3 Kasım 2022 Perşembe

YILLARIDIR AYNI PROVAKASYON

 


Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır içi ve sınır ötesi operasyonlarında başta PKK, YPG, PYD ve adı ne olursa olsun bütün terör örgütlerine karşı başarılı mücadelesi sonucunda iftira atılmaya çalışılmıştır. O iftira da Türk Silahlı Kuvvetlerinin sözde kimyasal silah kullandığı iftirasıdır. Bu iftira ve karalama kampanyalarına başta terör örgütü mensupları olmak üzere Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı gibiler de dahil olarak TSK’ya atılan iftiralara bir fiil ortak olmuşlardır.

TSK’ya atılan bu iftiraları başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere devletimizin tüm birimleri yalanlamış Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterinde kimyasal silah olmadığını açıklamışlardır. Ayrıca bu iftiraları ortaya atan sorumlular hakkında gerekli işlemlerin başlatılacağını ifade etmişler ve gereği de zaten yapılmıştır.

Oyun aynı oyun, plan aynı plan. Yıllar önce 1915’te Doğu’da Ermeni isyancılar, Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı Devleti’nin vatandaşlarını, jandarmalarını ve memurlarını şehit etmişlerdi. Bu nedenle Osmanlı Hükümeti Tehcir Kanunu çıkararak bölgenin ve cephenin güvenliğini sağlamak için o bölgedeki Ermenileri göçe tabi tutmuştu. Göç sırasında Ermenilerin bir kısmı yollarda salgın hastalıklardan bir kısmı dağlarda bulunan çetecilerin saldırıları sonucu ölmüştü. Bu yüzden Ermeniler, Türkler için, bize “Sözde Soykırım” yaptı demişlerdi. Ama kendi yaptıkları soykırım girişimlerini asla söylememişlerdi. Ruslarla nasıl iş birliği yaptıklarını, hatta Van’ın onların eline geçmesi için kılavuzluk yaptıklarını, Azerbaycan Türklerini Hocalı’da katlettiklerini, Asala Terör Örgütü ile yurtdışındaki diplomatlarımıza suikastler düzenlediklerini asla kabullenmemişlerdir. Üstüne bir de utanmadan Türk milletini sözde soykırımcı olarak ilan etmişlerdir.

Teröristlerin, katliamcıların, hainlerin karakteri işte böyledir. Kendi yaptıkları zalimliklere karşılık verilip er meydanında yenilince hemen çamura yatarlar ve sizi suçlu ilan etmeye çalışırlar. Yalan yanlış provokasyonlarla üzerinize iftira atmaya çalışırlar. Hiçbir şey olmazsa çamur at izi kalsın düşüncesinde olurlar. Bu yüzden eskiler, “Allah düşmanın bile merdini nasip etsin” diye boşuna dememiştir.

Türk devleti ve onun ahlak timsali faziletli ordusu geçmiş tarihten bu yana türlü karalama kampanyaları ve iftiralar ile uğraşmaktadır. Bu iftiraları atan devletlerin, teröristlerin ve şahısların geçmiş tarihlerine bakıldığında asıl soykırımcı, katliamcı ve hain olarak onların olduğu ortaya çıkmış ve ispatlanmıştır.  

Devletimiz güçlüdür ve her daimde caydırıcılık gücünü kullanmaktan çekinmeyecektir. Devlet kendi içine kümelenmiş FETÖ ve benzeri yapılanmaları çökertmeyi başarmış ve bu kişilere devlet görevinden el çektirilmiştir. Ancak bazı vatanperverlikten uzak kişiler karşımıza Sivil Toplum kuruluşlarında, Meslek Örgütlerinde, Özel Sektörlerde, Üniversitelerde, Sosyal Medyada, Televizyon veya gazetelerde karşımıza çıkmaktadır. Örnekleri çoğaltmak mümkünüdür. Ancak buradan şunu anlıyor ve bazen de üzülüyoruz. İnsan kendi devletine ve bu devleti koruyan askerine, polisine ve istihbaratçısına nasıl düşman olur ve bu kurumlara nasıl iftiralar atar ya da onları destekler?

Daha dün bir festivalde bazı sözde sanatçılar ve yönetmenler TTB’nin Başkanının haksız yere tutuklandığını ifade etti. O salondaki sözde sanatçılar ve yönetmenler bu konuşmaları alkışladılar. Bunun üzerine bu toprakların mayası olduğu belli olan gerçek bir vatansever sanatçı duruşu sergileyen Burak Haktanır oradaki sözde sanatçı ve yönetmenlere karşı çıkarak “O kadın TSK’ya iftira attı. Bütün PKK kanalları onu destekledi” diye tepkisini göstererek Türk milletinin vicdanının sesi olmuştur.  

Vatanına, milletine, devletine ve onun kurumlarına karşı terör seviciliği yapıp, manda ve himaye özlemi çekenlere karşı çok şükür ki vatanına, milletine, devletine ve onun kurumlarına sahip çıkıp koruyan kollayan her meslekten ve gruptan insanlarımız da vardır.

Devletimiz ve milletimiz her daim güçlüdür. Bu sebeple bu yüzyıl “Türkiye Yüzyılı” olacaktır.    


25 Ekim 2022 Salı

TÜRKİYE'DE KÖŞE YAZARI SORUNU


Ülkemizde başta gazeteler ve internet siteleri de olmak üzere bir sürü köşe yazarımız ve birçok da köşe yazarı olmak isteyen adaylarımız var. İnsanımızın yazması, okuması ve araştırması gayet çok güzel bir davranıştır. Yalnız gerçekten okuyor muyuz? Gerçekten araştırdıklarımızı kendi düşüncelerimiz ile harmanlayıp okuyucuya aktarabiliyor muyuz? En önemlisi bu ülkenin aydınları olarak gerçekten ülkemize ışık tutacak fikriyatlar sunabiliyor ya da ülkemiz aleyhine yazılanlara cevaplar verebiliyor muyuz? Ayrıca kaliteli yazarlarımız var mı? Yazarlarımızın eğitim düzeyi nedir?

Aslında bu sorduklarımın cevapları verilmeli ve kendi profilimiz ile yüzleşmeliyiz. Çünkü Türkiye’deki birkaç kişi haricinde gerçekten yazar denilebilecek çok az sayıda kişi var. Ben kaç zamandır yabancı gazetelerin internet sitelerini takip ediyorum. Hepsinin gerçekten alanında uzman olduklarını ve günlük kısır siyasetten uzak yorumlar yapabildiklerini okuyorum. Tabi ki de zaman zaman kendi görüşleri çerçevesinde siyasi yazılar yazıyorlar ancak dediğim gibi genellikle kısır siyasetten uzak duruyorlar. Okuduklarını ve araştırdıklarını okuyucuya aktarabiliyorlar ve alanlarına baktığımda da kimisi gerçekten bu işin okulunu okumuş ve enstitülerde araştırmacı olan kimisi de ilgilendiği alanın gerçekten uzmanı olan yazarlar.

Bu yazıyı yazmamın en büyük sebebi ise az öncede yazdığım gibi yabancı gazetelerin internet sitelerinde Türkiye ile ilgili yazılan bazı köşe yazılarını az İngilizcem ile okumaya çalışarak benim bunlara cevap vermeye uğraşmamdır. Tabi bende bilgim yettiğince cevap veriyorum. En büyük eksikliğim ise İngilizcemin çok iyi olmamasıdır. Çünkü gönül isterdi ki kendi anladıkları dilde onlara cevap verebileyim ve ülkemi uluslararası arenada o köşe yazarlarına karşı daha iyi savunabileyim.

Bu nedenle gazetelere ve internet sitelerine çağrımdır. Lütfen alanında yetkin kişileri yazar yapın ve onların ülkemizi fikirleriyle aydınlatmalarına ve yine devletimiz hakkında yabancı köşe yazarlarının yazdıkları yazılara karşı uluslararası arenada mücadele etmelerine olanak sağlayın.

Gelin hep birlikte köşe yazarlığı sistemini değiştirelim ve şunları hayata geçirelim.

1 – Köşe yazarlığı sadece ülkemizdeki insanları aydınlatmak için olmasın ve kısır çekişmelerden vazgeçelim.

2 – Yazdığımız köşe yazılarımız aynı zamanda yabancı dil bilen yazarlar tarafından o dil ile de yayınlansın.

3 – Köşe yazarlarımız yabancı köşe yazarlarını da takip etsin ve ülkemiz aleyhine yazılan yazılara cevap niteliğinde yazılar da kaleme alsın.

Artık küreselleşen dünyada köşe yazarlığı sisteminin değişmesinin vakti gelmedi mi? Gerçekten bu işi yapabilecek olanların köşe yazarı olması vakti gelmedi mi?

17 Ekim 2022 Pazartesi

RUSYA – UKRAYNA SAVAŞINDA GÜÇ BOŞLUĞU

 

Kırım’ın ilhakıyla başlayan ve 24 Şubat 2022’de Rusya’nın, Ukrayna’yı resmen işgaliyle devam eden süreçte Rusya – Ukrayna savaşı başlamış ve halen günümüzde bu savaş devam etmektedir. Bu savaşın çok kısa zamanda biteceğini düşünen Rusya tarafı pek de istediği sonucu elde edememiş ve her geçen gün Ukrayna’ya odaklanmak zorunda kalmıştır. Bunu da Asya ve Afrika’dan kuvvet takviyesi yaparak sağlamaya çalışmaktadır.

Çünkü Rusya’nın, Ukrayna savaşını belirlediği tarihte bitirememesi başta bölgedeki ve Güney Kafkasya’daki konumunu zayıflatmakla birlikte Libya, Suriye ve yakın gelecekteki Orta Asya’daki gücünü kaybetmesine neden olma ihtimalini ortaya çıkmaktadır. Bu ihtimali takiben Rusya, Suriye’deki askerlerini bölük bölük çekerek Ukrayna’ya nakletmektedir. Suriye’de, Rusya’nın yerini İran güçleri alırken bazı askeri üsler Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın kontrolüne bırakılmıştır. Bu nedenle Münbiç ve Tel Rıfat’ı, PKK’dan arındırmak için uzun süredir Rusya ile müzakere yürüten Türkiye’nin, Suriye’de muhatap olması gereken aktörler ve üstleneceği yeni rolü değişime uğrayabilir.

Ayrıca daha düne kadar Libya’da başkent Trablus’u ele geçirmeye çalışan isyancıları destekleyen Putin yönetimi Ukrayna savaşının etkisiyle Trablus’taki hükümeti tanıdı ve büyükelçilik açtı. Aynı zamanda Orta Asya’da etkinliği zayıflayan Rusya, Kırgızistan ile Tacikistan arasında yaşanan su kaynakları ve Fergana vadisi sorunundan kaynaklanan şiddetli çatışmalar yaşandı. Ancak Ukrayna Savaşı nedeniyle işleri yolunda gitmeyen Rusya bu çatışmalara da müdahil olmadı. Böylece Orta Asya’da,  Rusya’dan doğan boşluğu Çin doldurup etki alanını genişletmeye çalışmaktadır.

Çin; Kırgızistan ve Özbekistan ile demir yolu projesi için anlaşma imzalamıştır. Çin bu proje sayesinde Orta Asya’nın, Güneydoğu, Batı Asya ve Ortadoğu pazarlarına ulaşarak Rusya’nın devre dışı bırakılması hedeflemiştir. Yine Karabağ Savaşı’nda iki bin askerini bölgeye gönderen Rusya geçen ay Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan çatışmalara müdahale etmemiştir.

Bu sebepten Rusya, Ukrayna’daki ilerleyişini devam ettirse de savaş uzadıkça Rusya’nın içine düştüğü bataklık derinleşmiş ve Kremlin, Rusya’yı batmaktan kurtarmak için en küçük fırsatları bile kullanmaya çalışmıştır. Rusya’nın uyguladığı agresif dış politikalar sebebiyle Rusya ile işbirliği içerisine giren ülke sayısında azalma olurken bir yandan da askeri, diplomatik ve ekonomik ambargolar uygulamışlardır. İyice yalnızlaşan Rusya için politik ve ekonomik destek olarak kilit durumdaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti kalmıştır. Çünkü Türkiye açıkça ABD ve Avrupa’nın, Rusya’ya yönelik yaptırımlarına katılmayacağını ve Türkiye üzerinden de bu yaptırımların uygulanmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle Rusya bazı uluslararası sorunlarını Türkiye üzerinden çözmeye çalışmaktadır.

Bu nedenle Rusya’nın, Ukrayna savaşı nedeniyle oluşan güç boşluğunda Türkiye bu denklemin ortasında kaldı. Rusya’nın Suriye, Libya ve Güney Kafkasya’da bıraktığı güç boşluğunun Türkiye’ye etkisinin nasıl olacağını ve Türkiye’nin dış politika stratejisinde nasıl bir yol izleyeceğini ilerleyen günlerde daha iyi göreceğiz.

13 Ekim 2022 Perşembe

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ


 

Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarıydı. Koskoca imparatorluğun dağılışı sancılı bir şekilde devam etmekteydi. Osmanlı yöneticileri ve fikir adamları İmparatorluğun dağılmaması için ıslahatlar yapıp, meşrutiyeti ilan edip, fikir akımları ortaya atmışlardı. Ancak tüm bu yapılanlar bir türlü çözülmeyi durduramamış aksine daha da hızlandırmıştı. İşte böyle bir ortamda Türkler, “Türk’ün Türk’ten Başka Dostu” yoktur diyerek Ziya Gökalp’in ortaya attığı Türkçülük fikir akımını benimsemişlerdir. Çünkü Osmanlıcılık fikriyatı balkanlarda ilk Sırpların isyan etmesi ve ilk olarak da Yunanlıların bağımsızlığını ilan etmesiyle çökmüştü. Bu fikriyatın çökmesinden sonra bu seferde İslamcılık fikir akımı ortaya atıldı. Ancak bazı Arap liderleri, İngilizler ile anlaşarak Osmanlı’ya ihanet etti. Böylece Türkler mecburen Türkçülük ve Türk milliyetçiliği yapmak zorunda kaldı. Bu fikriyat tamamen Türk milletinin kendisini ve son kalesini korumak amaçlı ortaya çıkmış ve benimsenmiş bir fikir akımıydı. Hatta başta Mustafa Kemal ve cumhuriyeti kuran kurucu kadro Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini benimseyerek bu düşünceyi sistemleştiren Ziya Gökalp’ten de etkilenmişlerdir. Bunu Mustafa Kemal’in şu sözlerinden anlayabiliyoruz: “Benim biyolojik babam Ali Rıza Efendidir. Ancak fikir babam Ziya Gökalp’tir” demiştir.

Türkçülük ve Türk milliyetçiliği belki Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü durduramamıştır. Ancak milli mücadelenin kazanılmasını ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulup devlet politikalarının oluşmasını sağlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk milliyetçileri kurmuştur. Başkaları değil. Türk milliyetçiliği felsefesi üzerine bu devlet inşa edilmiştir. Dünyada Türk’ün dışındaki her milliyetçilik bir başka kavme husumete dayalıdır. Fakat dünyada sadece Türk milliyetçiliği hiçbir kavme husumete dayalı olmaksızın ortaya çıkmıştır. Kendi devletini ve milletini koruma refleksi ile vücut bulmuştur. Diğer milliyetçilikler ırkçılık üzerine yükselmişken Türk milliyetçiliği birleştiricilik üzerine yükselme göstermiştir.

Ancak Türk milliyetçiliğinin önemini sadece bunlarla sınırlı tutamayız. Çünkü 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildiğinde meclis basılmış ve Türk milliyetçiliğine gönül vermiş milletvekilleri tutuklanmıştır. Ayrıca Türk ocakları basılmış, burada bulunamayan milliyetçiler evlerinden alınıp tutuklanmış ve Malta adasına sürülmüşlerdir. Farkındaysanız Sosyalist, Liberal veya İslamcılar değil, Türk milliyetçileri hedefe konulmuştur. Çünkü emperyalizmin korktuğu tek şey milliyetçiliktir.

Ülkesini, vatanını, milletini, değerlerini şahsi değerlerinden üstün tutan kişilere milliyetçi denir. Milli ruhun gelişmesi için milliyetçiliğin benimsenmesi gerekir. Fakat milliyetçilik yapan insanlara hep ırkçı diye yafta vurulup, milliyetçiliği İslam karşıtlığı gibi gösterip günah diye fetva veren din adamlarının kökenlerine baktığımızda hep “Gayri Türk” çıkmışlardır. Türk milliyetçiliği ırkçılık değildir. Hz. Muhammed efendimiz kavmiyetçilik yapmayın demiştir. Ancak kavminizi sevmeyin dememiştir. Ayrıca “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz” diye hadisi şerifi vardır.

Türkçülük ve Türk milliyetçiliği, Türkçülüğü sistemleştiren ve kurtuluşun Türkçülükte olduğunu savunan Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp’i rahatsız etmemiştir. Yine Arnavut olan ve İstiklal marşımızı yazan milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşında “Kahraman Irkıma Bir Gül” derken buradaki kahraman ırk olarak Türkleri göstererek kendisinin bu millete ait olduğunu hissederek rahatsızlık duymamışsa bugün kimsenin “Türk”, “Türkçülük” ve “Türk Milliyetçiliğinden” rahatsız olmasına gerek yoktur.    

Her türlü provokasyon ve saldırılara rağmen bu topraklarda tutunmamızı sağlayacak, milli ve manevi değerlerimizi koruma altına alacak ve zor zamanlarımızda kurtuluşumuzun rehberi olacak fikriyat Türk Milliyetçiliğidir.  

26 Eylül 2022 Pazartesi

AHLAK ÇÖKERSE TOPLUM ÇÖKER

 


Başlıktan da anlaşılacağı üzere eğer bir toplumda ahlak çökerse toplumda çöker. Peki nasıl? Bu kadar kolay mı? Cevaplamaya çalışalım. İlk olarak bu süreç kişinin kendi ahlakının bozulmasıyla başlar, sonra da bunu topluma yansıtır. Ayrıca ahlaksızlıkların toplumda kabul görülmesi, bunun sonucunda ise iyice yaygınlaşıp kökleşmesi, en sonunda din, iman, örf, adet, gelenek, görenek, vatan, kültür, dil ve benzeri gibi değerlerimizin yavaş yavaş sönmesiyle birlikte toplumsal çöküşle karşı karşıya kalırız.

Toplumda yaygınlaşan cinayetler, kişilerin birbirlerine tahammülsüzlüğü ve bunun sonucunda ölüme varan kavgaların çıkması, insanların birbirlerinin hakkını gözetmemesi ve sürekli ben merkezli davranması, hayvanlara ve özellikle kendisini korumayan kişilere bilerek isteyerek yapılan işkenceler, toplumsal sapkınlığın artması toplumsal çöküşün örnekleridir. Tabi bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. İşte tüm bunların önüne geçmek için ilk başta kişi kendi ahlakını düzeltmek ile işe başlarsa toplumsal olarak da düzelme evresine girmek kaçınılmaz olacaktır. Böylece topluma iyilik ve hoşgörü hâkim olacaktır. Allah Kur’an-ı Kerim Âl-i İmrân Sûresi 110. Ayette şöyle buyurmuştur:

“Siz insanlar içinde yaratılan en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü nehyeder ve Allah’a (doğru bir şekilde) iman edersiniz”  (Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmrân Sûresi, 110. Ayet)

İmam Gazali bu ayetin Kelbi (Muhammed İbn-i Sâib el- Kelbi, hicri ikinci asır alimlerindendir. Revnek’ut Tefasir adlı tefsir kitabı meşhurdur. 146 senesinde vefat etmiştir.) tarafından tefsirini şu şekilde açıklamıştır:

“Hem İslâm ümmetinin diğer ümmetlerden üstün olduğunu bildirmiş, hem de bu üstünlüğün neden ileri geldiğini ve sebebinin neler olduğunu açıklamıştır. Buna göre üstünlüğün sebebi, Allah Teâlâ’ya doğru bir şekilde ve samimi olarak iman etmek ve başta iman olmak üzere iyilikleri ve iyi şeyleri emretmek, bunların yayılmasına ve güçlenmesine çalışmak, küfür ve inkârın başta geldiği kötülükleri ve kötü şeyleri de nehyetmek, önlerini kesmek ve yok olmasına çalışmaktır.” (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi (Mükâşefetu’l Kulûb), Yenişafak Kültür Armağanı, Çev: Abdûlhalik Duran, İstanbul 2005, s.123)

İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek, topluma ve toplum içindeki herkese dünya ve ahrete yönelik türlü fayda ve menfaatler sağlayan çalışmalardır.  Ayrıca bu ayet-i kerime bize İslam toplumunun bu hayırlı çalışmaları terk ettiği ve daha kötüsü, Allah’a iman mevzuunda gerilediği takdirde, üstünlüğünü kaybedeceğini ve etrafındaki sürü ve kalabalıktan farkı kalmayacağını da bildirmiştir. Üstünlüğü insanların soyuna, fiziğine ve şekline değil, çalışmasına, ameline ve sahip olduğu inanca bağlamak, İslâm dinine mahsus bir değerlendirme tarzıdır. Bunu bildiren bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:

“Ey insanlar! Şüphesiz ki Biz sizi (Adem adındaki) bir erkekten ve (Havva namındaki) bir dişiden yarattık! (Hepinizin anne – babası bir olduğuna göre; soyla sopla iftiharın ne anlamı olabilir?) Böylece Biz sizi (birbirinize hava atasınız için değil,) tanışasınız (da kimin kime varis olacağını tespit edebilmek için soyları belirleyesiniz ve kimleri arayıp sormakla mükellef olduğunuzu anlayarak sıla-i rahim yapabilesiniz) diye bir takım kavimler ve kabileler yaptık! Şüphesiz Allah katında en değerliniz, (en zengininiz, en güzeliniz, şu soydan veya bu boydan olanınız değil), (Allah-u Te’âlâ’nın haramlarından son derece sakınarak) en ziyade takva sahibi olanınızdır! Muhakkak ki Allah, (sizi de amellerinizi de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir; (görünen ve görünmeyen tüm halenizden hakkıyla haberdar olan bir) Habîr’dir.” (Kur’an-ı Kerim, Hucurât Sûresi, 13. Ayet; Tefsir eden: Mahmut Ustaosmanoğlu, Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi, Yasin Yayınevi, İstanbul 2009, s.516)

Seyyid Kutub’un Fi Zılâl – İl Kur’an’da dediği gibi, “işte böylece bütün farklar ortadan kalkar ve böylece yeryüzündeki bütün çatışma ve düşmanlık sebepleri kaybolur, silinir. İnsanların birbiri ile kaynaşması ve yardımlaşması için apaçık ve muazzam bir sebep belirir. Böylece bu beliren sebebin altında yer almak için herkesin birbiri ile yarıştığı bir tek sancak yükseliyor. Bu da yüce Allah adına yükselen takva sancağıdır.” (Seyyid Kutub, Fî Zılâl-İl Kur’an Hucurat Suresi 13. Ayet, Dünya Yayıncılık, Çev: Salih Uçan, Vahdettin İnce, C.9, s.333-334)

Eğer biz hâlâ kendimizi bir birey olarak düzletmez ve toplumu bozmaya devam edersek Yüce Allah bu konuda şöyle uyarıyor:

“Allah’ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.” (Kur’an-ı Kerim Meâli, İbrahim Sûresi 19. Ayet, Diyanet İşleri Başkanlığı, Baskı:19, Ankara 2010, s.257)

Allah, kavimlerden birinin yerine bir diğer kavmi yeryüzünün halifeliğine, yönetimine geçirebilir. (Seyyid Kutub, Fî Zılâl-İl Kur’an İbrahim Sûresi 19. Ayet, Dünya Yayıncılık, Çev: Salih Uçan, Vahdettin İnce, C.6, s.418) Bu yüzden İslam’a tarih boyunca hizmet etmiş bir milletin torunları olarak öncelikle kendimizden başlayarak ahlakımızı düzeltip kötülük yerine iyilik yapmayı tercih edip bunun için mücadele edelim. Böylece hem kendimiz hem de toplum olarak huzur bulalım. İnanın o zaman ülkece üzerimizdeki sıkıntıların birçoğundan kurtulacağız.


19 Eylül 2022 Pazartesi

ARTIK DUR DEYİN


 

Günümüzde gelişen teknolojide ilim sahibi olmak çok kolaydır. Ancak gelişen teknolojiden yararlanıp kendimizi geliştirmek yerine zamanımızı boş uygulamalarda tüketip körelmeyi ve tembelleşmeyi tercih etmişiz. Bu da başta dini değerlerimiz olmak üzere, ahlaki yozlaşmayı ve bununla beraber eğitim ve kültürel gerilemeyi beraberinde getirmiştir. Bu sorunlarda başka problemlere sebebiyet vermiş ailelerin yıkılmasına, güvensizliklere, ahlaksızlıklara kadar varan olayları oluşturmuştur. Gündüzleri televizyonda izlediğimiz bazı programlara çıkan insanların sorunlarına baktığımızda evden kaçan küçük çocuklar, aile içerisinde çarpık ilişkiler yaşayanlar, eşler arasındaki aldatmalar gibi büyük problemlerle hemen hemen her gün bu programlarda izlemiyor muyuz? İnsanın kanını donduracak şeyler duymuyor, görmüyor muyuz? Bunun yanında televizyonlarda önceden izlediğimiz dizilerde aile nasıl olunur öğretilmeye çalışılırken, topluma mesajlar verilmek istenirken şimdi ise aile nasıl yıkılır onu göstermiyorlar mı? Amcasının karısına aşık olan ve kavuşamayan Behlül için normalmiş gibi göz yaşları dökenler olmadı mı? Yine kendilerini bir şekilde sosyal medyada tanıtmış ve es kaza ünlü olmuş, sesi bile olmayan, saçma sapan hareketler yapan, insanlara küfür eden, çektikleri kliplerde gençleri LGBT’ye özendiren ve erkeklerin yaptıkları kadınsı danslarda ahlaksızlıkta hiç “DURMAYAN” kişileri parlatıp gençlerin beynine işlenmedi mi?

Kimse de bu ne haldir, biz ne hale geldik diye sordu mu? Kimse şehit kanıyla sulanmış bu topraklarda yaşayan büyük milletin büyük torunları bu hale nasıl gelebilir dedi mi? Diyenler de yobazlıkla, gericilikle, radikalcilikle suçlandı. Hergün gençlerimizi saçma sapan uygulamalarda kaybediyoruz. Aile yapısının temeline resmen dinamit koyuyoruz. Tembelleşiyoruz, cahilleşiyoruz. Olduğumuzdan farklı kendimizi göstermeye çalışıp şatafat, kibir ve gösteriş yapmaya çalışıyoruz ve en önemlisi değerlerimizi kaybediyoruz.

Buna artık birilerinin     “DUR” demesi, birilerinin bu gençleri kendi özüne doğru düzgün döndürmesi ve “KİM” olduğunu hatırlatması gerekiyor.

Bunun için ilk başta uygulamalardan ve tek tıkla kameralı uygulamalarla özel hayata dahil olunan ve her türlü ahlaksızlığın döndüğü bu programlardan gençlerimizi uzak tutmalıyız. Bununla beraber televizyonlarda, toplumun önüne çıkartılan ve rol model olarak gösterilen saçma sapan kişiler daha fazla parlatılmamalı ve gençlerimiz bu kendini bilmezlere özendirilmemelidir. 

Sonra bu ülkeye gerçek âlimler yetiştirilmeli ve topluma sağlıklı birer rehber yapılmalıdırlar.  

Oysa tarihte insanlar teknolojinin bu kadar yaygın olmadığı zamanlarda ilmi aramış, bulmuş, öğrenmiş ve kendini geliştirerek âlim olmuşlardır. Bu âlimler ise daha sonradan topluma rehber olmuşlardır. Hatta İslamiyet’ten sonra kurulan Türk devletlerinin temel harçlarından birini de yine bu âlimler oluşturmuşlardır. Ancak günümüzde bilgiye bu kadar kolay ulaşılabilirken teknolojinin bilgi edinmek yerine ahlaki yozlaşmayı arttırmak için kullanmak hem milli kimliğimize hem inancımıza hem de geçmişten gelen bütün değerlerimize ters düşmektedir.

Maalesef günümüzde o kadar çok uygulama var ki bu uygulamalardan bazılarına saygın meslek grubunu icra edenler de dahil olmuş, koca koca insanlar bile saçma sapan videolar çeker olmuş.

Artık birilerinin buna dur demesi lazım. Yoksa ülkemizin aydınlık yarınları bu uygulamalar da heba olacak, geleceğimiz karanlığa teslim olacaktır.  

13 Eylül 2022 Salı

YUNANİSTAN EGE’DE NEYİ AMAÇLIYOR?

 

Türkiye ile Yunanistan arasında tarihten gelen gerilimlere ek olarak Yunanistan’ın son zamanlarda Amerikan destekli devlet dış politikaları nedeniyle iki ülke arasındaki krizler artmaktadır. Yunanistan ile ABD arasında ilk olarak 1990 yılında imzalanan söz konusu anlaşma, ABD’nin, Yunanistan topraklarında eğitim ve operasyon yapmasına izin vermesi ve bu antlaşmanın devamı niteliğinde 14 Ekim 2021 tarihinde Karşılıklı Savunma İşbirliği Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte Yunanistan’da 9 ABD üssü açılması krizi daha da büyük bir boyuta taşımıştır. Bu üslerden en önemlileri Türkiye’nin hemen yanı başında bulunan Dedeağaç ve Türkiye’nin kıyılarına yakın Girit adasındaki ABD üsleridir. ABD, Dedeağaç üssünü büyük bir cephaneliğe dönüştürmüştür. Ayrıca bu şehirdeki limanı büyütüp genişletmiş ve ardından ağır silahlar ve askeri helikopterler nakledilmiştir. Bununla birlikte bölgeye Türkiye’yi de kapsama alan Boğazlar ve Kuzey Ege adalarını tarayabilecek gelişmiş bir radar sistemi konuşlandırmıştır. Görülen o ki ABD, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına tehdit unsuru olmak ve Dedeağaç’a askeri üs kurarak Türkiye ile Batı Trakya Türkleri arasında bir tampon bölge oluşturarak bağlantıyı kesmeyi hedeflemiştir. Ayrıca Romanya’da Köstence üssü olan ABD, Yunanistan ve Romanya üzerinden yeni bir hat çizerek Türk boğazlarına stratejik önem kaybettirip Türkiye’ye daha az ihtiyacının olduğunu hissettirmek ve bu bölgede üstün güç unsuru olarak kendi varlığını kabul ettirmeyi hedeflemiştir. Çünkü Romanya, ABD için biçilmiş kaftan durumundadır. Bunun nedeni Romanya, ABD’nin kullanımına hava sahasını dahi açmıştır. Ayrıca Romanya’da kurulan Köstence üssü Karadeniz’e açılmaktadır. Bununla birlikte ABD’nin Bulgaristan’da 4 askeri üssünün de varlığı gözden kaçırılmamalıdır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Batı sınırlarının hemen az ötesinde Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya ittifaklı bir küçük Amerika Birleşik Devletleri kurularak Türkiye hem Ege’den hem de Karadeniz’den çevrelenmiştir. Çünkü Türkiye, Doğu Akdeniz mücadelesinde başta İsrail, Yunanistan, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Kesiminin bütün planlarını bozmuş ve Akdeniz’de kendisini Antalya’ya hapsetmek isteyenlere karşı Libya ile imzaladığı antlaşma sayesinde stratejik bir adım atarak rüzgarı tersine çevirmeyi başarmıştı. Bu durum ise başta ABD, Fransa ve bölgede çıkarları olan herkesi rahatsız etmiştir.

Bu nedenle ABD, Türkiye ile Yunanistan arasındaki tarihten gelen gerilimi bölgede kullanmaya çalışarak Yunanistan’ı ikinci bir vekalet savaşına hazırlamaktadır.

7 Mayıs 1919’da ABD, İngiltere ve Fransa’nın ortak kararıyla Yunanistan’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmesine vekalet veren ülkelerin 103 yıl sonra Yunanistan’ı aynı vekalet savaşlarına hazırlamalarına şaşırmamak gerekir. Ancak Türkiye o dönemin şartlarında iki yüz bin kişilik Yunan ordusunu Anadolu’dan temizleyip İzmir’de denize dökmeyi başarmış ve hatta Yunan Orduları Baş Komutanı Nikolaos Trikupis’te esir alınmıştı. Şimdi ise savunma sanayinde daha güçlü ve fazla genç nüfusu olan bir ülkeyiz. Ayrıca dünya siyasetine yön veren bir konumdayız. Şu da unutulmamalıdır ki 1964’de Rum çetecilerin Kıbrıs’ta, Türklere uyguladığı soykırıma sabreden Türkiye her şeyi göze alarak adaya 1974’de çıkartma yapmış ve soydaşlarını kurtarmıştı. Bu sebepten dolayı Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı olarak 1960’dan beri silahlandırdığı ve her geçen gün Ege’deki kışkırtmalarını arttırdığı bu dönemde tarihte yaptığı gibi yanlışa düşmemelidir. İşgal ettiği adaları sulh yoluyla terk etmelidir. Aksi takdirde Türkiye sabretmekten vazgeçip Libya ve Suriye meselesini hallettikten sonra yüzünü Batıya dönerse ikinci bir Türk – Yunan Savaşının sonuçları Yunanistan için ağır olabilir. 


Diğer Yayınlar