20 Eylül 2024 Cuma

AMERİKAN BAŞKANI JOE BİDEN’İN EŞİ JİLL BİDEN HANIMEFENDİYE AÇIK MEKTUP

 

Sayın Bayan Biden,

Size Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşayan bir tarihçi olarak bu açık mektubum ile sesleniyorum. Lütfen sesime kayıtsız kalmayınız. Size bu mektubumu yazma amacım tamamen sizin annelik duygularınıza hitap etmek içindir. Annelik duygularınıza hitap etmemin sebebi İsrail’in aylardır Filistin’de sürdürmekte olduğu soykırımdan dolayıdır. Çünkü bu soykırımda binlerce masum sivil ve bu sivillerin içerisinde binlerce masum çocuk katledilmiş ve halen bu katliam bütün hızıyla sürmektedir.

 

Lütfen bir anne olarak düşünün ve vicdanınızın sesini dinleyin. Hangi anne dokuz ay boyunca karnında taşıdığı ve büyük zorluklarla dünyaya getirdiği çocuğunun yaşamını yitirmesini görmek ister. Size soruyorum bir anne olarak böyle bir acı yaşamak ister misiniz?  

 

Kendi evlatlarınızın bir terör devleti tarafından uçaklardan atılan bombalarla veya sözde askerlerin açtıkları ateş ile hayattan koparılmasını görmek ister misiniz? Bence çocuklarını seven bir anne olarak bu soruma cevabınız hayır olacaktır. Onun için Filistinli anneleri de düşünmenizi ve empati yaparak kendinizi biran için olsun onların yerine koymanızı rica ediyorum.

 

Siz bir anne olarak “Anne veya First Lady Diplomasisi” yürüterek bu savaşın durmasını engelleyebilirsiniz. Filistinli bebeklerin ve çocukların ölmesini engelleyebilirsiniz. Dünyada hiçbir güç yoktur ki anne şefkatinden daha büyük bir güç olmasın.

 

Bu nedenle size bu mektubu kaleme alıyor ve çağrıma sessiz kalmayacağınızı ümit ediyorum.

 

Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

                                                               Türkiye / İstanbul

TÜRK MİLLİ EĞİTİMİ


Eğitimin hedefi insanı işlemektir. İnsan canlılar içerisinde işlenmeye ve gelişmeye en çok elverişli olan bir varlıktır. Hiçbir canlı eğitimden insan kadar istifade edemez.

Bu nedenle eğitim bir milletin can suyu olması kadar önemlidir. Bu öneme inandığımız hak din olan İslam dini de eğitimin, ilmin, bilimin ve bunları öğretecek olan öğretmenin ne kadar önemli olduğunu bizlere öğretmektedir.

Allah’ın ilk yarattığı madde “kalemdir.” Yarattığı bu kalem ile bizim kaderimizi yazmıştır. Hatta Kur’an’da, Kalem Suresi vardır.

Yine bizi yaradan Allah, peygamberine melek Cebrail aracılığıyla “Oku” diye seslenmiştir.

“Oku, Yaradan Rabbinin adıyla oku.

O seni bir alaktan (sıvıdan) yarattı.

O sana kalemle yazmayı öğretendir.” Diye bildirmiştir.

Hak din olan İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) hadisinde: “Ben şüphesiz bir muallim (öğretmen) olarak gönderildim.” Demiştir. Yine “İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız”, “Kadın erkek ilim öğrenmek farzdır” hadisi şerifleri de öğretmenin ve öğrenmenin bir ibadet olduğunu biz inananlara göstermiştir.

Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözü yine öğreten kişinin ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermiştir.

Atalarımız 750 Talas savaşında İslam ile tanışmış,  Gök Tanrı inancı ile İslam'ın benzerliği ve Selçuk Bey'in İran'ın Cend bölgesine gelmesiyle İslam'ı kabul etmesi Türklerin 200 yıl içerisinde İslamlaşma sürecini başlatmıştır.

Hak dine inanma şerefine nail olan Türk milleti dünyaya Allah'ın adını yaymak için mücadeleye girişmiş ve mücadeleyi yapacak olan ehil insanları da dönemin okulları olan medreselerde yetiştirmiştir.

Karahanlılar ilk Türk İslam medresesi olan Semerkant medresesini açmıştır. Sonrasında Fatih Sultan Mehmet, Semerkant’tan Ali Kuşçuya 1000 altın yolluk vererek getirtmiş ve Ayasofya'da günlük 200 altın ödeyerek çalıştırmıştır. Daha öncesinde Selçuklu Devletinde Nizamiye Medreselerinin başına getirilen İmam Gazali’yi de es geçmemek gereklidir. Kanuniden sonra bozulan medreseler önemini yitirmiş. Avrupayi tarzda okulları ise Abdülhamit Han açmıştır. Cumhuriyeti kuran kurucu kadro bu okullarda yetişmiş ve birçok aydında bu okullarda öğrenim görmüştür. Sonrasında milli mücadele kazanılmış yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti her ne kadar sancılar içinde kurulsa da eğitim öğretim ile ilgili radikal kararlar alarak okuma yazma oranını yükseltmiştir.

Sonrasında açılan köy okulları ise harika işler başarmıştır.

Ancak başta Çanakkale savaşı olmak üzere Sakarya savaşlarında ve kısacası kurtuluş mücadelemizde birçok okumuş gencimiz şehit düşmüştür.

Çanakkale savaşında sadece orduya komutanlık eden 100 bin öğretmen, tıbbiyeli ve okumuş gencimiz şehit düşmüştür. Bu yüzden bu savaşa “Subaylar Savaşı” da denmiştir. Sakarya Savaşında ise Mustafa Kemal'in deyimiyle savaş meydanına bir Darulfünun yani bir üniversite gençliği şehit verdik.

Bu nedenle Cumhuriyeti kuran kurucu kadrodan sonra ülkeyi yönetecek akıllı gençlerimizi hep savaşlarda şehit vermiş olduk.

Ne acı değil mi? Bugün halen bunun sıkıntısını çekiyoruz.

Velhasıl İslam'ın Oku diye buyurduğu Müslüman âlemi okumamakta, Ben ancak bir muallim olarak gönderildim diyen peygamber mesleği olan öğretmenlik günümüzde ayaklar altına alınmaktadır.

Hz. Ali'nin kendisine bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum dediği öğreten kişilere bugün kurşun sıkılmakta, dövülmekte, hakaret edilmekte ve saygısızlık yapılmaktadır.

En acısı da böyle kutsiyeti olan bir meslek hem ayaklar altına alınmakta hem de ağırlığı sarsılmaktadır.

Bu nedenle Milli Eğitimimize ve öğretmenlerimize sahip çıkmalıyız. Hak ettikleri itibarı onlara geri vermeliyiz. Sosyal haklarını düzenlemeli ve atamalarını yapmalıyız. Yoksa başka türlü kalkınamayız.

Şu da unutulmamalıdır ki 638 yıllık koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü eğitimin çökmeye yüz tutmaya başlamıştır.


ORTADOĞU’DA İT DALAŞI

Yazımın başlığı aslında İsrail ile İran’a çok güzel uyuyor. Çünkü Ortadoğu’da ikisi de it dalaşından başka bir şey yapmıyor. Çünkü ikisi de Ortadoğu’daki varlıklarını birbirlerine borçlular. İsrail bölgenin hâkimi benim derken İran’a kafa tutuyor. İran’da elindeki nükleer gücü kullanarak bölgeye gözdağı veriyor. Bunun içinde İsrail’e herhangi bir zarar vermeyen hava saldırıları yaparak bölgeye İran’dan başka kimse İsrail’e saldıramaz mesajı veriyor.  

Bu nedenle iki devlette birbirleri ile mücadele halindeymiş gibi gözüküp iki devlette yapacakları hamleleri perdelemekte başarılı oluyor.


Ancak her şeyi geçtim. En hazini bu zamana kadar Müslüman ülkelerin tamamının birleşip İsrail’i durduramamasıdır. Her gün kurşunlanan, başına bomba atılan ve kaderine terk edilen Filistin halkına sahip çıkamamasıdır.


Peki neden Müslüman ülkelerin tamamı böyle birleşememekte? İşte en hazin soruda budur? Osmanlı İmparatorluğu bölgede gücünü kaybettikten sonra Ortadoğu’yu Fransızlar ve İngilizler paylaştı. Birçok Arap aşireti lideri de Fransızlarla ve İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’yı sırtından vurdu. Habil’in kardeşi Kabil’i şehit etmesi, sonrasında peygamber torunu olan Hz. Hüseyin’in susuz bırakılması ve şehit edilmesiyle bu topraklara hiçbir zaman huzur gelmedi. Bu olayların üzerinden yıllar sonra bölgeye huzuru getiren Türkler ise sırtından vuruldu. Yani Müslüman ülkelerin tamamı Allah’ın ipine sarılmak yerine gavurun vaatlerine sarıldılar. Böylece Nizam-ı Âlem için uğraşan ve Allah’ın adını dünyaya yaymayı ülkü edilen din kardeşlerini bu vaatlere sattılar.


Yoksa birilerinin televizyona çıkıp başımızda halife yok. Halifeliği kaldırdılar da onun için Müslümanlar ülkelerin tamamı birleşemiyor diye ahkâm kesmesinler. Ayrıca halifelik kaldırılmadı. Halifeliğin yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne devredildi. En son halifelik makamı Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçtiğine göre ve yetkileri de meclise devredildiğine göre meclis isterse kendi içerisinden birisini halife seçebilir. Ancak bu zamana kadar böyle bir şeye lüzum görülmemiştir.


Fakat Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye, Müslüman ülkeler başta olmak üzere birçok devlet ve o devletlerin bulunduğu kıta ve bölgelerle ilgilenmektedir. Günümüzde çok büyük bir diplomasi ağına sahiptir. Müslüman ülkeler içerisinde en saygını ve en güçlüsüdür. Hem siyaseten hem ekonomik hem de askeri güç unsuru olarak görmezlikten gelinebilecek bir ülke değildir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni uluslararası arenada en iyi şekilde temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde birleşebilirlerdi. Fakat Ortadoğu ülkeleri Türkiye etrafından birleşmek şöyle dursun, Türkiye’nin terörle mücadele için yapmış olduğu sınır ötesi harekâtlara ilk başta karşı çıkıp kınamışlardır.


Bu nedenle Müslüman ülkelerin tamamının birleşememesinin Türkiye’nin cumhuriyet rejimine geçmesiyle veya halifeliğin yetkilerinin meclise devredilmesiyle bir alakası yoktur. Tamamen bu ülkelerin emperyalizmin maşası olmasıyla alakalı bir durumdur. Bu nedenle bu ülkeler bir gün emperyalizmin maşası olmaktan kurtulur ve Türkiye’nin liderliğinde birleşirlerse o zaman Filistin’de Doğu Türkistan’da ve dünyadaki zulüm gören bütün Müslümanlar kurtulacaktır.     

25 Şubat 2024 Pazar

FETÖ İLE MÜCADELE SEKTEYE Mİ UĞRUYOR?


FETÖ Terör Örgütü bilindiği üzere 15 Temmuz 2016’da bir darbe kalkışması gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak milletimizin sokaklara dökülmesi ve devletimizin içindeki vatansever güvenlik güçleri tarafından bu kalkışma sabah bastırılmıştı. Bundan sonraki süreçte FETÖ mensuplarına çeşitli operasyonlar yapılmış binlerce kişi tutuklanmış veya kamu görevinden ihraç edilmişti. Ancak son alınan bilgilere göre FETÖ iltisaklı olması sebebiyle hatta bazılarının “mutat örgüt toplantılarına katılmış, BYLOCK kullanıcısı ve ankesör aramalarına takılmış olanlarından olduğu iddia edilen 450 eski yargı mensubu HSK’nın itirazına rağmen Danıştay 5. Dairesi kararı ile görevlerine iade edildi. Bu yapılanlar eğer kasıtlı yapılıyorsa bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargısını FETÖ’ye teslim etmek demektir.

Durum sadece bundan ibarette değildir. Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın devleti uyarmak için bildiklerini anlatması da tehlikenin ayrı bir boyutunu gözler önüne sermiştir.

Yaycı Master haberdeki köşe yazısında aynen şunları ifade etmiştir:

(Göreve iade edilen 450 yargı mensubu için) Göreve dönmekle kalmıyor, terfi ettiriliyor. Daha önce binlerce Emniyet, Mülkiye, Yargı ve TSK mensubu iade edilmişti, edilmeye devam ediyor. Zaten devletin diğer kurumlarında bulunan diğerlerine de pek dokunulmamıştı. Önce ihraç edilip, sonra göreve iade edilenlerin özellikle son dönemde kritik görevlere atandığı söylenmektedir. Bunların arasında terfi ettirilip, aktif ve önemli pozisyonlara getirenlerin olduğu söylenmektedir.”

Yaycı’nın NOW Haberde yayınlanan videosunda 15 Temmuz da darbe kalkışmasını Akıncı Üssünden yöneten Adil Öksüz’ün, kuzeninin bakanlıkta “Başmüfettiş” yapıldığını da söylemiştir. Yine basına yansıyan son haberlere göre FETÖ’nün 2010 – 2015 yıllarında ÖSYM tarafından yapılan sınavlarsa soruları çalan FETÖ’cülerin işe alındığı dönemde ÖSYM Başkanı olan Ali Demir de FETÖ üyeliğinden beraat etti.

Tüm bu gelişmelerin akabinde akıllara Sn. Devlet Bahçeli’nin 11 Temmuz 2023’teki grup toplantısındaki sözleri gelmektedir. Bahçeli aynen şunları söylemişti:

“Hala FETÖ’nin kripto damarının siyaset, bürokrasi, eğitim, ekonomi, medya ve diğer alanlarda dip dalga halinde faaliyet içinde olduğunu bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmadı.”

Ayrıca son zamanlarda FETÖ elebaşının ve PKK Terör Örgütünün yayınladığı diriliş mesajları da dikkat çekmektedir. Bu nedenle devletimizin tüm kamu kurumları gerekli önlemleri almalı ve bu tehlikeli örgütü siyasetten, bürokrasiden, askeriyeden, emniyetten ve diğer kamu kurumlarından tamamen temizlenmeli ve bir daha devletin içine sızmalarını önleyerek gerekli tedbirler alınmalıdır. 


 

8 Şubat 2024 Perşembe

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

 

ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE[1]

Kubilay Muhammet ÖZDEMİR[2]

 

ÖZET

Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe başlıklı makalemiz, Son Saat gazetesinde yazı dizisi olarak hem matbu hem de internet ortamında üç gün arka arkaya yayınlanmıştır. Yakın tarihe eğitim ve tasavvuf konusunda ışık tutacak bir makaledir.

Anahtar Kelimeler: Öğretmen, Tasavvuf, Eğitim, Din, İslam, Sızıntı, FETÖ


                                Resim 1: Son Saat Gazetesinde makalenin manşette tanıtımı

 

 

                     Resim 2: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ilk gün manşet tanıtımı


                                  Resim 3: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ilk kısmı

      ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

ÖNCEDEN EĞİTİM

Son yıllarda öğretmenlik mesleği ile birlikte tasavvuf da bir o kadar darbe aldı. Ancak öğretmenlik ve tasavvufun önemi ve ilişkisi nedir? Neden yazım da öğretmenliğe ve tasavvufa dikkat çekmeye çalıştım. Bu yazımda bunu açıklamaya çalışacağım.

Öğretmenlik mesleği; cehaleti yenmek ve bir devletin ilerlemesine zemin oluşturacak eğitimli insanların yetişmesini sağlayan önemli ve büyük bir güçtür. Bu yüzden öğretmenlik saygınlığı kadar disiplini de esas alan bir sistem ile devlete öğrenci yetiştiren önemli bir kamu gücüydü.

Fakat yıllardır öğretmenlik mesleği gerek sistemsel gerek eğitimsel açıdan sürekli darbe almaktadır. Öncelikle eğitim sisteminin değişmesi 4+4+4 sisteminin gelmesi, liselerin Anadolu, İmam Hatip vb. şekilde tek tipleştirilmesi ve başta özel üniversiteler olmak üzere Türkiye’nin her yerinde üniversite açılması, üniversite sınav sistemlerinin değişmesi, baraj puanının kaldırılması ile birlikte sistemin bozulmasına neden olmuştur. Okullarda öğretmenlere ve öğrencilere kıyafet serbestliğinin getirilmesi, disiplin kurallarının yok denecek kadar esnetilmesi, sınıfta kalmanın olmaması, disiplin cezaları verilememesi, kanunların öğretmeni korumak yerine öğrenci lehine olması ve öğretmeni, öğrenci ve veli karşısında zor duruma düşürmesi, öğretmen otoritesinin sarsılması disiplinli bir eğitim yapılamaması eğitimsel açıdan bozulmaya neden olmuştur.

Bunlar sadece eğitimde belli başlı süregelen bozulmalardır. Eminim ki daha da fazlası vardır. Mesela özel okullar, dershaneler, kolejler kısmına hiç girmiyorum bile, hatta devlette çalışan ücretli öğretmenler konusuna değinmiyorum bile. Çünkü bu sıkıntıları da yazıma eklesem biliyorum ki yazım sayfalar tutacak.

Pekiyi bu süreçte tasavvufun bu konuyla ne alakası var diyeceksiniz? Bunun için konuyu en baştan anlatmam lazım. Tarihe baktığımızda Türkler, İslam’ı kabul ettiklerinde okul olarak medreseler açılmaya başlandı. Bu medreseler de öğretmen dediğimiz müderrisler görevlendirilirdi. Bu müderrisler de öğrencileri yetiştirip topluma kazandırırdı. Hatta bazı medreseler ve başına atanan müderrisler vardı ki bunlar aynı zamanda devletin başına musallat olan belaları da defetmek için mücadele ederlerdi. Mesela Nizamülmülk’ün kurdurduğu “Nizamiye Medreseleri” ve başına atadığı İmam Gazali örnek olarak gösterilebilir. O dönemde batıniliğin yaydığı zararlı düşünceler bu medreseler sayesinde önlenmişti. Yine Semerkant medresesi dâhil olmak üzere birçok medreseden İslam’ı ve eğitimciliği yayacak birçok âlim yetişmişti. Bu âlimlerde birçok ismi yetiştirmişti. Örneklerim arasında hem bu medreselerden yetişenler hem de bu medreselerde yetişip öğrenci yetiştirenler vardır. Matüridi’den başlayıp Yusuf Hemadaniler, Ahmet Yeseviler, Sarı Saltuklar, Arslan Babalar, Yunus Emreler, Taptuk Emreler, Tirmiziler, Buhariler, Hacı Bektaşi Veliler, Celaleddin Rumiler, Şeyh Edebalılar ve adını sayabileceğimiz bir sürü âlimler yetişmişti. Bu âlimler eğitime önem vermiş ve yeri geldiğinde de devlete çok büyük katkıları olmuş zatlardı. Ayrıca hepsi birer âlim olmanın yanında hepsi birer zanaat ustasıydı. Mesela Ahmet Yesevi tahta kaşık ustasıydı. Tahtalardan kaşıklar yapar ve geçimini öyle sağlardı. Dolayısıyla günümüzdeki sözde hocalar gibi yardımlarla geçinmezlerdi.

Hep söylediğim bir şey vardır. Koskocaman 638 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sebeplerinden birisi de eğitim çökmeye ve gerilemeye başlamasıyla birlikte olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in açtığı sahnı saman medreseleri nerede daha sonra uygulamaya konulan beşik ulemalığı sistemi nerede? Dini anlatacak, eğitimi anlatacak müderris kalitesi bozuldukça dine de hurafeler girmeye başladı ve devletin her yaptığı yeniliğin karşısında saçma sapan şeyhülislamların saçma sapan verdiği kararlar uygulandı.

Önceden akılla yönetilen devlet sonradan şeyhülislamların ve gerici tayfanın verdiği kararların devlet üzerinde etkili olmasıyla bu kişiler Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışa sürükleyen sebeplerden birisi haline gelmiş oldular.

DEVAMI YARIN


                          Resim 4: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin ikinci gün manşet tanıtımı

 

       Resim 5: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin ikinci kısmı

  ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE

SIZINTILAR VE CEMAATLER

Cumhuriyetin kurulması, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla tarikatların devlet üzerindeki etkisi kırılmış ve yeni devletimiz akılla yönetilir hale getirilmişti. Bunun yanında çıkarılan kanunlarla birlikte eğitim ve öğretimde birlik sağlanmış yeni atılımlarla eğitim düzeyi yükseltilmişti. Ancak bu durum köy enstitülerinin kapatılması ve demokrat parti döneminde Amerikancı politika izlenerek eğitimde Amerikalıların ders müfredatlarına müdahale etmesine kadar sürmüştü. Sonrasında sağ sol çatışmalarının temeli atılarak 1970’lerden 1980’lere kadar Türkiye iç karışıklarla boğuşmaya başladı. Türkiye iç karışıklıklarla boğuşurken birileri de fırsattan istifade devletin içine sızmaya başladı. Sızıntılar öyle bir hal aldı ki bu durum sadece devlet kurumları ile sınırlı kalmadı.

Sızıntılar, Türk Silahlı Kuvvetlerine, İçişleri Bakanlığına verdiği zararla birlikte Türkiye’de en önemli iki unsura da büyük darbe vurdu.

Birincisi öğretmenlere ikincisi tasavvufa…

Ama düşman darbe vurduğu iki unsuru kendi lehlerine olacak şekilde iyi kullanmıştı. Çünkü FETÖ yapılanması çökertildikten sonra ortaya çıkan belgeler kamuoyuna şunu gösterdi. FETÖ yapılanması öğretmenler üzerinden kurulmuş bir örgüt sistemiydi. Yani örgüt mensuplarının başta hücreleri olmak üzere en önemli görevlere koydukları ve abi dedikleri kişiler hep öğretmenlerden seçildiği ortaya çıkan belgelerde kanıtlanmış oldu.

İkinci unsur tasavvuf; bunun özelinde Türkiye’deki cemaatler ve dini yapılanmalarında içine sızıntılar hatta ajanlar yerleşmiş ve Türkiye’deki cemaatleri hatta bazı dini örgütlenmeleri yabancı istihbarat teşkilatların kurdurduğu ifade edilmiştir. Bugün ülkemizdeki cemaatlere ve örgütlenen dini gruplara baktığınızda bir imam gazali bir Ahmet Yesevi esintisi görüyor musunuz? Yoksa İslam’ın içini boşaltan, gençleri İslam’dan uzaklaştıran bir yapılanmamı görüyorsunuz? Elinde Zanaatı olan Ahmet Yesevi kaşık yapıp satarak geçimini sağlarken şimdi bazı dini yapılanmalar dernekleşip cemaat adı altında örgütlenip ve cemaatin başında olan sözde hocalar geçimlerini nasıl sağlıyorlar? Günümüzde Tasavvuf kimseden para istemeyen Hoca Ahmet Yesevi düşüncesinden,  Allah rızası için derneğimize yardım edin, elektriğini, suyunu burada ders veren hocanın maaşını karşılayalım diye bağış isteyen bir duruma dönüştü.

Ve bu sözde hocalar kimdir? Kimler yetiştirmiştir? Belli değil. Kimlerin yetiştirdiği belli olmayan, bilgisi ne kadar olduğu bilinmeyen, herhangi bir imtihandan geçmeyen, yetkinlik belgesinin olup olmadığı bilinmeyen sözde kişilere maalesef çocuklarımızı emanet ediyoruz ve nasıl yetiştirildiğini de hangi müfredat ile yetiştirildiğini de bilmiyoruz.

Üstelik devletimizin organlarından bir tanesi de Diyanet İşleri Başkanlığıyken bilmiyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının binlerce memuru varken, binlerce eğitim yeri varken biz çocuklarımızı eğitimini nerede aldığını bilmediğimiz ve bağış adı altında toplanan paralarla kendi maaşlarını ödeyen ve milletimizin temiz duygularını kullanarak sırtından geçinen sözde hocalara çocuklarımızı teslim ediyoruz.

Yabancı istihbarat elemanlarının cirit attığı cemaatlere çocuklarımızı teslim ediyoruz. Bu durum şu sorununda tetikleyicisi olacaktır. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi medreselerde yetişen gençler ile Avrupa tarzı açılan okullarda yetişen gençler arasında eski yeni çatışması yaşandığı gibi günümüzde ve hatta ileriki yıllarda daha da artarak aynı çatışmalar yaşanmaya başlanacaktır. Bu durum yine devletimiz için tehlike arz edecektir. Çünkü devletimizin okullarında farklı bir müfredat okutulmakla birlikte milli üniter yapıya bağlı bireyler yetiştirilmeye çalışılırken diğer taraftan medreselerde Atatürk düşmanı, devletin yapısına karşı, birliğini milli üniter yapıdan yani milliyetçilikten değil de siyasal islamcılık anlayışını benimseyen, kendi medeniyetinin farkında olmayıp Arap medeniyetini benimseyen bunu da sanki kutsalmış gibi gösteren bireyler yetiştirilmektedir. Bu durum hem eski yeni çatışmasını oluşturacak hem de milli kökenlerine zayıf bir nesil ortaya çıkartacaktır.

En önemlisi devlete sağlam memurlar, askerler, polisler, istihbaratçılar, öğretmenler, doktorlar, din adamları, meslek erbapları, milletvekilleri, cumhurbaşkanları yetişmek yerine yine sözde hocalarının izinden giden maaşlarını milletimizin temiz duygularını kullanarak bağış adı altında toplayan, “Türk Milliyetçiliği” yerine “Siyasal İslamcılık” anlayışını benimsemiş kişiler ortaya çıkacak ve Anadolu çocuklarının aklı ziyan edilecektir.

Alın size süper gibi bir proje. Türk çocuğuna değerlerini koruyormuş gibi gösterip o değerlerin içini boşaltıp millilik duygusundan yoksun bırakarak topluma üretkenlikten uzak, aklı bulanık bir nesil ortaya çıkarmak. Osmanlı’nın zamanında yıkılmamak için fikir akımı olarak denediği, günümüzde Arapların bile benimsemediği İslamcılık (siyasal) fikir akımıyla, devletimiz kendi evlatları eliyle tehlikeye düşürülmek isteniyor.

DEVAMI YARIN

 


                      Resim 6: Son Saat gazetesinde yazı dizisinin üçüncü gün manşet tanıtımı


                                  Resim 7: Son Saat gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin üçüncü kısmı

 ÖĞRETMENLİĞİN VE TASAVVUFUN ALDIĞI DARBE 

ÇÖZÜM ÖNERİLERİM

Günümüzde bu tehlikeyi önleyecek kuvvetli bir meslek grubu olan öğretmenliğe de her geçen gün darbeler vuruluyor. Yine tasavvufun içi cemaatler vasıtasıyla sözde bilgin hocalar sayesinde boşaltılarak gençlerin önüne sürülüyor ve İslam’dan nefret etmeleri sağlanıyor. Bununla birlikte gençlerin milli, dini, ahlaki değerleri alt üst oluyor.

Gençler arasında isteyerek okuma oranları azalmakla birlikte deizme inanların sayısı artıyor, gençler arasındaki ahlaki yozlaşma gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Aynı zamanda bu durum büyüklere de sirayet ediyor. Bu durumun önüne hemen geçilmeli ve gençlerimizi, büyüklerimizi Türk milletinin eski kodlarına geri döndürmeliyiz.

Çözüm önerileri;

1 – Türk Milli Eğitim sistemi Amerikancı yapıdan kurtarılmalıdır.

2 – Öğretmenlik mesleğine eski itibarı iade edilmelidir.

3- Okullardaki disiplin kuralları kesinlikle uygulanmalıdır.

4- Eğitim sistemi baştan aşağı değişmelidir.

5- 4+4+4 sisteminden vazgeçilmelidir. Eskisi gibi zorunlu eğitim 8 yıl ile sınırlı olmalıdır.

6- Sınıfta kalma her kademede veli izni olmadan tekrar uygulamaya konulmalıdır.

7- Liselerde tasdikname uygulaması tekrar getirilmelidir.

8- Üniversite sınavlarındaki baraj puan uygulaması tekrar uygulamaya konulmalıdır.

9- Tek tip lise uygulamasından vazgeçilmelidir.

10- Başta özel üniversiteler olmak üzere, vakıf üniversiteleri de dâhil tüm devlet üniversitelerinin sayısı sınırlandırılmalıdır.

11- KPSS sınavı değiştirilmelidir. Çok aşamalı bir KPSS ve birden çok puan türü olan bu sınav sisteminden vazgeçilmelidir.

12- KPSS ile ilgili başvurulan ilan da hakkaniyet olmalıdır. Aynı pozisyona lisans, ön lisans, ortaöğretim başvuru yaparken aynı puan istenmemelidir. Çünkü lisans okumanın bir anlamı kalmamaktadır. Bu da daha fazla okuyana haksızlık yapmak demektir.

13- Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun din adamları varken din adı altında yetkinliği belli olmayan kişilere ruhsat verilmemelidir. Çocuklarımız devletin dini eğitim veren yerleri varken ne olduğu belli olmayan dernek adı altında örgütlenmiş yerlere gönderilmemelidir.

14- Dini gruplar devlet tarafından sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır. Dernekleşen cemaatlerin gelir ve giderleri kontrol edilmelidir.  

15- Eski – Yeni Çatışmasını önlemek, Siyasal İslamcılığın önüne geçmek, milli duygularından yoksun çocuklar yerine milliyetçi, aydın, vatansever ve dindar bir nesil yetiştirmek için dernek adı altında gizlenmiş cemaatlere aileler çocuklarını göndermemesi için gerekli önlemlerin alınması gereklidir.

16- Milli Eğitim Bakanlığımızın ders kitaplarındaki müfredatları Amerikancı eğitim modelinden kurtarılmalı, yerli ve milli, çocukların ve gençlerin düzeyinde bir müfredat geliştirilmelidir.

17- Öğretmenlerin başta atama sorunları, özlük hakları, itibarının sağlanması için gerekli planlamalar ve önlemler alınmalı.

18- Özel, Vakıf ve Devlet Üniversiteleri dâhil sayı olarak kısıtlanmalı ve her yere üniversite açılmasına izin verilmemelidir. 

19- Özel Okullar, Kolejler, Özel Dershaneler kapatılmalıdır. Eğitim tek tip ve devlet kontrolünde yapılmalıdır.

20- Devlet eğitime büyük ödenekler ayırmalıdır.

21- Diyanet İşleri Bakanlığı, merdiven altı ve dernekler adı altındaki cemaatlere geçip vermemelidir. Kendi personelinin görev sahasını sadece camilerle veya müftülüklerle sınırlı tutmamalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı personelleri halkla bütünleşmelidir.

Türkiye’nin milliyetçi genç bir aydını olarak Türk toplumunu ve devletimi uyarmak zorundayım. Çünkü toplum olarak gidişatımız hem eğitim hem de ahlaki olarak hiç iyi değildir. Bu yüzden çok geç olmadan gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.

SON

 

 



[1] Kubilay Muhammet Özdemir, “Öğretmenliğin ve Tasavvufun Aldığı Darbe”, Son Saat Gazetesi, 01, 02, 03.01.2024, s.7

[2] Kubilay Muhammet Özdemir, Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslararası İlişkiler Uzmanıdır. Yayınlanmış kitabı ve araştırma makaleleri vardır. Son Saat gazetesinde köşe yazarıdır. Ayrıca Öğretmenlik yapmaktadır.

Diğer Yayınlar