17 Mayıs 2020 Pazar

TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDAKİ EGE SORUNU




Kubilay Muhammet Özdemir[1]

Yunanistan’ın son zamanlardaki işgalci tavırlarını hem Ege’de hem de Akdeniz’de görüyoruz.
Libya’da çıkan iç karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya’ya ait 39.000 Km2 deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye’yi Akdeniz’de enerji mücadelesinde yalnız bırakmaya çalışmaktadır. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek Türkiye’nin yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak ihlalinde bulunmaktadır. Yunanistan burada sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakkını ihlal etmektedir. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km güneyindeki alanda kendi başına buyruk hareket ederek uluslararası enerji şirketlerine araştırma lisansı vermektedir.[2] Tabi tüm bunların yanında bir de Ege Denizini Yunan gölü haline getirme ve egemenlik hakkı iddia etmektedir.

Türkiye ile Yunanistan arasında tarihsel husumetlerin günümüze kadar gelmesi tesadüf değildir. Bu yüzden birçok konuda Yunanistan ile karşı karşıya geliyoruz. Günümüze yakın anlaşmazlıklara bakarsak eğer Ege sorunları, Kıbrıs sorunu ve Batı Trakya sorunu olmak üzere üç gruba toplayabiliriz. Ancak bunlardan Ege sorunları olan; kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası ve adaların silahlandırılması ile ilgili sorunlar iki ülkeyi sürekli karşı karşıya getiren egemenlik sorunlarıdır.[3]
Yunanistan sürekli Ege’de hak iddia etmeye çalışıp kendi aldığı kararlara göre önce deniz milini 3’den 6’ya çıkarttı. Sonra ise mil sayısını 12’ye çıkartmak istedi ancak Türkiye bunu savaş sebebi sayacağını duyurunca vazgeçmek zorunda kaldı. Çünkü Yunan tarafının deniz milini 12’ye çıkarması demek Ege’nin bir Yunan gölü haline gelmesi ve Türkiye’nin Ege’de hiçbir şekilde söz hakkının olmaması demektir.

Yunanistan’ın 1960’lardan itibaren yerli ve yabancı birçok petrol şirketine araştırma izni vererek Ege’deki faaliyetlerini sürdürdü. Türkiye ise anca1 Kasım 1973’de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na Ege’de araştırma izni verdi ve aynı gün kendi kıta sahanlığını gösteren bir haritayı resmi gazetede yayınladı. Türkiye burada 1958 sözleşmesine taraf olmadığını belirterek, kıta sahanlığı sınırlandırmasını doğal uzantı ilkesine dayanarak Ege denizinin en derin noktalarından geçen hatta göre belirlediğini ifade etmiştir.[4]

Zaten Türkiye’nin Lozan Barış Antlaşmasından ve Montrö Boğazlar sözleşmesinden doğan hakları mevcuttur. Ancak Yunan tarafı bunları çiğnemeye çalışmakla beraber Ege Denizinde kendi üstünlüğünü kurmaya çalışıyor.
1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge oluşturdu. Silahsızlandırılmış adalar, eşit karasuyu, paylaşılmış kıta sahanlığı ve geniş açık deniz ilkelerinin korunması her iki tarafında Ege Denizi’nden eşit şartlarda yararlanmasını sağlamıştır.[5] 

Ancak Yunanistan bu antlaşmalara rağmen Türkiye’nin Ege’deki egemenliğini ihlal etmeye çalışıyor ve ayrıca Doğu Ege adalarına asker ve silah yığıyor.  Yunanistan’ın 1960’da başlayan bu tavrı Türk makamlarca protesto edilse de Yunanistan bu tarihlerde adaları silahlandırdığını reddediyordu. Ancak 1970’lere gelindiğinde Türkiye’nin Ege Ordusunu kurmasını gerekçe göstererek Doğu Ege Adalarını silahlandırmayı açık bir şekilde devam etti. Ayrıca Yunanistan’ın iddiasına göre 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Lozan Barış Antlaşması’nı ortadan kaldırdığını ileri sürerek Yunanistan kendisinde Limni ve Semadirek adalarını silahlandırma hakkını görüyor.[6]

“Ancak Türkiye Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin başlangıç bölümünde bu sözleşmenin Lozan Barış Antlaşması’nın yerini alacağını belirtmişse de bu sözleşme Türkiye’nin güvenliği ve boğazlardan serbest geçişinin güvenliği açısından yapılmış olup Lozan Antlaşması’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olmayan maddeleri yürürlüktedir.”[7]

Bu yüzden Yunanistan’ın Ege denizindeki bu girişimleri hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca Türkiye’nin güvenliğini de tehdit etmektedir. Çünkü Ege Denizi’ndeki Yunanistan’a ait bazı adalar Türk kıyılarına çok yakındır. Bu adaların silahlandırılması demek Çanakkale Boğazının serbest geçişinin güvenliğini ve Türkiye’nin tüm batı kıyılarının Yunan tehtidi altında olması demektir. 
Ancak Türkiye son yıllarda Akdeniz’de var olma mücadelesi vermesine rağmen Ege’deki haklarını da koruma mücadelesi vererek Mavi Vatan Doktrini ile işgallere karşı aktif mücadele veriyor.

Yeni şafak’ın haberine göre;
 Türk Dünyası Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, 100’den fazla STK ile birlikte hukuken Türkiye’ye ait olan ancak fiilen işgal altındaki 12 Ada, Girit ve Batı Trakya gibi konuları yargıya taşıma kararı aldı. Derneğe akademik destek veren İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal, davayı uluslararası en üst mercilere taşıyacakları bilgisini paylaştı. Doğu Akdeniz ve Ege’de uluslararası hukuku çiğneyen komşular olduğunu, bunların başında da Yunanistan’ın geldiğini ifade eden Topsakal, Atina’nın hukuku hiçe sayıp 12 Adalar’a asker çıkardığını söyleyerek şunları belirtti.[8]
Bu davayı deniz hukukçularımız takip edecek. Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletler’in (BM) yanısıra insan hakları kuruluşlarına kadar bu davayı götürmeyi düşünüyoruz. Bu dava süreci sadece Türkiye ile sınırlı değil, ayrıca KKTC’nin de haklarını bu davalara ekledik. Oradaki STK’larla birlikte hareket edeceğiz. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan’ın da içinde olduğu Türk Dünyası STK’lar Birliği de bize destek veriyor ve dava sürecini takip edecek. Aynı şekilde Balkanlar’da da çok büyük bir STK topluluğumuz var. Balkanlar’daki kardeşlerimiz de sürece dahil olacak. Süreci yakında fiilen başlatmış olacağız.”[9]

Ege ve Akdeniz’de sıkıntı yaşamak istemiyorsak ve kıyı sınırlarımızın güvende olmasını arzuluyorsak Türkiye Cumhuriyeti olarak Lozan ve Montrö Boğazlar Sözleşmesinden doğan haklarımızı sonuna kadar kullanmalı askeri olduğu kadar da hukuksal olarak da varlığımız korunmalıdır.





[1]Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
Kısaca Tanıtım; öğretmen ve tarihçi yazar, Academia.edu’da makaleleri olmak üzere kendi blogger sitesinde de yazıları vardır. https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/
[2] Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hamlesi”, Ortadoğu Gazetesi, 22 Aralık 2019
[3] Tayyar Arı, “Kıta Sahanlığı Sorunu ve Türk-Yunan İlişkileri”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,  c,13, say:1-2, Mart-Kasım 1992, s.167
[4] Tayyar Arı, “a.g.m.”, s.169
[5] Mehmet Kanat, “Küreselleşen Dünya’da Ege Adalarının Deniz Güvenliği Açısından Türkiye Jeopolitiği İçin Önemi”, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Coğrafya Anabilim Dalı, Lisans Bitirme Tezi, Mayıs 2018, s.46
[6] Mehmet Kanat, “a.g.e.”, s.53
[7] Mehmet Kanat, “a.g.e.” s.54

[8] Yeni Şafak Gazetesi, Atina'nın uykuları kaçacak: Girit ve 12 Adanın Türkiye'ye iadesi için dava açılıyor”, 14 Mayıs 2020

[9] İlyas Topsakal, Atina'nın uykuları kaçacak: Girit ve 12 Adanın Türkiye'ye iadesi için dava açılıyor”, Yeni Şafak Gazetesi, 14 Mayıs 2020


#Türkiye #Adalar #Yunanistan #Ege





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Diğer Yayınlar