Yeniden dünyaya hakim olmak için “Yüksek Türk
Kültürüne” dönmek gerek. Çünkü Türk Milleti Adem oğlu Nuh oğlu Yafes oğlu
Türk’ten beri yeryüzünde yaşamış ve hâlen varlığını sürdürmekte olan kadim bir
millettir. Asil Türk Milleti ve Kağanları inandıkları kutlu davada her zaman
dünyaya yön vermiş ve medeniyeti, hoşgörüyü ve adaleti tesis etmiştir.
Fethettikleri toprakları vatanlaştırmış gittikleri yerlerde hiçbir zaman
bozgunculuk ya da sömürü faaliyetleri yapmamışlardır. İslam ile şereflendikten
sonra ise Türk-Cihan hakimiyeti ülküsü Allah’ın adını yayma ülküsüne
dönüşmüştür. Özellikle Gazne Devleti’nin sultanı Gazneli Mahmut’un ve Selçuklu
Sultanı Tuğrul Bey’in Abbasi Halifelerini ve Bağdat’ı koruyup hizmet etmeleri
bu ülkünün birer örnekleridir. Bazı hadislerde Türklerin övülmesi İslam’a
hizmet etmede Arapların işi gevşekliğe vurması ve Emevilerin ırkçılık yapması neticesinde Yüce Allah İslam’a
hizmet görevini Türklere vermiştir. İslam'ı Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed tebliğ etmiş ancak İslam'ı Türkler korumuş ve geniş kitlelere yaymıştır. Nitekim Türk Hükümdarları yedi iklim üç kıtaya
İslam’ı yaymak için mücadele etmişlerdir. Bunun sonucunda dünya Türk Askerine
“Muhammedin Ordusu” demeye başlamış ve Türk Askeri “İslam’ın Son Ordusu” olarak
görülmüştür.
Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde dediği gibi;
Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi,
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.
İşte bu ordu her ne kadar içten ve dıştan saldırılara
maruz kalsa da hiçbir zaman kuvvetini kaybetmemiş ve on sekiz yaşındaki bir
delikanlı gibi gençliğini ve kuvvetini muhafaza etmiştir. Fetö’nün Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin içerisine sızdırdığı hainlerle 15 Temmuz darbe girişimine
kalkışması sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri kan kaybetmiş ancak kanını emen
içerisindeki sülükleri temizleyip kırk günde hemen toparlanıp Fırat Kalkanı
adını verdiği sınır ötesi operasyon yapmıştır. Bu hızlı toparlanma dünyanın
hiçbir ordusunda bu kadar kısa sürede olamaz. Hem de bu kırk gün içerisinde
Türkiye’de Karkamış, Atatürk Havalimanı, Ankara, Elazığ, Gaziantep ve Van
saldırıları olmasına rağmen kısa sürede toparlanmış ve sınır ötesi operasyonu
gerçekleştirmiştir. Bu harekatı 20 Ocak 2018’de başlatılan Zeytin Dalı ve Afrin
operasyonları izlemiştir. Bu operasyonlarla Türk Askeri ve Türk Milleti dünyaya
ve düşmanlarına mesaj vermiştir. Şimdi ise bu tarihlerde yeni sınır ötesi
operasyonları başlamış ve daha büyük operasyonlar için hazırlıklar yapılmaya
başlanmış.
Peki bu teşkilatlanma bu vatan sevgisi bu ruhun kaynağı nedir?
Bu ruhun kaynağı atalarımızın yaptığı tarihten aldığımız ilhamdır ve Türk Milletçiliği fikriyatıdır. Türk Milliyetçiliği fikriyatıyla Türk Milleti bu badireleri atlatmış Emniyet, Mit ve TSK bu fikriyatın ruhu ile mücadelelere girişip başarı sağlamıştır. Vatan ve millet aşkını bize öğreten Mete Han’dan beri bu böyledir. Ancak kimi kişiler Yüksek Türk Kültüründen doğan Türk Milliyetçiliği yerine Ümmetçiliği Türk Milletine dayatıp sanki Türk Milliyetçiliği İslam karşıtıymış, ırkçılıkmış gibi göstermeye çalışmışlardır.
Ancak bunun cevabını Türkçülüğü sistemleştiren ve
Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olup bu fikri sağlam bir zemine oturtan
Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı
eserinde bu suçlamalara şöyle cevap veriyor.
“Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk
sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle
Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan
da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı,
çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet
ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız
Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini
“İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık
duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne
Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar
kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve
yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya
yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin,
Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.”[1]
Ziya Gökalp bu eserinde Türkçülüğün İslam karşıtı
olmadığını bilakis Türkçülüğün aynı zamanda İslamcılık olduğunu vurguluyor.
Aynı eserinde Ziya Gökalp şunu da belirtiyor. “Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu
kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda,
sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı.
Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.”[2]
Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.”[2]
İhtiyar amcanı dinler
misin, oğlum, Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.
[1] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah
yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.
[2] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah
yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder