Hiç şüphesiz 2200 yıllık bir devlet geleneğine ve
teşkilatına sahip olan bir milletiz. Müslümanlığı kabul ettikten sonra da
İslam’a birçok hizmette bulunmuş ve İslam’ın sancaktarlığını yapmaya görevli
bir millet olarak tarihe damga vurmuşuz. Halen daha bu damganın izini
taşıyoruz. Günümüzde İslam dünyasının sıkıntılarına da Türkiye olarak bu yüzden
katlanıyoruz.
Fakat 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dünyaya Milliyetçilik
akımının yayılmasıyla beraber İmparatorluklar parçalanmış ve ulus devletler
kurulmuştur. Bu parçalanan imparatorluklardan biri de Osmanlı İmparatorluğu’dur. Osmanlı İmparatorluğu yıkılış aşamasında
mecburen uluslaşma sürecine girmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur.
Ancak bugün bile İslam’ın bayraktarlığını devam ettirerek mazlum milletlerin umudu
olma ve “Muhammed’in Ordusu” olma özelliğini asla kaybetmemiştir.
Ancak Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi çok
milletli, çok uluslu, çok dilli bir politika izleyemez. Bu şekilde bir politika
izlerse içinden çıkılamayacak derecede vahim psikolojik, sosyolojik, kültürel,
ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.
Örneğin; Suriyeli Mülteciler Meselesi bir azınlık
meselesi olarak bugün değilse bile çok yakın bir zamanda ortaya çıkacak büyük bir
probleme doğru sürüklenmektedir. Oysa ki biz, azınlık meselesini 1923’te
çözmüştük. Ayrıca Türkiye’nin demografik yapısı ve dolayısıyla toplumsal dokusu
ciddi bir değişim ihtimali ile karşı karşıyadır.
Türk devleti ve milleti hiç kuşkusuz bir
imparatorluk bakiyesidir. Ancak biz daralan bir imparatorluktan bugünkü
sınırlarımıza çekildik. Türklüğün “Yeni Ergenekon’unda” Türkiye Cumhuriyeti’ni
kurduk ve ihya ettik. Bu yüzden, söz konusu sınırlar içerisinde Osmanlı
İmparatorluğu’na benzer, çok milletli çok dilli bir imparatorluk falan kuracak
değiliz. Burası milli devlettir. Ve buna uygun politikalar üretilmelidir. Bu
yüzden daralan toprakları kozmopolit bir yapıya dönüştüremezsiniz.
Eğer böyle yapmaya kalkarsanız psikolojik,
sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalır;
ileride azınlık probleminin çıkmasına sebep olacak vahim bir netice ile yüzleşebilirsiniz.
Türkiye, 13 Haziran 2019 tarihi itibari ile İçişleri
Bakanlığı’nın açıkladığı resmi rakamlara göre; 3 Milyon 613 Bin 644 kişiyi
bünyesinde barındırmaktadır.
Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı; 79 Bin
894 kişi, çalışma izni verilen; 31 Bin 185 kişi, en az bir ortağı Suriyeli olan
şirket sayısı; 15 Bin 159, Türkiye’de doğan bebek sayısı son 8 yılda 405 bin
521 kişi olarak açıklandı.
Bu durumda Türkiye, kayıt dışı Suriyeliler ve hızla
artan doğum oranları nedeniyle ileriki yıllarda içinden çıkılamaz bir nüfus
patlaması ile karşı karşıya kalabilecektir.
Ayrıca, 28.01.2019 tarihinde Cumhurbaşkanımız
tarafından yapılan bir konuşmada, Suriyelilere 35 milyar Dolar gibi ciddi bir
rakam harcandığı belirtildi.
Peki, 35 milyar Dolar ne demek?
Bu para ile otuz tane Avrasya Tüneli, dört tane
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üç tane Marmaray ve binlerce kilometrelik tramvay
hattı ile otoban yapılabilir.
Evet, biz şanlı bir milletiz, İslam’ın
bayraktarlığını yapıyoruz ve mazlum milletlerin beklediği kurtarıcıyız. Ancak
şunu da unutmamalıyız; Hz. Muhammed nebimiz zorluk çektiği Mekke’den Medine’ye
hicret etmiştir. Çünkü Müslümanlar, müşrikler tarafından baskı ve zulüm görmekteydi.
Müslümanlar Medine’nin yerli halkı tarafında Ensar-Muhacir kardeşliğinde birlik
ve beraberlik içinde yaşadılar. Ancak Müslümanlar, burada güçlerini topladıktan
sonra, Peygamberimizin liderliğinde hicretin 8.yılı ve Ramazan ayının 10. Gününde
on bin kişilik bir ordu ile baskı ve zulüm gördükleri Mekke’ye geri dönerek 630
yılında burayı fethetmişlerdir.
Türkiye’ye gelen Suriyeliler için Hz. Muhammed nebimizin
hicretini ve Ensar-Muhacir kardeşliğini örnek gösteriyoruz. Lakin, Hz. Muhammed’in
ve İslam ordusunun, haksız yere zulüm gördükleri toprakları, güçlenip
toparlandıktan sonra, geri dönüp fethettiklerini nedense söylemiyoruz.
Suriyelileri her gün sokaklarda görüyorum. Maşallah
güçlü kuvvetli gençler. Sahillerde nargile içecek rahatlığa, denize girecek
keyfe erişmişler ise; demek ki savaşacak güce ve morale de sahip olmuşlardır.
Eğer ki zulüm gördükleri vatandan kaçıp kendilerini
toplayıp geri dönmüyor ve hâlâ bu rahatlığı ve keyfi yaşamaya devam etmek
istiyorlarsa, o vakit Ensar- Muhacir kardeşliğinden ve Peygamberimizin izinden gittiklerinden
bahsetmemiz pek doğru olmaz.
Son söz olarak şunları ilave etmek istiyorum. Bu
yazdıklarımın ırkçılık ile alakası yoktur. Suriyeli karşıtı falan da değilim.
Ama milletimi ve devletimi vatansever biri olarak uyarmak zorundayım.
Yine diyorum ve yetkili merciler sesimi duyana kadar
da demeye devam edeceğim! Bu durum artık psikolojik, sosyolojik, ekonomik,
kültürel ve siyasi açıdan çok vahim bir çıkmaza dönüşmeye başladı. Ayrıca
ileride bunun daha vahim bir sonucunu; yani, azınlık sorunu gibi ciddi bir
problemi karşımızda görmek durumunda kalacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder