9 Nisan 2020 Perşembe

DÜNYA’DA YENİ YÜKSELEN KÜRESEL GÜÇ; BRICS



2001’de ünlü yatırım bankası Goldman Sachs’ın Britanyalı iktisatçısı Jim O’Neill tarafından yazılan raporda ‘’Yükselen Ekonomiler’’ Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin ülkelerinin baş harflerine atfen BRIC bloğunu gündeme getirmiştir. Daha sonra 2010 yılında ise Güney Afrika BRIC’e katılarak bu grubun adının BRICS olmasını sağlamıştır. Bu blok düzenli toplantılar ile dünyaya yeni ekonomik, siyasal ve kültürel vizyonlar sunmaya başlamıştır.[1]



BRICS terimi; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın ekonomilerini kast etmek için kullanılan bir terim haline gelmiştir. BRICS bu ülkelerin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşmuştur. 2009'dan itibaren devlet başkanları seviyesinde her yıl toplanan ülkeler siyasi bir diyalog kurma hedefi gütmişlerdir. 2014'te ise BRICS çatısı altında Yeni Kalkınma Bankası'nın (NDB) temelleri atıldı. Bu sayede ülkeler ABD ve Avrupa'nın hükmündeki Uluslararası Para Fonu'na (IMF) rakip bir kurum oluşturmuş oldu. 50 milyar dolarlık bir sermayeye sahip banka, dünyanın en büyük çok taraflı kurumlarından biri haline geldi.[2] Bankanın başkanlığı ise beş yıllık bir süre için Hindistan’a bırakıldı. Her ülke, Maliye Bakanı’nı ya da Merkez Bankası başkanını bu bankaya temsilci olarak gönderecek. Kuruluşundan altı yıl sonra ortak bir banka kurma gücüne kavuşan BRICS ülkeleri, birçok konuda da işbirliği içerisinde olacak gibi görülüyor.

BRICS ülkeleri dünya ekonomisinin yaklaşık beşte birini oluşturmaktadır. Ayrıca üye ülkelerin nüfusu dünya nüfusunun yüzde 40'ını yani 2,9 milyar insandan oluşmaktadır.        Bununla birlikte uluslararası grubun üye devletleri dünyadaki maden rezervinin de % 60’ına sahiptir. Tahıl ürünlerinin yüzde 40’ını da bu ülkeler üretmekte ve dünyanın erzak deposu konumuna yükselmişlerdir.
BRICS, ekonomik işbirliği gücü olarak, son 10 yıldır dünyada. Ama tek kutuplu Batı hegemonyasındaki dünya düzenine karşı, alternatif bir grup sinyali de veriyor. BRICS, dünya düzenine çok kutuplu bir dünya inşa etmenin de ilk adımı olarak görülüyor.


BRICS'i oluşturan 5 ülke, küresel politikada da önemli aktörler. Hindistan eski başbakanı BRICS'in sadece ekonomik işbirliğini öncelemediğini, aynı zamanda küresel ve bölgesel sorunlara çözümler sunacağını dile getiren ilk lider olmuştu. BRICS'in 2013'de Güney Afrika'nın Durban kentinde gerçekleştirdiği zirvede, bünyesinde bir düşünce kuruluşu oluşturulması, BRICS'in oynayacağı siyasi rolün ilk kanıtıydı. Afrika'da çatışma kaynaklı sorunların çözümü için, BRICS ülkelerinin benzer tavırları benimsediği söylenebilir. Mesela, Güney Sudan'daki iç savaşın çözüme kavuşturulması için, birliğin tüm ülkeleri aynı tavrı gösterdi ve taraflar arasında arabuluculuk rolü üstlendi. Benzer bir durum, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki siyasi krizin çözülmesinde de izlendi. BRICS'in diğer birliklerden ayrılan bir başka yönü ise üç kuzey, iki güney devletini birleştirmesidir. Yani bir bakıma, ABD ve Avrupa ülkelerinin küresel hakimiyetine karşı, kuzey ve güneyin birleşmesi gibi görülebilir. Bu birlik, küresel sorunlara tek bloklu bir çözüm yerine, çok yönlü çözümlerin sunulmasını benimsiyor.[3]
TÜRKİYE ve BRICS
2018’de Güney Afrika’da gerçekleşen BRICS’in liderler toplantısına Türkiye özel davetli olarak katıldı. Çünkü Türkiye dünyada iki kutuplu bloktan kendisini sıyırmaya çalışıyor. Bu sebeple hep “Dünya Beşten Büyüktür” görüşünü her platform da dile getiriyor. Bu sebeple Türkiye'nin doğu ve güneyde etkili olabilmesi için BRICS'e ihtiyacı olduğu gibi, BRICS'in de siyasi yaklaşımlarında Türkiye'ye ihtiyacı var. Türkiye, BRICS'in Ortadoğu ve Avrupa'ya açılan kapısı olabilir. BRICS ülkelerinin Türkiye ile işbirlikleri, ekonomik kazanımların yanı sıra, siyasi, sosyal, kültürel ve güvenlik kazanımlarını da beraberinde getirecektir. ABD ve Avrupa'ya karşı çok kutuplu bir yaklaşım, Türkiye ile daha da güçlenecektir. BRICS-Türkiye zirvesi ile bir milyarı aşkın Müslüman nüfus ile sosyal ve kültürel iletişimi daha canlı kılacaktır. Türkiye güvenlik noktasında Ortadoğu coğrafyasında deneyimli bir ülke konumundadır. Özellikle Çin ve Hindistan bu deneyimden faydalanabilecek; kendi ülkelerindeki krizlerinin aşılmasında, Türkiye'nin desteğini yanlarında bulacaktır.
ABD başkanı Trump’ın hem kendi müttefikleri hem de yükselen güçler ile yaşadığı ticaret savaşları küresel sisteme zarar vermektedir. Böyle bir süreçte BRICS değerini artırmaktadır. Gözden kaçırılmaması gereken şey ise olayın batı karşıtlığı ile sınırlandırılmamasıdır. BRICS bloğunun kendi içindeki etkileşimi gün geçtikçe artarken alternatif bir dünya sunmak için geçmiş birikimini kullanıp bize nasıl bir dünya sunacağını göreceğiz. BRICS’in gösterdiği şaşırtıcı ekonomik gelişmenin beraberinde getirdiği ideolojik, politik ve sosyal alternatiflerin güçlü potansiyelini yok saymak, detaylarda boğulup büyük resmi görememek anlamına gelir.[4]

Türkiye iki kutuplu bloktan kurtulmaya çalışan bir ülke durumundadır. Sadece Amerika yada Rusya arasında bir mekik dokuma siyasetinden çok dünyaya açılma siyaseti izlemek istiyor. Bu yüzden dünya üzerindeki bütün devletlerle temasa geçmek ve iyi ilişkiler kurmak istiyor. Ancak dünyanın küresel siyaseti buna imkan tanımıyor. Bu yüzden Türkiye dünya üzerinde gelişen küresel siyaset ve farklı bloklarda kendisine yer açmaya çalışıyor.

Bu yüzden Türkiye başta karşısına çıkan fırsatları değerlendirip ayrıca kendisi küresel siyasetini de oluşturmalı ve alt yapı çalışmalarını hazırlamalıdır. 
Burada önemli olan alternatif dünyaların ortaya çıktığı bir dünyada Türkiye’nin kendisini nasıl konumlandıracağı ve nasıl bir siyaset izleyeceğidir.





[1] Umur Tugay Yücel, “Türkiye’nin Küresel Vizyonu: Yeni Dünya’nın Öncüsü BRICS”, https://www.diplomatikstrateji.com/turkiyenin-kuresel-vizyonu-yeni-dunyanin-oncusu-brics/, 2019
Yalçın Ademoğlu, “Brıcs Neyi Hedefliyor, Hala Bir Anlam İfade Ediyor Mu?”,  https://tr.euronews.com/2019/11/14/brics-neyi-hedefliyor-hala-bir-anlam-ifade-ediyor-mu, Brezilya, 2019


[4] Umur Tugay Yücel, “Türkiye’nin Küresel Vizyonu: Yeni Dünya’nın Öncüsü BRICS”, https://www.diplomatikstrateji.com/turkiyenin-kuresel-vizyonu-yeni-dunyanin-oncusu-brics/, 2019


1 Mart 2020 Pazar

SURİYE HAREKATI




Perşembe gecesi askerlerimizin bulunduğu bölgeye hava saldırı yapıldı ve bu saldırıda 34 askerimiz şehit düştü. Birçokta yaralımız var. Bu saldırı Türk askerine bilerek isteyerek yapıldı. Türk askerinin Suriye’de etkinliğini yok etmek ve Türk milletine gözdağı vermek amacıyla Rusya destekli bir hava saldırı yapıldığını düşünüyorum.

Bu düşüncelerimi Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar şu sözleriyle desteklediğini görüyorum; “ Birliklerimizin bulunduğu yerler önceden Rusya Federasyonu'nun sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu saldırı gerçekleştirilmiş, ilk atışa müteakip bir kez daha uyarı yapılmasına rağmen maalesef saldırı devam etmiştir. Bu hava saldırıları sırasında ambulanslar dahi vurulmuştur. Ayrıca bu saldırı sırasında birliklerimizin etrafında hiçbir silahlı grubun da bulunmadığını burada belirtmek isterim” dedi.
Saldırının olduğu anın ilk dakikalarından itibaren Beştepe’de kritik güvenlik zirvesi yapıldı ve zirve 6 saat sürdü.

Alınan kararda; “ Zirvede, Esed rejiminin yüz binlerce Suriyeli'nin ölümünden sorumlu olduğu vurgulanarak, namlusunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatlerini korumak üzere görev yapan askerlerimize doğrultan gayrı meşru rejime misliyle mukabele edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda hava ve kara ateş destek unsurlarımızla rejimin bilinen tüm hedefleri ateş altına alınmıştır, alınmaya devam etmektedir. Bu vesileyle rejimin işlediği insanlığa karşı suçların durdurulması amacıyla Astana Süreci'nin tarafları başta olmak üzere tüm uluslararası toplumu üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyoruz. Geçmişte Ruanda'da, Bosna Hersek'te yaşananların bugün İdlib'de tekrarlanmasına seyirci kalınamaz; kalınmayacaktır. Kahraman askerlerimizin kanı yerde bırakılmayacaktır. Suriye sahasında devam eden faaliyetlerimiz, bayrağımıza uzatılan eller kırılana dek sürecektir” denildi.

Ayrıca bütün sınır kapıları göçmenlere açıldı. Bunun sonunca göçmenler sınırlara akın etti. Avrupa ise sınır kapıları açılınca ancak Suriye’de bir insanlık dramının olduğunu anladılar. Bunun yanında güvenlik zirvesinde alınan kararlar neticesinde Türk askeri tüm hedefleri vurmaya başladı. Türk askeri İdlib’te son 24 saattir savaş tarihinin ilk sürü SİHA HAVA HAREKATINI düzenledi. Bu harekat “DÜNYA SAVAŞ LİTERATÜRÜNE” geçti.

Bu harekatlarla Suriye’nin Kuveyris Hava Üssü vuruldu. Suriye rejimi bunun üzerine savaş uçaklarını Türkiye’nin sınır hattından daha uzaktaki hava üslerine çekmeye başladı. Bunun yanında Hizbullah komuta toplantısı vuruldu. Bazı subaylar burada öldürüldü. Yine SİHA saldırısında Esed rejiminin üst düzey askeri yetkilileri Tuğgeneral Burhan Rahmun, Tuğgeneral İsmail Ali ve Albay Mazen Fervati öldürüldü. Tabi iş bunlarla kalmadı. Birçok hedef imha edildi. Bu hedeflerin imhası sonucunda 2100 Suriye askeri öldürüldü. Bununla beraber 94 tank, 37 obüs topu, 28 çok namlunu roket atar, 17 zıhlı aracın bulunduğu 300’e yakın araç gereç imha edildi. Ayrıca uçak pistleri, silah mühimmat depoları, hava savunma sistemleri, uçak hangarları, kimyasal üretim tesisleri gibi pek çok yerde SİHA ve TOPÇU ATIŞLARIYLA vurulup tahrip ve imha edildi.

Şunu da hemen belirtmem gerekir ki; SİHA ile Rus yapımı hava savunma sistemi üstelik radarları açıkken maliyeti de 15 Milyon $ olan ve az sayıdaki ülkelerin askeri envanterinde bulunan Pantsir S-1 yine SİHA’larımız tarafından vuruldu. Bu olayda yine Türk ve dünya tarihine geçecek bir hareket oldu. Yine Rus yapımı olan SA-17’de SİHA operasyonuyla vuruldu.
Tüm bu operasyonlar Suriye’de olurken ve şehitlerimizin acısını yaşarken fırsat bu fırsat diyerek başka planlar peşinde olanlara da Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı ortaklaşa yaptığı operasyonlarla gereken dersleri verdi.

Irak’ın Kuzeyinde Metina ve Gara bölgelerinde eylem hazırlığı yapan 6 PKK’lı terörist hava destekli operasyonlarla imha edildi. Yine Libya’da Hafter ve destekçileri fırsattan istifade temas hatlarında TSK ve UMH güçlerine saldırı başlattı. Ancak SİHA ve Topçu atışlarıyla ağır darbe yediler.

Sonuç olarak Türkiye birisi düşük yoğunluklu olmak üzere iki aktif cephede aynı anda başarıyla mücadele ediyor. Türk milleti ise her zamanki gibi vatanı için tek yürek olmuş ve askerine her koşul ve şartta sahip çıkıyor.

İSLAMIN SON ORDUSU OLAN MEHMETÇİK, TÜRK MİLLETİ SİZİNLEDİR…
ALLAH YARDIMCINIZ OLSUN…
                                                                                        Şuan Operasyonlar Devam ediyor…

27 Ekim 2019 Pazar

BARIŞ PINARI HAREKATI




Barış Pınarı Harekatı, Dünya’ya rağmen Türkiye’nin yaptığı bir operasyondur. 
Çünkü bu operasyonun yapılmaması için içten ve dıştan birçok tepki geldi. İçimizdeki tepkileri verenler; PKK’ya terör örgütü diyemeyenler ya da iktidara düşmanlık yapacağım diye Türkiye’nin aleyhine olan her şeyde rol olanlardır. Hatta Türkiye’nin, Suriye’de işgalci olduğunu dile getirecek kadar hainleşmişlerdir.

Ancak Türkiye’ye yapılan terör eylemlerini görmeyip Amerika’nın teröristlere 3000 tır silah göndermesine ses çıkarmayıp, askerimizin, polisimizin ve sivil vatandaşlarımızın teröristlerin yaptığı eylemler sonucu şehit edilmesini göz ardı edip tepki vermemesinin tek bir açıklaması vardır. Bunlar Türkiye’nin ve Türk Milletinin düşmanıdırlar.

Dışarıdan gelen tepkilere gelince onlara zaten alıştık. Karşılarında “ŞAHİN” bir Türkiye görmemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Suriye’de, Irak’ta, Vietnam’da, Somali’de ve dünyanın birçok Afrika ülkesini sömürüp oradaki yerli halka etmediği eziyeti bırakmayanlar bugün Türkiye’ye, “Suriye’de ne işiniz var?” diye soruyor. Üstelik Türkiye’yi işgalci ve sivil katliamı yapmakla suçluyor. İşte Batı’nın yüzsüzlüğünü görüyorsunuz. Amerika’nın Irak’ta yaptıkları, Somali’de, Vietnam’da yaptıkları rezillikler ortadayken, Fransa’nın Cezayir, Tunus, Gine, Gabon, Senegal, Kamerun ve diğer birçok Afrika ülkesini sömürüp yerli halkına ne tür insanlık dışı işkenceler ve soykırımlar yaptıkları tarihin notlarında var. Bunun yanında birkaç Avrupa ülkesi de dünyayı sömürgeleştirmeye çalıştı. Bu ülkeleri ve sömürdükleri yerleri yazmaya kalkarsam yazım bayağı bir uzun olacağı için şimdilik bu konuyu burada kapatıyorum.

Türkiye’nin bölgesel güç olma yolunda attığı adımlar neticesinde başta ABD ve AB ülkeleri çok rahatsız oldu. Bu yüzden Türkiye’yi askeri ve diplomatik alanda sürekli sıkıştırmak ekonomik olarak yaptırımlar uygulamak ve teröristleri korumak gibi yöntemleri uygulamaya koymaya çalıştılar. Ancak Türkiye bu oyunların hepsini bozdu.
Türk Milletinin kararlılığıyla,  Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Cumhurbaşkanının birlikte hareket etmesiyle diplomatik manevralar yapılarak birçok badire atlatıldı.
Böylelikle Sınır güvenliğimizin sağlanması, mültecilerin tekrar Suriye’ye geri gönderilmesi için güvenli bölge koridorunun oluşturulması konusunda kararlılığı sürdüren Türkiye, Barış Pınarı Harekatını başlattı. İlk zamanlar Türkiye’nin başarılı olamayacağını zanneden ABD ve AB ülkeleri bu operasyonlara fazla ses çıkarmadılar. Türkiye’nin operasyonuna destek vermeyeceklerini açıklamakla yetindiler. Ancak Türk Ordusu kısa sürede birçok bölgeyi temizleyip teröristleri hem havadan hem karadan imha etmeye başlayınca ABD ve AB ülkeleri tavırlarını değiştirip Cumhurbaşkanımızı aramaya başladılar. Yakın zamanda da ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanıyla görüşme yaptılar.

Bu görüşme sonucu Barış Pınarı Harekatına ara verildi. Türkiye şuan istediklerini aldı. 13 maddelik bir bildiri yayınlandı. Bu bildiriye göre teröristler 5 gün içinde güvenli bölge dışına çıkacak ve güvenli bölgenin kontrolü Türk Silahlı Kuvvetlerinde olacak. Ayrıca ABD yaptırım uygulamayacak. 

Ancak şu konudaki endişemi de belirtmek isterim ki; ABD Başkanı bir dediği bir dediğini tutmayan ve dengesizce açıklamalar yapan birisi onun için ona güvenmiyorum. Muhtemelen Devletimiz de Trump’a en az benim kadar güvenmiyordur. Ancak ben yine uyarımı yapmak istiyorum. Dikkatli olmak gerekli diye düşünüyorum. Her ne kadar Cumhurbaşkanı gerekli uyarıları yaptı. “Eğer verilen söz tutulmazsa 120 saatin sonunda hemen kaldığımız yerden devam ederiz operasyonlara” diye uyarıda bulunsa da biz yine de “B” ve “C” planlarımızı şöyle kenarda hazırda tutalım.

Çünkü bizim dostumuz az düşmanımız çok; Harekat başladıktan sonra bize ilk destek veren ülkeler; Azerbaycan, Kuzey Makedonya, Pakistan, Sırbistan, Macaristan, İspanya, Katar, KKTC ve Türk konseyinde yayınlanan bildiriyle Türk Devletleri bize destek verdiler.
Destek vermeyenler ise; Suudi Arabistan, ABD, İsveç, Almanya, Fransa, Hollanda, Mısır, Kanada, Danimarka, İran, Finlandiya’dır. Tabi birde bunun yanında tarihte olduğu gibi bir de Arap ihaneti var. Mısır’ın çağırısıyla Arap Birliği toplantısı yapılarak Barış Pınarı Harekatı kınandı. Cumhurbaşkanı da “sizin topunuz bir araya gelseniz zaten bir tane Türkiye etmezsiniz” diyerek alınan bu karara sert tepki gösterdi.

Türk devleti ve milleti Araplara o kadar yardım yapmışken ve Araplar kendi ırklarından olan Suriyelileri ülkelerine almayıp onlar için mücadele etmezken Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli misafir edip 40 milyar dolar harcadı. El insaf be kardeşim zamanında Osmanlı’yı sattınız ne oldu? O gün bu gündür Arap ülkeleri perişan halde kiminiz halen bazı Batılı ülkelerin sömürgesi altındasınız kiminiz de oyuncağı olmuşsunuz. Tarihten ders çıkarmayıp bugün de Türkiye’ye ihanet ediyorsunuz. Osmanlı’ya ihanetinizin sonucunu hâlâ öderken neden tarihten ders çıkarmıyorsunuz?
Kendi düşen ağlamaz Türk Devleti yıkıldı denildiği zaman küllerinden doğdu. Türk Milleti yok oldu denildiği zaman varlığını muhafaza etmeyi başardı. Bugün bunu yine yapar ancak siz yaptınız ihanetle onun bunun kuklası olup kişiliğinizi, şerefinizi Batı’nın insafına terk edersiniz.

Sonuç olarak Türk Devleti hakkını kullanıp kendini koruma refleksini kullanıp operasyonunu yaptı. Türk Milleti Türk ordusuna büyük destek verdi. Bunun sonucunda ABD’den istediğini aldı. Şimdilik harekata ara verildi.
Bakalım Salı günü süre dolunca ne olacak? Ancak şundan eminim ki Türkiye’nin de Türk Milleti’nin de sabrı aşırı taştı. Bu yüzden “azdan az çoktan çok gider” diyerek gemileri yakarsa o zaman dünya görsün “Türk’e kefen biçenin sonunu”



30 Temmuz 2019 Salı

SİZİN GİBİ AYDININ 7’DEN 70’ŞİNİ AYM SKANDAL KARARI




1100 Sözde Akademisyen Terör Örgütüne sahip çıkılan, devletimizin yaptığı terörle mücadelesini sanki devlet doğuda sözde katliam yapıyormuş gibi gösteren bir bildiri yayınlayıp altına imza attılar. Bu bildiri ile Devletimize resmen katil diyen sözde akademisyenlerden 9’u ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği gerekçesi ile Anayasa Mahkemesine başvurdular.

Anayasa Mahkemesi de skandal bir karara imza atıp hak ihlali vardır diyerek kararını açıkladı. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Başkanı da kilit rol oynayıp burada skandal bir karar vermiştir. Bu kararıyla Devletimizi zan altında bırakmış, kahraman Mehmetçiğimizin ve polislerimizin yaptıkları operasyonların meşruluğuna gölge düşürmüş sözde bildiriye imza atanları haklı konumuna getirmiştir.

793 güvenlik görevlimizin ve 314 sivil vatandaşımızın şehit olduğu bu operasyonlarda bu karar şehitlerimize ve 4 binin üzerindeki yaralanıp gazi olan güvenlik görevlilerimize hakarettir. Ruhlarını İncitmektir. Milli vicdanları sızlatmaktır.
Ayrıca verilen bu karar devletimizi uluslararası arenada da güç duruma düşürebilir. Yarın öbür gün uluslararası bilmemne kuruluşundan gelip burnunu bizim içişlerimize sokmaya meraklı kişiler “yargınız böyle karar verdi siz neden hâlâ akademisyenleri içeride tutuyorsunuz” diyebilir.

Bu yüzden şu süreçte infiale gelmeden akıllı bir şekilde adımlar atılmalıdır. Vatansever yargı mensupları ise seyirci kalmayıp bu olaya el atmalıdır. Türkiye haklı olduğu davasındaki itibarı zedelenmemelidir. Meşru haklarını kullanarak yaptıkları operasyonların meşruluğuna halel getirilmemelidir. O operasyonlarda can vermiş şehitlerimizin ruhları incitilmemelidir. Türk Milletinin vicdanı da sızlatılmamalıdır.
Son söz olarak lafımı sözde aydın geçinen bu kişilere Rahmetli Ozan Arif’in şu dizeleriyle seslenip yazımı tamamlamak istiyorum.

Sahte aydın gömleği giyenler kulak versin
Özür denen şu haltı yiyenler kulak versin
‘Hepimiz Ermeni’yiz’ diyenler kulak versin
Rüzgâra karşı yaptı alayınız çişini,
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bana bakın Türk’e diş bileyen özürlüler
Ermeni’den özür dileyen özürlüler
Size ‘aydın’ diyorlar dalayan özürlüler
Köpek bile göstermez sahibine dişini!
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Kiminiz profesör, kiminiz yazarsınız
Türk ekmeği yersiniz, yedikçe azarsınız
Arkasından her türlü kuyuyu kazarsınız
Yeter artık bırakın bu milletin peşini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Bu özürden gayeniz, çıbanı uçlandırmak
Güya Türk’ün ağzıyla Türk’leri suçlandırmak
Ermeni’ye koz verip tezini güçlendirmek
Kaç dolara kestiniz bu özürün fişini?
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...


Her biriniz Nobellik bir Orhan Pamuk’sunuz
Ve hatta bana göre ondan da yamuksunuz
Türk’ün canı yanarken gözleri yumuksunuz
Kör olur görmezsiniz Ermeni tepişini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

1915’den dem vurmayın hiç bana
Vurursanız buyurun, söyleyin Erivan’a
Açalım arşivleri her şey çıksın meydana
Kim soykırım yaptıysa, kim soykırım ettiyse, edeni etmişini...
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

1915’de köyleri basan kimdi?
Yaşlı ve kadınları iplerle asan kimdi?
Kundakta bebeklerin başını kesen kimdi?
Konuşalım tarihin gelmişi gitmişini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...
Dünyanın her yerinde puşt pusular kuruldu
Büyükelçi, Konsolos, Ataşeler vuruldu
Ne bir özür dilendi ne hâl hatır soruldu
Ermeni yapmadı mı terörün müthişini?
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Soruyorum Taşnak ne? Ne iş yapar Asala?
Asala dedim miydi başlarsınız masala
Bakın beyler bu işler sizi aşan mesele
Haddinizi aşmayın, herkes yapsın işini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Plan dedim kızdınız, işte siz plansınız!
Yıllardır koynumuzda beslenen yılansınız
Tehcirde gidenlerden geriye kalansınız
O yüzden biliyorum karnınızın şişini
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...

Meşhur atasözüdür domuz gönü post olmaz!
Ermeni’den dost olur ama sizden dost olmaz!
Bir ülkede ihanet bu kadar serbest olmaz!
Ozan Arif bulmak zor, Türkiye’nin eşini!
Sizin gibi aydının yediden yetmişini...





20 Temmuz 2019 Cumartesi

CUMHURBAŞKANINDAN BÜYÜK DEVLET MESAJI




Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz’un üçüncü yıl dönümünde konuşmasını bitirdikten sonra arkasında 16 Büyük Türk Devleti’ni simgeleyen askerlerin ellerine tek tek dokunarak aslında dünyaya bir mesaj verdi.

Tamda S400’lerin Türkiye’ye gelmesiyle ABD’nin yaptırım kararı alması, Yunanistan’ın son birkaç aydır küstahça açıklamaları ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin sıkıştırılmaya çalışılmasının ardından 15 Temmuz gibi önemli bir günde bu mesajın verilmesi anlamlıdır.

Cumhurbaşkanı yaptığı bu hareketle kanaatimce; “Ben alelade bir devletin cumhurbaşkanı değilim. Ben 16 büyük devlet kurmuş ve yıkmış, her defasında bu yıkıntılardan da yeni bir devlet kurmayı başarmış bir milletin Cumhurbaşkanıyım. Siz benim devletimi yıkmayı başarsanız bile milletim küllerinden doğar. Yeni bir devlet daha kurar. Çünkü buna kabildir ve muktedirdir.” Anlamı çıkmaktadır.

Dünya var olduğundan bu yana Türklerin hayatı hep mücadeleler ve sıkıntılarla geçmiştir. Ya bağımsız olma arzusu yada zulmü önleme, mazluma yardım edip adaleti yayma ülküsü yüzünden hiç başı beladan kurtulmamıştır. Bu sebeple de tarihte nasıl çileler çektilerse günümüzde de aynı sıkıntıları yaşamaktadırlar.

Özellikle İslam ile şereflendikten sonra daha çok denize daha çok toprağa ilahi mesajı taşıdılar. Dağılmış İslam âleminin koruyuculuğunu yapıp ileriki zamanlarda da sancaktarlık vazifesini üstlendiler.

Gün geldi Selçuklu Devleti tarih sahnesini tamamlayınca ortaya Osmanlı İmparatorluğu çıktı. Fakat Osmanlı’nın da vaktini doldurmasıyla Anadolu yavaş yavaş işgale giden süreci yaşadı. Bu süreçte Osmanlı’nın bütün toprakları kaybedilmekle beraber anavatan dediğimiz Anadolu’nun da dört bir yanı işgale uğradı. Artık Türkler bitti deniliyordu. Anadolu’nun dört bir tarafında cepheler açılmıştı. Ancak vatan evlatları okumuşundan, okumamışına, yaşlısından, gencine, kadınından, erkeğine herkes cepheye koşmuştu. Bu millet yoksul olmasına rağmen elinde avucunda ne varsa cepheye göndermişti. Bitti dedikleri Türk Milleti, Mustafa Kemal liderliğinde başkaldırmış ve düşmanı Anadolu topraklarından söküp atmıştı. Zor olmuştu ama başarmıştı. Küllerinden yeniden doğup yeni devleti Lozan’da tüm dünyaya kabul ettirmişti.

Şimdi ise yıl 2019, Atatürk’ün devrettiği Türkiye Cumhuriyeti hem içeriden hem dışarıdan büyük saldırılara maruz kalıyor. Dün nasıl bizi bitirmek istemişlerse bugünde aynı şekilde bitirmek istiyorlar. Üzerimize her yerden saldırı var. Bunu bilen Cumhurbaşkanı da 15 Temmuz’un üçüncü yıl dönümünde böyle bir mesaj verdi.

7 Temmuz 2019 Pazar

TÜRK’ÜN GÖNÜL COĞRAFYASI



Gönül coğrafyamızın sadece 81 vilayetten olduğunu zannedenler Türk tarihinin ilmi nasibini almamış demektir. Çünkü Türk milleti hiçbir zaman ülkülerine sınır çizmemiş vatan neresidir? Sorulduğunda “Atalarımızın mezar taşlarının olduğu her yerdir” diye cevabını vermiştir.

İşte bugün Karabağ’da, Kosova’da, Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da, Türkistan’da, Afrika’da, Filistin’de ne işimiz varsa neden bizi bu coğrafyalar bu kadar çok ilgilendiriyorsa Suriye ve Irak’ta bulunmamız işte bu dede hakkının miras bıraktığı tarihi bağ sebebiyledir.

Çünkü Türk milleti ve devleti var olup teşkilatlandığından beri gerek İslamiyet öncesi gerek İslamiyet sonrası mazlumların yanında durmayı kendisine ülkü edinmiştir. Yaptığı fetihler karşı durduğu meseleler hep bu ülkülerin eseri sonucudur.
Bizim bugün Afrin’de, El Bab’da veya Başika’da yani Suriye’de ve Irak’ta olma mücadelemiz hem dede hakkının miras bıraktığı tarihi bağ hem de ülkemizin sınırlarında bir yapay terör devleti kurulmasını engellemek ve topraklarımıza sınırdan gelebilecek olan tehlike karşısında meşru müdafaa hakkını kullanabilmek içindir.
Bu yüzden hiçbir Avrupa ya da Arap Devleti, Türkiye’nin buralarda ne işi var diye sorma hakkına sahip değildir. İllaki bir soru sorulması gerekli ise o zaman PKK’nın, PYD’nin, YPG’nin, Amerika’nın, Rusya’nın veya Nato’nun burada ne işi var? Diye sorulmalıdır.
Türkiye’deki Suriyeliler ile ilgili “Suriyeliler Meselesine Tarihi ve Devletçi Bakış” başlıklı makalemde Türkiye’nin; psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasi boyutlarını ve sıkıntılarını detaylı olarak yazdım.

Sonuç olarak devletimizin Suriye’de ve Irak’ta bulunması haklı sebeplere dayalıdır. Fakat Türkiye’deki Suriyeliler politikasının gözden geçirilmesi lazımdır.


3 Temmuz 2019 Çarşamba

SURİYELİLER MESELESİNE TARİHİ VE DEVLETÇİ BAKIŞ




Hiç şüphesiz 2200 yıllık bir devlet geleneğine ve teşkilatına sahip olan bir milletiz. Müslümanlığı kabul ettikten sonra da İslam’a birçok hizmette bulunmuş ve İslam’ın sancaktarlığını yapmaya görevli bir millet olarak tarihe damga vurmuşuz. Halen daha bu damganın izini taşıyoruz. Günümüzde İslam dünyasının sıkıntılarına da Türkiye olarak bu yüzden katlanıyoruz.

Fakat 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dünyaya Milliyetçilik akımının yayılmasıyla beraber İmparatorluklar parçalanmış ve ulus devletler kurulmuştur. Bu parçalanan imparatorluklardan biri de Osmanlı İmparatorluğu’dur.  Osmanlı İmparatorluğu yıkılış aşamasında mecburen uluslaşma sürecine girmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur. Ancak bugün bile İslam’ın bayraktarlığını devam ettirerek mazlum milletlerin umudu olma ve “Muhammed’in Ordusu” olma özelliğini asla kaybetmemiştir.

Ancak Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi çok milletli, çok uluslu, çok dilli bir politika izleyemez. Bu şekilde bir politika izlerse içinden çıkılamayacak derecede vahim psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.

Örneğin; Suriyeli Mülteciler Meselesi bir azınlık meselesi olarak bugün değilse bile çok yakın bir zamanda ortaya çıkacak büyük bir probleme doğru sürüklenmektedir. Oysa ki biz, azınlık meselesini 1923’te çözmüştük. Ayrıca Türkiye’nin demografik yapısı ve dolayısıyla toplumsal dokusu ciddi bir değişim ihtimali ile karşı karşıyadır.

Türk devleti ve milleti hiç kuşkusuz bir imparatorluk bakiyesidir. Ancak biz daralan bir imparatorluktan bugünkü sınırlarımıza çekildik. Türklüğün “Yeni Ergenekon’unda” Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk ve ihya ettik. Bu yüzden, söz konusu sınırlar içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’na benzer, çok milletli çok dilli bir imparatorluk falan kuracak değiliz. Burası milli devlettir. Ve buna uygun politikalar üretilmelidir. Bu yüzden daralan toprakları kozmopolit bir yapıya dönüştüremezsiniz.

Eğer böyle yapmaya kalkarsanız psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalır; ileride azınlık probleminin çıkmasına sebep olacak vahim bir netice ile yüzleşebilirsiniz. 

Türkiye, 13 Haziran 2019 tarihi itibari ile İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı resmi rakamlara göre; 3 Milyon 613 Bin 644 kişiyi bünyesinde barındırmaktadır.  
Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı; 79 Bin 894 kişi, çalışma izni verilen; 31 Bin 185 kişi, en az bir ortağı Suriyeli olan şirket sayısı; 15 Bin 159, Türkiye’de doğan bebek sayısı son 8 yılda 405 bin 521 kişi olarak açıklandı.

Bu durumda Türkiye, kayıt dışı Suriyeliler ve hızla artan doğum oranları nedeniyle ileriki yıllarda içinden çıkılamaz bir nüfus patlaması ile karşı karşıya kalabilecektir.
Ayrıca, 28.01.2019 tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan bir konuşmada, Suriyelilere 35 milyar Dolar gibi ciddi bir rakam harcandığı belirtildi.  

Peki, 35 milyar Dolar ne demek?

Bu para ile otuz tane Avrasya Tüneli, dört tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üç tane Marmaray ve binlerce kilometrelik tramvay hattı ile otoban yapılabilir.  

Evet, biz şanlı bir milletiz, İslam’ın bayraktarlığını yapıyoruz ve mazlum milletlerin beklediği kurtarıcıyız. Ancak şunu da unutmamalıyız; Hz. Muhammed nebimiz zorluk çektiği Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir. Çünkü Müslümanlar, müşrikler tarafından baskı ve zulüm görmekteydi. Müslümanlar Medine’nin yerli halkı tarafında Ensar-Muhacir kardeşliğinde birlik ve beraberlik içinde yaşadılar. Ancak Müslümanlar, burada güçlerini topladıktan sonra, Peygamberimizin liderliğinde hicretin 8.yılı ve Ramazan ayının 10. Gününde on bin kişilik bir ordu ile baskı ve zulüm gördükleri Mekke’ye geri dönerek 630 yılında burayı fethetmişlerdir.  

Türkiye’ye gelen Suriyeliler için Hz. Muhammed nebimizin hicretini ve Ensar-Muhacir kardeşliğini örnek gösteriyoruz. Lakin, Hz. Muhammed’in ve İslam ordusunun, haksız yere zulüm gördükleri toprakları, güçlenip toparlandıktan sonra, geri dönüp fethettiklerini nedense söylemiyoruz.

Suriyelileri her gün sokaklarda görüyorum. Maşallah güçlü kuvvetli gençler. Sahillerde nargile içecek rahatlığa, denize girecek keyfe erişmişler ise; demek ki savaşacak güce ve morale de sahip olmuşlardır.  
Eğer ki zulüm gördükleri vatandan kaçıp kendilerini toplayıp geri dönmüyor ve hâlâ bu rahatlığı ve keyfi yaşamaya devam etmek istiyorlarsa, o vakit Ensar- Muhacir kardeşliğinden ve Peygamberimizin izinden gittiklerinden bahsetmemiz pek doğru olmaz.

Son söz olarak şunları ilave etmek istiyorum. Bu yazdıklarımın ırkçılık ile alakası yoktur. Suriyeli karşıtı falan da değilim. Ama milletimi ve devletimi vatansever biri olarak uyarmak zorundayım.

Yine diyorum ve yetkili merciler sesimi duyana kadar da demeye devam edeceğim! Bu durum artık psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan çok vahim bir çıkmaza dönüşmeye başladı. Ayrıca ileride bunun daha vahim bir sonucunu; yani, azınlık sorunu gibi ciddi bir problemi karşımızda görmek durumunda kalacağız.  



Diğer Yayınlar