3 Temmuz 2019 Çarşamba

SURİYELİLER MESELESİNE TARİHİ VE DEVLETÇİ BAKIŞ




Hiç şüphesiz 2200 yıllık bir devlet geleneğine ve teşkilatına sahip olan bir milletiz. Müslümanlığı kabul ettikten sonra da İslam’a birçok hizmette bulunmuş ve İslam’ın sancaktarlığını yapmaya görevli bir millet olarak tarihe damga vurmuşuz. Halen daha bu damganın izini taşıyoruz. Günümüzde İslam dünyasının sıkıntılarına da Türkiye olarak bu yüzden katlanıyoruz.

Fakat 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dünyaya Milliyetçilik akımının yayılmasıyla beraber İmparatorluklar parçalanmış ve ulus devletler kurulmuştur. Bu parçalanan imparatorluklardan biri de Osmanlı İmparatorluğu’dur.  Osmanlı İmparatorluğu yıkılış aşamasında mecburen uluslaşma sürecine girmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur. Ancak bugün bile İslam’ın bayraktarlığını devam ettirerek mazlum milletlerin umudu olma ve “Muhammed’in Ordusu” olma özelliğini asla kaybetmemiştir.

Ancak Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi çok milletli, çok uluslu, çok dilli bir politika izleyemez. Bu şekilde bir politika izlerse içinden çıkılamayacak derecede vahim psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.

Örneğin; Suriyeli Mülteciler Meselesi bir azınlık meselesi olarak bugün değilse bile çok yakın bir zamanda ortaya çıkacak büyük bir probleme doğru sürüklenmektedir. Oysa ki biz, azınlık meselesini 1923’te çözmüştük. Ayrıca Türkiye’nin demografik yapısı ve dolayısıyla toplumsal dokusu ciddi bir değişim ihtimali ile karşı karşıyadır.

Türk devleti ve milleti hiç kuşkusuz bir imparatorluk bakiyesidir. Ancak biz daralan bir imparatorluktan bugünkü sınırlarımıza çekildik. Türklüğün “Yeni Ergenekon’unda” Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk ve ihya ettik. Bu yüzden, söz konusu sınırlar içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’na benzer, çok milletli çok dilli bir imparatorluk falan kuracak değiliz. Burası milli devlettir. Ve buna uygun politikalar üretilmelidir. Bu yüzden daralan toprakları kozmopolit bir yapıya dönüştüremezsiniz.

Eğer böyle yapmaya kalkarsanız psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalır; ileride azınlık probleminin çıkmasına sebep olacak vahim bir netice ile yüzleşebilirsiniz. 

Türkiye, 13 Haziran 2019 tarihi itibari ile İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı resmi rakamlara göre; 3 Milyon 613 Bin 644 kişiyi bünyesinde barındırmaktadır.  
Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı; 79 Bin 894 kişi, çalışma izni verilen; 31 Bin 185 kişi, en az bir ortağı Suriyeli olan şirket sayısı; 15 Bin 159, Türkiye’de doğan bebek sayısı son 8 yılda 405 bin 521 kişi olarak açıklandı.

Bu durumda Türkiye, kayıt dışı Suriyeliler ve hızla artan doğum oranları nedeniyle ileriki yıllarda içinden çıkılamaz bir nüfus patlaması ile karşı karşıya kalabilecektir.
Ayrıca, 28.01.2019 tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan bir konuşmada, Suriyelilere 35 milyar Dolar gibi ciddi bir rakam harcandığı belirtildi.  

Peki, 35 milyar Dolar ne demek?

Bu para ile otuz tane Avrasya Tüneli, dört tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üç tane Marmaray ve binlerce kilometrelik tramvay hattı ile otoban yapılabilir.  

Evet, biz şanlı bir milletiz, İslam’ın bayraktarlığını yapıyoruz ve mazlum milletlerin beklediği kurtarıcıyız. Ancak şunu da unutmamalıyız; Hz. Muhammed nebimiz zorluk çektiği Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir. Çünkü Müslümanlar, müşrikler tarafından baskı ve zulüm görmekteydi. Müslümanlar Medine’nin yerli halkı tarafında Ensar-Muhacir kardeşliğinde birlik ve beraberlik içinde yaşadılar. Ancak Müslümanlar, burada güçlerini topladıktan sonra, Peygamberimizin liderliğinde hicretin 8.yılı ve Ramazan ayının 10. Gününde on bin kişilik bir ordu ile baskı ve zulüm gördükleri Mekke’ye geri dönerek 630 yılında burayı fethetmişlerdir.  

Türkiye’ye gelen Suriyeliler için Hz. Muhammed nebimizin hicretini ve Ensar-Muhacir kardeşliğini örnek gösteriyoruz. Lakin, Hz. Muhammed’in ve İslam ordusunun, haksız yere zulüm gördükleri toprakları, güçlenip toparlandıktan sonra, geri dönüp fethettiklerini nedense söylemiyoruz.

Suriyelileri her gün sokaklarda görüyorum. Maşallah güçlü kuvvetli gençler. Sahillerde nargile içecek rahatlığa, denize girecek keyfe erişmişler ise; demek ki savaşacak güce ve morale de sahip olmuşlardır.  
Eğer ki zulüm gördükleri vatandan kaçıp kendilerini toplayıp geri dönmüyor ve hâlâ bu rahatlığı ve keyfi yaşamaya devam etmek istiyorlarsa, o vakit Ensar- Muhacir kardeşliğinden ve Peygamberimizin izinden gittiklerinden bahsetmemiz pek doğru olmaz.

Son söz olarak şunları ilave etmek istiyorum. Bu yazdıklarımın ırkçılık ile alakası yoktur. Suriyeli karşıtı falan da değilim. Ama milletimi ve devletimi vatansever biri olarak uyarmak zorundayım.

Yine diyorum ve yetkili merciler sesimi duyana kadar da demeye devam edeceğim! Bu durum artık psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan çok vahim bir çıkmaza dönüşmeye başladı. Ayrıca ileride bunun daha vahim bir sonucunu; yani, azınlık sorunu gibi ciddi bir problemi karşımızda görmek durumunda kalacağız.  



1 Temmuz 2019 Pazartesi

MACRON VE ÇİPRAZ’A TÜRK TARİHİ DERSİ


Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye’yi her fırsatta hedef almaya devam ediyor. En son Türkiye için Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarını durdurmasını istemiş ve üstüne Yunanistan Başbakanı Çipras’a, Türkiye’ye karşı size savaş gemisi göndereyim teklifinde bulunmuş. Çipras ise bu bilgiyi doğrulamış ve iddia olmaktan çıkarmıştır.
Ancak Fransa Cumhurbaşkanı, Fransa tarihini unutmuş olmalı ki Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı kışkırtıp böyle bir teklif götürmeyi kendine vazife saymış. Halbuki Osmanlı’nın Fransa Kralını kurtardığını ve Osmanlı’nın yardımına muhtaç olduğu günleri çabuk unutmuş olmalı.




“Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır'ın ve Kürdistan'ın ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun. Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz (istemişsiniz). Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim. Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. (Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun.) Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz.”

Ocak 1526

Macron hep böyle uzaktan sallasın dursun, Japonya’da G20 zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan diplomatik beden dilini kullanarak elini Macron’un omuzuna atıp tatlı sert mizaçt uyarılarını dile getirdi. 



PEKİ YA ÇİPRAS?

Bir de Yunanistan Başbakanı var tabi onun bunun gazıyla gelip iki de bir Türkiye’ye sallayan. Peki Çipras ne dedi? “Macron’un savaş gemisi gönderme teklifini kabul etmediğini tansiyonun çatışma boyutuna çıkmasını istemediğini zaten Yunan ordusu Avrupa’daki güçlü ordulardan biri olduğunu” söyledi. Üstüne ekledi. “Eğer egemenlik haklarımız ihlal edilirse acı verici sonuçlara katlanmamız lazımmış”. Bu konuşmalardan Çipras’ın da tarih bilmediğini anlıyoruz. Eğer Türk-Yunan ilişkileri tarihini bilseydi. Herhalde böyle konuşmazdı.

Yunanistan’ın bugün bile ekonomisi berbat ve ordusu da hiç de öyle abarttığı gibi güçlü falan değil. Nasıl ki İsrail, Amerika’nın şımarık çocuğu olarak ara sıra Türkiye’ye kafa tutuyorsa! İşte Yunanistan’da Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak Türkiye’ye kafa tutuyor!

Yoksa Osmanlı’nın tek bir vali ile senelerce yönettiği bugünde Avrupa’nın desteği olmadan ayakta bile kalamayacak olan bir ülkeden bahsediyoruz.
Üstelik tehdit ettiği Türk milleti ve devleti karşısında tarih boyunca defalarca yenilmişsin ve halen boş tehditlerle kafa tutmaya çalışıyorsun.

Türk- Yunan tarihine derinlemesine girmeyeceğim ama Çipras’a tavsiyem. Sadece işgal yıllarında Sakarya’dan, İzmir’e kadar süpürülen ve son kalıntılarının da denize döktüğümüz 200.000 askerine veya Kıbrıs Barış Harekatı’na bir bakması hem kendisi hem de ülkesi açısından iyi olur.

Son söz olarak Türkiye Akdeniz’de sondaj çalışması yaparken ne Kralı’nı kurtardığı Fransa’dan ne de senelerce bir vali ile yönettiği ve denize döktüğü Yunan’dan izin alacak değil…

TERÖRE KARŞI ÇIKIYOR –MUŞ-!!! GİBİ GÖRÜNENLER



21. yüzyılda artık cephe savaşları yapılmıyor. Bunun yerine Soğuk savaşlar, İstihbarat savaşları, psikolojik ve asimetrik savaşlar, bir başka ülkeye karşı terörü destekleme, iç karışıklıklar çıkartma, sabotaj eylemleri gibi çeşitli savaşlar yapılıyor.

Özellikle Türk Milletini cephe savaşlarında yenemeyeceğini anlayan Avrupa bunu en son Çanakkale’de, İnönü savaşlarında, Dumlupınar ve Aslıhanlar Muharebelerinde, Kütahya ve Eskişehir Savaşlarında, Sakarya ve Büyük Taarruz Savaşlarında gayet iyi anladılar. Bu sebeple Türk Milleti ve Devletini terör örgütleri ve içimizden devşirdikleriyle vurmaya, zayıflatma ve yıkmaya çalışıyorlar. Bu zamana kadar Avrupalı devletler ve okyanus ötesi teröre el altından destek verirdi. Fakat 15 Temmuz darbe ihanetinin bastırılması ve ABD’de başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanmasından sonra Avrupalı Devletler ve Okyanus ötesi teröre açıktan destek vermeye başladılar. Bunun en büyük kanıtı 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olan Fetö’nün Türkiye’ye iade edilmemesi ve sınırlarımızdaki terör örgütlerine binlerce tır dolusu ağır silahlar, zırhlı araçlar ve Hummerlar, gıda ve (ilaç yardımları buna ayrı bir parantez açmak istiyorum. Askerimiz en son yaptığı operasyonda Kızılhaç örgütünün gönderdiği ilaçları ele geçirdi.) gibi yardımlar yapıldı. Bunun yanında ABD’li subaylar teröristleri eğitti onların armalarını utanmadan üniformalarına taktılar ve askerimize beraber kurşun sıktılar.

Şimdi bana söyler misiniz ABD’nin ve Avrupa’nın bu yaptığına iki yüzlülük denmez de ne denir? Hem biz müttefikiz diyeceksiniz hem de bizim güvenliğimizi tehdit eden terör unsurlarına yardım edeceksiniz. Biz de Türk milleti ve devleti olarak ses çıkarmayacağız öyle mi? Eğer öyle zannettilerse çok yanlış düşünmüşler.

Amerika’nın YPG’ye vermiş olduğu o silahlarla 3 şubat 2018’de Afrin’in Kuzeydoğusu Şeyh Horoz bölgesinde teröristler tankımızı o silahlarla vurdu ve 6 Kahraman Askerimiz şehit oldu. Bitti mi?
Bitmedi; o da yetmedi. Yine Amerika’nın verdiği silahlarla teröristler çatışmada bir askerimizi şehit etti. Ayrıca Kilis’e yapılan saldırıda da bir askerimiz şehit oldu. Tabi bunun öncesi de var topraklarımıza atılan roketlerle şehit olan sivil vatandaşlarımızda var 17 yaşındaki kız kardeşimiz gibi…

Peki Avrupa’nın iki yüzlülüğü bununla mı sınırlı?
Hayır… bir başka Avrupa ülkesi Almanya; parlamentosunda vekilleri boynuna PKK paçavraları asıp mecliste onların gösteri yapmasına izin verip Türkiye’yi protesto ediyorlar. Güya bu Almanya’da bizim müttefikimiz.

Ne Amerika ne Almanya ne de bir başka Avrupa devleti, ülkemizi korumak için yapacaklarımıza engel olamayacaktır. Biz de millet olarak hiçbir zaman birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmayıp düşmana fırsat vermeyeceğiz.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin asil ve kahraman askerlerimize görevlerinde başarılar diliyor ve her zaman Türk Milleti olarak onların yanlarında olacağımızı belirtmek istiyorum. Onların canı ve bir damla kanı dahi Amerika’dan, Almanya’dan Avrupa’dan ve destekledikleri teröristlerden çok daha kıymetlidir. Çünkü onlar Muhammed’in, Mehmet’in ordusu, ocağı Peygamber ocağı, Canını vermesi şehitlik, makamı peygamber komşusu, İslam’ın da son ordusu olan yiğitlerdir.

TÜRK MİLLETİ ORDUSUNUN YANINDADIR…





23 Nisan 2019 Salı

ÖĞRENCİLERİME 23 NİSAN MESAJIM



Kahraman Türk Milletinin asil evlatları...
Sizler tarih yazmış bu asil milletin asil evlatlarısınız. Atalarımız Bilge Kağan, Tonyukuk, Selçuk Bey, Alparslan, Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal'in izinden giden asil bir nesilsiniz.
Eğer atalarınızın izinden giderseniz yükselen Türkiye'nin birer çalışkan neferi olacağınızdan hiç şüphem yoktur. Mutlak çalışkanlığı, azmi ve kararlılığı atalarının izinden gittikçe bulacak, ilhamınızı ise onlardan alacaksınız.
Ey Yükselen Türk Devleti'nin asil ve çalışkan evladı. Türk Milletinin refahını sağlayacak, Türk Devletini ilelebet sonsuza dek yaşatacak olan sizlersiniz.
O küçük omuzlarınızda muhteşem tarihimizin ilhamıyla birlikte Büyük Türkiye'nin yükü de mevcuttur.
Milletimizin ve devletimizin sonsuza dek var olabilmesi için çok çalışmalı ve başarılı olmalısınız. Size güveniyor ve size inanıyorum.
Unutma! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını en içten dileklerimle kutluyorum.

Tarih Öğretmenin Kubilay Muhammet Özdemir

2 Mart 2019 Cumartesi

TARİH NEDİR? TARİH NASIL İLİM OLDU?




Bu konuyu detaylandırabilmemiz öncelikle tarih nedir sorusuna bir göz atmamız gerekir. Tarih; geçmişte yaşanılan olayların, olguların zaman ve mekan belirterek belgeler ışığında objektif olarak aydınlatılmasıdır. Tarih kısaca “geçmişin bilimidir.”
Tarihin birinci unsuru zamandır. İkinci unsuru ise mekandır.
Tarihin bir başka tanımını yapmak gerekirse; geçmişte cereyan eden olayları, sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilimdir.
Sonuçları çıkmamış hiçbir olgu tarihe mal olmamıştır. İnsanların yaşadığı coğrafi şartlar, kimlikler de tarihi farklılaştırmada önemli rol oynar. Göçler, savaşlar, fetih siyaseti kuraklık, din savaşları, haçlı seferleri örnek gösterilebilir.
Marx iktisadı tarihin belirleyicisi olarak görmüştür.

Bazısı da din savaşlarını tarihte belirleyicisi olarak görmüştür. Ama tek noktada toplamak doğru değildir. Fakat en önemli faktörlerde bunlardır.
Şu unutulmamalıdır ki; Tarih bir milletin hafızasını oluşturur, insanlara sosyal ve siyasi konularda doğru karar verebilme olanağı sağlar.
Peki tarih nasıl meydana geldi? Kim onu bilimselleştirdi? Bu konuları hep merak eden insanlar var. Günlük hayatta pek çok insan bazen siyasi olaylar neticesinde bazen de sosyal olaylar neticesinde tarih ile ilgili tartışmalar yaptığında hep bu soruyu sorarlar acaba tarih nasıl meydana geldi bir geçerliliği, güvenilirliği var mı? işte araştırmam da bu sorulara cevap vermeye çalışacağım.
Tarih nasıl meydana geldi? Bakınız Tarih İlim olarak yazıyla vaka olarak insanla başlar. Yani dünya var olduğundan beri insanlığın tarihi vardır fakat bunların yazıya geçirilmesiyle ilim niteliği kazanmıştır. İlim niteliği kazandıran ise sosyoloji ve tarih felsefesinin babası sayılan İbn-i Haldun’dur. Onun görüşüne göre; “Tarih ilmi olayların nedenselliğini ve sebeplerini derinliğine inceleyen bir ilimdir. Bu yüzden de o, felsefenin temeli ve felsefi ilimlerden biri sayılmaya layıktır.” demiştir.
İbn-i Haldun tarihi faydaları çok ve gayeleri yüksek bir ilim olarak görür. Çünkü din ve dünya işlerini sağlam temeller üzerine kurmak isteyen biri, geçmiş toplumların ahlaklarını, peygamberlerin yaşamları ve mücadelelerini, hükümdarların yönetim ve siyasetlerini, tarihe mâl olmuş kişilerin yaptıklarını ancak tarih ile bilip örnek alabilir. Tarih ile ilgilenen kişinin, doğruyu bulmak ve yanlışlara düşmekten korunmak için değişik kaynaklara ve belirli bir  sisteme, çeşitli bilgi dallarına, dikkatli, sağlam ve bilgileri iyi bir süzgeçten geçiren bakış açısına ihtiyacı vardır. Çünkü tarihi haberler konusunda sadece nakle dayanılır, toplumsal hayattaki temel örfler, siyasi ilkeler, uygarlık ve medeniyetlerin kendilerine has özellikleri dikkate alınmaz ve geçmişte olanla ölçülüp değerlendirilmezse, gelen haberlerin doğruluğundan ve yanlışa düşünülmediğinden emin olunamaz.

Sonuç olarak; Tarih bir ilimdir ve  felsefi ilimlerden sayılmaya layıktır.

22 Aralık 2018 Cumartesi

GENÇ CUMHURİYETİN İLK ÖĞRETMENLERİNDEN ŞEHİT ASTEĞMEN KUBİLAY VE MENEMEN OLAYI




Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini hedef alan bir ayaklanma ve Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından birisidir. Çünkü bu ayaklanma genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925 Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır. 23 Aralık 1930 sabahı bundan tam 88 yıl önce sabahın erken saatlerinde ortalıkta dolanan altı kişi “Biz şeriat ordusuyuz” deyip Müftü Camiine giriyorlar. Elebaşları olan Giritli Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendisini “Mehdi” olarak tanıtıp dini korumaya geldiklerini ve arkalarında 70.000 kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylüyor. Bunun üzerine camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya takıp Menemen’de kazdıkları bir çukura bayrağı dikiyorlar. İnsanları Halife ordusu gelecek diyerekten korkutup yanlarına çekip isyan başlatmaya çalışıyorlar. Bu durum askeri birliklerin içerisinde duyulmaya başlandı. Bunun üzerine Alay Komutanı, Öğretmenlik eğitimini tamamlamış askerliğini Yedek Subay olarak yapmakta olan 23 yaşındaki Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı olaylara müdahale etmesi için bir manga askerle gönderir. Asteğmen Kubilay olay yerine vardığında askerlerinin yanından ayrılıp isyancıların yanına gider. Çünkü askerin silahında öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Bu yüzden askerleri zarar görmesin diye isyancıların arasına sokmak istemez. Ancak Kubilay, Derviş Mehmet tarafından tabanca ile kolundan vurulur. Bunu gören Kubilay’ın mangası ateş eder ancak tüfeklerde manevra mermisi olduğu için öldürücü etkiye sahip değildir ve Derviş Mehmet çevresindekilere “bakın bana kurşun işlemedi” der. Bunun üzerine Kubilay Cami avlusuna doğru kaçmaya çalışır. Ancak isyancılar Kubilay’ın peşinden gelerek onu yakalarlar. Tarihin en kötü vahşeti işte orada yaşanır.

Hem bir Öğretmen hem de bir Türk Askeri Üniforması taşıyan Kubilay’ı çantasından çıkardığı testere ağızlı bağ bıçağı ile yaralı Kubilay’ın başını keser ve sopanın ucuna takıp sokak sokak gezdirirler. Bu sırada olay yerine gelen Bekçi Hasan ateş edip gruptan bir kişiyi vurup yaraladı. Ancak karşı ateş sonucu şehit edildi. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki’de açılan ateş sonucu oda şehit edildi. Bunun üzerine askeri birlik yetişir komutan teslim olun der. Derviş Mehmet yine bana kurşun işlemez derken. Komutan ateş emri verir ve bunun üzerine Derviş Mehmet’e dahil bazı isyancılar yere serilir. Çünkü yeni gelen birliğin tüfeğinde manevra mermisi yok gerçek mermi vardır. Bazı isyancılarda kaçar ancak hepsi yakalanır.

Bu olay üzerine Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkı yönetim ilan edilmiş ve 1.Kolordu komutanı vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divan-ı Harp kurulmuştur. Olaya doğrudan ve dolaylı olarak katılan bütün sanıklar Menemen’de 18 gün boyunca yargılanır. Bunun sonucunda 40 kişi sorumsuzluğu nedeniyle salıverilir, 27 sanık beraat eder, 41 suçlu çeşitli hapis cezaları alır, 36 kişiye idam cezası verilir. Ancak bazılarının yaşı küçük olduğundan, onların ölüm cezaları hapse çevrilir. 28 sanık 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de bazıları da Kubilay’ın başının kesildiği yerde idam edildi. 

Menemen’de Kubilay ve iki bekçi için anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar; “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.”

Şunu belirtmeliyim ki Atatürk bu olay üzerine çok kızmıştır. Gereğinin yapılmasını derhal emir buyurmuştur. Nitekim isyancılarda layık olduğu cezaya çaptırılmıştır. İşte o zamandan bu zamana Daeş, Haşhaşi ve Fetö kafası Türk Milleti, Türk Askeri ve Türk Devleti ile uğraşmakta fakat canımızı yakmakla beraber istediklerini alamayıp devletimizi yıkamamaktadırlar. Çünkü 1930’da Öğretmen Asteğmen Kubilay, Hasan ve Şevki Bekçiler, 15 Temmuz’da da 248 şehidimiz bu memleketi ve devleti korudular. Evet. Bu katiller onları şehit edip canımızı yaktı ancak hiçbir zaman istediklerini alıp başaramadılar.

Henüz 23 yaşında genç cumhuriyetin ilk Öğretmenlerinden olan Kubilay'ı hiçbir zaman unutmayacağız ve bu kahramanı her daim anlatmaya, yazmaya devam edeceğiz. Ruhun şad olsun Kubilay. Ayrıca Mustafa Kemal ve kurucu kahramanlarımıza, terörle mücadelede şehit düşen kahraman askerlerimize Allah'tan rahmet niyaz ediyorum. Gazilerimizi de minnetle yâd ediyorum. 

17 Aralık 2018 Pazartesi

YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ MİLLİYETÇİLİK




Yeniden dünyaya hakim olmak için “Yüksek Türk Kültürüne” dönmek gerek. Çünkü Türk Milleti Adem oğlu Nuh oğlu Yafes oğlu Türk’ten beri yeryüzünde yaşamış ve hâlen varlığını sürdürmekte olan kadim bir millettir. Asil Türk Milleti ve Kağanları inandıkları kutlu davada her zaman dünyaya yön vermiş ve medeniyeti, hoşgörüyü ve adaleti tesis etmiştir. Fethettikleri toprakları vatanlaştırmış gittikleri yerlerde hiçbir zaman bozgunculuk ya da sömürü faaliyetleri yapmamışlardır. İslam ile şereflendikten sonra ise Türk-Cihan hakimiyeti ülküsü Allah’ın adını yayma ülküsüne dönüşmüştür. Özellikle Gazne Devleti’nin sultanı Gazneli Mahmut’un ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Abbasi Halifelerini ve Bağdat’ı koruyup hizmet etmeleri bu ülkünün birer örnekleridir. Bazı hadislerde Türklerin övülmesi İslam’a hizmet etmede Arapların işi gevşekliğe vurması ve Emevilerin ırkçılık yapması neticesinde Yüce Allah İslam’a hizmet görevini Türklere vermiştir. İslam'ı Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed tebliğ etmiş ancak İslam'ı Türkler korumuş ve geniş kitlelere yaymıştır. Nitekim Türk Hükümdarları yedi iklim üç kıtaya İslam’ı yaymak için mücadele etmişlerdir. Bunun sonucunda dünya Türk Askerine “Muhammedin Ordusu” demeye başlamış ve Türk Askeri “İslam’ın Son Ordusu” olarak görülmüştür.

Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde dediği gibi;
Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi,
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.

İşte bu ordu her ne kadar içten ve dıştan saldırılara maruz kalsa da hiçbir zaman kuvvetini kaybetmemiş ve on sekiz yaşındaki bir delikanlı gibi gençliğini ve kuvvetini muhafaza etmiştir. Fetö’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içerisine sızdırdığı hainlerle 15 Temmuz darbe girişimine kalkışması sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri kan kaybetmiş ancak kanını emen içerisindeki sülükleri temizleyip kırk günde hemen toparlanıp Fırat Kalkanı adını verdiği sınır ötesi operasyon yapmıştır. Bu hızlı toparlanma dünyanın hiçbir ordusunda bu kadar kısa sürede olamaz. Hem de bu kırk gün içerisinde Türkiye’de Karkamış, Atatürk Havalimanı, Ankara, Elazığ, Gaziantep ve Van saldırıları olmasına rağmen kısa sürede toparlanmış ve sınır ötesi operasyonu gerçekleştirmiştir. Bu harekatı 20 Ocak 2018’de başlatılan Zeytin Dalı ve Afrin operasyonları izlemiştir. Bu operasyonlarla Türk Askeri ve Türk Milleti dünyaya ve düşmanlarına mesaj vermiştir. Şimdi ise bu tarihlerde yeni sınır ötesi operasyonları başlamış ve daha büyük operasyonlar için hazırlıklar yapılmaya başlanmış.

Peki bu teşkilatlanma bu vatan sevgisi bu ruhun kaynağı nedir?

Bu ruhun kaynağı atalarımızın yaptığı tarihten aldığımız ilhamdır ve Türk Milletçiliği fikriyatıdır. Türk Milliyetçiliği fikriyatıyla Türk Milleti bu badireleri atlatmış Emniyet, Mit ve TSK bu fikriyatın ruhu ile mücadelelere girişip başarı sağlamıştır. Vatan ve millet aşkını bize öğreten Mete Han’dan beri bu böyledir. Ancak kimi kişiler Yüksek Türk Kültüründen doğan Türk Milliyetçiliği yerine Ümmetçiliği Türk Milletine dayatıp sanki Türk Milliyetçiliği İslam karşıtıymış, ırkçılıkmış gibi göstermeye çalışmışlardır.
Ancak bunun cevabını Türkçülüğü sistemleştiren ve Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olup bu fikri sağlam bir zemine oturtan Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı eserinde bu suçlamalara şöyle cevap veriyor.

Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.”[1]
Ziya Gökalp bu eserinde Türkçülüğün İslam karşıtı olmadığını bilakis Türkçülüğün aynı zamanda İslamcılık olduğunu vurguluyor.

Aynı eserinde Ziya Gökalp şunu da belirtiyor.  “Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı.

Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.”[2]

İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz? 
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme; 
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.






[1] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.
[2] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.

1 Aralık 2018 Cumartesi

OSMANLI’DA ŞEHZADELER




Padişahın erkek çocuklarına Şehzade kız çocuklarına Sultan denirdi. Şehzadeler 5-6 yaşlarına gelince merasimle dersleri başlatılırdı. Şehzadelerin saraydaki eğitimi 10-12 yaşlarına kadar devam ederdi. Bundan sonra 17.yüzyılın başlarına kadar olan dönemde şehzadeler sancağa çıkar ve burada ileri de padişah olacağı dikkate alınarak ülkenin en iyi hocaları tahsis edilirdi. Sancağa çıkan şehzadelerin yanına Lala denilen tecrübeli devlet adamlarından birisi verilir ve ona devlet yönetiminin incelikleri öğretilirdi. Sancak teşkilatı merkez teşkilatının çok küçük bir kopyası olduğu için şehzadeler sancaklarda yönetim stajı yapmış gibi olurlar.

Şehzade ergenlik çağına geldiği zaman kendilerine cariyeler tahsis ediliyordu. Ancak cariyelerin yanı sıra 15.yüzyılın sonlarına kadar siyasi evliliklerde yaptılar. Anadolu Beylik hanedanına mensup kızlar ve Bizans prensesleri ile resmen evlendiler. Bunlar devletin o andaki askeri ve diplomatik konumunu güçlendirmek amacını taşıyan siyasi nitelikli evliliklerdi. 16.yüzyıldan itibaren şehzadelerin tanınmış hanedan ve ailelerin kızlarıyla evlenme geleneğine son verildi. 17.yüzyıldan itibaren taht kavgalarını önlemek amacıyla şehzadelerin sancağa çıkma geleneğine son verildi. Şehzadeler, Topkapı Sarayı’nın kafeslik veya şimşirlik diye adlandırılan bölümlerinde kapalı bir hayat yaşadılar. Bu kapalı hayat çeşitli entrikalar, öldürülme korkusu son dönem şehzadelerinin çoğunda bir takım ruhi sıkıntılar meydana getirmiştir. Bu yüzden 1-2 istisna hariç son dönem padişahlar yükseliş dönemi dirayetli iş bilen padişahları gibi olmamıştır.

24 Kasım 2018 Cumartesi

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MESAJIM



Öğretmen bilginin ışığında vatanı yükseltendir. Her türlü zorlu şartlar altında görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan kutsal bir vazifeye sahip olan kişidir. Yüce dinimiz İslam başta olmak üzere atalarımızda öğretmene hak ettiği değeri verip saygı göstermiştir. Hz. Muhammed Efendimiz “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” Sözü Peygamberimizin eğitimcilik yönünü vurgularken, İslam’ın ilme ve öğretmene değer vermesinden feyiz alan atalarımız da aynı hassasiyetle öğretmene verdikleri değeri her defasında göstermişlerdir. Nitekim tatlı bir ilkbahar sabahı Fatih Sultan Mehmet atına binmiş ve fethettiği İstanbul’a giriş yaparken sağında ve solunda hocaları Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani vardı. Yine aynı şekilde Büyük Türk Mustafa Kemal’in dediği gibi; “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenlerden, eğiticilerden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır.” Ve “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” sözleri öğretmene verilen değerin yanında öğretmenlik vazifesinin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu da göstermiştir.

 

Öğretmenlik bazen Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay olup Menemen’de şehit olmak bazen 26 günlük öğretmen iken ilk kadın şehit Neşe Alten olmak bazen de bir öğretmen adayı Dursun Önkuzu ya da Fırat Yılmaz Çakıroğlu bezende hayatının baharında 22 ve 23 yaşlarında şehit edilen Necmettin ve Aybüke öğretmen olmaktır. Ancak her ne olursa olsun Öğretmenlerin yüreğindeki vatan sevgisi ve bayrak aşkı oldukça; “pusu kursalar bile beni vursalar bile benim adım Öğretmen gezerim belde belde diyerek şarkılar söylemeye devam edeceğiz.


Bu duygu ve düşüncelerle tüm meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutlarken, Baş Öğretmen Büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ebediye intikal etmiş tüm kahraman öğretmenlerimizi saygı ve minnetle yâd ediyorum. 

10 Kasım 2018 Cumartesi

10 Kasım Atatürk'ü Anma Mesajım



Atatürk;  I.Dünya savaşının ardından kurtuluş savaşı gibi zorlu ve acı bir süreçten sonra, Çökmüş bir imparatorluğun temellerinden güçlü kendine güvenen milletiyle aynı istikamete odaklanmış bir Cumhuriyet yönetimi ortaya çıkarmıştır. Türkiye Cumhuriyeti onun sayesinde gıpta ve hayranlıkla izlenen bir ülke haline gelerek ateşle çevrili bir vatan coğrafyasında varlık ve birliğine sahip çıkmıştır.
Atatürk’ü tanımak ve tanıtmak “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” seslenişine candan kandan ve bunun derinliklerine bağlı kalmakla eş anlamlıdır. Bu nedenle 10 Kasım bir matem gününden ziyade, Gazi Mustafa Kemal’i daha iyi anlamlandırma imkanıdır. İhtiyacımız olan milli asalet ve kuvvetin Türk asırlarında Cumhuriyetimizi kuran asil ruhta saklı olduğunu görmekten başka çaremiz yoktur. Bu düşüncelerle ebediyete intikalinin 80. yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve tüm kurucu kahramanlarımıza ve vatanımız için bugün hala çarpışıpta şehit olan kahramanlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Türk çocukları unutmasın ki biz millet olarak Ötüken’den Tanrı Dağlarından gelip, Altay dağlarından inip  Orhun Nehrinde sulanıp Alparslan ile Malazgirt’te Anadolu’nun kapılarını açıp, Fatih’le İstanbul’u fethedip Yavuz Sultan Selim ile İslam alemine hükmedip Kanuni Sultan Süleyman ile dünyayı ayaklarımızın altına alıp Ziya Gökalp ile Türkçülük ve Turancılık akımı başlatıp Mustafa Kemal Atatürk ile yeni bir devlet kuranız…

Bu düşüncelerle, her 10 Kasım’da olduğu gibi bu 10 Kasım gününde de Büyük TÜRK Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha rahmet ve şükranla anıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.


Diğer Yayınlar