Suriyeliler Meselesi Nedir? Suriye İç Savaşı Nasıl Çıkmıştır? Türkiye'deki Sığınmacılar Sorunun Açtığı Sorunlar Nelerdir? Mülteci Sorunu Nedir? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriyeliler Meselesi Nedir? Suriye İç Savaşı Nasıl Çıkmıştır? Türkiye'deki Sığınmacılar Sorunun Açtığı Sorunlar Nelerdir? Mülteci Sorunu Nedir? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Temmuz 2023 Perşembe

SIĞINMACILAR MESELESİNE TÜRK BAKIŞI

 



2011 yılında Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte oradan kaçanların göç istikameti Türkiye olmuştur. Bu yapılan göçler neticesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti insani yardımlar yapmak için sığınmacıları önce kamplara almış fakat sığınmacı yükünü kaldıramayan ülkemiz Suriyelilerin, Türkiye içindeki illere dağılmasına müsaade etmiştir.

Suriye iç savaşını takiben Taliban’ın, Afganistan’ı kontrol altına almaya çalışması sonucunda yüzlerce Afgan ülkemize yasa dışı olarak kaçak yollardan akın etmiştir.

Bununla birlikte Türkiye’ye düzensiz göç edenlerin sadece Suriyeliler, Afganlar değil aynı zamanda Pakistanlıların, Hintlilerin, Somalililerin de olduğu görülmüştür. Bunların bir kısmı Avrupa’ya geçmeye çalışmış ancak geçemeyenlerde Türkiye’de kalmışlardır. Türkiye ise yasa dışı kaçak yollarla düzensiz göç edenleri yakaladıkça ülkelerine geri göndermiştir. Ancak buna rağmen Türkiye’de çok sayıda kayıt dışı sığınmacının olduğu da diğer iddialar arasında yerini almıştır.

Türkiye başta Suriyeliler olmak üzere birçok mazlum milletlere kapılarını açmış ve insani yardımlar yapmıştır. Ancak Türkiye daha fazla sığınmacıyı barındıracak durumda değildir. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesi 80 milyonluk bir nüfusa sahipken 3 milyonu geçkin bir sığınmacıyı kabul edemez. Kabul etse de bakamaz ve bu da belli başlı sorunlara yol açar.

O sorunlara kısaca değinecek olursam;

Ucuza işçi çalıştırmak isteyenler yüzünden ülkemizin vatandaşları işsiz kalır ve bu durumda sığınmacılar ile ülkemizin gerçek sahipleri arasında ikilik çıkmasına neden olur. Bununla birlikte kültürel uyuşmazlıklar ortaya çıkar ve ayrıca demografik yapı bozulur. Çünkü Türkiye bir ulus devlettir. Osmanlı Devleti gibi çok uluslu çok dilli çok kültürlü bir yapı barındırmamız demek ulus devlette sorunlara yol açmak demektir. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. İleride ciddi bir azınlık probleminden söz etmek istemiyorsak ve bunun siyasi sonuçlarını kendimize sıkıntı etmek istemiyorsak sığınmacıları daha fazla ülkemizde tutmamalıyız.

Çünkü biz azınlık problemini 1923’te henüz Türkiye Cumhuriyeti gencecik bir devletken çözmüş ve o günden 2011’e kadar böyle bir problem ile uğraşmamıştık.

Türk Devleti ve milleti hiç kuşkusuz bir imparatorluk bakiyesidir. Ancak biz daralan bir imparatorluktan bugünkü sınırlarımıza çekildik. “Türklüğün Yeni Ergenekon’unda” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurduk ve ihya ettik. Bu yüzden söz konusu sınırlarımız içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’na benzer çok milletli çok dilli bir imparatorluk kuracak değiliz. Burası milli bir devlettir ve buna uygun politikalar üretilmelidir. Bu yüzden daralan toprakları kozmopolit bir yapıya dönüştüremezsiniz.

Eğer bu politika bu şekilde devam ederse devletimiz ve milletimiz psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalır ve ileride azınlık probleminin çıkmasına sebep olacak vahim bir acı netice ile yüzleşebiliriz.

Mülteciler Derneğinin açıkladığı 15 Haziran 2023 verilerine göre; Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 351 bin 582 kişidir. İçişleri Bakanlığı tarafından 19 Aralık 2022 tarihinde açıklanan verilere göre ise 223 bin 881 Suriyeliye Türk Vatandaşlığı verildiği belirtilmiştir. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri tarafından 19 ağustos 2022 tarihinde açıklanan verilere göre ise 104 bin 976 Ahıska Türkü, 7 bin Uygur Türkü ve 39 bin 294 Afganistan uyrukluya Türk Vatandaşlığı verilmiştir.

18 Mayıs 2022 tarihinde Göç İdaresi Uyum ve İşletişim Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada ise geçici koruma altındaki Suriyeliler ile birlikte Türkiye’de 5 milyon 506 bin 304 kayıtlı yabancı uyruklu kişi olduğu belirtilmiştir.

Bu rakamlar bugün için Türk nüfusunun genel çoğunluğunu oluşturmuyor olabilir. Fakat sığınmacılar Türkiye’de kalmaya devam ederse bu durum yıllar sonra ciddi bir azınlık sorununa yol açabilir.

Demografik durumun sıkıntısına 2011 yılında yayımlanan Milliyet gazetesinin haberine göre Kilis’ten örnek verirsek Kilis’te boşanmaların iki kat arttığını ve Türk erkeklerinin Suriyeli kadınlarla evlendiğini ve bu evlenmelerin kimisinin resmi nikâhlı olmakla birlikte çoğunun da imam nikâhıyla yapıldığını gösterebiliriz.

Bir başka sorun ise sığınmacıların karıştığı suçlardır. Özellikle büyük şehirlerde sığınmacıların insanların önünü keserek rahatsız edici bir şekilde para dilenmesi, yaralamalı ve bazen de ölümle biten kavgalara, taciz ve tecavüz olaylarına karışmaları son zamanlarda her yerde Suriye bayrağı açıp, plajlarda nargile içip deniz keyfi yapmaları yine Suriyelilerin bayramlarda ülkelerine dönüp bayramdan sonra geri gelmeleri ve Suriye’de iç savaşın bitmesine rağmen Türkiye’den gitmemeleri Türk Milleti’nin tepkisini çekmiştir.

En önemlisi ise Türkler tarih boyunca savaşarak ve bu uğurda canlarını vererek topraklarını ve kimliğini korumuştur. Bu yüzden Türk Vatandaşlığı gibi kıymetli bir kimliğin kendi topraklarını korumak için savaşmayan birkaç sığınmacı grubuna verilmesi Türk milletini derinden üzmüş ve tepkisine neden olmuştur.

İşte bu durumların hepsi Türkiye’nin asıl sahibi olan Türkler ile sığınmacıların arasının bozulmasına sebebiyet vermiş ve böylece Ensar – Muhacir kaynaşması ve politikası çökmüştür.

Özellikle Türkiye’ye kaçan Suriyeliler için hep Hz. Muhammed nebimizin hicretini ve Ensar – Muhacir kardeşliği örnek gösterilmiş, lakin Hz. Muhammed (S.A.V.)’in ve İslam Ordusu’nun haksız yere zulüm gördükleri toprakları, güçlenip toparlandıktan sonra, geri dönüp fethettiklerini nedense söylenilmemiştir. Eğer ki bu kişiler zulüm gördükleri vatanlarından kaçıp kendilerini toplayıp geri dönmüyor ve hâlâ Türkiye’deki rahatlığı ve keyfiyeti yaşamaya devam etmek istiyorlarsa o vakit Ensar – Muhacir kardeşliğinden ve bu kişilerin peygamberimizin izinden gittiklerinden bahsetmek pek de doğru olmaz.

Bu topraklarda yetişen genç bir aydın olarak bu yazımda devletimin ve milletimin gelecekte karşılaşacağı tehlikeyi sezdiğimden dolayı devletimi yönetenleri ve siyasileri uyarmak için kaleme aldım. Çünkü genç bir aydın olarak bu benim görevim devletim doğru bir politika uyguladığında yanında olmak ve desteklemek yanlış bir politika izlediğinde uyarmak ve doğrusunu göstermektir.

Bu nedenle Şovenist değil gerçekçi olalım.

*** Köşe yazımın içindeki istatistiklerin hepsi Mülteciler Derneği’nin sitesinden alınmıştır.

 


3 Temmuz 2019 Çarşamba

SURİYELİLER MESELESİNE TARİHİ VE DEVLETÇİ BAKIŞ




Hiç şüphesiz 2200 yıllık bir devlet geleneğine ve teşkilatına sahip olan bir milletiz. Müslümanlığı kabul ettikten sonra da İslam’a birçok hizmette bulunmuş ve İslam’ın sancaktarlığını yapmaya görevli bir millet olarak tarihe damga vurmuşuz. Halen daha bu damganın izini taşıyoruz. Günümüzde İslam dünyasının sıkıntılarına da Türkiye olarak bu yüzden katlanıyoruz.

Fakat 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dünyaya Milliyetçilik akımının yayılmasıyla beraber İmparatorluklar parçalanmış ve ulus devletler kurulmuştur. Bu parçalanan imparatorluklardan biri de Osmanlı İmparatorluğu’dur.  Osmanlı İmparatorluğu yıkılış aşamasında mecburen uluslaşma sürecine girmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur. Ancak bugün bile İslam’ın bayraktarlığını devam ettirerek mazlum milletlerin umudu olma ve “Muhammed’in Ordusu” olma özelliğini asla kaybetmemiştir.

Ancak Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi çok milletli, çok uluslu, çok dilli bir politika izleyemez. Bu şekilde bir politika izlerse içinden çıkılamayacak derecede vahim psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.

Örneğin; Suriyeli Mülteciler Meselesi bir azınlık meselesi olarak bugün değilse bile çok yakın bir zamanda ortaya çıkacak büyük bir probleme doğru sürüklenmektedir. Oysa ki biz, azınlık meselesini 1923’te çözmüştük. Ayrıca Türkiye’nin demografik yapısı ve dolayısıyla toplumsal dokusu ciddi bir değişim ihtimali ile karşı karşıyadır.

Türk devleti ve milleti hiç kuşkusuz bir imparatorluk bakiyesidir. Ancak biz daralan bir imparatorluktan bugünkü sınırlarımıza çekildik. Türklüğün “Yeni Ergenekon’unda” Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk ve ihya ettik. Bu yüzden, söz konusu sınırlar içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’na benzer, çok milletli çok dilli bir imparatorluk falan kuracak değiliz. Burası milli devlettir. Ve buna uygun politikalar üretilmelidir. Bu yüzden daralan toprakları kozmopolit bir yapıya dönüştüremezsiniz.

Eğer böyle yapmaya kalkarsanız psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalır; ileride azınlık probleminin çıkmasına sebep olacak vahim bir netice ile yüzleşebilirsiniz. 

Türkiye, 13 Haziran 2019 tarihi itibari ile İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı resmi rakamlara göre; 3 Milyon 613 Bin 644 kişiyi bünyesinde barındırmaktadır.  
Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı; 79 Bin 894 kişi, çalışma izni verilen; 31 Bin 185 kişi, en az bir ortağı Suriyeli olan şirket sayısı; 15 Bin 159, Türkiye’de doğan bebek sayısı son 8 yılda 405 bin 521 kişi olarak açıklandı.

Bu durumda Türkiye, kayıt dışı Suriyeliler ve hızla artan doğum oranları nedeniyle ileriki yıllarda içinden çıkılamaz bir nüfus patlaması ile karşı karşıya kalabilecektir.
Ayrıca, 28.01.2019 tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan bir konuşmada, Suriyelilere 35 milyar Dolar gibi ciddi bir rakam harcandığı belirtildi.  

Peki, 35 milyar Dolar ne demek?

Bu para ile otuz tane Avrasya Tüneli, dört tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üç tane Marmaray ve binlerce kilometrelik tramvay hattı ile otoban yapılabilir.  

Evet, biz şanlı bir milletiz, İslam’ın bayraktarlığını yapıyoruz ve mazlum milletlerin beklediği kurtarıcıyız. Ancak şunu da unutmamalıyız; Hz. Muhammed nebimiz zorluk çektiği Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir. Çünkü Müslümanlar, müşrikler tarafından baskı ve zulüm görmekteydi. Müslümanlar Medine’nin yerli halkı tarafında Ensar-Muhacir kardeşliğinde birlik ve beraberlik içinde yaşadılar. Ancak Müslümanlar, burada güçlerini topladıktan sonra, Peygamberimizin liderliğinde hicretin 8.yılı ve Ramazan ayının 10. Gününde on bin kişilik bir ordu ile baskı ve zulüm gördükleri Mekke’ye geri dönerek 630 yılında burayı fethetmişlerdir.  

Türkiye’ye gelen Suriyeliler için Hz. Muhammed nebimizin hicretini ve Ensar-Muhacir kardeşliğini örnek gösteriyoruz. Lakin, Hz. Muhammed’in ve İslam ordusunun, haksız yere zulüm gördükleri toprakları, güçlenip toparlandıktan sonra, geri dönüp fethettiklerini nedense söylemiyoruz.

Suriyelileri her gün sokaklarda görüyorum. Maşallah güçlü kuvvetli gençler. Sahillerde nargile içecek rahatlığa, denize girecek keyfe erişmişler ise; demek ki savaşacak güce ve morale de sahip olmuşlardır.  
Eğer ki zulüm gördükleri vatandan kaçıp kendilerini toplayıp geri dönmüyor ve hâlâ bu rahatlığı ve keyfi yaşamaya devam etmek istiyorlarsa, o vakit Ensar- Muhacir kardeşliğinden ve Peygamberimizin izinden gittiklerinden bahsetmemiz pek doğru olmaz.

Son söz olarak şunları ilave etmek istiyorum. Bu yazdıklarımın ırkçılık ile alakası yoktur. Suriyeli karşıtı falan da değilim. Ama milletimi ve devletimi vatansever biri olarak uyarmak zorundayım.

Yine diyorum ve yetkili merciler sesimi duyana kadar da demeye devam edeceğim! Bu durum artık psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan çok vahim bir çıkmaza dönüşmeye başladı. Ayrıca ileride bunun daha vahim bir sonucunu; yani, azınlık sorunu gibi ciddi bir problemi karşımızda görmek durumunda kalacağız.  



Diğer Yayınlar