11 Temmuz 2020 Cumartesi

86 YIL ARADAN SONRA AYASOFYA




Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’a yaptığı en büyük kilisedir. İstanbul fethedilmeden önce ise Bizans’ın elinde olan Ayasofya Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci padişahı olan II. Mehmet’in 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle birlikte burası kiliseden camiye çevrilmiş ve fethin sembolü sayılmıştır. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra ilk Cuma namazını 1 Haziran 1453’te Ayasofya’da kılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’ten sonra gelen Osmanlı padişahları da Ayasofya’ya özel ihtimam göstererek çeşitli tadilat ve iyileştirmeler yapmışlardır. Hatta Mimar Sinan Ayasofya’ya dış istinat yapılarıyla takviyeler ekleyerek sağlamlaştırmıştır. 

Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra onun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti döneminde de Ayasofya’da düzenlemeler yapıldı. Restorasyon çalışmaları yapılarak kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozaiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi işlemleri gerçekleştirildi. Tarihi yapıların ve Bizans döneminden kalan mozaiklerin ortaya çıkması sonucunda burasının zarar görmemesi için 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararı alındı.86 yıldır müze olan Ayasofya’da İstanbul’un fethinin 567.yılının kutlandığı bu yıl ise 29 Mayıs’ta Ayasofya içinde fetih süresi okundu. Bugün ise 10.07.2020 tarihli Danıştay 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal ederek Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması kararını verdi. Danıştay’ın bu kararı iptal etmesinin hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı 2729 karar sayısı ile Ayasofya Camii’nin yönetiminin Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verilmiştir denilerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla artık resmen Ayasofya Camii ibadete açılmış oldu.

Başta Yunanistan olmak üzere Hıristiyan dünyası daha Ayasofya’nın ibadete açılması gündeme gelir gelmez hemen karşı çıktı. Küstahça tehditler savurdu. Ancak bizim kılıç hakkımız üzerinde son sözü bizim söyleyeceğimizi dünyaya bugün göstermiş olduk. Hemen şunu da hatırlatmak istiyorum. Hatırlayın geçen yıl Yeni Zelanda da Camiye saldırı yapılmış ve 51 Müslüman şehit edilmişti. O saldırganın silahının üzerinde Türk yiyici yazıyordu. Yine Türkleri Avrupa’dan atacağız. 

Ayasofya’nın minarelerini yıkacağız gibi tehditlerle bizlere mesajlar verilmek istendi. Ancak bizde bugün Ayasofya’yı ibadete açarak mesaj öyle verilmez böyle verilir dedik. Türkiye, Sevr Antlaşmasının psikolojik çekincesini üzerinden attı ve artık savunmadan karşı taarruza geçti. Önceden tüm kurumlarımız Sevr Antlaşmasının psikolojik çekincesiyle yapılanmıştı. Ancak 2016’dan sonra adeta tüm kurumlarımız yeniden şekillendi ve bir dönüşüme uğradı. Buna en büyük örneği Milli İstihbarat Teşkilatı’nı gösterebiliriz. Bu sebeple hem iç hem de dış politikada daha keskin ve aktif kararlar alabilen şahin bir Türkiye ile karşı karşıya kalmak dost görünümlü düşmanlarımız için hiç hoş olmasa gerek.

Libya meselesini bitirmek üzere olan Türkiye, Ayasofya konusunda kararını verdi. Suriye, Irak, Libya’da düşük yoğunluklu bir savaş Türkiye meselelerini yavaş yavaş hallettikten sonra Türkiye elbet bir gün yüzünü Eğe Denizi’ne dönecek ve adalar meselesini de halledecektir.



4 Temmuz 2020 Cumartesi

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİNİN TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI




Son zamanda yaşanan gelişmelere bakınca Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında gözle görülür bir rekabet var. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde iki devlette farklı kararlar alıyorlar ve bu kararlar doğrultusunda sürekli karşı karşıya geliyorlar.
Birleşik Arap Emirlikleri dünyanın petrol rezervi bakımından en zengin altıncı ülkesidir. Bu ülke İngilizlerin sömürgesi altında kalmış ancak 1971 yılında İngilizlerin, Basra Körfezinden çekilmesi sonucunda “Birleşik Arap Emirlikleri” adı altında yedi emirlikten oluşan bir federasyon olarak kurulmuştur.[1] 

Bu iki devlet arasındaki kırılma noktası ise 2010 yılının sonunda Tunus’ta başlayan Arap Baharı süreci olmuştur. Kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya yayılan Arap Baharı sürecinde Türkiye ve BAE karşı taraflarda yer almışlardır. Yine buna mukabil Türkiye ve BAE arasında Mısır meselesi ayrışmaya sebepleri arasında yer almıştır. Mısır’da 2011’deki devrimin ardından Cumhurbaşkanı olarak Muhammed Mursi seçilmiş ve bu yeni hükümete Türkiye ve Katar silah ve maddi destek yardımında bulunmuştur. Fakat buna karşılık BAE ve yine Türkiye’nin politikalarından rahatsız olan Suudi Arabistan, Mısır’daki devrime karşı çıkarak Mursi yönetimini yıpratmaya dönük politikalar uygulamışlardır. BAE ve Suudi Arabistan 2013’de yapılan askeri darbeye destek vererek Darbeci Sisi yönetimine finansal yardımda bulunmuşlardır. Türkiye ise bu darbeci hükümeti tanımamış, Sisi’yi katliam yapmakla suçlamıştır.[2]  

Türkiye ve BAE’yi karşı karşıya getiren olaylar zincirini incelemeye devam edersek eğer Türkiye’nin, Suriye’de Beşşar Esed zulmüne uğrayan sivil halkın yanında yer alırken, BAE ise Esed rejiminin yanında yer aldı. Bu sebeple BAE, Türkiye’nin yaptığı meşru harekâtları kınamakla yetinmeyip İdlib’te sağlanan ateşkesin bozulması için de elinden geleni yaptı. Libya’da Türkiye, Birleşmiş Milletlerin tanıdığı meşru kabul edilen Ulusal Mutabakat Hükümetiyle antlaşmalar yapıp onları desteklerken, BAE ülkedeki Darbeci Hafter’in yanında saf tuttu. Yemen ve Filistin meselelerinde de Türkiye ve BAE’nin politikaları uyuşmadı.[3]
Tüm bu uyuşmazlık sonucunda BAE, 15 Temmuz 2016’daki 251 vatandaşımızın şehit olduğu hain darbe kalkışmasını açık bir şekilde destekledi.

Darbe girişimi sırasında BAE’ye bağlı “Sky news ve Al Arabiya” haber kanalları açık bir şekilde darbeyi desteklemişlerdir.[4]  BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el- Uteybe, basına sızan e-maillerinde bu teşebbüsünde yer almaktan dolayı memnuniyet duyduklarını ifade ediyordu. Darbe teşebbüsüne finansal destek veren Filistinli Muhammed bin Dahlan, BAE’nin adamıydı ve Türkiye’nin iade isteğine rağmen BAE buna yanaşmadı. Basına sızan haberlere göre ise bu darbe teşebbüsü için 3 milyar dolar harcanmıştı.[5]

Darbe girişiminden sonra kısa bir sürede toplanan Türkiye sınır güvenliğini korumak için PKK/YPG/ IŞID gibi terör örgütlerine karşı yaptığı sınır ötesi operasyonları dahi BAE kınayarak Türkiye düşmanlığını burada da göstermiştir. Ancak Türkiye kararlı tutumu yaptığı akılcı ve stratejik hamleler ile BAE’yi Ortadoğu’da alt etmeyi başarmıştır. Ancak yine de uyanık ve dikkatli olunmalıdır. Çünkü BAE’nin fiili liderinin Türkiye’ye olan husumetinin en önemli sebebi Arap halkları nezdinde karizması çok yüksek olan Recep Tayyip Erdoğan ile kişisel rekabete girmesidir.



[1]İlknur Savun, “BAE ve Türkiye Rekabeti’nin Arka Planı”, diplomatikstrateji.com/bae-ve-turkiye-rekabetinin-arka-plani/, Erişim Tarihi: 28.06.2020
[2] Ayten Mehmed, “Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri İlişkileri”, Uluslararası Diplomasi Dergisi, c.3, 1 Mart 2020, s.88
[3] Prof. Dr. Cengiz Tomar, “Ortadoğu’da Kesişmeyen Doğrular: BAE- Türkiye Rekabeti”, aa.com.tr/tr/analiz/gorus-orta-dogu-da-kesismeyen-dogrular-bae-turkiye-rekabeti/1833875, Erişim Tasrihi: 08.05.2020
[4] Mehmet, “a.g.m.”, s.90
[5] Tomar, “a.g.m.”


27 Haziran 2020 Cumartesi

TÜRK ASKERİNİN GÜCÜ PENÇE KAPLAN OPERASYONU


Son zamanlarda terör örgütünün sınırımızda oluşturduğu güvenlik sorunları sebebiyle ilk önce Pençe Kartal Operasyonu yapılarak havadan terör hedeflerinin vurulmasından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri hemen ardından kara operasyonunu olarak Pençe Kaplan Operasyonunu başlattı. Mehmetçik teröristlerin girilemez dediği Haftanin’e girdi.

Haftanin Bölgesi; PKK Terör Örgütünün baskısı nedeniyle sivil halk tarafından boşaltılmış yaklaşık 20 köyden oluşan bir alanı kapsıyor. Haftanin’de; Güli ve Sındi aşiretlerinin yarı yarıya köyleri varken şimdi ise sadece PKK’lı teröristler kol geziyor. Halk defalarca köylerine geri dönmek istese de terör örgütü halkı silah zoruyla bölgeden çıkarıyor. Ayrıca PKK Terör Örgütü tarafından Irak’ın Kuzeyinde 500 köy silah zoruyla boşaltılmıştır.[1]

Haftanin’i önemli kılan özelliği ise terör örgütünün eğitim kampı olmasıdır.[2]  Ayrıca dağa çıkan yeni örgüt üyelerinin toplandığı ve örgütle ilk tanıştırıldığı yerdir. Bir diğer özelliği ise PKK’nın yeni Kandil’i diye nitelendirilen Sincar’a açılan kapı olarak da ön plana çıkmasıdır.[3] Türk Silahlı Kuvvetleri bu bölgeyi hallettikten sonra PKK artık Haftanin’de barınamaz. Çünkü birliklerimiz burada kalıcı üsler kuracaktır.[4] Buradaki amaç örgütün Türkiye ve Suriye’ye ikmal ve lojistik hatlarını kesmektir.  Böylelikle bu bölge halledildikten sonra PKK’nın ikinci kandili olarak nitelendirilen Sincar’a yönelip Türkiye bu PKK meselesini de tarihe gömecektir. Böylelikle PKK terör örgütü en azından Türkiye içerisinde tarihe gömülecektir.

Bu operasyonlar vesilesiyle TSK’nın harekât kabiliyetinin artışını da belirtmeden geçmek istemiyorum. Özellikle TSK’nın içerisine yuvalanmış olan FETÖ’cülerin büyük oranda temizlenmesi sonucunda TSK daha aktif operasyonlar yapmaya başladı. Bu da karar vericilerin elini Libya, Suriye ve Irak örneklerinde görüldüğü üzere dış politikada önemli derecede güçlendirdi. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri dünya ülkeleri gözündeki caydırıcılık ilkesini daha da güçlendirdi. Libya’da ve Suriye’deki düşük yoğunluklu çatışmalarda başarılı operasyonlar yapması özellikle Libya’nın kaderini değiştirmesinde önemli bir rol oynaması Türk Silahlı Kuvvetlerinin imajını arttırmakla beraber caydırıcılık ilkesini de sağlamlaştırdı.

TSK’nın yurt içinde ve yurt dışında Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı ve Pençe Operasyon’larındaki başarıları adım adım dünyaca izleniyor. Yapılamaz denilen harekâtların başarıyla yapılması dünyanın şaşkınlığına sebep oluyor. Bu da ister istemez dünyanın Mehmetçikten çekinmesine neden oluyor. Bu sebeple Türkiye’nin her yaptığı operasyona karşı çıkılıyor. Siyasi ve diplomatik baskı yapılıyor. Ancak TSK’nın sahadaki başarılarını masada ve diplomasi de kaybetmeyen güçlü bir siyasi irade var. Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı tutumu diğer yandan MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin verdiği destek Türkiye’yi siyasi ve diplomatik olarak güçlü kılıyor. Bunun yanında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve asker kökenli olan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da yurtiçi ve yurt dışı operasyonlarda verdikleri mücadeleleri de unutmamak gerekir.

Göreve geldiği günden beri teröre karşı etkin mücadele veren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun belirttiği sayıya göre yurt içinde 438 terörist kaldı.[5] Bu teröristlerde yok edildikten sonra Süleyman Soylu, Türkiye’de PKK’yı bitiren Bakan olarak tarih kitaplarında yerini alacaktır.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin terörle mücadele başarısı daha da net görülecektir.



[2] “Komandolar Kuzey Irakta PKK’ya Bitirme Vuruşu”, Türkiye Gazetesi, 18 Haziran 2020
[3]“ Haftanin Neden Önemli?”, Milliyet Gazetesi, 18 Haziran 2020
[4] E. Albay Mithat Işık, “Komandolar Kuzey Irakta PKK’ya Bitirme Vuruşu”, Türkiye Gazetesi, 18 Haziran 2020
[5] Süleyman Soylu, “Yurt İçinde 438 Terörist Kaldı”, Türkgün Gazetesi, 18 Haziran 2020


16 Haziran 2020 Salı

PENÇE KARTAL OPERASYONU VE FRANSA’NIN LİBYA RAHATSIZLIĞI

Milli Savunma Bakanlığının gece yarısı duyurusu ile biranda tüm Türkiye olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın Kuzeyine yaptığı hava harekâtına kitlendik. Adeta tüm Türkiye haberi duyar duymaz Twitter’da herkes Mehmetçik için tek yürek oldu. Onlar yurda sağ salim geri dönene kadar tüm dualarımız onlarlaydı.
Son zamanlarda PKK Terör Örgütünün sınır karakollarımıza yaptığı taciz ve saldırı teşebbüsleri üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Pençe Kartal Operasyonu başlatıldı. Bu operasyonda Sincar, Karacak, Kandil, Zap, Gara, Avaşin Basyan ve Hakurk’taki terör yuvaları imha edildi.



Fakat hemen terör yandaşları twitter’da kara propagandalara başladılar. Türk askeri sivilleri veya Mahmur’daki mülteci kamplarını vuruyor diyerek İngilizce twitlerle gündem oluşturmaya çalışıp Avrupa’ya sığınmaya çalıştılar.
Ancak Türk Milleti bu kara propagandaya karşı twitter’de bu hainlere fırsat vermeyerek bu kara propagandanın başarısızlıkla sonuçlanmasını sağladı. Türk askeri havada bu hainlerle uğraşırken Türk Milleti ise sosyal medyada bu hainlere geçit vermedi.

Ancak şunu da belirtmem gerekir ki; Türk askeri ne günümüzde ne de tarihte hiçbir zaman sivil katliamı, soykırım veya mülteci kampı vurma gibi bir eyleme girişmemiştir. Ne Türk Silahlı Kuvvetleri ne de millet olarak kurduğumuz Türk devletlerinin hiçbirinde böyle bir kara leke yoktur. Ancak İngilizce yazılarla gündem oluşturup Avrupa’yı önümüze sürmek isteyen terör sevicilerinin geçmişlerine baktığınızda kundaktaki bebeğe dahi acımadığını görürsünüz. Ayrıca önümüze sürmek istedikleri Avrupalı devletlerin tarihlerine baktığınızda yaptıkları soykırımı görebilirsiniz. Bu soykırım konusu hakkında önceden yazdığım yazımı lütfen okuyunuz.



Türk askerinin hiçbir zaman sivilleri hedef almadığını ve sivil yerleşim yerlerinde operasyon yapma mecburiyetinde kaldıklarında ise nasıl hassas davrandıklarını Diyarbakır Sur Operasyonlarında gördük. Sivilleri kalkan yapan teröristlere karşı hassasiyetle ilerleyen Türk askeri kendi canını vermekten tereddüt etmeyerek sivilleri kurtardı ve burunları dahi kanamadan o teröristlerin ellerinden aldı. Oradan çıkamayan yaşlıları Mehmetçik sırtında taşıyarak çatışma bölgesinden çıkardı.
Yine binlerce Suriyeli mülteciyi bu devlet misafir etti. Tüm dünya bunları görmüşken Pençe Kartal Operasyonunda Türk askerine böyle iftiralar atılması anca düşmanın ne kadar aciz, korkak ve haysiyetsiz olduğunu gösterir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeline teşekkür ediyor ve her zaman yanlarında olacağımı özellikle vurgulamak istiyorum.

FRANSA’NIN LİBYA RAHATSIZLIĞI
Libya’da önceki yazılarımda da yazdığım gibi birçok devletin planları var. Ancak bu planların hepsini Türkiye bozmayı başardı ve bu durum özellikle Rusya ve Fransa’nın hoşuna gitmedi.
Fransa, Avrupa’nın enerji alanındaki bağımsızlığını Libya’daki enerji kaynaklarının kontrolünden geçtiği düşünüyor. Bu sebeple Nato’nun Libya’ya yönelik askeri müdahalesinde ilk sıralarda olan Fransa bu konumu güçlendirmek istiyor. Geçmişte Afrika’nın büyük bir bölümünü sömüren Fransa ilk başlarda Libya’da barış ve diyalogdan yana görünse de aslında amacı Libya’daki kaynaklardan istifade etmeye çalışmaktır. Bu sebeple Libya’nın güneyinde bulunan petrol yatakları bölgesindeki aşiretleri özellikle Tebu aşiretini silahlandırmaya başlamışlar ve onlara Tebuistan adında bir devletin sözünü vererek Fizan bölgesi ile ilgili stratejik hesaplar düşüncesinde olmuşlardır. [3]

Özellikle Libya Başbakan’ı Sarrac’ın Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi sonucunda dünya Türkiye’nin Libya’daki başarısını konuşmaya başladı.
Hatta İtalyan Gazetesi La Repubblica; “Ankara Hafter’i mağlup etti. Erdoğan artık Libya’nın patronu manşetini attı.”   Hatta devamında ise şunları yazdı. “Ankara Libya’daki savaşın kaderini değiştirdi ve Hafter’i mağlup etti. 14 aylık kuşatmanın sisleri arasından tek bir mutlak galip belirdi. O da Erdoğan. Erdoğan bir savunma birde enerji paylaşımı anlaşması imzaladı. Artık Erdoğan’ın kuralları hüküm sürüyor”[4]

Artık Fransa’da bunu biliyor. Aslında sadece Fransa değil Libya üzerinde oyunları olan devletler bunu biliyor. Onun içinde herkes rahatsızlık duyuyor. Bu yüzden Fransa Cumhurbaşkanı Macron sürekli Türkiye’yi suçlayıcı ifadeler kullanıyor.
Hemen şunu belirtmek istiyorum. Kanaatimce Libya konusunun cevabını Rusya ve Fransa bize Suriye’de verebilirler onun için dikkatli adımlar atmalıyız.




[1] Melik Yiğitel “Vatan Size Minnettar”, Akşam Gazetesi, 16 Haziran 2020,s.1
[2] Türkiye Gazetesi, “Tam İsabet Yumruğu”, 16 Haziran 2020, s.1
[3] Riad Domazeti, “Çok Denklemli Libya Sorunu ve Türkiye”, İNSAMER, 19.12.2019, s.2-3: Aktaran; Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Suriye  ve Libya Üzerinden Dolaylı Olarak Dünya ile Mücadelesi”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2020/05/turkiyenin-suriye-ve-libya-uzerinden_6.html, 6 Mayıs 2020.
[4] “Hafter Yenildi Türkiye Kazandı”, Sabah Gazetesi, 06.06.2020: Aktaran; Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye Libya Antlaşmasının Sonucu Yunanistan’ın Akdeniz ve Ayasofya Küstaslığı”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2020/06/turkiye-libya-antlasmasinin-sonucu.html, 6 Haziran 2020

14 Haziran 2020 Pazar

AYASOFYA TARTIŞMASI




Ayasofya Müzesinin aslına döndürülmesi yani cami olarak ibadete açılması tartışmaları gündemdeyken Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya’yı müze yapan Bakanlar Kurulundaki kararnamenin altındaki Atatürk imzasının sahte olduğunu iddialarını ortaya attı. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını birisinin Atatürk’ün adını kullanarak bu olayı ona mal ettiğini söyledi.
Ancak hemen şunu belirtmek istiyorum ki; Ayasofya 1934 yılında Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile müzeye çevrildi. Yani Atatürk’ün de imzası var. Ayrıca Atatürk o dönemde hayatta ve sağlıklı bu yüzden Atatürk’ten habersiz sahte belge ya da sahte imza atılması pek akla ve mantığa yatmıyor. Ayrıca o dönemin gazetelerine baktığınız da Ayasofya’nın müzeye çevrildiğini ve Atatürk’ün de burayı ziyaret ettiğini görüyoruz.

Açıkçası ben bu iddiayı garip buluyorum. Sayın Halaçoğlu değişik bir iddia atmış ortaya ancak iddiasını kanıtlayan bir belge yok. Sadece olan belgelerden bir çıkarım yapıyor. Bu sebeple bu iddia kullanışlı değil. Kamuoyunu tatmin edecek kadar somut bir iddiaya da benzemiyor. Çünkü dediğim gibi o dönemde Atatürk hayatta ve sağlıklı ondan habersiz böyle bir olaya girişileceğini düşünmüyorum. Bu konuya Sinan Meydan da şöyle açıklık getirmiş. İmzanın Atatürk'e ait olmadığı iddiası doğru değil. Bu belge bizim elimizde ama nedense görülmüyor. Atatürk'e soyadı ne zaman verildi? TBMM, 24 Kasım 1934 tarihinde verdi Atatürk'ün soyadını. Bu tarih aynı zamanda Ayasofya'nın müze olmasına karar veren kararnamenin tarihidir. Mustafa Kemal Atatürk, bu kararın verildiği gün Atatürk soyadını alıyor. İmzasının bir günde oturması mümkün değil tabii ki. Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi kararnamesi, Atatürk'ün ilk attığı imzadır yeni soyadıyla. Atatürk'ün 1934 yılının aralık ayından sonra atacağı o klasik imzanın ilk prototipidir bu imza.”

Yine Habertürk’teki Teke Tek programında Prof. Ali Ulusoy’un dediğine göre; “Hukuken bu tartışmanın bir anlamı kalmadı. Danıştay 2012 ya da 2013'de Danıştay bu konuda kesinleşmiş karar verdi. Bir kere bu kararnamenin gerçek olduğuna karar verdi. Kesinleşmiş yargı kararıdır ve herkesi bağlar.”
Meydan ve Ulusoy’un anlatmasına göre belgede ve imzada bir sıkıntı yok.
Hemen şunu da belirtmek isterim ki; Sonuç itibariyle İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiş ve kılıç hakkı olarak Ayasofya camiye çevrilmiştir. Daha sonra 1931 yıllarına gelindiğinde Ayasofya’da çalışmalar başlatıldı. Ayasofya içerisindeki birçok mozaik bu çalışmalar neticesinde çıkarıldı. Ancak o dönemde de Ayasofya Cami olarak ibadete açıktı. İslamiyet’te resimlerin olduğu yerde ibadet yapılmaz. Bu yüzden o mozaiklerin üzeri örtülerek belli bir süre ibadet yapıldı. Ancak bu da ister istemez ibadetin ahengini bozdu. Ayasofya 1000 yıl Hristiyanlığın sembolü, 500 yıl Müslümanlığın sembolü olmuş bir yer böylelikle hem Bizans hem Osmanlı hem Hristiyanlık hem de Müslümanlığın etkisi var. Bu yüzden Atatürk buraya kültürel miras gözüyle bakmış ve müzeye çevrilmesi kararı alınmıştır.

Ancak günümüzde bunun bir çaresi bulunabilir mi? İbadete açılabilir mi? Tabi ki de açılabilir. Gerekli düzenlemeler yapılıp bu önemli yapıta zarar verilmediği müddetçe ibadethane olarak da kullanılabilir. Sonuçta burası kılıç hakkıdır. Kullanım hakkı da Türkiye Cumhuriyeti’nindir. Bu yüzden Yunanistan’ın oturduğu yerden bağırıp çağırması tehditler savurması bir şey anlam ifade etmez.




7 Haziran 2020 Pazar

TÜRKİYE LİBYA ANTLAŞMASININ SONUCU YUNANİSTAN’IN AKDENİZ VE AYASOFYA KÜSTAHLIĞI




Türkiye ile Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Antlaşması ve güvenlik anlaşmaları neticesinde Türk askeri, Libya’ya giderek Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerine destek verdi. İşte bu destek Libya’da oynanan oyunları bozarak savaşın tersine dönmesine neden oldu. Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’nin planlarını bozamadığı için çok büyük hayal kırıklığına uğradılar. Darbeci Hafter’e o kadar mühimmat ve para yardımı yapmalarına rağmen en son düzenlenen operasyonlarla bu mühimmatları da Türk Silahlı Kuvvetleri destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti ordusuna kaptırdılar. Hatta bir Rus yapımı helikopterde yine UMH tarafından ele geçirildi. Yine son olarak Terhune’de bir kamp TSK destekli UMH güçlerinin kontrolüne geçti. Burada ise çok sayıda tank ve mühimmat ele geçirildi.


Özellikle Libya Başbakan’ı Sarrac’ın Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi sonucunda dünya Türkiye’nin Libya’daki başarısını konuşmaya başladı.
Hatta İtalyan Gazetesi La Repubblica; “Ankara Hafter’i mağlup etti. Erdoğan artık Libya’nın patronu manşetini attı.”   Hatta devamında ise şunları yazdı. “Ankara Libya’daki savaşın kaderini değiştirdi ve Hafter’i mağlup etti. 14 aylık kuşatmanın sisleri arasından tek bir mutlak galip belirdi. O da Erdoğan. Erdoğan bir savunma birde enerji paylaşımı anlaşması imzaladı. Artık Erdoğan’ın kuralları hüküm sürüyor”[1]

İtalyan Gazetesi böyle yazarken Rusya’nın resmi haber ajansı Ria Novosti de şu analizi yayınladı: “Serrac Türkiye’nin desteği ile güçlü bir direniş gösterdi. Hafter’in tüm destekçileri ona sırt çevirdi. Yakında siyasi ve askeri arenadan silinecek”[2] iddiasını ortaya attı.
Tüm bu gelişmeler tabi ki de Akdeniz’de ve Libya’da çıkarları olan bütün ülkeleri rahatsız etti. Bu ülkelerin başını ise Yunanistan çekti. Yunanistan Savunma Bakanı Panagiotopoulos’un dün yaptığı bir açıklama da; “Türkiye ile çatışmaya hazırız. Her şey mümkün, buna askeri operasyon da dâhil. Biz bunu istemiyoruz, ancak egemenlik haklarımızı korumak için elimizden geleni yapacağımızı belirtmek isteriz” diyerek Türkiye’yi küstah bir şekilde tehdit etti.

Ancak Yunanistan; 400 yıl boyunca bir Osmanlı valisi tarafından yönetildiğini ve Milli Mücadele yıllarında Anadolu’yu işgale gelen 200 bine yakın Yunan askerinin Anadolu'da imha edildiğini geri kalanının denize döküldüğünü az bir kısmının da zar zor gemilere binip kaçtığını unutmamalıdır.
Ege’de Türkiye’nin sabrını çok zorlayan Yunanistan; Libya’da çıkan iç karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya’ya ait 39.000 Km2 deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye’yi Akdeniz’de enerji mücadelesinde yalnız bırakmaya çalışmaktadır. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek Türkiye’nin yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak ihlalinde bulunmaktadır. Yunanistan burada sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakkını ihlal etmektedir. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km güneyindeki alanda kendi başına buyruk hareket ederek uluslararası enerji şirketlerine araştırma lisansı vermektedir.”[3]

Bu yüzden Libya Başbakanı Serrac ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki görüşmeden sonra Türkiye’nin petrol arama konusu gündeme geldi. Çünkü bu görüşme sonunda Türkiye ile Libya, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz sondajı için işbirliği kararı aldı. İşte bu sebeple gözler, Yunanistan’ın Libya savaşını fırsat bilerek ilan ettiği 15 ve 20 numaralı parsellere çevrildi. Türkiye-Libya deniz sınırındaki söz konusu parsellerde araştırma faaliyetleri önümüzdeki süreçte başlatılacak.[4]

FETİH ŞÖLENLERİ VE YUNANİSTAN’IN RAHATSIZLIĞI
27 Mayıs 2020 İstanbul’un, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinin 567.yılı kapsamında düzenlenen şölende fethin sembolü olan Ayasofya Camî’nde Kur’ân-ı Kerim okunması Yunanistan’ı rahatsız etti. Yunan basını "İstanbul'da utanç görüntüleri" gibi küstah başlıklar kullanırken Yunanistan Dışişleri Bakanlığı ise Ayasofya'da Kur-ân okunmasının "Hristiyanların dini duygularına hakaret" anlamına geldiği yönünde bir açıklamada bulundu. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türk makamlarınca Yunanistan’a tepki gösterildi.

Sonuç itibariyle Yunanistan ile tarihi ve siyasi sorunlarımız mevcut ve bu günlerde Yunanistan’ın uluslararası hukuka uymayan tavırları yüzünden bu durum daha da kötü bir hal alıyor. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlettir. Akıllı bir politika izliyor.
Anlaşılan ilerleyen günlerde Türkiye düşük yoğunluklu olarak savaştığı Libya ve Suriye cephesine “Mavi Vatan”ı da ekleyeceği görülüyor.
“Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri”
Mustafa Kemal Atatürk



[1] “Hafter Yenildi Türkiye Kazandı”, Sabah Gazetesi, 06.06.2020
[2] “Hafter Yenildi Türkiye Kazandı”, Sabah Gazetesi, 06.06.2020

[3] Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hamlesi”, Ortadoğu Gazetesi, 22 Aralık 2019
[4] “Türkiye’nin Zaferi”, Yeni Şafak Gazetesi, 06.06.2020


6 Haziran 2020 Cumartesi

YUNAN BAKANIN KÜSTAHLIĞINDAN SONRA AKLIMA GELEN KÖŞE YAZIM

Yunan Bakanın küstahlığından sonra aklıma 3 Şubat 2020'de Ortadoğu Gazetesinde yazdığım köşe yazım geldi. O zaman Yunan bir vekil Avrupa Parlamentosunda Türk Bayrağını yırtmıştı. Bende buna karşılık onlara siz şerefsizliği temsil ediyorsunuz demiştim.

İşte gazetede yayınlanan o yazım;

(Resme Tıklayıp büyütebilir veya indirebilirsiniz)



Diğer Yayınlar