Yunan Bakanın küstahlığından sonra aklıma 3 Şubat 2020'de Ortadoğu Gazetesinde yazdığım köşe yazım geldi. O zaman Yunan bir vekil Avrupa Parlamentosunda Türk Bayrağını yırtmıştı. Bende buna karşılık onlara siz şerefsizliği temsil ediyorsunuz demiştim.
İşte gazetede yayınlanan o yazım;
(Resme Tıklayıp büyütebilir veya indirebilirsiniz)
6 Haziran 2020 Cumartesi
31 Mayıs 2020 Pazar
TÜRK GENÇLİĞİNİ YIKMA OPERASYONU
Bu haftaki köşe yazımda
gençlerimizden bahsedeceğim. Çünkü gençliğimize kasıtlı olarak operasyonlar
yapılıyor. Artık bunun farkına hepimizin varması gerekir. Son zamanlardaki
gençlerin hallerine bakıyorum ve hiç hoşuma gitmeyen durumlarla karşılaşıyorum.
Çünkü gençliğimiz gelişen teknolojide iyiye doğru değil aksine kötüye doğru
gidiyor. Bu gidişat ise beni bir eğitimci olarak çok korkutuyor. Çünkü
gençlerimizde sorumsuzluk duygusu bunun yanında vatan, millet, aile, din gibi
manevi duyguları umursamama halleri artmaya başladığını görüyorum.
Gençlerimizin bu duygulara kapılmasının birçok nedeni var.
Ancak ben ilk önce
dizilerin gençlerimizin üzerindeki etkiden bahsetmek istiyorum: televizyon
kanallarında birçok dizi yayınlanıyor. Ancak bu dizilerin bazıları gençleri
hatta koca koca insanları dahi etkiliyor. Türk aile yapısına uymayan gayri
ahlaki yaşama özendiren veya zengin lüks yaşama özendirip bunları da namusuyla
çalışarak çabalayarak, zorluklarla okuyup bir meslek sahibi olarak değil de,
çalarak çırparak, mafya olarak, dolandırıcılık yaparak kolay yoldan para
kazandırmaya heveslendirerek gençliğimizi etkilemeye çalışıyorlar. Halbuki
gençlerimiz bu dizilerdeki lüks yaşama ve kolay para kazanmaya özenirken babası
sabahın altısında evden çıkıp akşamın onunda eve ne zor şartlar altında gelip
para kazandığını kavrayamıyor. Böylelikle dizilerin hayal dünyasına kapılarak
ruhsal bozukluklara yakalanıp, saldırgan, başıboş bir gence dönüşüveriyor.
Tabi bir de bunun
sosyal medya ve telefon uygulamaları boyutu var. Aslında sosyal medya iyi yönde
kullanıldığında günümüz için çok yararlı bir araç fakat kötü yönde kullanıldığı
zaman ise o yararından eser kalmıyor. Çünkü sosyal medya ve telefon
uygulamaları tamamen kötü amaçlı kullanılıyor bu da yine gençliğimiz açısından
sıkıntılar doğuruyor. Mesela kameralı tanışma uygulamaları ve bu uygulamalarda
yapılan ahlaksızlıklar gençlerimizi etkiliyor ve gerçek dünya ile bağlarını koparıyor.
Ayrıca geri dönülmez hatalar yapmasına neden oluyor. Bu yüzden ilk olarak bu
uygulamalara bir çare bulunmalıdır. Çünkü gençlerimizi göz göre göre
kaybediyoruz. Hepsi ellerimizden kayıp gidiyorlar. Onların birer içi boş robot
şekline dönüşmelerine seyirci kalamayız.
Gençlerimiz bu saçma
sapan diziler ve uygulamalar yüzünden hem kendilerini hem ahlaklarını hem de
milli ve manevi duygularını kaybetmeye başladılar. Bizim gençlerimizin elinden
kitaplarını, oyuncaklarını aldılar ve bunları onlara sundular. Böylelikle içi
boş bir nesil ortaya çıkartmaya
başladılar.
Bunların bilinçli
yapıldığını düşünüyorum. Çünkü Türk Milleti olarak dünyaya nizam vermiş,
hoşgörüyü ve medeniyeti yaymış, birçok Müslüman Türk Bilim İnsanı yetiştirmiş
bir millet olarak bunların bize Küresel Güçler tarafından bilinçli olarak
empoze edildiğini düşünüyorum. Çünkü Küresel Güçler bizi akılla, savaşlarla yok
edemedi. Şimdi ise başka bir silahını devreye soktu. Önce Türk aile yapısını
çökertmek ve sonra Türk Gençliğini içi boş bir robot haline dönüştürme
planlarını devreye soktular. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldular.
Gençliğimizi hep birlikte kurtaralım…
28 Mayıs 2020 Perşembe
İSRAİL’İN DERİN AFRİKA POLİTİKASI
Kubilay Muhammet Özdemir[1]
GİRİŞ
İsrail’in
uzun zamandan bu yana Afrika ile ilgili derinden ve sessiz giden bir politikası
var. 2008 yılından itibaren Afrika Devletleri ile özellikle ekonomik
ilişkilerini güçlendiren İsrail aynı zamanda Mağrip El Kaidesi, Boko Haram ve
Deaş gibi terör örgütleriyle mücadele eden bazı Afrika ülkeleriyle güvenlik
konusunda işbirliğine gitmiştir.[2]
Ayrıca İsrail geçmiş
yılların inişli çıkışlı politik süreçlerinden sıyrılıp daha avantajlı bir
konuma yükselmiştir. Birleşmiş Milletlerde Filistin Sorununun çözülmesiyle
alakalı kapasite yetersizliği ile birlikte Körfez ülkeleri ile yaşanan
yakınlaşma da İsrail’i özgüvenli bir politika uygulamaya yöneltti.
Bununla birlikte İran’ın Ortadoğu etkisini
kırmakla beraber Katar ve Türkiye’yi İslamcılığın “kötü yüzü” olarak gösterip
işbirliğine gittiği diğer taraftaki Suudi Arabistan ve Birleşik Arap
Emirlikleri ile birlikte “ılımlı İslam” imajını köpürterek meşrutiyet kazanmaya
çalışıyor.[3]
İsrail Başbakanı
Benyamin Netanyahu en son 2016 yılında
gittiği Uganda ziyaretinde anlaşma sağlayamayıp geri dönmüştür. Ancak Şubat
ayında sürpriz bir ziyaret yaparak Uganda Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni ile
yaptığı görüşmenin ardından Netanyahu, İsrail ile Uganda arasında doğrudan
uçuşlar başlatmak ayrıca Kudüs’e Uganda elçiliği açmak istedikleri teklifinde
bulundu. Uganda Cumhurbaşkanı ise bu tekliften hoşnut olduklarını ve
değerlendireceklerini belirtti. [4]
Netanyahu Uganda
ziyaretinde ise Afrika politikası için şöyle diyecekti. “İsrail Afrika’ya geri dönüyor ve Afrika’da İsrail’e dönüyor.”[5]
Uganda’ya düzenlediği
ziyaret sırasında İsrail Başbakanı Netanyahu’nun en büyük sürpriz hamlesi ise Sudan’ın Askeri
Geçiş Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ile yaptığı görüşme oldu. Bu
görüşme Birleşik Arap Emirlikleri aracılığı ile yapıldı ve sonrasında ise
İsrail ile Sudan arasında hava sahasının açılması ve iki ülke arasında sivil
uçuşlara izin verilmesi kabul edildi. Buna karşılık Netanyahu ise ABD Başkanı
Donald Trump’ın Sudan’ı teröre destek veren ülkeler arasından çıkarılması için
ikna edeceği sözünü verdi.
[6]
İSRAİL’İN AFRİKA’YA ÖNEM VERMESİNİN
AMACI
İsrail’in Afrika’ya
önem vermesinin amacı öncelikle jeopolitik ve stratejik öneminden dolayıdır.
Bununla beraber Birleşmiş Milletlerdeki oy çokluğu İsrail’in Afrika ile çok
özel olarak ilgilenmesinin temel amaçları arasındadır. İsrail bu nedenlerle
Afrika’daki etkinliğini siyasi ve ekonomik alanlarda arttırmak istiyor. Afrika
devletleri ile ilişkilerini düzelttiği takdirde Afrika devletlerinin hem Arap
Birliği hem de İslam Birliği Teşkilatı üyelerinin neredeyse yarısını
oluşturduğu düşüncesiyle İsrail’in siyasi alanda büyük oranda eli güçlenmiş
olacaktır.[7]
Bu yüzden İsrail’in
Afrika kıtası ile siyasi, ekonomik ve askeri öncelikleri kadar önemli olan dış
politika tercihleri arasında kıtada ilişkilerin kesildiği veya diplomatik
ilişkilerin henüz sağlanamadığı ülkelerle yakınlaşma çabaları var. Bunun bir
diğer sebebi de 2017 yılında ABD’nin Kudüs tasarısıyla ilgili olarak Birleşmiş
Milletlerde yapılan oylamada Afrika kıtasından sadece Togo ve Güney Sudan’ın
İsrail lehine oy kullanmış olması da gösterilebilir. Şu da unutulmamalı ki
dünya üzerindeki 194 ülkenin 54’ünün Afrika kıtasında olması ve bu ülkelerin
uluslararası kuruluşlarda önemli bir oy gücüne sahip olmasından dolayı, İsrail
Afrika kıtasının stratejik önemini Birleşmiş Milletlerde Kudüs oylamasından
sonraki dönemde bir kez daha dikkate almak mecburiyetinde kalmıştır.
Bunun için
İsrail aracılar vasıtasıyla Afrika ile ilişkilerini düzeltmeye çalışıyor. Bu
aracı ise Birleşik Arap Emirlikleri’dir. BAE, İsrail’in Afrika kıtasındaki
kirli ilişkilerini yürüten ülke olarak son dönemlerde ortaya çıkmıştır. İsrail’in Libya üzerindeki nüfuzunun artması
ve Sudan ile ilişkilerin normalleşmesi ve Uganda’daki görüşmeler ve varılan
anlaşmaların arka planında BAE’nin olması bu durumun en somut örnekleri
arasındadır.[8]
Trump’un, Kudüs’ü
İsrail’in başkenti olarak tanımasının ardından Afrika Birliği ülkelerinin
bazıları bu kararı protesto ederek İsrail ile siyasi ilişkilerini kesmişlerdir.
Lakin bazı Afrika ülkeleri ise İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmeyi açık
bir şekilde reddetmişlerdir. Trump’un kararına Togo destek verirken Güney
Sudan, Uganda, Ruanda, Kamerun ve Benin çekimser kalarak örtülü destek
vermişlerdir.[9]
Fakat 14 Mayıs 2018’de
Tel Aviv’deki Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan ABD’nin verdiği resepsiyona
Angola, Kamerun, Kongo Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Fildişi
Sahilleri, Etiyopya, Kenya, Nijerya, Ruanda, Güney Sudan, Zambiya gibi
ülkelerin diplomatik misyonları katılma kararı aldılar. Ancak bu karar üzerine
Somali, Sudan, Tanzanya, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Güney Afrika Cumhuriyeti
Afrika ülkelerinde Filistin halkı için destek gösterileri düzenlenmiş, Afrika
Birliği Komisyonu Başkanı Faki Muhammed ise ABD’nin Kudüs kararından dolayı derin
endişe duyduğunu ifade etmişti: “Afrika
Birliği, Filistin halkıyla var olan dayanışmasını yinelemektedir ve Filistin
halkının bağımsız, egemen ve başkenti Doğu Kudüs olan meşru devlet arayışlarını
desteklemektedir” dedi.[10]
İSRAİL’İN AFRİKA İLE İLİŞKİLERİNİ
GELİŞTİRME POLİTİKASI
Filistin meselesi sebebi
ile bazı Afrika ülkelerinin tavır almasından dolayı İsrail’in Afrika ile
ilişkilerini diplomatik olarak geliştirmek istediği net bir şekilde
anlaşılıyor.
[11]
Bu sebeple İsrail, Afrika’daki Yahudi nüfusunun lobi faaliyetlerini etkin bir
şekilde kullanıyor. Bununla beraber İsrail’de yaşayan Etiyopya asıllı Falaşa
Yahudileri de çok ciddi bir ağırlığının olduğu biliniyor. Yine tüm bunlarla
beraber Müslüman nüfusun yoğun olduğu Gine ile siyasi ilişkiler kuruldu.
Senegal ile bozulan ilişkiler düzeltildi. Ayrıca Senegal ile tekniksel ve
tarımsal konularda anlaşmalar yapıldı.[12]
Böylelikle İsrailli iş
adamları Gine, Senegal ve Fas’a çeşitli yatırımlar gerçekleştirdi. İsrail bu
politikaları uygulayarak Afrika’dan siyasi destek sağlamak ve başka kazanımlar
elde etmek istiyordu. Onun için İsrail Mashav[13]’ı
devreye soktu. Mashav öncelikli olarak Etiyopya, Gana, Kenya, Ruanda, Senegal,
Güney Sudan ve Uganda’da faaliyetler gösterdi. Ayrıca Burkina Faso, Kamerun ve
Togo’ya ayrı bir ilgi beslediği bilinmektedir. Bu ülkelerin yanı sıra Mashav;
Kenya, Liberya, Zambiya, Sierra Leone ve Eswatini (eski adı Svaziland) gibi
ülkelerde çeşitli projelerle güçlenme başladığını söylemek yanlış olmaz.
İsrail sınırlı su
kaynaklarına sahip olmasına rağmen modern tarım ve sulama tekniklerinde
fazlasıyla başarılı, ileri teknoloji ve hibrit tohumlar kullanması sayesinde
taze ve oldukça verimli ürünler de elde ediyor. Afrika’nın bu teknoloji imkânlarının
olmamasından da faydalanıyor. Böylelikle İsrail kendi sınırlı su kaynaklarını
kullanmak yerine Afrika’nın çokça zengin su kaynaklarını kullanmayı
hedeflediğini söyleyebiliriz.
Bu yüzden İsrail Maslav
aracılığıyla Kenya, Etiyopya, Ruanda ve Senegal gibi ülkelerle ortaklaşa
gerçekleştirdiği projeler ile yoksullukla mücadele, teknoloji inovasyonu ve
teknoloji ihracatı konusunda Afrika ile ilişkilerini güçlendiriyor. Hatta geri
dönüştürülmüş atık suların kullanımı ile çiçek, sebze ve meyve yetiştirilmesini
sağlayan İsrail, Afrika ülkelerine kırsal kalkınma ve tarım desteği de veriyor.
[14]
SONUÇ
İsrail’in derinden ve
stratejik bir yol izleyerek Afrika’yı kendi çıkarları için kullanmaya çalışması
gözle görülüyor. Bu yüzden geçmiş yıllarda kesilen veya bozulan siyasi
ilişkilerini yeniden tesis etmeye çalışıyor. Böylelikle Afrika ülkelerinden hem
Birleşmiş Milletlerdeki oy çokluklarından yararlanarak Filistin meselesindeki
engelleri kaldıracak hem de Afrika’nın yer altı zenginlerinden faydalanacaktır.
Bu sebeple Afrika ülkeleri ile askeri, siyasi, ekonomik olarak ilişkileri
düzeltmeye çalışıyor. Ancak bazı Afrika ülkeleri ile zaten düzeltti. Çünkü bu
ülkelerle Mashav aracılığıyla projeler yapılıp uygulamaya konuldu. Bugün
Mashav’ın internet sitesine baktığınızda Afrika uygulanan tarımsal projeleri
görürsünüz.
Bununla beraber İsrail
şirketler aracılığıyla Afrika’ya yatırımlar yaparak yer altı kaynaklarından
yararlanmak istediği görülüyor. Çünkü Afrika elmas, altın gibi madenler
bakımından zengin bir ülkedir.
İsrail’in amaçları
bellidir. Afrika’da, Akdeniz’de ve Ortadoğu’da söz sahibi olmaya çalışmak. İsrail,
Afrika konusunda akıllı ve stratejik bir yol izliyor. Bu nedenle dikkatli
olunmalıdır.
[1]
Kubilay Muhammet
Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek
Lisans Öğrencisi, İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca
Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar, Academia.edu’da makaleleri olmak üzere
kendi blogger sitesinde de yazıları vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2]
Fatih Şemsettin Işık, “Yeni Dönemde
İsrail’in Afrika Politikası”, https://www.perspektif.online/tr/jeopolitik/yeni-donemde-israilin-afrika-politikasi.html
, Erişim Tarihi: 14 Nisan 2020
[3]Işık,
“a.g.m.”, https://www.perspektif.online/tr/jeopolitik/yeni-donemde-israilin-afrika-politikasi.html,
Erişim Tarihi: 14 Nisan 2020
[4] Muhammet Emin Esmer, “İsrail’in Afrika Politikasında Uganda’nın Önemi”, İNSAMER, 19.03.2020, s.1
[5] Tuğrul
Oğuzhan Yılmaz, “İsrail’in Yeni Afrika
Politikası”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872,
Erişim Adresi; 13.09.2018
[6] Işık, “a.g.m.”, https://www.perspektif.online/tr/jeopolitik/yeni-donemde-israilin-afrika-politikasi.html, Erişim Tarihi: 14 Nisan 2020
[7]
Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, “İsrail’in Yeni
Afrika Politikası”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872,
Erişim Adresi; 13.09.2018
[8]
Osman Kağan Yücel, “İsrail’in Yeni Afrika
Politikası BAE Üzerinden Yürüyor”, Erişim Adresi; https://www.aa.com.tr/tr/analiz/israil-in-yeni-afrika-politikasi-bae-uzerinden-yuruyor/1738368,
19.02.2020
[9]
Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, “İsrail’in Yeni
Afrika Politikası”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872,
Erişim Adresi; 13.09.2018
[10]
Yılmaz, “a.g.m.”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872,
Erişim Adresi; 13.09.2018
[11] Muhammet Emin Esmer, “İsrail’in Afrika Politikasında Uganda’nın Önemi”, İNSAMER, 19.03.2020, s.1
[12]
Yılmaz, “a.g.m.”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872,
Erişim Adresi; 13.09.2018
[13] Mashav yani İsrail Uluslararası
Kalkınma İşbirliği Ajansı demek. Google’den girdiğimizde hakkında kısmında kısa
tanımı şöyle; “Gelişmekte olan dünyanın geri kalanıyla
İsrail'in kendi hızlı gelişiminin temelini oluşturan bilgi ve teknolojileri
paylaşmak amacıyla 1957'nin sonlarında başlatıldı.
1948'de bağımsızlığa kavuştuktan sonra,
bilimsel araştırma ve teknolojik gelişme, ülkenin modern bir devlet haline
gelmesi için yeniden inşa edilmesinde kilit faktörlerdi. Büyüyen bir
ülkenin kıt doğal kaynakları olan zorluklarını karşılamak için yeni ve
yenilikçi teknolojiler geliştirilmiştir.”
[14]
Yılmaz, “a.g.m.”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israilin-yeni-afrika-politikasi/1253872,
Erişim Adresi; 13.09.2018
Kubilay Muhammet Özdemir
TARİH BİLİM UZMANI VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER UZMANI KUBİLAY MUHAMMET ÖZDEMİR
at
Mayıs 28, 2020
Hiç yorum yok:
17 Mayıs 2020 Pazar
TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDAKİ EGE SORUNU
Kubilay
Muhammet Özdemir[1]
Yunanistan’ın
son zamanlardaki işgalci tavırlarını hem Ege’de hem de Akdeniz’de görüyoruz.
Libya’da çıkan iç
karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya’ya ait 39.000 Km2
deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye’yi Doğu
Akdeniz’de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve
İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye’yi Akdeniz’de enerji mücadelesinde
yalnız bırakmaya çalışmaktadır. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından
Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek
Türkiye’nin yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak
ihlalinde bulunmaktadır. Yunanistan burada sadece Türkiye’nin değil aynı
zamanda Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de
hakkını ihlal etmektedir. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km
güneyindeki alanda kendi başına buyruk hareket ederek uluslararası enerji
şirketlerine araştırma lisansı vermektedir.[2]
Tabi tüm bunların yanında bir de Ege Denizini Yunan gölü haline getirme ve
egemenlik hakkı iddia etmektedir.
Türkiye ile Yunanistan
arasında tarihsel husumetlerin günümüze kadar gelmesi tesadüf değildir. Bu
yüzden birçok konuda Yunanistan ile karşı karşıya geliyoruz. Günümüze yakın
anlaşmazlıklara bakarsak eğer Ege sorunları, Kıbrıs sorunu ve Batı Trakya
sorunu olmak üzere üç gruba toplayabiliriz. Ancak bunlardan Ege sorunları olan;
kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası ve adaların silahlandırılması ile
ilgili sorunlar iki ülkeyi sürekli karşı karşıya getiren egemenlik
sorunlarıdır.[3]
Yunanistan sürekli
Ege’de hak iddia etmeye çalışıp kendi aldığı kararlara göre önce deniz milini
3’den 6’ya çıkarttı. Sonra ise mil sayısını 12’ye çıkartmak istedi ancak
Türkiye bunu savaş sebebi sayacağını duyurunca vazgeçmek zorunda kaldı.
Çünkü
Yunan tarafının deniz milini 12’ye çıkarması demek Ege’nin bir Yunan gölü
haline gelmesi ve Türkiye’nin Ege’de hiçbir şekilde söz hakkının olmaması
demektir.
Yunanistan’ın
1960’lardan itibaren yerli ve yabancı birçok petrol şirketine araştırma izni
vererek Ege’deki faaliyetlerini sürdürdü. Türkiye ise anca1 Kasım 1973’de
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na Ege’de araştırma izni verdi ve aynı gün
kendi kıta sahanlığını gösteren bir haritayı resmi gazetede yayınladı. Türkiye
burada 1958 sözleşmesine taraf olmadığını belirterek, kıta sahanlığı
sınırlandırmasını doğal uzantı ilkesine dayanarak Ege denizinin en derin
noktalarından geçen hatta göre belirlediğini ifade etmiştir.[4]
Zaten Türkiye’nin Lozan
Barış Antlaşmasından ve Montrö Boğazlar sözleşmesinden doğan hakları mevcuttur.
Ancak Yunan tarafı bunları çiğnemeye çalışmakla beraber Ege Denizinde kendi
üstünlüğünü kurmaya çalışıyor.
1923’te imzalanan Lozan
Barış Antlaşması Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge oluşturdu.
Silahsızlandırılmış adalar, eşit karasuyu, paylaşılmış kıta sahanlığı ve geniş
açık deniz ilkelerinin korunması her iki tarafında Ege Denizi’nden eşit
şartlarda yararlanmasını sağlamıştır.[5]
Ancak Yunanistan bu
antlaşmalara rağmen Türkiye’nin Ege’deki egemenliğini ihlal etmeye çalışıyor ve
ayrıca Doğu Ege adalarına asker ve silah yığıyor. Yunanistan’ın 1960’da başlayan bu tavrı Türk
makamlarca protesto edilse de Yunanistan bu tarihlerde adaları
silahlandırdığını reddediyordu. Ancak 1970’lere gelindiğinde Türkiye’nin Ege
Ordusunu kurmasını gerekçe göstererek Doğu Ege Adalarını silahlandırmayı açık
bir şekilde devam etti. Ayrıca Yunanistan’ın iddiasına göre 1936 Montrö
Boğazlar Sözleşmesi ile Lozan Barış Antlaşması’nı ortadan kaldırdığını ileri
sürerek Yunanistan kendisinde Limni ve Semadirek adalarını silahlandırma
hakkını görüyor.[6]
“Ancak
Türkiye Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin başlangıç bölümünde bu sözleşmenin Lozan
Barış Antlaşması’nın yerini alacağını belirtmişse de bu sözleşme Türkiye’nin
güvenliği ve boğazlardan serbest geçişinin güvenliği açısından yapılmış olup
Lozan Antlaşması’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olmayan maddeleri
yürürlüktedir.”[7]
Bu yüzden Yunanistan’ın
Ege denizindeki bu girişimleri hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca
Türkiye’nin güvenliğini de tehdit etmektedir. Çünkü Ege Denizi’ndeki
Yunanistan’a ait bazı adalar Türk kıyılarına çok yakındır. Bu adaların
silahlandırılması demek Çanakkale Boğazının serbest geçişinin güvenliğini ve
Türkiye’nin tüm batı kıyılarının Yunan tehtidi altında olması demektir.
Ancak Türkiye son
yıllarda Akdeniz’de var olma mücadelesi vermesine rağmen Ege’deki haklarını da
koruma mücadelesi vererek Mavi Vatan Doktrini ile işgallere karşı aktif
mücadele veriyor.
Yeni
şafak’ın haberine göre;
Türk
Dünyası Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, 100’den fazla STK ile birlikte
hukuken Türkiye’ye ait olan ancak fiilen işgal altındaki 12 Ada, Girit ve Batı
Trakya gibi konuları yargıya taşıma kararı aldı. Derneğe akademik destek veren
İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal, davayı
uluslararası en üst mercilere taşıyacakları bilgisini paylaştı. Doğu Akdeniz ve
Ege’de uluslararası hukuku çiğneyen komşular olduğunu, bunların başında da
Yunanistan’ın geldiğini ifade eden Topsakal, Atina’nın hukuku hiçe sayıp 12
Adalar’a asker çıkardığını söyleyerek şunları belirtti.[8]
“Bu davayı deniz hukukçularımız takip edecek. Avrupa Birliği
(AB), Birleşmiş Milletler’in (BM) yanısıra insan hakları kuruluşlarına kadar bu
davayı götürmeyi düşünüyoruz. Bu dava süreci sadece Türkiye ile sınırlı değil,
ayrıca KKTC’nin de haklarını bu davalara ekledik. Oradaki STK’larla birlikte
hareket edeceğiz. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan’ın da içinde
olduğu Türk Dünyası STK’lar Birliği de bize destek veriyor ve dava sürecini
takip edecek. Aynı şekilde Balkanlar’da da çok büyük bir STK topluluğumuz var.
Balkanlar’daki kardeşlerimiz de sürece dahil olacak. Süreci yakında fiilen
başlatmış olacağız.”[9]
Ege ve Akdeniz’de sıkıntı yaşamak istemiyorsak
ve kıyı sınırlarımızın güvende olmasını arzuluyorsak Türkiye
Cumhuriyeti olarak Lozan ve Montrö Boğazlar Sözleşmesinden doğan haklarımızı
sonuna kadar kullanmalı askeri olduğu kadar da hukuksal olarak da varlığımız
korunmalıdır.
[1]Kubilay Muhammet Özdemir,
İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans
Öğrencisi, İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca
Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar, Academia.edu’da makaleleri olmak üzere
kendi blogger sitesinde de yazıları vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2] Kubilay
Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Doğu
Akdeniz Hamlesi”, Ortadoğu Gazetesi,
22 Aralık 2019
[3] Tayyar
Arı, “Kıta Sahanlığı Sorunu ve Türk-Yunan
İlişkileri”, Uludağ Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, c,13, say:1-2, Mart-Kasım 1992, s.167
[4] Tayyar
Arı, “a.g.m.”, s.169
[5] Mehmet
Kanat, “Küreselleşen Dünya’da Ege
Adalarının Deniz Güvenliği Açısından Türkiye Jeopolitiği İçin Önemi”, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe
ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Coğrafya Anabilim Dalı, Lisans Bitirme
Tezi, Mayıs 2018, s.46
[6] Mehmet
Kanat, “a.g.e.”, s.53
[7] Mehmet
Kanat, “a.g.e.” s.54
[8] Yeni Şafak Gazetesi, “Atina'nın uykuları kaçacak: Girit ve 12 Adanın Türkiye'ye
iadesi için dava açılıyor”, 14 Mayıs 2020
[9] İlyas
Topsakal, “Atina'nın
uykuları kaçacak: Girit ve 12 Adanın Türkiye'ye iadesi için dava açılıyor”, Yeni Şafak Gazetesi, 14 Mayıs 2020
#Türkiye #Adalar #Yunanistan #Ege
11 Mayıs 2020 Pazartesi
TÜRKİYE’NİN KÜRESEL GÜÇLERLE MÜCADELESİ
Kubilay Muhammet Özdemir[1]
Türkler
tarih boyunca irili ufaklı birçok devlet kurup dünyaya yön vermiş büyük bir
millettir. Türk milleti bu yön çerçevesinde çeşitli coğrafyalara göç ederek
buralarda kalıcı olup milletleri her türlü etkilemeyi başarmıştır. Türklerin
4.yüzyılda Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’ya başlattığı göç ile birlikte Batı
şekillenmeye başladı. Büyük Türk Hükümdarı Atilla ile şekillenen Avrupa’da Roma
İmparatorluğu’nun temelleri sarsılmaya başladı. Ayrıca Papanın Atilla’nın
ayaklarına kapanmasını ve tarihler 1071’i gösterdiğinde ise Malazgirt zaferiyle
Alparslan’ın Romen Diyojeni yenmesini, 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in
İstanbul’u fethetmesini Küresel güçler asla unutmadı.
Özellikle Anadolu
topraklarının Türklerin elinde kalmasını bir türlü kendilerine yediremediler.
Hiç şüphesiz ki tarihte büyük değişimlere yol açan diğer Türk devletleri ile de
uğraştılar ancak Türkleri kırma noktası olarak Osmanlı İmparatorluğunun
gerileme süreci ile başlattılar. 1699 Karlofça Antlaşması ile Osmanlı çok büyük
kan kaybına uğradı. Bu Antlaşma ile Osmanlı’nın Orta Avrupa’daki egemenliği
büyük ölçüde sona erdi. Osmanlı Devleti, Batı’da ilk kez bu kadar toprak
kaybetti. Bunun yanında antlaşma ile ilk kez siyasi ve askeri açıdan kaybettik.
Osmanlı, Avrupa’dan geri çekilmeye Avrupa ise saldırıya geçti. Osmanlı 1699’dan
1918 Mondros Antlaşmasına ve 1920 Sevr Antlaşmasının imzalanmasına kadar ki
geçen süre zarfında açık pazar haline geldi ve resmen işgale uğradı. Özellikle
dünyanın kesişme noktası olan Anadolu’dan Türkleri atmak için küresel güçler
büyük oyunlar kurdular. Ancak tarihler 19 Mayıs 1919’u gösterdiğinde Milli
Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal’i hesap edemediler. Küresel güçlerin kurmuş
olduğu ve üzerinde yıllarca çalıştığı tarihi “Şark Planı”nı Mustafa Kemal ve arkadaşları çökertmeyi başardılar. “13
Eylül 1683 Viyana’da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya’da
durdurulmuştur.”[2]
Şark planı ile başlayan 1699 Karlofça Antlaşmasının imzalanmasıyla hızlanan küresel
güçler oyunu çökertilerek Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeni bir devlet olan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tün dünyaya resmen tanıtıldı.
Zor
geçen milli mücadele ve ardından yeni kurulan devletin sancılarına rağmen Türk
Milleti ayakta kalmayı başardı. Yeni Türk devleti benzeri görülmemiş inkılaplar
yaparak çağdaşlaşma yolunda büyük mesafeler katetti. Ancak küresel güçlerin
Anadolu’dan tamamen sökülüp atılması gerekliydi. Böylelikle Mustafa Kemal Atatürk,
ekonomi başta olmak üzere tüm alanlarda millileşme politikası izledi. Ayrıca Mason
localarına kökü dışarıda zararlı faaliyetler diyerek 1935 yılında tüm mason
localarının kapatılması emrini verdi.
Ancak küresel güçler
rahat durmayacaktı. Atatürk’ün ölümünden hemen sonra Anadolu toprakları
üzerindeki kirli emellerini planlamaya başladılar. Özellikle Türkiye’nin
dolaylı yollardan kan kaybetmesi için 1960 darbesi ve sonraki sokak çatışmaları
ile 1980 darbesi yine ardından binlerce insanımızın ölmesine neden olan bölücü
terör ile dini istismar eden örgütlerinin desteklenip Türkiye’nin başına musallat
edilmesi küresel güçlerin Anadolu üzerine kurdukları oyunlardandır. Etnik
kimlik üzerinden çıkarılan çatışmalar, mezhep kavgasının çıkarılmak istenmesi,
ekonomik bunalımlar ve yine çeşitli terör olayları oynanan oyunların diğer
ayağını oluşturmaktaydı. Türkiye dolaylı olarak kan kaybettirilmek isteniyor.
Kendi içinde enerjisinin tüketilip bölge bölge parçalanması hedefleniyordu.
Ancak 2200 yıllık Türk devlet geleneğine sahip Türk milletinin içerisinden
çıkan vatansever evlatları bu oyunları bozmaya çalışıyor ve bu uğurda şehit
oluyordu.
Ancak küresel güçler
Türk devletinin içine sızıntı yerleştirmeye başladı. Vatansever, milliyetçi
kişiler uydurulan gerekçelerle önü kesiliyor yada mahkeme karşısına çıkarılıp
içeriye atılıyordu. Onlardan doğan boşluğa ise küresel güç destekli Fetöcüler
yerleşiyordu. Uzun bir sürecin ardından bu davalardan beraat edenler yani milli
devletin kanadını oluşturanlar ile Fetöcü yapılanma karşı karşıya geldi. Fetö ise
milli kanadı güçlendirmemek için son darbeyi vurmak üzere 15 Temmuz 2016 günü
harekete geçti.
Fakat başarılı olamadı. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk
milleti ve devletin içindeki vatansever asker, polis, istihbarat görevlileri
kısaca tüm birimler vatanı korumak için direnişe geçtiler ve darbe sabaha
karşı bastırıldı. Ancak çok canımız yandı.
251 vatan evladı şehit
oldu. 2194 kişi gazimiz oldu. Küresel güçler Türkiye’ye 1980’den tam 36 yıl
sonra çok büyük bir darbe vurarak parçalayacaktı. Ancak devlet ve millet buna müsaade
etmedi. Tüm bunlardan sonra ardı ardına yapılan terör saldırıları sonucunda
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde birçok insanımız katledildi.
Ancak yinede
yılmadık. Mücadeleden geri durmadık.
Türk Silahlı
Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı ve yargıdan bir sürü ihraçlar ve tutuklamalar
olmasına rağmen Türkiye Küresel güçlere savaş açarak 40 gün sonra “24 Ağustos 2016 sabah dört sularında
Cerablus’dan başlayarak başta DEAŞ olmak terörist unsurları temizlemek amacıyla
“Fırat Kalkanı” adı verilen bir sınır ötesi operasyonunu başlattı. Yine bu
operasyonun devamı niteliğinde DEAŞ, PKK, YPG, PYD gibi terörist unsurları
temizlemek amacıyla 20 Ocak 2018 “Zeytin Dalı Harekatı” yaparak 18 Mart 2018’de
Afrin şehir merkezi Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrolüne geçti. Yine 9 Ekim
2019’da bu sefer “Barış Pınarı Harekatıyla” terörist unsurları kıran bir darbe
vuruldu.”[3]
Artık Türk’ün rahat
etmediği Yurtta ve Cihan’da Sulh olmayacaktı. Türk milleti Küresel güçlere
karşı savunmadan saldırıya geçmişti. Tıpkı 97 yıl önceki milli mücadelenin bir
benzerini farklı zamanlarda farklı mekânlarda ama aynı düşmana karşı yapıyordu.
Küresel güçler yeni bir
dünya düzeni kurarken bütün yöntemleri uygulamakta bazı ülkeler askeri müdahale
ile işgal edilmekte bazı ülkelerde ise iktidarlar renkli devrimlerle
değiştirilmekte idi. Böylelikle bu coğrafyaları kendi çıkarları açısından
yeniden dizayn etmek üzere Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi, Renkli
Devrimler, Arap Baharı diye adlandırdığı projelerle dünyayı savaş alanına
dönüştürdüler.[4]
Çünkü ulus devletlerin
gelişmelerin önünde bir engel olduğu yönündeki düşünceler güçlendikçe, küresel
ideolojiye uygun yeni bir siyasal iktidar ilişkisine yönelik artışlar görüldü.
Dünya Ticaret Örgütü, IMF, G-8 ülkeleri, Bankacılık Sektörü, Uluslararası Borsa
Hareketleri vb. kuruluşlar düzenledikleri seminerler sonunda yayınladıkları
raporlarında küreselleşmenin önündeki en büyük engelin ulus devlet olduğuna
vurgu yapıyorlar. Dünya ekonomisine yön veren ülke ve kuruluşların ulus devleti
gelişmeler önünde en büyük engel olarak görmeleri ulus devletin geleceğinin ne
kadar ciddi tehlikede olduğunu gösteriyordu.[5]
Sonuç
itibariyle; küresel güçlerin ulus devlet olan Türkiye’nin,
bulunduğu coğrafi konumun önemi ve tarihi kindarlıkları sebebiyle günümüzde de
uğraşmaya devam ediyorlar. Ancak bugün Türkiye Cumhuriyeti küresel güçlere
savaş açarak, dünya beşten büyüktür diyerek mazlumların yanında olmaya devam
ediyor ve bugün dünyanın bütün cephelerinde mücadele ediyor.
[1] Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul
Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi,
İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar,
Academia.edu’da makaleleri olmak üzere kendi blooger sitesinde de yazıları
vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2]İsmail Habip Sevük; (d. 1892, Edremit - ö. 17
Ocak 1954, İstanbul), Türk yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, siyasetçi.
Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu'da çıkarılan çeşitli gazetelerde Milli
Mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme aldı. Cumhuriyet döneminin ilk
edebiyat tarihi kitabı olan “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” adlı eserin
yazarıdır[1]. VII. TBMM’de Sinop milletvekili olarak
yer almıştır (1943-1946).
[4] Ünal
Acar, “Küresel Güç Mücadelesi ve
Ulus-Devletin Geleceği”, Mehmet Akif
Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, ISSN 1309-1387, c.11,
Say: 27, Mart 2019
[5] Ünal
Acar,
“a.g.m.”, Mart 2019
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Diğer Yayınlar
-
Osmanlı devleti yani Osmanlıların kendilerine dediği gibi Devlet-i Âliyye’nin yıkılış sebeplerini 2 başlık altında inceleyebiliriz. ...
-
Amerika Birleşik Devletleri’nin Nevada Eyalet Temsilcisi olan Dina Titus’un ABD Temsilciler Meclisi’nin Kurallar Komitesine [1] verdiği ö...
-
Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçuk Bey tarafından yetiştirilmiş iyi asker ve siyasetçilerdir. Askerlik işinde Çağrı Bey, Devlet işinde ise Tu...