28 Ekim 2018 Pazar

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI MESAJIM



BÜYÜK TÜRK MİLLETİ

Her daim tarihi zafer ve şan ile dolu olan bu milletin insanlığa yapmış olduğu hizmet ve fedakârlıklar dünya mazlumlarının hatırından ve yüreğinden çıkmayacaktır. Bizler Anadolu’yu yurt edindiğimiz ve dünyanın kalbi olan Anadolu topraklarına sahip olduğumuzda bütün dünya gözünü bu coğrafyaya dikmiş ve türlü türlü oyunlarla bizi bu coğrafyadan söküp atmak için var güçleriyle çalışmalarını sürdürmüş ve halen de bu çalışmalarını sürdürmektedirler. Ancak Çanakkale savaşında yedi düveli püskürten Türk askeri ve Türk milleti dünyaya bir kez daha ispatlamıştır ki Türk milletinin tutunduğu ve yurt edindiği Anadolu’dan sökülüp atılması o kadar kolay olmayacaktır. Ancak Mondros Antlaşmasıyla her ne kadar teslim bayrağını çektiğini zanneden yedi düvel şunu bilmiyordu ki dünya yaratıldığından beri var olan Türk milleti hiçbir zaman esir edilememiştir. Bu yüzden Mustafa Kemal Paşanın etrafında birleşen Türk milleti ve Kuvay-ı Milliye teşkilatları ile vatanın kurtuluşu için mücadeleye girişilip Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında düzenli ordunun kurulmasıyla düşman postalları bu aziz vatandan sökülüp atılmıştır.

Büyük düşünür Ziya Gökalp’in açtığı bir yol olan Türkçülük fikriyatından doğan Türk Milliyetçiliği temel felsefe alınıp Osmanlı’nın bıraktığı yerden genç dinamik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve bu temel felsefe belirlenmiştir. 

Bu yüzden bugün mazlumlara yardım için sınırlarımızı terör örgütlerinden korumak vatanın istiklalini ilelebet muhafaza etmek için Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Afrin operasyonlarına katılan askerlerimizin dediği gibi “biz küçükken yağmurların altında varlığım Türk varlığına armağan olsun derken şaka yapmıyorduk” sözleri bu temel felsefenin kahramanlığa dönüşmüş şeklidir.
Bu duygularla başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına ve bütün ecdadımıza, terörle mücadele ve 15 Temmuz şehitlerimize bu ülke için canını feda eden bütün herkese Allah’tan rahmet diliyor. Gazilerimizi şükranla ve minnetle anıyorum.
Atalarının dik duruşundan ve mücadele azminden ilham alan bizler ise hiçbir zaman duruşumuzu bozmayacak ve onların bıraktığı yerden hedeflerimizi daha da geliştirip devam edeceğiz.

Bizler, 95.yıl dönümüne vasıl olduğumuz Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar kılmak için var gücümüzle çalışmayı sürdüreceğiz.

Bu düşüncelerle bir kez daha BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN Cumhuriyet Bayramını kutlarım.
                                                           
              NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE

24 Ekim 2018 Çarşamba

İTTİFAKIN BOZULMASI TÜRKİYE’NİN ZARARINADIR



İki büyük liderin ittifakı bozması Türkiye’nin kaybınadır. Çünkü Mhp lideri Devlet Bahçeli özellikle 15 Temmuz darbe kalkışması ve sonrasında Türkiye’nin kıskaç altına alınmaya çalışılması olaylarında hep baş aktör olup hep hükümetin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında olmuştur. Türkiye’nin devletin ve milletin bekası için hep mücadele etmiştir. Bu sebeple makam mevki gibi dünyalık şeylere önem vermemiştir. Bunun en büyük göstergesi MHP’nin 24 Haziran seçimlerinde yapılan Cumhur İttifakı ve seçimlerde Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı adayı göstermesidir. Türkiye’ye Sayın Erdoğan üzerinden oynanan oyunun bozulmasını sağlayan MHP, bununla beraber Sayın Devlet Bahçeli’nin Başkan yardımcısı olmamış ve herhangi bir bakanlık alma talebinde bulunmayıp her şeyi Türkiye, Türk Devleti ve Türk Milleti için yaptığını ispatlamıştır.

Fakat son günlerde MHP’nin Af  yasası ve Andımız gibi konuları gündeme getirmesi ve Ak Partinin bu duruma pek olumlu yaklaşmaması iki parti arasını açmış ve ittifakın bozulmasına neden olmuştur. Aslında bu konular çözülmeyecek konular değil. Bu yüzden liderlerin biran evvel bu ittifakı yeniden tesis etmesi gerekir. Çünkü bu ittifakın bozulmasına en çok başta FETÖ, PKK ve bu devlet üzerinde oyun oynayan her mihrak sevinecektir.
Hemen şunu da belirtmem gerekir ki; MHP tabanı, Türkçü ve Türk Milliyetçisi gençler Reis-i Cumhurun Türkiye’nin zorlu süreçlerden geçtiği dönemlerde hep yanında olmuş ve kendisini savunmuştur. Şimdi bu ittifakın bozulması ve Ak Partinin özellikle andımız meselesinde, Türkçülüğün ırkçılık veya İslam karşıtı gibi gösterilmesi nedeniyle Türkçü ve Türk Milliyetçisi gençlerin gönlünü kırıp ve darılmasına neden olacak ve bu zamana kadar verdikleri destekleri çekmesine neden olabilir. Bu gençlerin gönlünün kırılmaması ve ırkçılık ile suçlanmaması gerekir.

Peki Türkçülük Irkçılık mıdır?

Bu zamana kadar Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği etrafında çok fazla tartışma olmuş, kimisi bu fikriyatı savunurken kimisi ise ırkçılık ve İslam karşıtlığı olarak değerlendirmiş ve bu şekilde Türkçülük ve Türk Milliyetçiliğini kavmiyetçilikle suçlamıştır. 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkan hak, hürriyet ve eşitliklerden doğan Milliyetçilik akımı Osmanlı İmparatorluğunu çok uluslu yapısından dolayı etkilemiş ve Osmanlı İmparatorluğu 19.yüzyılda hep azınlık isyanları ile uğraşmıştır.
Bu yüzden imparatorluğun dağılmaması için Gayrimüslim ve Müslim herkesi bir arada tutabilme siyaseti olarak Osmanlıcık düşüncesi ortaya atıldı. Yani bir Osmanlılık ruhu inşa edilmek istendi. Osmanlı 1699 Karlofça Antlaşması ardından Avusturya Kralı ile Osmanlı padişahının eşitlenmesi ve bunu takip eden 1720’de Pasarofça Antlaşmasıyla da zayıflamaya başladı. Fakat 19.yüzyıla gelince devletin bekası problemi ortaya çıktı. Buna karşılık Tanzimat Fermanıyla beraber Osmanlı devletinde yaşayan herkes eşitlendi. Sonra Islahat Fermanı ile gayrimüslümlere geniş haklar verildi. Meşrutiyetin ilan edilmesi ile azınlıklar meclise girecekti. Sırf  bu yapılanlar azınlıkların Osmanlı devletinden kopmasını engellemek içindi. Fakat azınlıklardan bir mebus çıkıp diyecekti ki “Osmanlı bankası ne kadar Osmanlı ise bende o kadar Osmanlıyım” diyerek kendisini Osmanlı devletinin bir mebusu olarak görmeyecektir. Bu sebeple Osmanlı’yı bir arada tutmak için açılan meclis Osmanlı’nın çözülmesini hızlandırınca  II.Abdülhamit  Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek meclisi süresiz tatil etti.
1829 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan edip Osmanlı’nın bunu tanımış olması akabinde bu durum Sırpları, Bulgarları ve dolayısıyla Ermenileri de harekete geçirdi. Bu gidişata göre Osmanlıcılık siyaseti başarılı olmayacağının anlaşılması üzerine İslamcılık politikası devreye girecektir. Hiç değilse etnik kökeni ne olursa olsun Müslümanları bir arada tutabilmenin siyaseti izlenmiştir. Ancak halifenin çağrısına uyulmaması, bazı Arap kabilelerinin Osmanlı’ya ihaneti bu politikayı da geçersiz kılmıştır.
Birde batıcılık fikriyatı vardır. Batıcılık Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülükle beraber gelişir. Bu üç fikriyatta biraz batıcıdır. Bunlardan hariç Batıcı Batıcılar vardır. Diğer üç akımın Batıcı olması Batıya karşı bir cevap olmak üzere üretildi. Batının iyi tarafını alıp kötü yanını almamışlardır. Batının bilimi tekniği alınsın fakat kültüründen uzak durulsun diye düşünülmüştür. Fakat Batıcı Batıcıların düşüncesine göre Batıyı bütünüyle kabul etmeyi düşünmüşlerdir. Fark budur. Bu düşünceye göre, Büyük Britanya’dan erkek nüfus getirtelim ve Anadolu’daki Türk ırkını bozalım düşüncesidir.

İşte bu tür sapkınlıklara ve ihanetlere karşı yeni bir politika ortaya çıkmıştır. Bu politikanın adı Türkçülük’tür. Bu fikriyatı ise Diyarbakırlı bir Kürt olan Ziya Gökalp sistemleştirmiştir. Yani Türkçülük fikriyatı Türkler tarafından değil Diyarbakırlı Ziya Gökalp tarafından bu fikriyat sistemleştirilmiştir. Ziya Gökalp’in bu fikriyat konusundaki düşüncelerini Türkleşmek İslamlaşmak ve Muasırlaşmak eserinde yazığı fikirlerinden öğreniyoruz; Türk gençliği, bir yandan dil ve edebiyat yalınlaşmazsa, ulusal bir ülkü ruhlarda coşku ve özveri uyandırmazsa, ulusal bir ekonomi hayat mücadelesinde yabancı öğelerden kurtulmayı sağlayamazsa, Türklüğün ve aynı zamanda Osmanlılığın ve İslamlığın yok olacağını anladı. Bunlardan başka, bütün uluslar, ulus olmuşken Türk övünçlerinden söz edilmemesinin Türk gençlerinin öteki kavimcilik öğretileri tarafından asimilasyonu ile sonuçlanacağını da gözden uzak tutmadı. Sonun da bu sebeplerin etkisiyle Türklük ülküsü patlak verdi.[1]
Batılı Türkologların Türk dili ve tarihine ilişkin yaptıkları çalışmalar ile bu çalışmaların Osmanlı aydınlarınca takip edilmesi ve okunması Türkçülük düşüncesini geliştirmiştir. [2]

İlk defa Türk adıyla Osmanlılar 1909’da dernek kuracak, sonra 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti, 1912’de Türk ocakları kurulacak. Bütün milliyetçilik hareketleri Osmanlıyı parçaladı. Türk Milliyetçiliği Osmanlı devletini kurtarmak için çaba sarf etti. Fakat Osmanlı’yı kurtarmaya gücü yetmedi. Ancak Türkiye Cumhuriyetini kurmaya gücü yetti. Türkiye Cumhuriyetini, Türk Milliyetçileri kurmuştur başkaları değil. Türk milletçiliği felsefesi üzerine bu devlet inşa edilmiştir. İlk zamanlar devletimiz dağılmasın diye Türk kimliğimizi sakladık, milliyetçilik yapmadık. Fakat Osmanlıcılık yapıp Gayrimüslim-Müslüm bir arada tutalım dedik olmadı. Sadece Müslümanları bir arada tutalım diyoruz bakıp görüyoruz ki bir taraftan Arnavutlar bir taraftan Araplar bir taraftan içerideki ayrılıkçı Kürtler bizi çekiştirip elimizi ayağımızı kesmek istiyorlar biz de mecbur devletimiz elden gidecek bu yüzden Türkçülük yapıyoruz.
Ne yapsaydık yani bıraksaydık da devletimiz elimizden mi gitseydi? Hiçbir şey yapmadan bekleyip ulusumuzun yok olmasını mı izleseydik? Dünyada Türk’ün dışında her milliyetçilik bir başka kavme husumete dayalıdır. Dünyada sadece Türk Milliyetçiliği hiçbir kavme husumete dayalı olmaksızın çıkmıştır. Kendi devletini ve milletini koruma refleksi ile vücut bulmuştur. Diğer milliyetçilikler ırkçılık üzerine yükselmişken Türk milliyetçiliği birleştiricilik üzerine yükselme göstermiştir.

Türk milliyetçiliği neden bu kadar önemlidir?

16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildiğinde meclis basıldığında Türk milliyetçiliğine gönül vermiş milletvekilleri tutuklandı. Yetmedi Türk ocaklarını bastılar. Oda yetmedi milliyetçileri evlerinden alıp, tutuklayıp Malta Adasına sürdüler. Farkındaysanız sosyalist, liberal ya da İslamcılara değil milliyetçilere dokunuldu. Çünkü emperyalizmin korktuğu şey milliyetçiliktir.
Ülkesini, vatanını, milletini, değerlerini, şahsi değerlerinden üstün tutan kişilere milliyetçi denir. Milli ruhun gelişmesi için Milliyetçiliğin benimsemesi gerekir. Fakat milliyetçilik yapan insanlara hep ırkçı diye yafta vurup, milliyetçiliği İslam karşıtlığı gibi gösterip, günah diye fetva veren din adamlarının kökenlerine baktığınızda “Gayri Türk” çıkıyorlar.  Türk Milliyetçiliği ırkçılık değildir. Türk Milliyetçiliği İslam karşıtı değildir. Hz. Muhammed efendimiz kavmiyetçilik yapmayın diyor. Fakat kavminizi sevmeyin demiyor. Aynı şekilde kişi kavmini sevmekle kınanamaz diye hadis-i şerif var.
Vesile b. El-Eska anlatıyor: Hz.Peygamber (a.s.m.)’e “Kişinin kavmini sevmesi asabiyet/ırkçılık sayılır mı?” diye sordum. “Hayır. Asabiyet/ırkçılık kişinin kavminin yaptığı zulme yardımcı olmasıdır.” Diye buyurdu. (bk.Ahmed b. Hanbel, 4/107;Mecmau’z-zevaid, 6/244).

Sonuç olarak Türk milliyetçiliği dün nasıl Çanakkale ruhunu oluşturduysa ve bu ruh nasıl milli mücadeleyi ateşlediyse ve yeni bir devletin kurulmasını sağladıysa işte bugünde Türkçülükten doğma Türk milliyetçiliği ve vatan duygusu sayesinde 15 Temmuz gibi bir kalkışma bastırıldı. Fırat kalkanı gibi Afrin gibi operasyonlar bu milliyetçilik ruhuyla yapıldı. İspatı ise Zeytin Dalı operasyonunda bir muhabirin Türk askerine istikamet nereye sorusuna karşılık “Kızılelma’ya” yanıtını vermesidir. Bir başka ispat ise Türk askerinin Türklerin sembolü bozkurt işaretini yapmaları geçmişten günümüze milliyetçilik ruhunun devam ettiğini ve ilelebet devam edeceğinin göstergesidir. Bu yüzden Türkçülükten doğma Türk milliyetçiliği İslam karşıtı değildir ve ırkçılık ile alakası yoktur. Ayrıca Türkçülüğü sistemleştiren ve kurtuluşun Türkçülükte olduğunu savunan Diyarbakırlı bir Kürt olan Ziya Gökalp’i Türkçülük rahatsız etmiyorsa ve İstiklal Marşını yazan milli şairimiz Arnavut olan Mehmet Akif Ersoy İstiklal marşında “Kahraman Irkıma Bir Gül” derken buradaki kahraman ırk olarak Türk milletini gösterip ve bundan kendisi rahatsız olmayıp kendisini Türk milletinin bir parçası olarak görüp bu millete ait olduğunu hissediyorsa Andımızdaki Türküm cümlesinden de kimsenin rahatsız olmasına gerek yoktur.

Son olarak ilk başta dediğimi tekrarlıyorum. Bu ittifakın bozulması Türk devletinin ve milletinin yararına olmayacaktır. 



[1] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah, İsyanbul 2010, s.58-59.
[2] Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, s.,209-210; Aktaran, Mustafa Oral, Türk Ulusunun İnşası Ortak Tarih Söylemi, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2015, s.31.

23 Eylül 2018 Pazar

OSMANLI HANEDANI VE TAHTA GEÇİŞ SİSTEMİ




Osmanlı’nın kuruluş yılları ile ilgili olarak kaynaklar sınırlıdır. Özelikle kuruluş ile ilgili Bizans, Ermeni ve Gürcü kaynakları daha önemlidir. Devletin ortaya çıktığı dönem ile ilgili Osmanlı Hanedanı hakkında bilgi veren kaynakların genellikle sonraki devirlere ait oluşu yüzünden hanedanın kökeni ve Osmanlı Devletinin kuruluşu hakkında birbirinden farklı pek çok teori ortaya atılmıştır. Osmanlılar kendilerini Oğuzların Bozok koluna mensup Kayı boyunu bağlarlar. Paralar üzerindeki Kayı boyu damgası bu konudaki en güçlü delildir.

Osmanlı Hanedanının başlangıcı Anadolu Selçuklu Devletinin bir Uç Bey’i iken 1299’da Karacahisar’ın fethiyle buraya kendi adına Kadı ve Sancakbeyi tayin eden Osman Gazi ile başlar. Bu sebeple hanedana Osmanlı hanedanı, devlete de Devlet-i Âliye Osmaniye denmiştir.



İlk Türk Devletlerinde itibaren devam eden Türk hakimiyet anlayışına göre iktidar hanedanın ortak malıdır. Bir hükümdar öldüğünde hanedana mensup her erkek üyenin tahta geçme hakkı vardır. Bu durum İslam öncesi ve sonrası birçok Türk Devletinin zayıflamasına ve yıkılmasına sebep olmuştur.
Kuruluştan, Fatih dönemine kadar olan dönemde bu sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Fatih bu duruma son vermek için radikal bir çözüm olarak Şeyhülislam fetvası da alarak devletin bekası için kardeş katlinin caiz olmasıyla ilgili bir kanunname çıkarmıştır. Bu kanunnamenin çıkarılmasının sebebi Osmanlı Devletine gelecek bir zararın İslam dinine gelme endişesidir. 1700’lerden itibaren tahta geçiş sisteminde Ekberiyet sistemi yani hanedanın en yaşlı üyesinin tahta geçmesi kabul edilmiştir.



18 Eylül 2018 Salı

OSMANLI DEVLET ANLAYIŞI


Osmanlı Devleti kendisinden önceki Türk ve İslam Devletlerinin siyasi, sosyal, idari ve askeri alanlardaki kültür mirasını devralmıştır. Özellikle Anadolu Selçukluları ve İlhanlılar Devleti Osmanlı müesseseleri için önemli bir örnek teşkil eder. Osmanlılar önceki Türk Devletlerinde görülen idari teşkilat ve ilkeleri süzgeçten geçirerek iyi olanlarını almışlar ayrıca bunları geliştirmişler hatalı olanları ise zamanla terk etmişlerdir. İlk Osmanlı padişahları zamanında düzenlenmiş olan Vakfiye ve Mülk-nâmelerin incelenmesi Osman Gazi ve arkadaşlarının öyle zannedildikleri gibi basit bir takım göçebe kabile reisleri olmadıklarını göstermiştir.


Devletin kuruluşunda Ahilerde rol almışlardır. Ayrıca Anadolu Beyliklerinden ve İslam Dünyasının çeşitli sahalarından ilim ve fikir adamları gaziler, esnaf ve sanatkarlar, dervişler gibi her zümreden insanlar, Osmanlı ülkesine gelerek devletin kuruluş ve yükselişinde görev almışlardır.
Osmanlıların, Hıristiyanlarla yaptıkları gaza ve cihatta başarılı olmaları İslam Dünyasının her tarafında büyük bir sempati doğurmuş ve Osmanlı topraklarına büyük 
bir nüfus göçünü başlatmıştır.

Devletin kuruluş ve yükselme döneminde ortaya konan kültür ve medeniyet 3 temele dayanır;
1-) Türklerin Orta Asya’dan beri yaşattıkları örf adet ve gelenekler,
2-) İslamiyet ile kazanılan kültür değerleri,
3-) Ön Asya, Anadolu ve Rumeli’de karşılaştıkları toplumlardan aldıkları kültür unsurlarıdır.

Osmanlı Devletinin temel ve resmi ideolojisi İslamiyet’tir. Osmanlı Devlet adamları da devletlerini bir İslam Devleti olarak görüyorlardı. Osmanlı padişahı için birçok yerde İslam padişahı, Osmanlı ordusu için ise İslam ordusu tabiri kullanıyordu.
İslam inanç ve gelişimi o derece güçlüdür ki, İslam kaynaklı olmayan Orta Asya’dan gelen birçok geleneğinin yanında vergi hukukuna ait Bizans ve Sasani kalıntısı bir unsurunda zamanla İslamileştirildiği görülmektedir.

16 Eylül 2018 Pazar

CENGİZ HAN



Cengiz Han, Türk takvimine göre Domuz yılının başında Doğu Sibirya’da bulunan On On sağ kıyısında yer alan Deli-ün Boldok’ta 1167’de doğdu.[1]
Babası Moğolların Kıyat Reisi Yesügey Bahadır’dır. Annesi Houlen Ece’dir.
Babası Yesügey Bahadır daha önce mağlup ettiği Tatar Kabile Reisi Timuçin (demirci) ismini oğlu Cengiz Han’a verdi.  Timuçin 12 yaşında babasını kaybetti. Babasına bağlı olan kabileler onu zayıf ve çocuk görerek itaat etmediler. Malları babasının arkadaşları tarafından yağmalandı. Timuçin başka anneden doğma iki üvey kardeşi ile On On Irmağının kaynağında sudan balık tutarak Kentey Dağlarında kara avcılığı yaparak geçindi. Üvey kardeşlerinden Bekter ondan izinsiz Tarla kuşunu haksız olarak aldığı için onu öldürdü.
Tayiçi Reisi Targutay, Cengiz Han’ı esir düşürdü. O esaretten kurtularak annesinin yanına sığındı. Daha sonra Arulat Reisinin oğlu Boğorçu ile dost oldu ve gücüne güç kattı. Kongirat Şefinin kızıyla evlendi. Cengiz Han, Merkitler tarafından bir baskın sonucu eşi Börte’yi bırakarak Merkitlerin elinden kurtuldu. Cengiz Han, Keraitlerin şeflerinden Cacirat kabile şefi Camuka onun kan kardeşi olduğundan yardıma koştu. Cengiz Han Kerait Hükümdarı Tuğrul’a giderek ondan da eşi Börte’nin kurtarılmasını istedi. Börte kurtarıldı. Cengiz Han ve adamları Merkitleri cezalandırdı.

Daha sonra Cengiz Han kan kardeşi Camuka ile hanlık yüzünden arası açıldı ve bu savaşı Cengiz Han kazandı.
Bunun sonucunda bir toy verdiler. Cengiz Han Keraitlere tabi oldu. Cengiz Han’ın 27 yıllık sıkıntılı dönemi geride kaldı. Askeri, idari tecrübe kazandı. 1195 yılında birçok kabileyi kendisine bağladı. Bu sırada Börte ihtilaflı olarak Cuci’yi doğurdu. Fakat Cengiz Han ona hiç ayrımcı gözle bakmadı. Cengiz Han 1196’da kendisini Han ilan etti. Arkasından Merkitler üzerine yürüyerek onları mağlup etti. (1197) Merkit Bey’i Tokta Beki öldürdü. Onhong ile birleşerek Kişibaş Mevkiinden Noyman Hakanı Buyruk Han bozguna uğratıldı. (1199) 1200 yılında Tayciyutlar yenildi ve kabileleri bozguna uğradı. 1201’de  Kurilas, Dormen, Tatar kabileleri bozguna uğratılarak itaat altına alındı. Tatarlar ve kendilerini büyük han ilan eden Noymanlar yenildi.
Cengiz Han 1206’da bütün Tatar, Moğol kabilelerini, Noymanları, Bozkır Hükümdarlarını hakimiyeti altına alarak On On Irmağının sağ kıyısında kurultayını topladı ve 9 parçalı Ak Tuğunu dikti. Kendisini göklerin – yerin ve cihanın en güçlü hükümdarı ilan etti.
1206 Bahar Kurultayı ile Cengiz Han, Türk-Moğol kabilelerinin hükümdarı oldu. 840 yılında yıkılan Uygur Devletinin yerini almaya çalıştı.
1207’de Kırgız Hükümdarı elçi heyeti göndererek Kırgızlar Ak renkli doğan kuşu hediye ettiler. Bağlılık bildirdiler ayrıca Cengiz Han’a kurultay’da Şaman Kökçü yardımcı olarak onun iktidarını dini temeller üzerine oturtmaya çalıştı.



[1] Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, Ötüken, b.6, İstanbul, 2010, s.228.

15 Eylül 2018 Cumartesi

TUĞRUL VE ÇAĞRI BEYLER DÖNEMİ NESA SERAH VE DANDANAKAN SAVAŞLARININ DETAYLARI



Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçuk Bey tarafından yetiştirilmiş iyi asker ve siyasetçilerdir. Askerlik işinde Çağrı Bey, Devlet işinde ise Tuğrul Bey iyidir. Çağrı Bey büyüktür olmasına rağmen Tuğrul Bey’den karşın devletin başına geçmesini ister. Çünkü Tuğrul Bey devlet işlerinde iyidir.
Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçuklunun başı olan Arslan Yabgu, Gazneli Mahmut tarafından tuzağa düşürülüp tutuklanıp hapis edilene kadar hiç ona karşı gelmediler. Ama hep kendi bildiklerini yapıp bağımsız hareket ettiler.
Tuğrul ve Çağrı Beyler tarihi bir karar alırlar. Tuğrul mahiyetindeki birliklerle beraber Katvan Çölünün gerisine çekilir. Kendisini ve yüklerini (kadın, çocuk, ağır silahlar) koruma altına alır. Çağrı ise mahiyetindekilerle Doğu Anadolu üzerine bir gaza ve keşif gerçekleştirir.
Çağrı Bey’in Horosan’ı hızla geçmesi, Ermenistan içinden birliklerini yakalanmadan ustaca geçirmesi Sultan Mahmut’u çok şaşırtır. Çağrı Bey dönüşte birlikleri küçük gruplara bölerek kendisi ise bir Tüccar kılığına girer bu yaptığı planla Sultan Mahmut’u yine alt eder ve Tuğrul Bey’in yanına sağ salim döner.
Çağrı Bey, Tuğral’a “keşfedilen yerler son derece verimli beldeler, bizim hayat tarzımıza uygun ayrıca bize karşı koyacak bir güçte yok” diyecektir. Türklerin yaptığı bu operasyon Ermenileri çok korkutmuştur.
Bu arada Selçuklunun başında olan ve tutuklanıp Kalencer kalesine atılınca eden Arslan Yabgu’nun yerine Musa Yabgu geçer. Karahanlı Devletine isyan eden Prens Ali Tiğin Selçukluları bölmek için farklı yollar dener. Musa Yabgu’nun oğlu Yusuf’u bulunduğu bölgenin hükümdarı ilan eder. Böylece Türkmenleri parçalayıp böleceğini düşünür. Fakat Tuğrul ve Çağrı Beyler bu oyuna gelmez. Daha sonra Ali Tiğin, Yusuf’u bir casus göndererek suikast düzenletip öldürtür. Tuğrul ve Çağrı Beyler ise Yusuf’un intikamını almak için Ali Tiğin’in üzerine yürür. Bu sırada 1030 yılında Gazneli Mahmut ölür yerine oğlu Mesut geçer. Yalnız ağabeyiyle taht mücadelesi yaşar. Çünkü Gazneli Mahmut ölmeden önce diğer oğlu Muhammed’i veliaht ilan etmiştir. Fakat Mesut bunu kabul etmez. Hızla bulunduğu bölgeden harekete geçer, önce ağabeyine anlaşma teklif eder lakin kabul edilmez ve aralarında mücadele yaşanır Mesut bu mücadeleyi kazanır. Sultan Mesut, Türkmenleri kontrol altında tutmaya çalışıyor. Lakin Çağrı ve Tuğrul’u tehdit olarak görüyor. Selçuklu Beyleri özellikle Nesa ve civarını tercih eder. Çünkü hayvanlar için su ve ot bol aynı zamanda herhangi bir tehlikede hızla çöllere çekilip korunacakları yerdir. 1035 yılında Gazneliler Nesa’da Türkmenler tarafından yenilgiye uğratıldılar. Türkmenler siyasi platformda da başarılarını perçinleştirmeye çalışır.

  Yapılan Antlaşmaya göre;
·        *Selçuklulara Nesa, Ferebe ve Dihistan verilecektir.
·        *Türkmenler bu şehirlerle yetinecektir.
·        *Selçuklular, Gaznelilere her yıl rehin verecektir.        

Bu rehin meselesiyle Selçuklu vasal statü kazanıyor. Gaznelilerin gevşek davranması sonucu Selçuklular bu antlaşmaya uymadı ve istekleri daha da arttı. Bunun sonucunda Merv, Seras ve Bavert’i istediler. Bunun üzerine Sultan Mesut 10.000 atlı ve 5000 piyadeyi Türkmenler üzerine gönderdi. Kendisi Gazneye geri dönüp Hindistan üzerine sefere çıkar. Bundaki amaç Sultan Mesut’un zedelenen itibarını yükseltmeye çalışmasıdır. Ama yanlış yaptı en önemli mesele olan Türkmenleri göz ardı etti. Gazneliler, Selçuklularla savaş yapmak istemez ve onları oyalamaya çalışır. Lakin Selçuklular bunu anlar ve faaliyetlerinin şiddetini arttırır. Selçuklular vur-kaç taktiği yaparak Gaznelilere ağır darbeler vurur. Gazneliler büyük bir ordu toplayıp savaşmaya gelirler.

Fakat Selçuklular ağırlıklarıyla beraber çöllerin gerisine çekilir ve manevralarla 1038 yılının Mayıs ayında Seras’ta Gaznelilere çok ağır bir darbe vurur. Gazneli Hacib Subaşı 20 kadar gulamıyla savaş meydanından kaçar. Böylece Selçuklu beyleri Devlet kurma yolundaki ikinci büyük zaferini kazanır.
Selçuklular hemen teşkilatlanma yoluna gider. Tuğrul Bey Kurultay’da hükümdar seçilir. Topraklar kendi aralarında paylaşılır.
Tuğrul Bey’e; Nişabur, Çağrı Bey; Merv, Musa Yabgu; Seras’ı alır.
Lakin Selçuklular, Horosan’ın tamamını istiyor. Bu onların ufkunun genişliğini açıklıyor. Nişabur toprakları pay edilirken ele geçirilmemiştir. Bu yüzden Nişabur, Tuğrul’un anneden kardeşi olan İbrahim Yınal’ı elçi olarak gönderir ve şehrin kendilerine tabi olmasını ister. Eğer şehri savaşmadan teslim ederseniz; Can’a, mal’a dokunulmayacak, eğer şehri vermezlerse çok kan akacağını söyledi. Böylece Nişabur halkı Selçuklulara tabi olmayı kabul eder. Tuğrul Bey şehre hakimiyet sembolü olarak kolunda gerilmiş yay, kemerinde üç ok bulunmaktadır. Onun adına okutulan Hutbe’de Melikil Mülk ünvanı verilmiştir. Selçuklular, Nişabur’u ilk payitahtları olarak seçerler.
Fakat Selçuklular sınırları belli bir vatan istiyorlar ve bu yüzden Dandanakan savaşına ihtiyaç duyuyorlar. Selçuklunun kaderini belirleyen Dandanakan savaşıdır. Sultan Mesut’un yanlış uygulamaları sebebiyle ordu içinde huzursuzluk ve kaynama başlar. Ordu harekete geçtiği sırada Hassa birliklerinden birkaç bin kişi Selçuklu safına geçer. Çağrı Bey, Sultan Mesut’un geçeceği köprüyü yıkmak ister fakat başarılı olamaz. Çünkü Ulga Abat taraflarında yapılan savaşta Çağrı Bey yenilmiş, Sultan Mesut cesaretlenmiştir. Sultan Mesut bu galibiyetle yönünü Seras’a çevirir. Çağrı Bey, Tuğrul Bey’in yanına dönerek durum toplantısı yaparlar. Toplantıdan sonra Çağrı Bey 20.000 askerle Seras’a geri döner. 1039’da çatışmaların tekrar başlamasıyla Gazneli Veiziri Ebu Nasır barış teklif eder. Selçuklular güç toplamak için kabul ederler.

  Antlaşmaya göre;
·        * Gazneliler, Herat’a çekilecek,
·        * Nesa, Babert, Ferabe en geniş sınırlarıyla Selçuklulara bırakılacaktır,
·        * Selçuklular, Müslüman mallarını yağmalamayacak ve bulundukları yerleri terk edip sözü edilen yerlere çekilecektir.
1040’lı yıllara gelindiğinde Selçuklular artık Gaznelileri yeterince yıprattıklarını düşünerek Dandanakan Meydan Savaşını kabul ediyorlar. Dandanakan Merv şehri yakınlarında bir kalenin adıdır. Savaş o kalenin önünde yapılır. Selçuklular vur-kaç taktiği ile savaşır. Gaznelilerde kopma başlar. Savaş üç gün sürer, ordu dağıtılır, Sultan Mesut 100 kişiyle kaçar. Hindistan’a doğru giderken bir köle tarafından yolda öldürülür.

  SONUÇLAR;
·        * Gazneliler, Sulçuklulara tehdit olmaktan çıkar.
·        * Selçuklular artık Horosan’a sahip olurlar ve Vatan sınırlarını oluşturdular.
·       *  Selçuklular, Karahanlılar veGaznelilerden sonra kurulan en büyük devlettir.
·        * Bu galibiyetin ardından Selçuklular hızla teşkilatlanmaya başlayacaklardır.
·        * Zafer fetihleri yazılarak komşu devletlere bildirilir.
·        * Abbasi Halifesi Kaim B. Emrullah’a mektup yazılır. “Devletin kuruluş nedeni izah edilir ve Abbasi Halifesine Devleti onaylatırlar.
·        * Devletin ilk veziri Ebul Kasım Buzcani oldu.
·        * Tuğrul Bey adına ilk para 1040’da Nişabur’da resmen basıldı.
·        * Tuğrul Bey El-Emirül Ecel ünvanını paraya bastırdı.
·        * 1042’de Rey’de bastırılan parada El Emirül Seyyid ünvanını aldı.
·        * Zaferin ardından Horosan halkı 1 yıl vergiden muaf tutuldu.

12 Eylül 2018 Çarşamba

10.YÜZYILDA SELÇUKLU'NUN ÇEVRESİNDEKİ DEVLETLER VE YURT TUTMA ÇABALARI




10.yüzyılın sonunda İslam Devletinin doğusunda Karahanlılar var. Karahanlılar Müslüman Türk Devletidir ve Sünni İslam’ı benimsediler.
Mavaraünnehir-Horosan’da Samaniler var. Afganistan-Pakistan’da Gazneliler var. Türk ve Sünni İslam’ı benimsediler. Mısır-Suriye civarında Fatımiler var. Şii Araplardır ve Sünni Arap olan Abbasi Devletiyle mücadele halindeler. Balkanlarda ve Anadolu’da da Bizans İmparatorluğu yani Doğu Roma var. Etnik olarak Rum ve Hıristiyan’dırlar.

Bu dönemde Selçukların henüz toprak parçası yoktur. Bu yüzden yaşadıkları yerlerde tutunabilmeleri için ittifaklar kurmuşlardır. 
Samanilerle ve Karahanlılar Maveraünnehir’in tek hakimi olmak için mücadeleye giriyorlar. Selçuk Bey bundan yararlanıyor. Lakin bu durum zaman zaman Selçuk Bey’i sıkıntıya sokuyor. Karahanlılar, Samanilerin iç karışıklıklarından yararlanarak Maveraünnehir’i alır. Samaniler ise bu durum karşısında Selçuk Bey’den yardım ister.İstenen yardım sonuç verir ve bu ittifak sonucu Karahanlı Buğra Han’ı yenilgiye uğratırlar. Bunun sonucunda Selçuk Bey, Samaniler’den Buhara ve Semerkant civarında yeni otlakların kullanım iznini alır. Ayrıca Samaniler, Karahanlıların kendilerinden aldığı toprakları geri kazanır. Selçuk Bey zaman zaman Samanilerle ittifak ediyor ama bu otlak elde etmekten başka bir şeye yaramıyor. Toprak kazanamıyor çünkü hala zayıflar.

999’da Karahanlı Hükümdarı İlik Nasır Han, Samani Devleti’ni ortadan kaldırınca Selçuk Bey sıkıntıya düşüyor. Mavaraünnehir Karahanlılara, Horosan Gaznelilere geçiyor. Selçuk Bey siyasi yalnızlıktan kurtulmak için Samani Hükümdarı Müntasıra yardım ediyor ama çözüm bulamıyor. Muntasır ise 1004 yılında ölür ve Türkmenler iyice yalnız kalır. Samanilerin verdiği otlaklarda Karahanlılara geçer.

1007-1009 yılında ise Selçuk Bey Cend’de ölür vc oraya defnedilir. Selçuk Bey’in ölümünden sonra yerine oğlu Arslan Yabgu geçer. Başa geçtiği sırada siyasi yalnızlık içindedir. Çaresiz kalmamak için Karahanlılarla ittifak eder.

 

Yalnız o dönemde Karahanlı Prensi Ali Tiğin iç isyan çıkartır. Karahanlı Hükümdarı olan Arslan Han’a baş kaldırarak Buhara’ya gelir. Ali Tiğin Selçuklu Hükümdarı Arslan Yabgu ile ittifak yapar. Selçuklu da zaten Karahanlıların iç isyanlarından yararlanmak ister. Bu ittifak karşısında Karahanlı Hükümdarı Arslan Han ise başarılı olamaz geri çekilir. Bu olay Gazneli Sultan Mahmut’un harekete geçmesine yol açar. Bu ittifaka karşı ise Karahanlılar ile Gazneliler karşı bir ittifak oluştururlar ve Ali Tiğin ve Arslan Yabgu üzerine yürürler. Gazneli Mahmut, Selçuklu Hükümdarı Arslan Yabgu’yu antlaşma yapmak üzere çağırır fakat Arslan Yabgu’yu tutuklatıp Hindistan’ın Kalencer Kalesine atar ve 7 yıl orada hapis kalarak 1032’de ölür.
Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış, babasını kurtarmak için girişimlerde bulunur ancak başarılı olamaz. Selçuklular 1020-1021 civarı Cend havarisini terk edip Buhara’ya gelir. Burada bir süre sessiz sedasız otururlar. Fakat Karahanlılar, Türkmenleri her zaman tehdit unsuru olarak görürler.

Selçuklunun 10.yüzyıl ve sonlarında etrafında bulunan devletler ve kısaca yurt tutunmak için yaptığı ittifaklar bu şekildedir. Bir sonraki yazımda Tuğrul ve Çağrı Beyler Dönemini konu alacağım.

Diğer Yayınlar