31 Ağustos 2018 Cuma

POLİS ÖZEL HAREKAT’IN ASİL KAHRAMANLARINA



Zordur Özel Harekatçı olmak. Kimisi sevmez, kimisi bağrına basar da laf ettirmez. Özel Harekatçıları kimin sevmediği bellidir zaten. Bana bayrak zannettikleri trafik ışığı renkli çaput taşıyan örgüt isimlerini tek tek saydırmayın şimdi.

Kim sevmezse sevmesin Özel Harekat’ın bizim gönlümüzde ayrı bir yeri vardır. Onlar vatan hainlerine bu vatanı dar eden kahramanlardır. Özel Harekat Vatan hainlerinin kahpe pusular kurduğu yiğitler ordusudur. Şahadete seve seve koşan sevdiklerini geride bırakan hiç tanımadığı insanların canlarını korumak için kendi canlarını siper eden koca yürekli adamlardır.

Dünyanın gözü bu özel timdedir. Bu yüzden malum ülke destekli Fetö’cü hainler 15 Temmuz gecesi Gölbaşı Özel Harekat’a bomba atmış ve 51 Özel Harekat mensubu yiğidimiz şehit edilmiştir.
Bundan yalnızca PKK ve Türk düşmanları memnun olacaktır. PKK ve bu vatanın düşmanlarının yapamadığını Fetö’cu hainler yapmıştır.

Bu vesile ile bir Öğretmen, Tarihçi, Yazar ve tüm vasıflarımdan sıyrılıp onlara gönül veren bir kardeşleri olarak bütün Özel Harekat Polislerimizi kucaklıyor. Bugün onlarla olacağımı her zaman arkalarında duracağımı ve yetiştireceğim nesillere onların kahramanlıklarını anlatacağımı her daim düşman çatlatacağımızı  ve onlara destek olduğumu belirtmek istiyorum.

Allah vatanımızın, devletimizin, milletimizin ve Kahraman Mehmetçiğimiz dahil tüm güvenlik güçlerimizin yardımcısı olsun…



29 Ağustos 2018 Çarşamba

OSMANLI’NIN RUMELİ’Yİ TÜRKLEŞTİRME VE İSLAMLAŞTIRMA POLİTİKASI


Bu politika Osmanlı Devleti’nin genişlemesini oluşturan etkendir. Rumeli’nin İslamlaşıp Türkleşmesinin temel sebepleri ise Osmanlı politikalarıdır.

Bu temel nedenleri şöyle sıralamak doğru olur;
1-) Rumeli’ye gönüllü gidenler,
2-) Rumeli’ye sürgün gidenler,
3-) Rumeli’ye devlet görevlisi olarak gidenler,
4-) Rumeli’ye Tasavvuf ehli derviş olarak gidenler,
5-) Rumeli’ye açılan vakıflar

Osmanlı devleti bir bozkır devleti değildir. Bozkır devletleri biraz hesapsızca ilerler ve gidebildiği yere kadar ilerler vergisi alır. Osmanlı bunu yapmaz. Adım adım, kademe kademe ilerler. Balkanlar o dönemde boş olmasına rağmen adımlarını dikkatli atar. Sistemi sağlamlaştırır ve uygulamaya koyar. İşte Osmanlı’nın kalıcı olmasının en önemli sebebi budur. Yukarıda saydığım maddeler dışında; nüfus, ticaret, imar yönünden de etkilidir. Özellikle Ankara Savaşı ve sonrasında yaşanan fetret devrinden sonra Osmanlı yönünü Rumeli’ye tamamen çevirir. Çünkü Osmanlı halka güvenir, halkta Osmanlı’ya…
Osmanlı’nın Rumeli’yi vatan yapması 100 yıllık bir süreçtir. Fakat Rumeli’ye hâkim olduğu kadar Anadolu’ya fazla hâkim olamamıştır. Çünkü hala Anadolu’da siyasi birlik sağlanamamış ve her beylik bir diğer beyliği idare altına alma çabaları vardır.
Bu kısa bilgilendirmeden sonra Osmanlı’nın temel politikalarını başlıklar halinde açmak istiyorum.

1-) RUMELİ’YE GÖNÜLLÜ GİDENLER; 
gönüllü gidenlerin ilk ne zaman gittiğini tapu-tahrir defterlerinden öğreniyoruz. Çünkü tapu-tahrir defterlerinde Ankara Fetretinden sonra geldi diye bir ibare vardır. Doğu Trakya’da Meriç, Batıda Vardar Ovası gibi verimli yerler fethedilir. Bu yerlere halk gönüllü olarak gelecektir. Duruma göre şehirlere, köylere yerleşeceklerdir. Önce şehirlerin dışına yerleşirler sonra çoğalınca o şehri ele geçirirler. Gönüllü gidenler vergiden muaftır.

2-) RUMELİ’YE SÜRGÜN GİDENLER; 
Osmanlı’nın en önemli politikası sürgündür. Aşık Paşaoğlu derki; “Sürgün hoş değil ama zaruridir.”
İki Tür Sürgün vardır;
·        Anadolu’dan Rumeli’ye,
·        Rumeli’den Anadolu’ya’dır.
Birincisi Rumeli’nin Türkleşmesi için, ikincisi Fatih’in İstanbul’u Türkleştirme politikasıdır. Sürgün’ün Osmanlı’daki temel politikası genelde güvenlik açısından yapılır. Kısaca Osmanlı’daki belli başlı sürgünlere bakacak olursak.
Kanuni döneminde Sirem bölgesinden insanlar getirilip İstanbul yakınlarına yerleştirilmiştir.
I.Murat devrinde Saruhan sipahileri Arnavutluk’a sürülür. Arnavutluk’taki Hıristiyan sipahilerde Trabzon’a sürülür.
Yıldırım Beyazıt’ta tuz yasağına uymayan Türkmenleri Rumeli’ye sürgün eder.
Karahitaylar, Baycu Noyan zamanında yurt edinmek için Anadolu’ya gelmiştir.
1500’lerde Sultan II.Beyazıt Türkmenleri, Arnavutluk’a gönderir.

    

3-) RUMELİ’YE DEVLET GÖREVLİSİ OLARAK GİDENLER; 
Osmanlı bürokrasi sistemi çok katıdır. Osmanlı’nın sistemi Miri Sistem’dir. Yani toprak devlete aittir. Ayni ve Nakti olarak iki sistem vardır. Bunlar gelir sisteminin iki unsurudur.
Miri topraklar “Ayni Vergiler”dir. Hicaz ve Kuzey Afrika’daki topraklar “Nakti Vergiler”dir. Biraz daha açarsak Ayni vergi yerinde vergi demektir. Tımarlı sistemidir. Osmanlı, çiftçi ekin çıkarınca mal olarak vergisini hemen alır. Nakti vergi ise nakit olarak alınır. Yıllık belli bir miktarı vardır. Bu yüzden Osmanlı Rumeli’ye ayni vergi uygular uzak bölgelere ise nakti vergi uygular.

4-) RUMELİ’YE TASAVVUF EHLİ DERVİŞ OLARAK GİDENLER; 
bunlara kolonizatör Türk Dervişleri de denir. Fethedilen yerlerde gönül ısındırmak için gelirler. Osmanlı her ne kadar istimalet politikası yapsa da sonuçta savaş olduğu zaman o yerleri gayrimüslim halk terk eder. Fakat Osmanlı’nın adaletini görünce tekrar geri gelirler. Dervişler o bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması için çalışırlar. Halk ile devletin bağını sağlayan en önemli faktördürler.
Bu yüzden vakıflar Osmanlı’nın en önemli unsurlarından biridir. Osmanlı’da özel mülkiyet yoktur, miras bırakmak yok, isteyen istediği yere evden başka eve taşınamaz, dükkan açıp kapatamaz vs. gibi…
Vakıflar çoktur. Kuşlarından suyundan tutun da yemine kadar vakıflar vardır. Miras hakkı olmamasından dolayı da vakıflar çoktur. Bundaki amaç vakıf heyeti kurulur, başkanı olur, yönetim kurulu olur, o kişi ölürse yönetim kurulu bir başkan seçer. Bu şekilde kişi mal varlığını elden ele geçirir. Bulgaristan’da 25’in üzerinden vakıf vardır. Bu vakıflar oraların kalkınmasını sağlar. Osmanlı orayı cazibe merkezi yapar. Osmanlı Anadolu’ya pek yüz dönmemiştir o dönem Rumeli’yi ve Avrupa’yı vatan görmüştür. Bu yüzden en çok yatırımları bu bölgelere yapmıştır.
Kısaca bu temel politikaları açarak Rumeli’nin Türkleşmesini ve İslamlaşması anlattım. Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle…

26 Ağustos 2018 Pazar

ZAFER HAFTASI MALAZGİRT VE 30 AĞUSTOS MESAJIM


Sultan Alparslan’ın 26 Ağustos 1071 Cuma sabahı Anadolu’ya attığı temel Selçuklu Devleti’ni ardından üç kıtaya köklerini yayan Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasını sağlamıştır. Fakat Osmanlı son yıllarında Mondros ve Sevr antlaşmalarıyla birlikte kuşatılmış ancak bu kuşatmaya karşı Mustafa Kemal önderliğinde direnişe geçen Türk milleti “Ya İstiklal Ya Ölüm” tercihiyle baş başa kalıp bağımsızlığı ve şerefi için neleri göze alacağını tüm dünyaya ispat etmiştir.

Büyük Türk Milleti kendisinden üstün ordularla ve her türlü imkânsızlıklara rağmen vatanına, milli ve manevi değerline sahip çıkmış, varlığına kast edenlere asla izin vermemiştir.
Atalarımızın büyük fedakârlıklarla bıraktığı bu vatanı koruyacağımızı ülkemizin son yaşadığı olaylarla dünyaya devletçe ve milletçe gösterdik.

Gerek 15 Temmuz gerek ekonomik ve siyasi bağımsızlığımıza yönelik saldırılara da aynı geçmişteki Malazgirt ve 30 Ağustos zaferleri ruhuyla karşılık vermekteyiz.
26 Ağustos ve 30 Ağustos’un “Zafer Haftası” olması vesilesiyle Malazgirt Fatihi Sultan Alparslan ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Büyük Türk Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere tüm şehitlerimizi saygı ve rahmetle, gazilerimizi minnetle yâd ediyor.

Milletimizin göz bebeği ve Anadolu’nun asil evlatları olan Türk Silahlı Kuvvetlerimizin tüm mensuplarını ve Büyük Türk Milletini en kalbi duygularımla selamlıyorum. 

Tarihçi, Yazar, Siyaset Bilimci Kubilay Muhammet Özdemir



18 Ağustos 2018 Cumartesi

ORHAN GAZİ DÖNEMİ VE OSMANLI HANEDANLAŞMASI


Orhan gazi döneminde askeri zaferler Osmanlı Devletinin ve hanedanının oluşmasında önem kazanacaktır. Bu dönemde Osmanlı’nın kuruluşunda önemli bir isim vardır. Bu da Orhan gazinin oğlu Süleyman paşa’dır. Süleyman paşa Rumeli’ye ilk geçen ve orayı yurt haline getiren kişidir. Anadolu’da faaliyetleri Rumeli’de ise fetihleri vardır. Ancak daha sonra attan düşerek vefat etmiştir. Onun ölümüyle Rumeli’de fetihler durmuştur. Çünkü Süleyman paşa, Osmanlının Rumeli’deki merkezidir. Süleyman paşa, Rumeli halkının daha önceden neredeydiniz? diye kendilerine soru sorduklarını söyler. Çünkü halk Bizans’ın kendilerini ezmesinden ve ağır vergiler almasından kendilerine kötü davranılmasından o kadar çok bıkmıştır ki Osmanlı’nın hoş görüsü ve adaleti hoşlarına gitmiş ve kendiliğinden Osmanlı’ya tâbi olmuşlardır. İşte bu Osmanlı’nın uyguladığı “İstimalet” politikasının başarılı bir sonucudur. “Osmanlının eşitlikçi karşılıklı ödev yükümlülüğüyle uyguladığı sisteme İstimalet” denmiştir. Bu hoş görü sayesinde Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Müslüman olanlarda vardır. Ancak bu Osmanlı’nın kökenini ve gelenek – göreneklerini etkileyecek kadar olmamıştır. Ayrıca Moğol baskısından, istikrarsızlıktan bulunan Türk nüfusu da Osmanlı topraklarına gelmiştir. Çünkü Orhan gazi zafer kazandıkça namı artar. Nam arttıkça gücü artar. Osmanlı bu sebeple o dönemde insanlar için cazibe merkezi olmuştur. Özellikle 1326’da Bursa’nın fethedilmesi çok önemlidir. Bursa o dönem için Kızılelma’dır. 1329’da Palekenon ( Maltepe ) savaşıyla da yenilen Bizans Anadolu’dan umudunu kesecektir. Böylelikle Osmanlı hanedan olmaya başlamıştır. 1333’de Mudanya Fethedilir. 1337’de İzmit fethedilecektir. Fetihten sonra Orhan gazi o bölgelere nüfus yerleştirmiş gazi askerler boş evlere yerleştirilip dul kadınlarla evlendirilmiştir. Ayrıca fethedilen yerlere bayındırlık işleri gerçekleştirilip buralara yatırım yapılmıştır. Önce halka bakıldı sonra vergi alınmaya başlanmıştır. Buna Âbât etme olayı denir.


Osmanlı’nın Kuruluşunda Bazı Faktörler Vardır;

Gaziyanurum (Rum gazileri), Ahiyanurum, Abdalanarum, Bacıyanarum Osmanlı’nın mayasını oluşturan unsurlardır.
Ayrıca;
-İlk dönemde taht kavgalarının olmaması,
-Siyasi istikrarın olması,
-Varislerin taht mücadelesine girmemesi,
-Osmanoğullarının coğrafi konumu
-Germiyanlıların, Moğolların önünde tampon güç olması da Moğolların, Osmanlı’ya sataşmasını önlemiştir.
-Karesioğullarının ilhakı çok önemlidir. Çünkü buranın ilhakıyla Osmanlı, Rumeli’ye geçmiştir.
-İstimalet politikasının başarılı olması,
-Uyguladığı akılcı siyasetle doğuya Müslüman Türk Beylikleriyle değil de Batı’da Bizans üzerine gidip gaza yapması da Osmanlı’nın kuruluşundaki etkili faktörlerdir.

Osmanlı’nın bir devleti olma yolunun açılması ise Karesi Beyliğinin İlhak edilmesiyle olmuştur. Bu olay şu şekilde gerçekleşmiştir.
Germiyanoğullarının Komutanı olan Karesi Bey 1300’de ölmüştür. Onun ölümünden sonra yerine ise Demir Han başa geçmiştir. Ancak Karesi Umerası Demir Han memnun değildir. Karesi Beyin diğer oğlu Tursun Bey’de Osman gazinin elindedir. O dönemde Karesioğlulları ile Osmanlılar arasında bir husumet yoktur. Lakin Tursun Beyin Orhan gazinin  elinde olması da Karesi Beyin Osmanlıları tanıdığını gösterir.
Demir Han’dan memnun olmayan Karesi Umerası; Evrenus Gazi, Fazıl Bey, Hacı İl Bey ve Ece Halil, Orhan Gazi’nin yanına giderek “Demirhan’ı indirip yerine Tursun Beyi başa geçirirsen topraklarımızın bir kısmını size vereceğiz” diyerek teklifte bulunurlar. Orhan Gazi ise Tursun Beyi alarak Balıkesir’e kadar gelir. Bu haberi olan Demirhan, Bergama Kalesine kaçar. Tursun Bey ise konuşmak için Kalenin önüne kadar gider. Ancak Kaleden atılan bir ok ile Tursun Bey orada öldürülür.  Bunun üzerine Demirhan yakalanır ve Bursa’ya gönderilir burada da ölür. Tursun Beyin Kale önünde öldürülmesi, Demirhan’ın Kaleye kaçması ve sonra yakalanması Osmanlılar için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Karesi başsız kalmış ve bu nedenle toprakları hem Osmanlı’ya ilhak olmuştur hem de Karesi Umerasnın önde gelenleri Osmanlı’nın hizmetine geçmiştir. Osmanlı ise bunların Rumeli’deki tecrübelerinden ve denizcilik bilgilerinden yararlanmıştır. Böylece Osmanlı daha da güçlenmiş ve gücüne güç katmıştır.


14 Ağustos 2018 Salı

OSMAN GAZİ DÖNEMİ VE POLİTİKASI


Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde en büyük ata olarak kabul gören Erturul Gazi’dir. 1280’de Erturul Bey ölünce yerine oğlu Osman Gazi başa geçmiştir. Osman Gazi’nin amcası ise Dündar Bey’dir. Osman gazi ise beylerin ittifakın sonucu başa geçmiştir. Dündar bey önce Osman gazinin başa geçmesine ses çıkarmaz. Daha sonradan isyan eder ve böylece Osman gazi amcası Dündar beyi okla öldürür. Osman gazi döneminde belli bir hanedan yoktur. O dönemde hep ittifaklar vardır. Örneğin; Köse Mihail, Osman gazinin müttefikidir. Osman gazi de ilk zamanlar barışçıl politikalar izler. Osmanlıların o dönemde sabit bir mülkü yoktur. Bu yüzden Osman gazi, Domaniç’e giderken ağır yüklerini Bilecik Tekfuruna bırakır ve dönüşte de bu tekfura hediyeler getirirdi.
Osmanlılar kendisine gelen göçlerle birlikte nüfusunun artmasıyla güçlenmeye başlar. Osmanlıların güçlenmesinden rahatsız olan Karacabey ve İnönü Tekfuru ittifak yapar. Fakat Osman gazi bu tekfurları yenerek bertaraf eder. Kaleleri fethedilir ve Osmanlı hanedanı oluşmaya başlar. (1288)
1299 Osmanlılar için dönüm noktası çünkü bu dönemde Osmanlılar güçlenmeye başlarlar. Bilecik Tekfuru, İnegöl Tekfuru, Yarhisar Tekfuru Osmanlılara karşı ittifaka girişir. Köse Mihail bunu Osman Gazi’ye haber verir.

Köse Mihail Uygur Türküdür. Plana göre Osman gazi, Bilecik Tekfurunun kızının düğününde öldürülecektir.
Osman gazi ise bunu önceden haber aldığı için düğüne seçme yiğitlerle gider ve kale ele geçirilir. Buradan İnegöl oradan Yarhisar ele geçirilir.
Bazı tarihçiler bu üç yerin ele geçirilmesiyle Osmanlı’nın bu dönemde kurulduğunu söyleyenlerde vardır. Böylelikle devletin merkezi Yarhisar (Yenişehir) olarak belirlenir. Karaca Hisar Orhan Gazi’ye verilir. Osman gazi bu başarılarından dolayı Selçuklu Sultanının takdirini kazanır. Osmanlı’nın bu sayede ünü artar ve Anadolu’da mutsuz olan herkes Osman gazinin etrafında toplanan bir nüfus meydana gelir.
Osmanlı kuruluş aşamasında mükemmel bir strateji uygular. Bu stratejiye göre bulunduğu coğrafyanın doğusuna yani Müslüman Türk beyliklerine hiç saldırmamış ve yönünü hep batıya Bizans’a çevirmiş bu da Osmanlının şanının yükselmesine ve diğer Türk beyliklerinin takdirini kazanmasına sebep olmuştur. Osmanlı – Bizans ile Bafeus (Koyunhisar) savaşını yapar. Bu savaş Osmanlının zaferi ile sonuçlanır. Fakat bu savaşta Osman gazinin yeğeni şehit olacaktır. Halil İnalcığa göre ise; Osmanlının kuruluşu böyledir. Çünkü Osmanlı ilk defa bir meydan savaşı yapıp kazandığı için varlığını ispat etmiştir der. Osmanlı bu zaferden sonra 25-30 yıl kadar kale fethine girişememiş ancak kuşatma yapmıştır. Fakat arazi bakımından çok büyük toprakları vardır. Osmanlının bir üst zaferi ise Bursa’nın 1326’da fethedilmesidir. Bazı kaynaklar Bursa fethedilirken Osman gazinin hayatta olduğunu söyler. Bazı kaynaklar ise vefat ettiğini söyler. 1326’da Bursa fethedildiğinde Bizans ile 1329’da Palekanon (Maltepe) savaşı yapılır. Osmanlı bu savaşta pusuya yatıp Bizans’ı o şekilde yenmiştir. Böylece Bizans’ın Anadolu’daki gücü de iyice kırılmış oldu. Osmanlı için üç engel olan; Bursa, İznik, İzmit’ti bu engeller aşılmış oldu. Bizans ise artık Osmanlıya vergi vermeye başladı.

11 Ağustos 2018 Cumartesi

TÜRKLERİN İSLAMİYETE GEÇİŞLERİ KILIÇ ZORUYLA MI GÖNÜL RIZASIYLA MI?



Türklerin, İslam’ı kabul etmesi en önemli sosyolojik harekettir. Türkler çok geniş coğrafyaya yayıldıkları için farklı farklı medeniyetlerle karşılaşıp etkileşime girdiler. Budizm, Musevilik ve Hıristiyanlık gibi dinlere giren Türkler belli bir zaman sonra milli kimliklerini kaybettiler.
Türklerin, İslamiyet’i kabul etmesi tek bir faktöre ya da kılıç zoruyla Müslüman olmuşlardır faktörüne bağlanamaz. Özellikle Gök Tanrı dini ile İslamiyet’in arasındaki benzerlikler, Türklerin İslam’a geçişini hızlandırmıştır.

Peki Gök Tanrı dini nasıl İslamiyet ile benzer olabilir?

Bilindiği üzere yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de Allah’ın her kavme peygamber gönderdiğinden bahsediyor. Hatta bazı hadislerin ve Türk tarihindeki bazı destan ve mitolojilere konu olan Zülkarneyn Paygamberin Oğuz Han olduğu ileri sürülmüştür. Dr. Yaşar Kalafat’ın Nübüvvet Tarihi itibariyle Türklüğün Dini Geçmişi adlı eserinde Hz.Nuh Aleyhisselamın oğlu Yafes Onunda dokuz oğlundan en büyüğü olan “Türk”, Türklerin ilk peygamberi olduğunu söyler.
Türklerde İslam’a girmeden önce birden fazla Tanrı anlayışı yoktur. Süryani Mihail, İbn-i Fazlan’ın eserinde Türklerin tek tanrılı olduğunu söyler. Türklerin kitabı olmasa da tek tanrıya inanıp ona kurbanlar sunardı. Bu da İslam inancıyla benzerlik gösteren özelliklerdir.
Bir başka özellik ise Türklerdeki “fetih” anlayışıyla İslam’daki “cihat” anlayışına benzemesi de vardır. Türkler İslam’a girdiğinde fetih anlayışından vazgeçmeyecek ve bundan sonra fetihlerini Cihat yapmak için yapacaklar ve yine fetih anlayışında olduğu gibi cihat yaptıklarında da ganimet sahibi olacaklardı.
Türklerde bir çeşit ahret inancı da vardı. Bu inanca göre Türkler ölülerini mumyalardı. Türkler için mezarlar kutsal sayılır ve mezarları tahrip etmek çok büyük suçtur ve cezası ise idamdır.
Türkler, ahrete “Ol Ajun yada Mengü Ajun” derdi.
Başka örnekler verecek olursak;
İslamiyet’teki kıyamet, Türklerde Uluğ gün,
Cennete-Uçmağ,
Cehenneme-Tamu,
Peygamber’e-Savcı yada Yalavaç,
Tövbe etmek- Ökünç etmek,
Hesap günü- Köni Gün,
Günah- Yazuk yada Erinçü’dür,
Melek- Yumuşçı,
Cin Çarpması- Kovunç gibi…



Türkler,Talas Savaşından Öncede Müslümanlarla Karşılaştı Peki Neden O Zaman Müslüman Olmadı?

Türkler, Emevilerin ırkçı politikaları yüzünden o dönemde İslam’a ısınamamışlardır. 636’da Kasidiye 642’de Nihavent Savaşlarıyla, Sasaniler ortadan kalkar ve Arap-İslam ordularının önü açılır Orta Asya’ya kadar ilerlerler. Bunun sebebi 7.yüzyılda Türk coğrafyasında güçlü bir Türk Devleti olmamasından kaynaklıdır. Doğu Göktürk Devleti çökmüş, Batı Göktürk fetret devri geçirmiş daha sonra ise Kürşad İsyanıyla II.Göktürk Devleti doğmuştur. Fakat II.Göktürklerde çok güçlü değildi. Arap- İslam ordularına karşı koyacak pek güçleri yoktu. Kuzeyde de Araplar, Hazarı zorluyordu. Kuteybe B.Müslim, İslam ordusunun başına geçince Horosan’a kadar ilerledi. Ama yine de İslam’ı yayamadılar. Çünkü zorla İslam’ı kabul ettirmeye çalışıyorlar fakat Türkler zorla İslam’ı kabul etmediler ve Avrupa’ya doğru göç ettiler. Zorla Müslüman olanlar Buhara da yaşayan Türklerdir. Lakin Emeviler oradan çekilince Türkler tekrar eski dinlerine geri dönmüştür. İşte Türkler zorla Müslüman oldu diyen akıllıların anlattığı olay bu kısa olaydır.
Emeviler içerisinde paralı olarak askerlik yapan Türkler vardır. Bunlar Müslüman’dır. Bu paralı askerler Abbasi Hanedanının başa gelmesinde önemli rol oynamışlardır. Arap-İslam ordusu Türklerin vur-kaç taktiğinden yararlanmışlardır. Hatta Abbasi Halifesi Mansur, Türkleri Halifelik Ordusuna almış Türkler için Samarra Şehrini özel olarak kurdurmuştur. Savaşçı özellikleri kaybolmasın diye Türklerin Türklerle evlenmesini istemiştir. Araplarla iletişim kurulmasını dahi yasaklamıştır. 
Abbasilerin iktidara gelmesi İslam’ın hoşgörüsünü, adaletini göstermesiyle Türkler, İslam’a ısınmaya başlar. Buna rağmen Türkler topluca biran da İslam dinine girmezler, bölük bölük girerler bu da Türklerin milli kimliklerini korumasında önemli rol oynar. Gök Tanrı dinini ve Şamanizm geleneklerini İslam’a uyarlarlar. Örneğin; bugün biz vefat etmiş bir yakınımızın arkasından 40’ı okutuyoruz. Ancak İslam’da öyle bir şey yok. Bu bize tamamen Şamanizm’den kalma gelenektir. Türkler ölülerinin arkasından yuğ törenleri yapardı. Biz onu almış İslam’a uyarlamışız ve ölülerimizin arkasından yüce kitabımız olan Kur’an okutmaya başlamışız. Bu ve buna benzer şeyler Türklerin eski dinlerini geleneğe dönüştürüp örf-adet-gelenek-görenek şeklinde yaşamaya başlamışız. Ama insanlarımız eski dinlerini bilmeyerek gelenek görenek şeklinde yaşadıklarından habersizdir.
750 Talas Savaşında Karluk Türk boyu tarihi bir karar verip İslam ordusunun yanında yer alıp Çinlilere karşı savaşıyor. Bu savaşta Türkler, Araplarla yakın ilişkiler kurmuş ve Türklerin İslam’a girmesi hızlanmıştır. Sadece Askeri alanda değil ekonomik olarak da kaynaşma olmuştur. Şaş Şehri bütünüyle Müslüman Türk’tür ve ticaret yolu üzerindedir. Müslümanlarla Türkleri yakınlaştırmıştır. Askeri, ekonomik ve Abbasilerin iktidara gelip ırkçı politikayı değil de hoşgörülü davranmasıyla Türklerin İslamiyet’e geçişi hızlanmıştır.




10 Ağustos 2018 Cuma

OSMANLI DEVLETİNİN YIKILIŞ SEBEPLERİ



Osmanlı devleti yani Osmanlıların kendilerine dediği gibi Devlet-i Âliyye’nin yıkılış sebeplerini 2 başlık altında inceleyebiliriz.

1-) İÇ SEBEPLER
Osmanlı Devletinde mülki idare yani yönetim şeklinin bozulmaya başlamasıyla başlar. Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti de mutlak monarşiyle yönetilmiştir. Bu yönetim şekliyle devleti kuran bir hanedan vardır ve iktidar hanedanın ortak malıdır anlayışı vardır. Bu yüzden diğer Türk Devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devletinde de taht kavgaları yaşanmıştır. Ancak Osmanlı Devletinde mülki idarenin bozulmasının en büyük sebebi Şehzadelerin sancaklara gönderilme usulünden vazgeçilmesidir. Bu usulden vazgeçilmesiyle şehzadeler Topkapı Sarayını kafeslik veya şimşirlik diye adlandırılan bölümlerinde kapalı bir hayat yaşamışlardır. Bu sebeple son dönem de birçok Osmanlı padişahlarında bir takım psikolojik sıkıntılar meydana gelmiş devlet yönetme tecrübelerinin de olmayışı Merkezi Otoriteyi bozmuştur.
Merkezi otoritenin bozulmasının yanında Ordu Teşkilatının da bozulmasıyla daha büyük sıkıntılar baş göstermiştir. Osmanlının ordusu üç ana kademeye ayrılır.
Bunlar; Kapıkulu Ordusu, Tımarlı Sipahiler ve Donanmadır.
Kapıkulu ordusu devletin üç kıtaya yayılmasında en önemli güç olmuş ancak 1600’lerden sonra bu ordu kontrolden çıkarak devleti tehdit eder duruma geldi. Tımarlı sipahiler ise, Osmanlı topraklarını devlet memurlarına Tımarlı Sipahi yetiştirmek şartıyla verilen ve bu şekilde sadece savaş zamanlarında oluşan bir ordudur. Duraklama dönemiyle birlikte yeni fetihlerin gerçekleşmemesi üstüne mevcut toprakların kaybedilmesi ve hak etmeyenlere tımar verilmesi bu sistemi çökertmiştir.
Osmanlı donanmasına baktığımızda ise bu alanda Avrupa’da birçok gelişme olmasına rağmen geleneksel yapısını devam ettirmiş ve Avrupa donanmaları karşısında mücadele edemez duruma gelmiştir.  
Osmanlı’nın çökmesine bir başka etken de ekonomik yapının bozulmasıdır. Osmanlı’nın ekonomisi tarım, hayvancılık ve vergi gelirlerine dayanıyordu.

Osmanlı ekonomisinin bozulmasının ana sebepleri şunlardır;
-Kapitülasyonların Osmanlı üzerindeki etkisi sonucunda yabancı malların ülkeye girişinde bir gümrük duvarı oluşturamaması,
- Osmanlı Devletinin sanayi inkılabını gerçekleştirememesi bu inkılabı gerçekleştiren devletlerin açık pazarı haline gelmesi,
- Savaşlarda alınan yenilgiler sonucuna ödenmesi gerek tazminatlar,
- Ekonomiyi yönlendirecek kalifiye insan unsurunun olmaması,

- Dirlik sisteminin bozulması,
- Coğrafi keşifler sonucunda dünya ticaret yollarının değişmesi bu sebeple Osmanlı’nın gümrük gelirlerinden mahrum kalması da Osmanlı’yı ekonomik yönden çökerten iç sebepler arasındadır.
Osmanlı Devletinin adalet sistemine bakacak olursak eğer Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca çok hassas bir adalet mekanizması vardır. Ancak bu mekanizmaya rüşvet, iltimas, adam kayırma gibi virüslerin girmesi bu mekanizmayı çökertmiştir. Ayrıca Beşik Ulemalığı gibi uygulamalarda adalet mekanizmasını zarara uğratmıştır.
Osmanlı Devletinde bir teşkilat var ki sadece Osmanlı değil hangi devlette bu teşkilat çökerse o devlet muhakkak yıkılmaya mahkumdur. O teşkilat “İLMİYE TEŞKİLATI”dır. Osmanlı Devletinin kuruluşundan Tanzimat’a kadar sadece eğitim kurumu olarak Sıbyan Mektebi ve Medreseler bulunmuştur. Yükseliş döneminde medreseler sadece dini müfredat değil pozitif bilimlerinde okutulduğu kurumlardır. Ancak 1600’lerden sonra medreselerde pozitif bilimler kaldırılarak dini ağırlıklı bir müfredat getirilmiştir. Son dönem Osmanlı Medreseleri her türlü yeniliğe kapalı her türlü yeniliği gavur icadı olarak adlandırılan yapılar haline gelmiştir. Tanzimat sonrası yenileşmenin bir sonucu olarak Rüştiye İdadi Sultani gibi Avrupayi tarzda eğitim kurumları açılmıştır. Kapitülasyonların siyasi sonucu olarak azınlıklara ve yabancılara okul açma hakkı verilmiştir. Osmanlı Devleti eğitim öğretim alanında birlik sağlayamamıştır. Sıbyan ve Medreseler Şeyhülislama, Avrupai tarzda kurulan okullar Maarif Nezaretine, yabancı ve azınlık okulları ise hiçbir denetime tabi olmamış ve bu okullar devletin yıkılışında da etkili olmuştur.  Bunun yanında Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler devletin yıkılmasında yabancı devletlerle iş birliği içerisinde olmuşlardır.

2-) DIŞ SEBEPLER

Osmanlı Devleti’nin yıkılışında kapitülasyonların hem ekonomik hem de siyasi yönden çok önemli etkisi vardır. Ekonomik yönden kapitülasyonlarla Osmanlı Devleti yabancı mallara karşı hiçbir zaman bir gümrük duvarı oluşturamamıştır. Yabancı malların istilası yüzünden kendi yerli sanayisi gerçekleşmemiştir. Siyasi yönden ise kapitülasyonlarla yabancı devletlere okul açma hakkı verilmiştir. Kurulan bu yabancı okullar misyonerlik faaliyetleri ve azınlıkları kışkırtarak devletin içten çökmesinde etkili olmuşlardır. Osmanlı Devleti hiçbir zaman sanayi inkılabını gerçekleştirememiştir. Bu inkılabı gerçekleştiren Avrupa Devletlerin kapitülasyonlar yüzünden açık pazarı haline gelmiştir. Rönesans ve Reform hareketleriyle ezeli rakip olan Avrupa her alanda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Özellikle bilim ve teknik alanındaki gelişmeler sonucunda Osmanlı Devleti, Avrupa ile baş edemez duruma düşmüştür. Coğrafi keşifler sonucunda İpek ve Baharat yollarının önemini kaybetmesi Osmanlı Devleti’nin gümrük gelirlerini kaybetmesine yol açmıştır. Bu inkılabın ortaya çıkardığı milliyetçilik akımı çok milletli bir devlet olan Osmanlı’yı derinden etkilemiştir. Bu akım sonucunda Osmanlı önce Balkan topraklarında daha sonra bütün Ortadoğu’yu kaybetmiş ve küçülmüştür.
İşte Osmanlı Devleti’nin parçalanma sebepleri böyledir.

9 Ağustos 2018 Perşembe

REFORM HAREKETLERİ VE KİLİSENİN ÇÖKMESİ

Reform kelime anlamı olarak düzenlemek ve yeniden şekil vermek olup 16. Yüzyılın başlarında Avrupa’da Hıristiyanlık dininde meydana gelen değişiklikleri ifade eder.
Peki Reform nasıl vücut buldu?
Hümanizm sayesinde Hıristiyanlığın kaynaklarına inilip bilginlerin gerçeği görmesiyle Avrupa değişim rüzgarları başlamış oldu.
Eski Yunan ve Latin dilinin ve Edebiyat eserlerinin İbranice eserlerinin incelenmesi hareketine Hümanizm denir. Bu incelemeleri yapan bilginlere de Hümanist adı verilir.
Bilim ve Sanat alanında yapılan incelemeler Rönesans’ı ortaya çıkarmış dini metin incelemeleri ise Reform hareketinin doğmasına sebep olmuştur. Nitekim bu yapılan incelemeler sonucunda Hıristiyanlıktaki mevcut birçok uygulamanın beşeri uydurmalar olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum mevcut Hıristiyanlığa karşı şüpheyi arttırmış ve imanı sarsmıştır. Kilisenin bu derece bozulmasında bazı siyasi ve şahsi sebepler yüzünden Eski Mısır ve Yeni Yunan ve Roma’nın politeist yani çok Tanrılı İnanç sisteminin Hıristiyanlığa dahil edilmesi olmasındandır. Böylece İsa Peygamberin bildirilerden sapılmıştır. Hümanistler bu gerçeği görmüşler ve kiliseye cephe almışlardır.
Papalık kurumu M.S.1 yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Katolik kilisesinin en yüksek makamıdır. Papa bu inanışa göre Hz. İsa’nın yeryüzündeki vekilidir.
Papa, Avrupa’nın hem dini hem de siyasi en büyük lideridir. Papalar, Roma’da çok büyük masraflarla yapılan muhteşem Vatikan Sarayında oturmaya başladılar. Kilise başlangıçta fakir iken, papaların bulduğu bazı yollar sayesinde çok zenginleşti. Özellikle Roma’nın ziyaretini yarı haç saymaları büyük zenginlik meydana getirdi. Çünkü Roma’ya gelen zengin Hıristiyanlar Kilise’ye büyük paralar bağışlamışlardı. Papaların saygı uyandırmayan yaşayışları kilise de düzeltme yapılmasını isteyenlerin sayısını arttırdı. Yine Papaların siyasete karışımı prenslerin tahta çıkışlarına müdahil olmaları hanedanlar arasında da kiliseye tepki meydana getirmiştir.
Dini metinleri inceleyen Hümanistlerin eserleri ucuz kağıt ve matbaa sayesinde çoğaltılmış ve geniş halk kitlelerine ulaştırılmıştır. Bu eserler sayesinde Avrupa halkı kiliselerdeki birçok uygulamanın uydurma olduğunu görmüştür.
Tabi Reformu gerçekleştiren Erasmus ve Martin Luter’i de unutmamak gerekir. Alman Hümanisti olan Erasmus çalışmalarının tamamını dini metinler üzerinde yapmıştır. 1511 yılında yayınladığı “Deliliğe Methiye” adlı eserinde dinde yer alan uygunsuzlukları belirtmiştir. Yine 1516 yılında bastırmış olduğu İncil, Hıristiyan aleminde çok büyük bir yankı uyandırmıştır. Diğer önemli bir eseri de “Hıristiyan Şovalyesinin El Kitabı” adlı eseridir.
Erasmus bu eserlerinde dine sonradan dahil edilen bir çok uydurmaları ortaya çıkarmıştır. Erasmus, Reform hareketinin hazırlayıcısı olmuştur. Çünkü bütün bu gerçeklere rağmen Papalığa cephe almamış ve onların bu yanlışlardan döneceğine inanmıştır. Bu yüzden Reform hareketinin liderliğini bir başka Alman olan Martin Luter’e kaptırmıştır.
Luter bir Hümanist değil, Hıristiyan bir din adamı olan Keşiş’tir. 1505 yılında Erfurt Üniversitesini bitirdikten sonra Agustinler Manastırına girdi. Burada 2 yıl boyunca ruhunu selamete kavuşturmak amacıyla çile çekti. 1510’da kurulan Vitenberg Üniversitesinde profesör olarak gönderildi. Aynı yıl Agustinler manastırlarının birleştirilmesi amacıyla Başrahip tarafından Roma’ya gönderildi. Kilisenin Başkanı olan Papayı ve Kardinalleri görmeyi candan arzu ediyordu. Fakat büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Papalık sarayının ihtişamı, lüksü, siyasi karakterleri ve Roma’daki Papazların uygunsuz halleri onu çok üzdü.
Luter büyük bir bunalıma girdi.1512 ile 1517 yılları arasında Hümanistlerin kaleme almış olduğu dini eserleri okudu ve kilisenin mevcut birçok uygulamasını uydurma olduğuna karar verdi.
31 Ekim 1517 tarihinde Martin Luter, Viternberg Kilisesinin kapısına 95 maddelik bir bildiri astı. Bu bildiri ile kilisenin yanlışlıklarını ortaya koymuştur. Kilise bunun üzerine Luter’e fikirlerinden vazgeçmesi yönünde baskı yapınca Luter kızmış ve 1519 yılındaki bir yazısında papayı Deccale benzetmiştir. Papa Luter’i, Alman İmparatoru Şarken’den yakalamasını istedi. Ancak Luter’in arkasında geniş halk kitlesi olduğu için Şarken, Luter’i tutuklamaya cesaret edememiştir.
Böylece Rönesans gibi Reform hareketleri de Avrupa’daki diğer ülkelere sıçramış ve kilisenin itibarı bitmiştir.

8 Ağustos 2018 Çarşamba

RÖNESANS’IN ETKİSİYLE AVRUPA’NIN GELİŞİMİ


Rönesans; Avrupa tarihinde 15. ve 16.yüzyıllarda bilim, güzel sanatlar ve edebiyat alanındaki gelişmelerin bütününe verilen tanımdır. Rönesans tabiri ilk defa Batılı Tarihçiler tarafından 1830’da kullanılmıştır.
“Yeniden Doğuş” tabirinin kullanılması Avrupalı fikir adamlarının İlk Çağ eserlerini inceleyip yorumlamasıyla ilgilidir.

RÖNESANSIN SEBEPLERİ

Avrupa, Ortaçağ’da karanlık bir çağ yaşarken İslam Dünyası bilim alanında altın çağını yaşamıştır. Özellikle Abbasiler döneminde kurulan medreseler ve Avrupa’nın ortasında kurulan Endülüs Emevi Medreseleri, Avrupa uygarlığının gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. İslam dünyası, Avrupa’dan yedi asır önce kendi Rönesans’ını gerçekleştirerek ilk çağ eserlerini incelemişlerdir.
Modern matbaacılığın Avrupa’da temellerinin atılmasından sonra kağıdın da ucuza mal edilmesi Rönesans açısından çok önemlidir. O dönemde bilimin  yayılmasında tek önemli araç olan kitabın ucuza mal edilmesi ve geniş halk kitlelerine ulaşması Avrupa’da bilim ve sanatın gelişmesine önemli bir etken olmuştur.
Özellikle yeni ticaret yollarının bulunması Ortaçağ boyunca fakir olan Avrupa Kıtasını zenginleştirmiştir. Bu zenginlik bilim ve sanatın gelişimini de sağlamıştır.


Hümanizm Rönesans’ın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hümanizm sayesinde Avrupalı fikir adamları ilkçağ eserlerini incelediklerinde insana verilen önemi ve değeri görmüşlerdir.
Özelikle Bizans’ın yıkılışından sonra İstanbul’daki bazı bilginlerin Roma’ya dönmesi de büyük etken olmuştur. Çünkü bu kişiler İstanbul’dayken İslam Dünyasına yakın oldukları için Avrupa’ya göre daha ileri düzeyde bir bilgiye sahiptiler. Bu kişilerin Roma’ya gitmeleri Rönesans’ın İtalya’da başlamasında önemli bir etken olmuştur.

 RÖNESANS’IN İTALYA’DA ORTAYA ÇIKMASININ SEBEPLERİ

Yine en önemli sebeplerinden birisi İtalya’nın coğrafi konumu; çünkü İtalya, Akdeniz’in ortasında ve bütün Akdeniz’e hakim bir durumdadır. Sicilya Adası vasıtasıyla İslam Uygarlığı ile yakın bir ilgi kurmuş, kültür ve uygarlık bakımından diğer Avrupa ülkelerinden ileri gitmiştir.
Ayrıca İtalya Eski Roma İmparatorluğunun merkezi topraklarını oluşturdu. Bu imparatorluğun kültür mirasını devralmıştı. Bu kültürden her zaman faydalanabilecek durumdaydı. Doğu ve Batı Akdeniz ticareti İtalyan şehir devletlerinin elindeydi. İpek ve Baharat yolarına gelen mallar İtalyan gemileri tarafından Avrupa’ya taşınırdı. Bu ticaret İtalya şehirlerini zenginleştirmiştir.
İtalya’ya dini açıdan baktığımızda ise; Hristiyanların dini Başkanları Papa, Roma’da oturuyordu. Hristiyanlar, Roma’yı ziyaret etmeyi yarı haç kabul ettiklerinden Roma’ya gelen zengin Hristiyanlar kiliseye büyük bağışta bulunuyorlardı.
Siyasi birlik açısından bakacak olursak; Şarlman İmparatorluğunun yıkılmasından beri İtalya’da siyasi bir birlik yoktu. Bir takım şehir devletleri ortaya çıkmıştı. Bu devletlerde yaşayan insanlar çeşitli hürriyetlere sahiptiler. Bu da fikir ve sanat hareketlerinin gelişmesini sağladı.
İtalya’da gelişen Rönesans Hareketleri diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı ve Avrupa bu sayede gelişmeye ve kalkınmaya başladı.

1 Ağustos 2018 Çarşamba

SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ VE İSTANBUL’UN İŞGALİ


Osmanlı İmparatorluğu artık iradesini kaybetmiş ve vatanın işgaline karşı koyamaz hale gelmişti. Bir müddet İstanbul’dan bir şeyler yapmak isteyen Mustafa Kemal buradaki teşebbüsleri sonuç vermeyince kurtuluşun buradan değil Anadolu’dan olacağı kanaatine varıp ekibiyle birlikte 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış ve Milli Mücadeleyi başlatmıştır.
28-29 Mayıs 1919’da Havza Genelgesi, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi yayınlanmıştır. 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919’da Erzurum Kongresi, 4-11 Eylül 1919’da Sivas Kongresi yapılmıştır.
Sivas Kongresinin devam ettiği sırada Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunan padişah Vahdettin ile bir telgraf görüşmesi yapmak ister. Ancak Sadrazam Damat Ferit ve hükümeti buna engel olur. Bunun üzerine Temsil Kurulu meşru bir hükümet kurulana kadar bütün askeri ve sivil makamların İstanbul ile ilişkisini kesmesini ister.
Temsil Kurulu 14 Eylülde bir bildiri yayınlar ve otorite boşluğunu doldurmak üzere devlet işlerini padişah adına yürürlükteki yasalara göre yapacaklarını söylemiştir.
Özellikle Damat Ferit Paşa Hükümetinin, Paris Barış Konferansında hiç bir şey elde edememesi neticesinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının vatanın kurtuluşu için kararlı olması, milleti uyandırmaya çalışması ve Anadolu’daki faaliyetleriyle halkın Temsil Heyetine olan güvenleri artmıştır.
Bu sebeple Anadolu’nun değişik yerlerinden Damat Ferit Paşa Hükümetinin görevden alınması ve yerine başka bir hükümet kurulması için padişaha telgraflar gelir. Bu baskı sonuç verir ve Damat Ferit Hükümeti 30 Eylül 1919’da istifasını verir. Yerine ise Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulur. Bu durum Temsil Heyetinin, İstanbul’a karşı ilk siyasi zaferidir.
Ali Rıza Paşa Hükümeti kurmuş ve 3 Ekimde Temsil Heyetiyle yazışmalara başlamış ancak bu yazışmalardan sonuç alınamayınca Amasya’da yüz yüz görüşmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ali Rıza Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı Salih Paşa, Padişahın yaveri Albay Naci Bey gönderilmiştir.
20 Ekimde başlayıp 22 Ekimde sona eren görüşmeler sonucunda 3’ü imzalı ve açık, 2’si gizli ve imzasız olmak üzere 5 protokol üzerine anlaşmaya varılmış.
Bu görüşmelerin sonucunda Kasım 1919’da Meclis-i Mebusan 6.Genel seçimini yapmış ve bu seçimde Mustafa Kemal Erzurum Milletvekili seçilmiştir. Yalnız Mustafa Kemal, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da toplanmasını istemiyordu. Çünkü İstanbul hem işgal altında hem de Mustafa Kemal’in İtilaf devletleri tarafından tutuklanma tehlikesi vardı. Bu yüzden Mustafa Kemal Meclis açılışına ve toplantılarına katılamadı.  Fakat Kanun-i Esasiye’ye göre de meclis İstanbul dışında toplanamazdı.
Velhasıl Amasya görüşmelerinde İstanbul Hükümetinin ve Temsil Heyetinin kararlaştırdığı üzere Anadolu’da seçimler 7 Kasım 1919’da tamamlandı ve seçimleri Müdafaa-i Hukukçular kazandı. Ayrıca Milli Mücadeleye destek veren kişiler Milletvekili oldu ve mecliste çoğunluğu sağladı. Bu mecliste Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanı olmak istemiş ancak onun yerine Reşat Hikmet o vefat edince de Celalettin Arif  Bey başkan oldu.

Mustafa Kemal’in Meclis başkanı olmak istemesinin sebebi; meclisin dağılması halinde son meclis başkanı sıfatıyla yeni meclisi başka ilde toplamaktır. Fakat başkanlığa seçilememiştir. Ayrıca Mustafa Kemal mecliste birlik ve beraberliği sağlayabilmek için Müdafaa-i Hukuk çatısı altında güçlü ulusal bir grup kurulmasını istedi ancak meclisteki vekiller bu grubu kuramadı onun yerine Vatanın Kurtuluşu grubunu kurdular. Vatanın Kurtuluşu Grubu da gizli oturumda meclisten Misak-ı Milli kararlarını geçirmeyi başarmıştır.  Misak-ı Milli kararları, Osmanlı Parlamentosundan geçtiği için Erzurum ve Sivas Kongreleri kararları da Osmanlı Mebusan Meclisince kabul edilince hukuki bir nitelik kazandı. Bu sırada itilaf devletleri misak-ı milli kararlarına tepki gösterdi ve baskılarını arttırdı. Bunun baskılar sonucunda Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa istifa etmek zorunda kaldı. Ayrıca Ali Rıza Paşa kabinesi de istifa etmiş (3 Mart 1920) yerine Salih Paşa Kabinesi kurulmuştur.
İtilaf  Devletleri, Mısak-ı Milli’nin kabul edilmemesi yönündeki baskıyı Salih Paşa’ya yapmışlar ancak kararları iptal ettirememişlerdir. İtilaf Devletleri, Mustafa Kemal ve Osmanlı’ya istedikleri barış şartlarını kabul ettirmek için önce Türk Ocağını bastılar ve 16 Mart’ta da İstanbul’u resmen işgal etmişlerdir. Daha sonra itilaf devletleri Meclisi kuşattı. Rauf Bey, Kara Vasıf Bey ve bazı milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya sürgün ettiler. Evi sarılan Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey, Ankara’ya kaçtı. İşgal sırasında, İngilizler Şehzadebaşı Karakolunu basarak Türk Askerlerini şehit etmişlerdir.
İstanbul’un işgaline en sert tepkiyi Edirne I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar 16 Mart’ta İstanbul Hükümetiyle ilişkilerini keserek vermiştir. Meclisin işgalinden ve baskınlardan kurtulan milletvekilleri 18 Mart 1920’de son oturumunu gerçekleştirip Dr.Rıza Nur’un teklifinin kabul edilmesiyle meclis süresiz tatil edildi. Mustafa Kemal, itilaf devletlerinin İstanbul temsilciliklerine protesto gönderdi. Ayrıca Anadolu’da bulunan İtilaf Devleti görevlilerinin tutuklanması emrini verdi. Bu sırada Erzurum’da bulunan İngiliz Mütareke Heyeti Başkanı Yarbay Rawlinson ve 20 kadar İngiliz ,15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir tarafından tutuklandı. İtilaf Devletleri de İstanbul’da Salih Paşa Kabinesine baskılarda bulunmaya devam ediyordu ve bunun sonucunda Salih Paşa Kabinesi de istifa etmek zorunda kaldı. 5 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa dördüncü kez sadarete getirildi.
Yeniden Kabine kuran Damat Ferit Anadolu’daki hareketi isyan olarak değerlendirdi ve 5 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade es-Seyid Abdullah’tan Milli Mücadele taraftarları aleyhine fetva verildi. Buna karşılık 16 Nisan 1920’de Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’den milli mücadele lehine karşı bir fetva verildi.
Bunun sonucunda İtilaf Devletleri tarafından basılan Mebusan Meclisi 11 Nisan’da Padişah tarafından feshedildi.
İstanbul Hükümeti işgalle birlikte tamamen itilaf devletlerinin kontrolüne girdi. Böylece Mebusan Meclisinin dağıtılmasıyla Meşrutiyet yönetimi de sona ermiş oldu.

Diğer Yayınlar