatı’nın değerli 57 ülkesi,

İslam İşbirliği Teşkilatı dört kıtaya yayılmış 57 üyesi ile Birleşmiş Milletlerden sonra dünyada kurulmuş ikinci büyük örgüttür. Hatta daha ilginci bu teşkilat, işgal altındaki Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın yakılması olayının ardından 25 Eylül 1969 günü Fas Krallığı’nın Rabat şehrinde gerçekleştirilen tarihi zirve kararıyla kurulmuştur. Daha da ilginci “Filistin ve Kudüs İşleri Dairesi” bu teşkilat içerisinde büyük bir daire olarak kurulmuş ve Filistin davasına ayrıca önem verilmiştir.

Fakat siz değerli üyelere en ilginç şeyi söyleyeyim. Mescid-i Aksa için kurulan ve ayrıcalıklı departman kurulan hatta Filistin’in de üye olduğu bu teşkilat, İsrail’in günlerdir sürdürdüğü katliamı engelleyememiştir. Binlerce şehit edilen sivil için bir şeyler yapamamıştır.

İslam İşbirliği Teşkilatı, Filistin halkını İsrail’in katliamına terk etmiştir. Türkiye hariç 56 İslam ülkesi Amerika’nın şımarık çocuğu olan İsrail’e karşı direnememiştir. Ancak İsrail Başbakan’ı Netanyahu, ABD Kongresi’ne girişte Temsilciler Meclisi üyelerince Rashida Tlaib hanım hariç herkes ayakta alkışlamıştır. İsrail’in katilliğini alkışlamakta en az katiller kadar Filistin’deki katliama ortak olmak demektir. Bu nedenle ABD Kongresinde, Netanyahu başta olmak üzere onu alkışlayanlarda savaş suçlusu olarak yargılanmalılardır.

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın değerli üyeleri İslam’a ve ona inan müminlere savaş açıldığında kâfirler topluluğunun nasıl birleştiğini görüyorsunuz.

56 İslam ülkesi neden birleşip Filistin’e sahip çıkmıyor? Halbuki inandığımız Kur’an Kerim’de Yüce Allah biz inananlara Enfal Sûresi ile şöyle seslenmedi mi?

“Ey İnananlar, eğer bir düşmanla karşılaşacak olursanız başarıya ulaşmanız için direnin ve Allah’ı çok anın, Allah’a ve elçisine itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa içinize korku düşer ve gücünüz gider. Ey, inananlar inkâr edenlerin güçlü ordusu ile karşılaşacak olursanız sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın.”

Yine Tevbe Sûresi 36. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Nasıl Allah’a ortak koşanlar size karşı birlikte savaşıyorlarsa sizde onlara karşı birlikte savaşın ve bilin ki Allah sakınanlarla birliktedir.”

Az önce Kur’an-ı Kerim’den yazdığım ayetler başta olmak üzere şimdi yazacağım Tevbe Sûresi 38. Ayet tam da İslam İşbirliği Teşkilatı’nı anlatmaktadır: “Ey İnananlar, Size ne oldu ki Allah yolunda topluca savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kaldınız? Yoksa ahireti bırakıp dünya hayatını mı tercih ettiniz? Oysa dünya hayatının nimetleri ahirete göre çok azdır.”

Değerli İslam İşbirliği Teşkilatı’nın üyeleri birbirinizle çekişmeyin, ülkelerinizi emperyalizme peşkeş çekmeyin. Modern sömürgecilere karşı boyun eğmeyin. Tarihte yaptığınız hataları yapmayın ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin etrafında birleşerek zalimler topluluğuna karşı birlikte mücadele edin.

Bu çağrımı ve dünya ne de sizler karşılıksız bırakmayın.

Muhakkak Allah her şeyi gören ve işitendir. Bu dünya hayatının geçici ahiretin ise ebedi olduğunu unutmayın. Allah’ın rızası için mazlumların yanında olun.

Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

                                                                  Türkiye / İstanbul

 

 

AMERİKAN BAŞKANI JOE BİDEN’İN EŞİ JİLL BİDEN HANIMEFENDİYE AÇIK MEKTUP

 

Sayın Bayan Biden,

Size Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşayan bir tarihçi olarak bu açık mektubum ile sesleniyorum. Lütfen sesime kayıtsız kalmayınız. Size bu mektubumu yazma amacım tamamen sizin annelik duygularınıza hitap etmek içindir. Annelik duygularınıza hitap etmemin sebebi İsrail’in aylardır Filistin’de sürdürmekte olduğu soykırımdan dolayıdır. Çünkü bu soykırımda binlerce masum sivil ve bu sivillerin içerisinde binlerce masum çocuk katledilmiş ve halen bu katliam bütün hızıyla sürmektedir.

 

Lütfen bir anne olarak düşünün ve vicdanınızın sesini dinleyin. Hangi anne dokuz ay boyunca karnında taşıdığı ve büyük zorluklarla dünyaya getirdiği çocuğunun yaşamını yitirmesini görmek ister. Size soruyorum bir anne olarak böyle bir acı yaşamak ister misiniz?  

 

Kendi evlatlarınızın bir terör devleti tarafından uçaklardan atılan bombalarla veya sözde askerlerin açtıkları ateş ile hayattan koparılmasını görmek ister misiniz? Bence çocuklarını seven bir anne olarak bu soruma cevabınız hayır olacaktır. Onun için Filistinli anneleri de düşünmenizi ve empati yaparak kendinizi biran için olsun onların yerine koymanızı rica ediyorum.

 

Siz bir anne olarak “Anne veya First Lady Diplomasisi” yürüterek bu savaşın durmasını engelleyebilirsiniz. Filistinli bebeklerin ve çocukların ölmesini engelleyebilirsiniz. Dünyada hiçbir güç yoktur ki anne şefkatinden daha büyük bir güç olmasın.

 

Bu nedenle size bu mektubu kaleme alıyor ve çağrıma sessiz kalmayacağınızı ümit ediyorum.

 

Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

                                                               Türkiye / İstanbul

Diğer Yayınlar