27 Haziran 2020 Cumartesi

TÜRK ASKERİNİN GÜCÜ PENÇE KAPLAN OPERASYONU


Son zamanlarda terör örgütünün sınırımızda oluşturduğu güvenlik sorunları sebebiyle ilk önce Pençe Kartal Operasyonu yapılarak havadan terör hedeflerinin vurulmasından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri hemen ardından kara operasyonunu olarak Pençe Kaplan Operasyonunu başlattı. Mehmetçik teröristlerin girilemez dediği Haftanin’e girdi.

Haftanin Bölgesi; PKK Terör Örgütünün baskısı nedeniyle sivil halk tarafından boşaltılmış yaklaşık 20 köyden oluşan bir alanı kapsıyor. Haftanin’de; Güli ve Sındi aşiretlerinin yarı yarıya köyleri varken şimdi ise sadece PKK’lı teröristler kol geziyor. Halk defalarca köylerine geri dönmek istese de terör örgütü halkı silah zoruyla bölgeden çıkarıyor. Ayrıca PKK Terör Örgütü tarafından Irak’ın Kuzeyinde 500 köy silah zoruyla boşaltılmıştır.[1]

Haftanin’i önemli kılan özelliği ise terör örgütünün eğitim kampı olmasıdır.[2]  Ayrıca dağa çıkan yeni örgüt üyelerinin toplandığı ve örgütle ilk tanıştırıldığı yerdir. Bir diğer özelliği ise PKK’nın yeni Kandil’i diye nitelendirilen Sincar’a açılan kapı olarak da ön plana çıkmasıdır.[3] Türk Silahlı Kuvvetleri bu bölgeyi hallettikten sonra PKK artık Haftanin’de barınamaz. Çünkü birliklerimiz burada kalıcı üsler kuracaktır.[4] Buradaki amaç örgütün Türkiye ve Suriye’ye ikmal ve lojistik hatlarını kesmektir.  Böylelikle bu bölge halledildikten sonra PKK’nın ikinci kandili olarak nitelendirilen Sincar’a yönelip Türkiye bu PKK meselesini de tarihe gömecektir. Böylelikle PKK terör örgütü en azından Türkiye içerisinde tarihe gömülecektir.

Bu operasyonlar vesilesiyle TSK’nın harekât kabiliyetinin artışını da belirtmeden geçmek istemiyorum. Özellikle TSK’nın içerisine yuvalanmış olan FETÖ’cülerin büyük oranda temizlenmesi sonucunda TSK daha aktif operasyonlar yapmaya başladı. Bu da karar vericilerin elini Libya, Suriye ve Irak örneklerinde görüldüğü üzere dış politikada önemli derecede güçlendirdi. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri dünya ülkeleri gözündeki caydırıcılık ilkesini daha da güçlendirdi. Libya’da ve Suriye’deki düşük yoğunluklu çatışmalarda başarılı operasyonlar yapması özellikle Libya’nın kaderini değiştirmesinde önemli bir rol oynaması Türk Silahlı Kuvvetlerinin imajını arttırmakla beraber caydırıcılık ilkesini de sağlamlaştırdı.

TSK’nın yurt içinde ve yurt dışında Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı ve Pençe Operasyon’larındaki başarıları adım adım dünyaca izleniyor. Yapılamaz denilen harekâtların başarıyla yapılması dünyanın şaşkınlığına sebep oluyor. Bu da ister istemez dünyanın Mehmetçikten çekinmesine neden oluyor. Bu sebeple Türkiye’nin her yaptığı operasyona karşı çıkılıyor. Siyasi ve diplomatik baskı yapılıyor. Ancak TSK’nın sahadaki başarılarını masada ve diplomasi de kaybetmeyen güçlü bir siyasi irade var. Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı tutumu diğer yandan MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin verdiği destek Türkiye’yi siyasi ve diplomatik olarak güçlü kılıyor. Bunun yanında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve asker kökenli olan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da yurtiçi ve yurt dışı operasyonlarda verdikleri mücadeleleri de unutmamak gerekir.

Göreve geldiği günden beri teröre karşı etkin mücadele veren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun belirttiği sayıya göre yurt içinde 438 terörist kaldı.[5] Bu teröristlerde yok edildikten sonra Süleyman Soylu, Türkiye’de PKK’yı bitiren Bakan olarak tarih kitaplarında yerini alacaktır.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin terörle mücadele başarısı daha da net görülecektir.



[2] “Komandolar Kuzey Irakta PKK’ya Bitirme Vuruşu”, Türkiye Gazetesi, 18 Haziran 2020
[3]“ Haftanin Neden Önemli?”, Milliyet Gazetesi, 18 Haziran 2020
[4] E. Albay Mithat Işık, “Komandolar Kuzey Irakta PKK’ya Bitirme Vuruşu”, Türkiye Gazetesi, 18 Haziran 2020
[5] Süleyman Soylu, “Yurt İçinde 438 Terörist Kaldı”, Türkgün Gazetesi, 18 Haziran 2020


16 Haziran 2020 Salı

PENÇE KARTAL OPERASYONU VE FRANSA’NIN LİBYA RAHATSIZLIĞI

Milli Savunma Bakanlığının gece yarısı duyurusu ile biranda tüm Türkiye olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın Kuzeyine yaptığı hava harekâtına kitlendik. Adeta tüm Türkiye haberi duyar duymaz Twitter’da herkes Mehmetçik için tek yürek oldu. Onlar yurda sağ salim geri dönene kadar tüm dualarımız onlarlaydı.
Son zamanlarda PKK Terör Örgütünün sınır karakollarımıza yaptığı taciz ve saldırı teşebbüsleri üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Pençe Kartal Operasyonu başlatıldı. Bu operasyonda Sincar, Karacak, Kandil, Zap, Gara, Avaşin Basyan ve Hakurk’taki terör yuvaları imha edildi.



Fakat hemen terör yandaşları twitter’da kara propagandalara başladılar. Türk askeri sivilleri veya Mahmur’daki mülteci kamplarını vuruyor diyerek İngilizce twitlerle gündem oluşturmaya çalışıp Avrupa’ya sığınmaya çalıştılar.
Ancak Türk Milleti bu kara propagandaya karşı twitter’de bu hainlere fırsat vermeyerek bu kara propagandanın başarısızlıkla sonuçlanmasını sağladı. Türk askeri havada bu hainlerle uğraşırken Türk Milleti ise sosyal medyada bu hainlere geçit vermedi.

Ancak şunu da belirtmem gerekir ki; Türk askeri ne günümüzde ne de tarihte hiçbir zaman sivil katliamı, soykırım veya mülteci kampı vurma gibi bir eyleme girişmemiştir. Ne Türk Silahlı Kuvvetleri ne de millet olarak kurduğumuz Türk devletlerinin hiçbirinde böyle bir kara leke yoktur. Ancak İngilizce yazılarla gündem oluşturup Avrupa’yı önümüze sürmek isteyen terör sevicilerinin geçmişlerine baktığınızda kundaktaki bebeğe dahi acımadığını görürsünüz. Ayrıca önümüze sürmek istedikleri Avrupalı devletlerin tarihlerine baktığınızda yaptıkları soykırımı görebilirsiniz. Bu soykırım konusu hakkında önceden yazdığım yazımı lütfen okuyunuz.



Türk askerinin hiçbir zaman sivilleri hedef almadığını ve sivil yerleşim yerlerinde operasyon yapma mecburiyetinde kaldıklarında ise nasıl hassas davrandıklarını Diyarbakır Sur Operasyonlarında gördük. Sivilleri kalkan yapan teröristlere karşı hassasiyetle ilerleyen Türk askeri kendi canını vermekten tereddüt etmeyerek sivilleri kurtardı ve burunları dahi kanamadan o teröristlerin ellerinden aldı. Oradan çıkamayan yaşlıları Mehmetçik sırtında taşıyarak çatışma bölgesinden çıkardı.
Yine binlerce Suriyeli mülteciyi bu devlet misafir etti. Tüm dünya bunları görmüşken Pençe Kartal Operasyonunda Türk askerine böyle iftiralar atılması anca düşmanın ne kadar aciz, korkak ve haysiyetsiz olduğunu gösterir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeline teşekkür ediyor ve her zaman yanlarında olacağımı özellikle vurgulamak istiyorum.

FRANSA’NIN LİBYA RAHATSIZLIĞI
Libya’da önceki yazılarımda da yazdığım gibi birçok devletin planları var. Ancak bu planların hepsini Türkiye bozmayı başardı ve bu durum özellikle Rusya ve Fransa’nın hoşuna gitmedi.
Fransa, Avrupa’nın enerji alanındaki bağımsızlığını Libya’daki enerji kaynaklarının kontrolünden geçtiği düşünüyor. Bu sebeple Nato’nun Libya’ya yönelik askeri müdahalesinde ilk sıralarda olan Fransa bu konumu güçlendirmek istiyor. Geçmişte Afrika’nın büyük bir bölümünü sömüren Fransa ilk başlarda Libya’da barış ve diyalogdan yana görünse de aslında amacı Libya’daki kaynaklardan istifade etmeye çalışmaktır. Bu sebeple Libya’nın güneyinde bulunan petrol yatakları bölgesindeki aşiretleri özellikle Tebu aşiretini silahlandırmaya başlamışlar ve onlara Tebuistan adında bir devletin sözünü vererek Fizan bölgesi ile ilgili stratejik hesaplar düşüncesinde olmuşlardır. [3]

Özellikle Libya Başbakan’ı Sarrac’ın Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi sonucunda dünya Türkiye’nin Libya’daki başarısını konuşmaya başladı.
Hatta İtalyan Gazetesi La Repubblica; “Ankara Hafter’i mağlup etti. Erdoğan artık Libya’nın patronu manşetini attı.”   Hatta devamında ise şunları yazdı. “Ankara Libya’daki savaşın kaderini değiştirdi ve Hafter’i mağlup etti. 14 aylık kuşatmanın sisleri arasından tek bir mutlak galip belirdi. O da Erdoğan. Erdoğan bir savunma birde enerji paylaşımı anlaşması imzaladı. Artık Erdoğan’ın kuralları hüküm sürüyor”[4]

Artık Fransa’da bunu biliyor. Aslında sadece Fransa değil Libya üzerinde oyunları olan devletler bunu biliyor. Onun içinde herkes rahatsızlık duyuyor. Bu yüzden Fransa Cumhurbaşkanı Macron sürekli Türkiye’yi suçlayıcı ifadeler kullanıyor.
Hemen şunu belirtmek istiyorum. Kanaatimce Libya konusunun cevabını Rusya ve Fransa bize Suriye’de verebilirler onun için dikkatli adımlar atmalıyız.




[1] Melik Yiğitel “Vatan Size Minnettar”, Akşam Gazetesi, 16 Haziran 2020,s.1
[2] Türkiye Gazetesi, “Tam İsabet Yumruğu”, 16 Haziran 2020, s.1
[3] Riad Domazeti, “Çok Denklemli Libya Sorunu ve Türkiye”, İNSAMER, 19.12.2019, s.2-3: Aktaran; Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Suriye  ve Libya Üzerinden Dolaylı Olarak Dünya ile Mücadelesi”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2020/05/turkiyenin-suriye-ve-libya-uzerinden_6.html, 6 Mayıs 2020.
[4] “Hafter Yenildi Türkiye Kazandı”, Sabah Gazetesi, 06.06.2020: Aktaran; Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye Libya Antlaşmasının Sonucu Yunanistan’ın Akdeniz ve Ayasofya Küstaslığı”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2020/06/turkiye-libya-antlasmasinin-sonucu.html, 6 Haziran 2020

14 Haziran 2020 Pazar

AYASOFYA TARTIŞMASI




Ayasofya Müzesinin aslına döndürülmesi yani cami olarak ibadete açılması tartışmaları gündemdeyken Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya’yı müze yapan Bakanlar Kurulundaki kararnamenin altındaki Atatürk imzasının sahte olduğunu iddialarını ortaya attı. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını birisinin Atatürk’ün adını kullanarak bu olayı ona mal ettiğini söyledi.
Ancak hemen şunu belirtmek istiyorum ki; Ayasofya 1934 yılında Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile müzeye çevrildi. Yani Atatürk’ün de imzası var. Ayrıca Atatürk o dönemde hayatta ve sağlıklı bu yüzden Atatürk’ten habersiz sahte belge ya da sahte imza atılması pek akla ve mantığa yatmıyor. Ayrıca o dönemin gazetelerine baktığınız da Ayasofya’nın müzeye çevrildiğini ve Atatürk’ün de burayı ziyaret ettiğini görüyoruz.

Açıkçası ben bu iddiayı garip buluyorum. Sayın Halaçoğlu değişik bir iddia atmış ortaya ancak iddiasını kanıtlayan bir belge yok. Sadece olan belgelerden bir çıkarım yapıyor. Bu sebeple bu iddia kullanışlı değil. Kamuoyunu tatmin edecek kadar somut bir iddiaya da benzemiyor. Çünkü dediğim gibi o dönemde Atatürk hayatta ve sağlıklı ondan habersiz böyle bir olaya girişileceğini düşünmüyorum. Bu konuya Sinan Meydan da şöyle açıklık getirmiş. İmzanın Atatürk'e ait olmadığı iddiası doğru değil. Bu belge bizim elimizde ama nedense görülmüyor. Atatürk'e soyadı ne zaman verildi? TBMM, 24 Kasım 1934 tarihinde verdi Atatürk'ün soyadını. Bu tarih aynı zamanda Ayasofya'nın müze olmasına karar veren kararnamenin tarihidir. Mustafa Kemal Atatürk, bu kararın verildiği gün Atatürk soyadını alıyor. İmzasının bir günde oturması mümkün değil tabii ki. Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi kararnamesi, Atatürk'ün ilk attığı imzadır yeni soyadıyla. Atatürk'ün 1934 yılının aralık ayından sonra atacağı o klasik imzanın ilk prototipidir bu imza.”

Yine Habertürk’teki Teke Tek programında Prof. Ali Ulusoy’un dediğine göre; “Hukuken bu tartışmanın bir anlamı kalmadı. Danıştay 2012 ya da 2013'de Danıştay bu konuda kesinleşmiş karar verdi. Bir kere bu kararnamenin gerçek olduğuna karar verdi. Kesinleşmiş yargı kararıdır ve herkesi bağlar.”
Meydan ve Ulusoy’un anlatmasına göre belgede ve imzada bir sıkıntı yok.
Hemen şunu da belirtmek isterim ki; Sonuç itibariyle İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiş ve kılıç hakkı olarak Ayasofya camiye çevrilmiştir. Daha sonra 1931 yıllarına gelindiğinde Ayasofya’da çalışmalar başlatıldı. Ayasofya içerisindeki birçok mozaik bu çalışmalar neticesinde çıkarıldı. Ancak o dönemde de Ayasofya Cami olarak ibadete açıktı. İslamiyet’te resimlerin olduğu yerde ibadet yapılmaz. Bu yüzden o mozaiklerin üzeri örtülerek belli bir süre ibadet yapıldı. Ancak bu da ister istemez ibadetin ahengini bozdu. Ayasofya 1000 yıl Hristiyanlığın sembolü, 500 yıl Müslümanlığın sembolü olmuş bir yer böylelikle hem Bizans hem Osmanlı hem Hristiyanlık hem de Müslümanlığın etkisi var. Bu yüzden Atatürk buraya kültürel miras gözüyle bakmış ve müzeye çevrilmesi kararı alınmıştır.

Ancak günümüzde bunun bir çaresi bulunabilir mi? İbadete açılabilir mi? Tabi ki de açılabilir. Gerekli düzenlemeler yapılıp bu önemli yapıta zarar verilmediği müddetçe ibadethane olarak da kullanılabilir. Sonuçta burası kılıç hakkıdır. Kullanım hakkı da Türkiye Cumhuriyeti’nindir. Bu yüzden Yunanistan’ın oturduğu yerden bağırıp çağırması tehditler savurması bir şey anlam ifade etmez.




7 Haziran 2020 Pazar

TÜRKİYE LİBYA ANTLAŞMASININ SONUCU YUNANİSTAN’IN AKDENİZ VE AYASOFYA KÜSTAHLIĞI




Türkiye ile Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Antlaşması ve güvenlik anlaşmaları neticesinde Türk askeri, Libya’ya giderek Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerine destek verdi. İşte bu destek Libya’da oynanan oyunları bozarak savaşın tersine dönmesine neden oldu. Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’nin planlarını bozamadığı için çok büyük hayal kırıklığına uğradılar. Darbeci Hafter’e o kadar mühimmat ve para yardımı yapmalarına rağmen en son düzenlenen operasyonlarla bu mühimmatları da Türk Silahlı Kuvvetleri destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti ordusuna kaptırdılar. Hatta bir Rus yapımı helikopterde yine UMH tarafından ele geçirildi. Yine son olarak Terhune’de bir kamp TSK destekli UMH güçlerinin kontrolüne geçti. Burada ise çok sayıda tank ve mühimmat ele geçirildi.


Özellikle Libya Başbakan’ı Sarrac’ın Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi sonucunda dünya Türkiye’nin Libya’daki başarısını konuşmaya başladı.
Hatta İtalyan Gazetesi La Repubblica; “Ankara Hafter’i mağlup etti. Erdoğan artık Libya’nın patronu manşetini attı.”   Hatta devamında ise şunları yazdı. “Ankara Libya’daki savaşın kaderini değiştirdi ve Hafter’i mağlup etti. 14 aylık kuşatmanın sisleri arasından tek bir mutlak galip belirdi. O da Erdoğan. Erdoğan bir savunma birde enerji paylaşımı anlaşması imzaladı. Artık Erdoğan’ın kuralları hüküm sürüyor”[1]

İtalyan Gazetesi böyle yazarken Rusya’nın resmi haber ajansı Ria Novosti de şu analizi yayınladı: “Serrac Türkiye’nin desteği ile güçlü bir direniş gösterdi. Hafter’in tüm destekçileri ona sırt çevirdi. Yakında siyasi ve askeri arenadan silinecek”[2] iddiasını ortaya attı.
Tüm bu gelişmeler tabi ki de Akdeniz’de ve Libya’da çıkarları olan bütün ülkeleri rahatsız etti. Bu ülkelerin başını ise Yunanistan çekti. Yunanistan Savunma Bakanı Panagiotopoulos’un dün yaptığı bir açıklama da; “Türkiye ile çatışmaya hazırız. Her şey mümkün, buna askeri operasyon da dâhil. Biz bunu istemiyoruz, ancak egemenlik haklarımızı korumak için elimizden geleni yapacağımızı belirtmek isteriz” diyerek Türkiye’yi küstah bir şekilde tehdit etti.

Ancak Yunanistan; 400 yıl boyunca bir Osmanlı valisi tarafından yönetildiğini ve Milli Mücadele yıllarında Anadolu’yu işgale gelen 200 bine yakın Yunan askerinin Anadolu'da imha edildiğini geri kalanının denize döküldüğünü az bir kısmının da zar zor gemilere binip kaçtığını unutmamalıdır.
Ege’de Türkiye’nin sabrını çok zorlayan Yunanistan; Libya’da çıkan iç karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya’ya ait 39.000 Km2 deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye’yi Akdeniz’de enerji mücadelesinde yalnız bırakmaya çalışmaktadır. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek Türkiye’nin yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak ihlalinde bulunmaktadır. Yunanistan burada sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakkını ihlal etmektedir. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km güneyindeki alanda kendi başına buyruk hareket ederek uluslararası enerji şirketlerine araştırma lisansı vermektedir.”[3]

Bu yüzden Libya Başbakanı Serrac ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki görüşmeden sonra Türkiye’nin petrol arama konusu gündeme geldi. Çünkü bu görüşme sonunda Türkiye ile Libya, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz sondajı için işbirliği kararı aldı. İşte bu sebeple gözler, Yunanistan’ın Libya savaşını fırsat bilerek ilan ettiği 15 ve 20 numaralı parsellere çevrildi. Türkiye-Libya deniz sınırındaki söz konusu parsellerde araştırma faaliyetleri önümüzdeki süreçte başlatılacak.[4]

FETİH ŞÖLENLERİ VE YUNANİSTAN’IN RAHATSIZLIĞI
27 Mayıs 2020 İstanbul’un, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinin 567.yılı kapsamında düzenlenen şölende fethin sembolü olan Ayasofya Camî’nde Kur’ân-ı Kerim okunması Yunanistan’ı rahatsız etti. Yunan basını "İstanbul'da utanç görüntüleri" gibi küstah başlıklar kullanırken Yunanistan Dışişleri Bakanlığı ise Ayasofya'da Kur-ân okunmasının "Hristiyanların dini duygularına hakaret" anlamına geldiği yönünde bir açıklamada bulundu. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türk makamlarınca Yunanistan’a tepki gösterildi.

Sonuç itibariyle Yunanistan ile tarihi ve siyasi sorunlarımız mevcut ve bu günlerde Yunanistan’ın uluslararası hukuka uymayan tavırları yüzünden bu durum daha da kötü bir hal alıyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlettir. Akıllı bir politika izliyor.
Anlaşılan ilerleyen günlerde Türkiye düşük yoğunluklu olarak savaştığı Libya ve Suriye cephesine “Mavi Vatan”ı da ekleyeceği görülüyor.
“Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri”
Mustafa Kemal Atatürk



[1] “Hafter Yenildi Türkiye Kazandı”, Sabah Gazetesi, 06.06.2020
[2] “Hafter Yenildi Türkiye Kazandı”, Sabah Gazetesi, 06.06.2020

[3] Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hamlesi”, Ortadoğu Gazetesi, 22 Aralık 2019
[4] “Türkiye’nin Zaferi”, Yeni Şafak Gazetesi, 06.06.2020


6 Haziran 2020 Cumartesi

YUNAN BAKANIN KÜSTAHLIĞINDAN SONRA AKLIMA GELEN KÖŞE YAZIM

Yunan Bakanın küstahlığından sonra aklıma 3 Şubat 2020'de Ortadoğu Gazetesinde yazdığım köşe yazım geldi. O zaman Yunan bir vekil Avrupa Parlamentosunda Türk Bayrağını yırtmıştı. Bende buna karşılık onlara siz şerefsizliği temsil ediyorsunuz demiştim.

İşte gazetede yayınlanan o yazım;

(Resme Tıklayıp büyütebilir veya indirebilirsiniz)



31 Mayıs 2020 Pazar

TÜRK GENÇLİĞİNİ YIKMA OPERASYONU


Bu haftaki köşe yazımda gençlerimizden bahsedeceğim. Çünkü gençliğimize kasıtlı olarak operasyonlar yapılıyor. Artık bunun farkına hepimizin varması gerekir. Son zamanlardaki gençlerin hallerine bakıyorum ve hiç hoşuma gitmeyen durumlarla karşılaşıyorum. Çünkü gençliğimiz gelişen teknolojide iyiye doğru değil aksine kötüye doğru gidiyor. Bu gidişat ise beni bir eğitimci olarak çok korkutuyor. Çünkü gençlerimizde sorumsuzluk duygusu bunun yanında vatan, millet, aile, din gibi manevi duyguları umursamama halleri artmaya başladığını görüyorum. Gençlerimizin bu duygulara kapılmasının birçok nedeni var.

Ancak ben ilk önce dizilerin gençlerimizin üzerindeki etkiden bahsetmek istiyorum: televizyon kanallarında birçok dizi yayınlanıyor. Ancak bu dizilerin bazıları gençleri hatta koca koca insanları dahi etkiliyor. Türk aile yapısına uymayan gayri ahlaki yaşama özendiren veya zengin lüks yaşama özendirip bunları da namusuyla çalışarak çabalayarak, zorluklarla okuyup bir meslek sahibi olarak değil de, çalarak çırparak, mafya olarak, dolandırıcılık yaparak kolay yoldan para kazandırmaya heveslendirerek gençliğimizi etkilemeye çalışıyorlar. Halbuki gençlerimiz bu dizilerdeki lüks yaşama ve kolay para kazanmaya özenirken babası sabahın altısında evden çıkıp akşamın onunda eve ne zor şartlar altında gelip para kazandığını kavrayamıyor. Böylelikle dizilerin hayal dünyasına kapılarak ruhsal bozukluklara yakalanıp, saldırgan, başıboş bir gence dönüşüveriyor.

Tabi bir de bunun sosyal medya ve telefon uygulamaları boyutu var. Aslında sosyal medya iyi yönde kullanıldığında günümüz için çok yararlı bir araç fakat kötü yönde kullanıldığı zaman ise o yararından eser kalmıyor. Çünkü sosyal medya ve telefon uygulamaları tamamen kötü amaçlı kullanılıyor bu da yine gençliğimiz açısından sıkıntılar doğuruyor. Mesela kameralı tanışma uygulamaları ve bu uygulamalarda yapılan ahlaksızlıklar gençlerimizi etkiliyor ve gerçek dünya ile bağlarını koparıyor. Ayrıca geri dönülmez hatalar yapmasına neden oluyor. Bu yüzden ilk olarak bu uygulamalara bir çare bulunmalıdır. Çünkü gençlerimizi göz göre göre kaybediyoruz. Hepsi ellerimizden kayıp gidiyorlar. Onların birer içi boş robot şekline dönüşmelerine seyirci kalamayız.
Gençlerimiz bu saçma sapan diziler ve uygulamalar yüzünden hem kendilerini hem ahlaklarını hem de milli ve manevi duygularını kaybetmeye başladılar. Bizim gençlerimizin elinden kitaplarını, oyuncaklarını aldılar ve bunları onlara sundular. Böylelikle içi boş bir nesil  ortaya çıkartmaya başladılar.

Bunların bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Çünkü Türk Milleti olarak dünyaya nizam vermiş, hoşgörüyü ve medeniyeti yaymış, birçok Müslüman Türk Bilim İnsanı yetiştirmiş bir millet olarak bunların bize Küresel Güçler tarafından bilinçli olarak empoze edildiğini düşünüyorum. Çünkü Küresel Güçler bizi akılla, savaşlarla yok edemedi. Şimdi ise başka bir silahını devreye soktu. Önce Türk aile yapısını çökertmek ve sonra Türk Gençliğini içi boş bir robot haline dönüştürme planlarını devreye soktular. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldular. Gençliğimizi hep birlikte kurtaralım…



28 Mayıs 2020 Perşembe

İSRAİL’İN DERİN AFRİKA POLİTİKASI

                                            Kubilay Muhammet Özdemir[1]

 GİRİŞ
İsrail’in uzun zamandan bu yana Afrika ile ilgili derinden ve sessiz giden bir politikası var. 2008 yılından itibaren Afrika Devletleri ile özellikle ekonomik ilişkilerini güçlendiren İsrail aynı zamanda Mağrip El Kaidesi, Boko Haram ve Deaş gibi terör örgütleriyle mücadele eden bazı Afrika ülkeleriyle güvenlik konusunda işbirliğine gitmiştir.[2]

Ayrıca İsrail geçmiş yılların inişli çıkışlı politik süreçlerinden sıyrılıp daha avantajlı bir konuma yükselmiştir. Birleşmiş Milletlerde Filistin Sorununun çözülmesiyle alakalı kapasite yetersizliği ile birlikte Körfez ülkeleri ile yaşanan yakınlaşma da İsrail’i özgüvenli bir politika uygulamaya yöneltti.   Bununla birlikte İran’ın Ortadoğu etkisini kırmakla beraber Katar ve Türkiye’yi İslamcılığın “kötü yüzü” olarak gösterip işbirliğine gittiği diğer taraftaki Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte “ılımlı İslam” imajını köpürterek meşrutiyet kazanmaya çalışıyor.[3] 

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu  en son 2016 yılında gittiği Uganda ziyaretinde anlaşma sağlayamayıp geri dönmüştür. Ancak Şubat ayında sürpriz bir ziyaret yaparak Uganda Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni ile yaptığı görüşmenin ardından Netanyahu, İsrail ile Uganda arasında doğrudan uçuşlar başlatmak ayrıca Kudüs’e Uganda elçiliği açmak istedikleri teklifinde bulundu. Uganda Cumhurbaşkanı ise bu tekliften hoşnut olduklarını ve değerlendireceklerini belirtti. [4]
Netanyahu Uganda ziyaretinde ise Afrika politikası için şöyle diyecekti. “İsrail Afrika’ya geri dönüyor ve Afrika’da İsrail’e dönüyor.”[5]

Uganda’ya düzenlediği ziyaret sırasında İsrail Başbakanı Netanyahu’nun  en büyük sürpriz hamlesi ise Sudan’ın Askeri Geçiş Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ile yaptığı görüşme oldu. Bu görüşme Birleşik Arap Emirlikleri aracılığı ile yapıldı ve sonrasında ise İsrail ile Sudan arasında hava sahasının açılması ve iki ülke arasında sivil uçuşlara izin verilmesi kabul edildi. Buna karşılık Netanyahu ise ABD Başkanı Donald Trump’ın Sudan’ı teröre destek veren ülkeler arasından çıkarılması için ikna edeceği sözünü verdi. [6]

İSRAİL’İN AFRİKA’YA ÖNEM VERMESİNİN AMACI
İsrail’in Afrika’ya önem vermesinin amacı öncelikle jeopolitik ve stratejik öneminden dolayıdır. Bununla beraber Birleşmiş Milletlerdeki oy çokluğu İsrail’in Afrika ile çok özel olarak ilgilenmesinin temel amaçları arasındadır. İsrail bu nedenlerle Afrika’daki etkinliğini siyasi ve ekonomik alanlarda arttırmak istiyor. Afrika devletleri ile ilişkilerini düzelttiği takdirde Afrika devletlerinin hem Arap Birliği hem de İslam Birliği Teşkilatı üyelerinin neredeyse yarısını oluşturduğu düşüncesiyle İsrail’in siyasi alanda büyük oranda eli güçlenmiş olacaktır.[7]  

Bu yüzden İsrail’in Afrika kıtası ile siyasi, ekonomik ve askeri öncelikleri kadar önemli olan dış politika tercihleri arasında kıtada ilişkilerin kesildiği veya diplomatik ilişkilerin henüz sağlanamadığı ülkelerle yakınlaşma çabaları var. Bunun bir diğer sebebi de 2017 yılında ABD’nin Kudüs tasarısıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada Afrika kıtasından sadece Togo ve Güney Sudan’ın İsrail lehine oy kullanmış olması da gösterilebilir. Şu da unutulmamalı ki dünya üzerindeki 194 ülkenin 54’ünün Afrika kıtasında olması ve bu ülkelerin uluslararası kuruluşlarda önemli bir oy gücüne sahip olmasından dolayı, İsrail Afrika kıtasının stratejik önemini Birleşmiş Milletlerde Kudüs oylamasından sonraki dönemde bir kez daha dikkate almak mecburiyetinde kalmıştır. 

Bunun için İsrail aracılar vasıtasıyla Afrika ile ilişkilerini düzeltmeye çalışıyor. Bu aracı ise Birleşik Arap Emirlikleri’dir. BAE, İsrail’in Afrika kıtasındaki kirli ilişkilerini yürüten ülke olarak son dönemlerde ortaya çıkmıştır.  İsrail’in Libya üzerindeki nüfuzunun artması ve Sudan ile ilişkilerin normalleşmesi ve Uganda’daki görüşmeler ve varılan anlaşmaların arka planında BAE’nin olması bu durumun en somut örnekleri arasındadır.[8]

Trump’un, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ardından Afrika Birliği ülkelerinin bazıları bu kararı protesto ederek İsrail ile siyasi ilişkilerini kesmişlerdir. Lakin bazı Afrika ülkeleri ise İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmeyi açık bir şekilde reddetmişlerdir. Trump’un kararına Togo destek verirken Güney Sudan, Uganda, Ruanda, Kamerun ve Benin çekimser kalarak örtülü destek vermişlerdir.[9]

Fakat 14 Mayıs 2018’de Tel Aviv’deki Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan ABD’nin verdiği resepsiyona Angola, Kamerun, Kongo Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Fildişi Sahilleri, Etiyopya, Kenya, Nijerya, Ruanda, Güney Sudan, Zambiya gibi ülkelerin diplomatik misyonları katılma kararı aldılar. Ancak bu karar üzerine Somali, Sudan, Tanzanya, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Güney Afrika Cumhuriyeti Afrika ülkelerinde Filistin halkı için destek gösterileri düzenlenmiş, Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Faki Muhammed ise ABD’nin Kudüs kararından dolayı derin endişe duyduğunu ifade etmişti: “Afrika Birliği, Filistin halkıyla var olan dayanışmasını yinelemektedir ve Filistin halkının bağımsız, egemen ve başkenti Doğu Kudüs olan meşru devlet arayışlarını desteklemektedir” dedi.[10]

İSRAİL’İN AFRİKA İLE İLİŞKİLERİNİ GELİŞTİRME POLİTİKASI
Filistin meselesi sebebi ile bazı Afrika ülkelerinin tavır almasından dolayı İsrail’in Afrika ile ilişkilerini diplomatik olarak geliştirmek istediği net bir şekilde anlaşılıyor. [11] Bu sebeple İsrail, Afrika’daki Yahudi nüfusunun lobi faaliyetlerini etkin bir şekilde kullanıyor. Bununla beraber İsrail’de yaşayan Etiyopya asıllı Falaşa Yahudileri de çok ciddi bir ağırlığının olduğu biliniyor. Yine tüm bunlarla beraber Müslüman nüfusun yoğun olduğu Gine ile siyasi ilişkiler kuruldu. Senegal ile bozulan ilişkiler düzeltildi. Ayrıca Senegal ile tekniksel ve tarımsal konularda anlaşmalar yapıldı.[12]

Böylelikle İsrailli iş adamları Gine, Senegal ve Fas’a çeşitli yatırımlar gerçekleştirdi. İsrail bu politikaları uygulayarak Afrika’dan siyasi destek sağlamak ve başka kazanımlar elde etmek istiyordu. Onun için İsrail Mashav[13]’ı devreye soktu. Mashav öncelikli olarak Etiyopya, Gana, Kenya, Ruanda, Senegal, Güney Sudan ve Uganda’da faaliyetler gösterdi. Ayrıca Burkina Faso, Kamerun ve Togo’ya ayrı bir ilgi beslediği bilinmektedir. Bu ülkelerin yanı sıra Mashav; Kenya, Liberya, Zambiya, Sierra Leone ve Eswatini (eski adı Svaziland) gibi ülkelerde çeşitli projelerle güçlenme başladığını söylemek yanlış olmaz.

İsrail sınırlı su kaynaklarına sahip olmasına rağmen modern tarım ve sulama tekniklerinde fazlasıyla başarılı, ileri teknoloji ve hibrit tohumlar kullanması sayesinde taze ve oldukça verimli ürünler de elde ediyor. Afrika’nın bu teknoloji imkânlarının olmamasından da faydalanıyor. Böylelikle İsrail kendi sınırlı su kaynaklarını kullanmak yerine Afrika’nın çokça zengin su kaynaklarını kullanmayı hedeflediğini söyleyebiliriz.

Bu yüzden İsrail Maslav aracılığıyla Kenya, Etiyopya, Ruanda ve Senegal gibi ülkelerle ortaklaşa gerçekleştirdiği projeler ile yoksullukla mücadele, teknoloji inovasyonu ve teknoloji ihracatı konusunda Afrika ile ilişkilerini güçlendiriyor. Hatta geri dönüştürülmüş atık suların kullanımı ile çiçek, sebze ve meyve yetiştirilmesini sağlayan İsrail, Afrika ülkelerine kırsal kalkınma ve tarım desteği de veriyor. [14]
SONUÇ
İsrail’in derinden ve stratejik bir yol izleyerek Afrika’yı kendi çıkarları için kullanmaya çalışması gözle görülüyor. Bu yüzden geçmiş yıllarda kesilen veya bozulan siyasi ilişkilerini yeniden tesis etmeye çalışıyor. Böylelikle Afrika ülkelerinden hem Birleşmiş Milletlerdeki oy çokluklarından yararlanarak Filistin meselesindeki engelleri kaldıracak hem de Afrika’nın yer altı zenginlerinden faydalanacaktır. Bu sebeple Afrika ülkeleri ile askeri, siyasi, ekonomik olarak ilişkileri düzeltmeye çalışıyor. Ancak bazı Afrika ülkeleri ile zaten düzeltti. Çünkü bu ülkelerle Mashav aracılığıyla projeler yapılıp uygulamaya konuldu. Bugün Mashav’ın internet sitesine baktığınızda Afrika uygulanan tarımsal projeleri görürsünüz.

Bununla beraber İsrail şirketler aracılığıyla Afrika’ya yatırımlar yaparak yer altı kaynaklarından yararlanmak istediği görülüyor. Çünkü Afrika elmas, altın gibi madenler bakımından zengin bir ülkedir.
İsrail’in amaçları bellidir. Afrika’da, Akdeniz’de ve Ortadoğu’da söz sahibi olmaya çalışmak. İsrail, Afrika konusunda akıllı ve stratejik bir yol izliyor. Bu nedenle dikkatli olunmalıdır.



[1] Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar, Academia.edu’da makaleleri olmak üzere kendi blogger sitesinde de yazıları vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2] Fatih Şemsettin Işık, “Yeni Dönemde İsrail’in Afrika Politikası”, https://www.perspektif.online/tr/jeopolitik/yeni-donemde-israilin-afrika-politikasi.html , Erişim Tarihi: 14 Nisan 2020
[4] Muhammet Emin Esmer, “İsrail’in Afrika Politikasında Uganda’nın Önemi”, İNSAMER, 19.03.2020, s.1
[5] Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, “İsrail’in Yeni Afrika Politikası”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872, Erişim Adresi; 13.09.2018
[7] Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, “İsrail’in Yeni Afrika Politikası”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872, Erişim Adresi; 13.09.2018
[8] Osman Kağan Yücel, “İsrail’in Yeni Afrika Politikası BAE Üzerinden Yürüyor”, Erişim Adresi; https://www.aa.com.tr/tr/analiz/israil-in-yeni-afrika-politikasi-bae-uzerinden-yuruyor/1738368, 19.02.2020

[9] Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, “İsrail’in Yeni Afrika Politikası”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872, Erişim Adresi; 13.09.2018
[11] Muhammet Emin Esmer, “İsrail’in Afrika Politikasında Uganda’nın Önemi”, İNSAMER, 19.03.2020, s.1

[13] Mashav yani İsrail Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı demek. Google’den girdiğimizde hakkında kısmında kısa tanımı şöyle; “Gelişmekte olan dünyanın geri kalanıyla İsrail'in kendi hızlı gelişiminin temelini oluşturan bilgi ve teknolojileri paylaşmak amacıyla 1957'nin sonlarında başlatıldı.
1948'de bağımsızlığa kavuştuktan sonra, bilimsel araştırma ve teknolojik gelişme, ülkenin modern bir devlet haline gelmesi için yeniden inşa edilmesinde kilit faktörlerdi. Büyüyen bir ülkenin kıt doğal kaynakları olan zorluklarını karşılamak için yeni ve yenilikçi teknolojiler geliştirilmiştir.”



Diğer Yayınlar