27 Mayıs 2022 Cuma

MİSAK-I MİLLİ Mİ CANLANIYOR?

 









Son milli güvenlik kuruludan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan Emniyet, Silahlı Kuvvetler ve İstihbarat hazırlıklarını tamamlayınca Suriye’ye yeni bir operasyon yapılacağını duyurdu. Görülen o ki Irak’ın Kuzeyinde halen devam eden Pençe Kilit Operasyonunu Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye doğru genişletip terör örgütlerine karşı iki ülkede de eş zamanlı mücadele edecektir.[1]

Türkiye sınır ötesinde belirlediği hatlarda sadece PKK terör örgütüne operasyon yapmıyor. O bölgelerde kalıcı üsler kurarak yerleşiyor. Böylece bu yerleşme ileride gerçekleşecek Misak-ı Milli’nin temelinin oluşmasına zemin hazırlıyor. Şayet Türkiye, mevcut güvenlik ve dış politika hedeflerini değiştirmezse Suriye ve Irak’ın Kuzeyi ile başlayıp Ege adalarıyla devam edecektir. Bunu gören Yunanistan ise Avrupa’da kulis faaliyetleri yürütüyor ve topraklarını binlerce Amerikan askerlerine açarak kendi ülkelerinde üs kurmalarına izin vermektedirler.[2]

Son iki yıldır Amerika, Yunanistan’a önemli sayıda askeri üsler kurmuştur. Özellikle Türkiye’ye çok yakın bir mesafede bulunan Dedeağaç şehrine kurulan Amerikan üssü büyük bir cephaneliğe dönüştürülmüştür. Bu üs Yunanistan’da kurulanlardan sadece bir tanesidir. Diğerleri Kavala, Selanik, Larisa, Stefanoviç ve Girit askeri üsleridir ve bu üslere aralıklı olarak askeri personel başta olmak üzere araç ve mühimmat sevkiyatı yapılmaktadır. Ayrıca ABD bölgeye Türkiye’yi de kapsamına alan Boğazlar ve Kuzey Ege adalarını tarayabilecek gelişmiş bir radar sistemi de konuşlandırmıştır. Bununla birlikte yine ABD’nin Bulgaristan’da 4 askeri üs ve Romanya’da Köstence üssü kurarak Türkiye'yi Batı’da hem karadan hem de denizden kuşatma altına almaya çalışmaktadır. Çünkü ABD’nin Yunanistan’a açtığı üsler nasıl ki Ege ve Akdeniz’e çıkıyorsa Romanya’ya kurduğu Köstence Üssüde Karadeniz’e açılmaktadır.[3]

Son olarak Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Türkiye’ye F16 satılmaması gibi açıklamalar yaparak ortamı germiştir. Bu nedenle Türkiye bir yandan Batı’daki bu kuşatılma projesiyle uğraşırken bir yandan da Doğu’da her geçen gün büyük bir krize dönüşmeye başlayan göçmen meselesiyle uğraşmakta buna ilaveten de terör örgütleriyle mücadele etmektedir. Bu nedenle Irak ve Suriye’deki meseleler biran önce çözüme kavuşturulup devletimizin yüzünün Batı’ya dönmesi amaçlanmaktadır.[4]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’nin Kuzeyine yeni operasyon yapılacağı sinyalini vermesinin ardından 2015’de ABD tarafından DEAŞ ile mücadele maskesiyle kurulan ve silahlı yapılanmasını PKK’nın Suriye kolu olan YPG terör örgütünün oluşturduğu sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin sözde basın başkanı olan Farhad Shami tarafından iki twitten oluşan bir açıklama yapıldı:[5]

“Türk devletinin işgal gücünü sergilemesi DEAŞ’ı canlandırmaya yöneliktir. Güçlerimiz Türk devletinin tehditlerinin seviyesini incelemekte ve uluslararası garantör güçlerle (ABD ve Rusya) bilgi alışverişinde bulunulmaktadır.”

Atılan bu twitlere göre Türkiye, DEAŞ ile ilişkilendirilmek istenerek algı operasyonları yapılmaya çalışılmaktadır. Buradaki esas amaç Suriye’nin Kuzeyinde yapılanan ve sözde DEAŞ ile savaşan YPG’ye operasyon yapmaya hazırlanan Türkiye’yi, DEAŞ’a destek veriyor gibi göstererek yapacağı operasyonlara karşı uluslararası kamuoyu oluşturmaktır. Ancak şu unutulmamalıdır ki “Dünyada DEAŞ'a operasyonlar düzenleyen ve DEAŞ teröristlerini etkisiz hale getiren tek ülke Türkiye’dir.”[6]

Ayrıca bu yeni operasyon sinyali ABD’yi de endişelendirmiştir. Çünkü Trump döneminden beri binlerce tır dolusu silah yardımı yapılan terör örgütleri Türkiye karşısında başarı kazanamamış ve böylece ne Suriye’nin Kuzeyinde ne de onun birleşimi olan Irak’ın kuzeyinde uydu bir terör devleti kuramayı başaramamışlardır.[7]

Amaçları ele geçirdikleri Irak petrolünü Suriye’nin Kuzeyinde oluşturacakları uydu bir devlet aracılığıyla Akdeniz’e ulaştırmaktı. Ancak Türkiye’nin yaptığı her bir sınır ötesi operasyon ciğerlerine hançer gibi saplandı.[8]

Türkiye bölgede ne terör örgütlerinin ne de ABD’nin ve Rusya’nın her istediklerini yapamayacağı stratejiler belirlemiştir. Bu belirlenen stratejiler sadece yapılan sınır ötesi operasyonlar değildir. Libya’ya asker gönderilerek Hafter’e karşı yapılan mücadeleler yine Libya ile imzalanan mutabakat çerçevesinde Akdeniz’de uyguladığımız politikalar ile Mısır, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimini Akdeniz’de etkisiz bırakmamız bunlardan bir kaçıdır. Ancak Rusya – Ukrayna savaşının çıkmasıyla rüzgar tersine dönmüş Avrupa, Rusya’dan aldığı enerji bağımlılığından kurtulmak için Türkiye’yi yeni geçiş noktası olarak görmeye başlamıştır. Bunun için daha dün Türkiye’nin yanı başında uydu bir terör devleti kurdurmak isteyenler bugün için bu düşüncelerini ertelemek zorunda kalarak Türkiye’nin bölgesel güç olduğunu kabullenmeye başlamışlardır. Türkiye’de diplomasi kartını öne sürerek daha dün Akdeniz’de etkisiz bıraktığı İsrail ve Mısır ile normalleşme sürecesine girmeye başlayarak yeni taktik ve stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır.[9]

 

*** Türkiye’de ilk defa çift yazarlı bir köşe yazısı yayınlanmıştır. Köşe yazısında geçen ifadelerin hangi yazara ait olduğu dipnotta belirtilmiştir.



[1] Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslar arası İlişkiler Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

[2] Tarihçi Engin Polat

[3] Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslar arası İlişkiler Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir, Bakınız: Kubilay Muhammet Özdemir, “Dedeağaç’ta Kurulan ABD Üssünün Türkiye’ye Etkisi ve Basının Bakış Açısı”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/07/dedeagacda-kurulan-abd-ussunun-turkiye.html, Erişim Tarihi: 27.05.2022

[4] Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslar arası İlişkiler Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

[5] Tarihçi Engin Polat

[6] Tarihçi Engin Polat

[7] Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslar arası İlişkiler Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

[8] Tarihçi Engin Polat

[9] Tarih Bilim Uzmanı ve Uluslar arası İlişkiler Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir


22 Mayıs 2022 Pazar

NATO ÜYELİĞİ

 









İsveç ve Finlandiya bu zamana kadar NATO’ya girmeyi düşünmemiş ancak devam eden Rusya ve Ukrayna savaşının bir yansıması olarak NATO’ya girme düşüncesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesine olumsuz bakması bu süreci tıkamıştır.

Çünkü Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yaptığı, onları koruyup kolladığı, siyasi ve maddi yardımda bulunduğunu belirterek bu iki ülkenin üyelik sürecinde olumsuz tavır alacağını ifade etmiştir.

Türkiye her daim gerek komşuluk gerekse dünya barışı açısından elinden geleni yaparak iyi niyetli bir yaklaşım sergilemiş hatta geçmişte Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşüne onay vermiştir. Bugün halen Yunanistan’da terör örgütünün kampı olarak faaliyet gösteren “Lavrion Kampı” PKK, PYD, PDY, KCK, FETÖ vb. terör örgütlerinin de bugün kullandığı bir kamp olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz. Bir sokulduğumuz yerden bir daha ısırılmayacağız” demesinin tarihsel olayın perde arkası işte budur.[1] Bu nedenle Türkiye’ye bu iki devletin NATO’ya girmesini istememektedir. Bu durum Türkiye açısından çok doğal bir stratejik hamledir. Çünkü Rusya tehdidi altında bulunan İsveç ve Finlandiya, NATO’ya alınamayınca, toprakları NATO toprağı kapsamında olmayacak ve NATO güvenliğinden yararlanamayacaktır. Türkiye dış hamleleri ile oyunu güzel kurmayı başarabilirse İsveç’in ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini onaylamadan bu iki ülkeye yuvalanmış teröristleri Rusya tehdidi ile temizleme imkânına sahip olmuştur.

İsveç ve Finlandiya yıllardan beri Türkiye’ye karşı PKK’lı teröristleri koruyor ve Türkiye’nin taleplerini geri çevirmektedir. Ayrıca firari FETÖ’cülerde buralarda tıpkı PKK’lılar gibi korunuyor ve himaye edilmektedir. Bununla beraber PKK’nın mitinglerine izin veren İsveç’te PYD/YPG’nin ofisi bulunmakta ve ülke medyasını rahatça kullanmaktadırlar. PKK, İsveç parlamentosunda aktif olarak temsil edilmekle birlikte özellikle sol parti vekilleri teröristleri Irak’taki örgüt kamplarında ziyarete ediyor. Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi bu ülkelerde de Türklere karşı nefret, ayrımcılık ve ırkçılık her geçen gün artmaktadır.[2]

Özellikle İsveç’in teröristleri himaye etmesindeki sabıkası çok geniştir. Zira İsveç son 9 yılda Irak ve Suriye’de yaralanan yüzlerce PKK’lı terörist, PKK’nın kurduğu bir paravan dernek eliyle İsveç’e götürtülmüş ve burada tedavi edilmiştir. Yine İsveç’in Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları, PKK’nın elebaşlarına yardım konusunda teminat vermişti. Teröristlerin protez ve fizik tedavi gibi destekleri ise İsveç Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanmıştır. Bu teröristlerden bazıları tedavileri bittikten sonra tekrardan Suriye ve Irak’a dönmüştür.[3]    

İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin teröristleri iade etmeleri ile ilgili olan taleplerinden hiç birine olumlu bir cevap vermemiştir. Türkiye en son Finlandiya’dan altısı FETÖ, altısı PKK’lı olmak üzere terör örgütü bağlantısı olan 12 kişiyi, İsveç’ten ise onu Fetöcü, on biri PKK’lı olmak üzere yirmi bir kişinin iadesini istemiş ancak iki ülke de toplamda otuz üç kişinin iade talebine olumlu bir yanıt vermemiştir.[4]

Şimdi Avrupa basını başta olmak üzere Amerika ve Avrupa ülkelerinin başkanları, Türk askerine kurşun sıkmış teröristlere yardım eden ve ülkelerinde barınmalarını sağlayıp her türlü desteği veren İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye neden olumsuz bakıyor diye soruyor? Teröristlere destek verip bir de bu soruyu Türkiye’ye sormaları tamamen iki yüzlülüktür.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisine müttefik gibi görünen düşmanlar başta olmak üzere, içindeki hainlerle de mücadele ediyor. Ancak Türkiye akılcı politikalar ile Avrupa’da teröristleri besleyen ülkelerinde belini kıracağı kanaatindeyim. Önümüzdeki süreçte nasıl bir politika izlenecek hep birlikte göreceğiz.



[1] “Cumhurbaşkanı Erdoğan İsviçre ve Finlandiya’ya NATO Kapısını Kapattı: Biz Bunlara Nasıl İnanacağız?”, https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogan-isvec-ve-finlandiyaya-nato-kapisini-kapatti-biz-bunlara-nasil-inanacagiz-3820181, Erişim Tarihi: 21.05.2022

[2] “İsveç’in 5 Günahı”, Yeni Şafak Gazetesi, 21 Mayıs 2022

[3] “Bunlar Mı NATO’da Müttefik Olacak? İsveç 400 Haini Tedavi Etti”, Türkiye Gazetesi, 21 Mayıs 2022

[4] “İsveç ve Finlandiya, 33 Terör Örgütü Üyesini İade Etmedi”, https://www.cnnturk.com/turkiye/son-dakika-isvec-ve-finlandiya-feto-ve-pkk-uyesi-33-teroristi-turkiyeye-iade-etmeyecegini-bildirdi, Erişim Tarihi: 21.05.2022


15 Mayıs 2022 Pazar

İSLAMİ DEĞERLER ÜZERİNDEN PROVOKASYON


 






Geçtiğimiz günlerde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde her yıl düzenlenen üniversiteye özgü geleneksel “İnek Bayramı”nda bir grup provokatör öğrenci İslami değerler ile alay etti. Buna tepki gösteren bir grup öğrenci ise salondan çıkarıldı. Tabi bu olay ilk değildi. 2017 tarihinde düzenlenen inek bayramı etkinliğinde de yine İslami değerler ile alay edilmişti. Bu durumu kendilerine görev edinen kimlere hizmet ettiği belli olmayan bu provokatörlere gerekli işlemlerin yapılması elzemdir.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 24. Maddesinin bir kısmı aynen şunu ifade etmiştir:

“Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”[1]

Yine bununla birlikte “Dini Değerleri Aşağılama Suçu” 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesinin 3. Fıkrasında şöyle düzenlenmiş ve tanımlanmıştır:

 “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde cezalandırılır.”[2]

Türk Milleti, İslam ile şereflendikten sonra tek gayesi İslam’a hizmet etmek olmuştur. Geçmişten bu güne milletimizin fertleri elinden geldiğince dininin gereklerini yaşamaya çalışarak Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak için mücadele etmişlerdir. Nitekim hiçbir kul hatasız veya eksiksiz değildir. Bu nedenle milletimizin bazı fertlerinden tam tamına namazını kılmamış veya dininin gereklerini dört dörtlük yerine getirmemiş olanlarda olabilir. Ancak buna rağmen dini değerlerini ve vatan sevgilerini her zaman önemsemiş ve kutsallarına birisi göz diktiğinde mücadeleden geri durmamışlardır. Bu olayda da kime hizmet ettiği belli olmayan provokatörlere de sessiz kalmamış ve infiale kapılmadan tepkisini her daim yasal çerçevede göstermiştir. Türk Milleti’nin Müslüman evlatları olarak her zaman dinimizi aşağılamaya çalışan bu provokatörlerin karşısında olup yasal çerçevede mücadele etmeliyiz. En büyük mücadeleyi ise daha çok dindar ve dinimizle ilgili daha çok bilgi sahibi olarak verebiliriz. Çünkü bilgisiz Müslüman ve bilgisiz mücadele olmaz. Bilgi sahibi olan Müslüman kişi tahriklere kapılmadan, infiale sebebiyet vermeden her türlü yasal çerçevede öncelikle bilgisinin sonra teknolojinin ve yasaların tüm imkânlarını kullanarak İslam’a ve onun değerlerine karşı savaş açanlara bu şekilde karşılık verebilir.

İslami değerler ile alay eden, peygamberler ile alay edip ayetleri yalanlamaya çalışanlar ve Allah’a düşmanlık eden inkârcılar bu zamanda olduğu gibi Peygamberlerin, Allah’ın dini için mücadele vermesinden bu yana vardı. 1412 yıl önce son indirilen kitabımız olan Kur’an’ı Kerim’deki ayetlerde de inkârcıların, alaycıların, peygamberleri yalanlayan ve Allah’a düşmanlık edenlerin akıbetleri ve durumları açıklanmıştır.

Nitekim geçenlerde üniversitede bir grup provokatörün yaptıklarıyla, Tevbe Süresi 65. Ayette o zaman ve bu zaman arasında adeta bir benzerlik görülmektedir:

Ayette şöyle ifade edilmiştir: “Şayet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, “Biz sadece lafa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk…” derler.

Bakara Suresi 212. Ayette ise: “İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.”

Allah’a ve dinine inanlar olarak bu tür edepsizliklerin milletimizi üzmemesi gerekir. Çünkü bu dünya imtihan dünyasıdır. Allah, ayetlerde de belirttiği gibi istese inkârcıları veya inkârcı toplulukları yok edip yeni bir topluluk oluşturabilirdi. Daha önce bunu Nuh Tufanıyla yapmıştı. Fakat bu dünyanın geçici olduğunu ve imtihan edildiğimiz için yeri geldiğinde azgın topluluklar veya bazı şeylere sabır göstermemiz ve bunun içinde mücadele etmemiz gerektiği de açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle küfür ile mücadele etmeli ve mücadele ederken de üzülmemeliyiz. Çünkü Al-i İmran Süresi 176. Ayette: “Küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah onlara ahrette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır.”

 Alaycıların sonu ise Ra’d Süresi 32. Ayette şöyle anlatılmıştır: “Andolsun, senden önce de nice peygamberler alaya alındı da ben inkâr edenlere bir süre (mühlet) verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış!”

Tüm bunları bilmekle beraber mücadele ederken aynı zamanda Allah bizleri imtihan etmek için her türlü zorluğu karşımıza çıkarmaktadır. Yeryüzünde çıkan bozgunculuklar yani savaşlar veya terör, kıtlıklar, hastalıklar, hayat zorlukları vb. gibi şeyler hep imtihan edilişimizin göstergesidir. Bakara Suresi 155. Ayette: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele” diye imtihan edileceğimiz bildirilmiştir. İşte bizde bunun bilincinde olarak Muhammed Suresi 7. Ayette bize bildirildiği üzere, “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”

Çünkü Allah Bakara Suresi 251. Ayette dediği gibi, “… Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu…” 

Bu nedenle Müslümanlar olarak İslami değerleri alaya almaya çalışanlara karşı öncelikle dinimiz hakkında sıkı bir bilgi sahibi olunmalı ve yasal çerçeveler dahilinde infiale sebebiyet vermeden teknolojinin ve yasal haklarımızın imkanlarını olabildiğince kullanıp tepkimizi göstermeliyiz.

 

 



[1] Serkan Ezer, “Dini Değerleri Aşağılama Suçu Cezası (TCK 216/3), https://www.ezerhukuk.com/post/di-ni-de%C4%9Ferleri-a%C5%9Fa%C4%9Filama-su%C3%A7u-cezasi-tck-216-3, Erişim Tarihi: 15.05.2022

[2] Serkan Ezer, “Dini Değerleri Aşağılama Suçu Cezası (TCK 216/3), https://www.ezerhukuk.com/post/di-ni-de%C4%9Ferleri-a%C5%9Fa%C4%9Filama-su%C3%A7u-cezasi-tck-216-3, Erişim Tarihi: 15.05.2022


28 Nisan 2022 Perşembe

PENÇE KİLİT OPERASYONUNUN ÖNEMİ

 








Askerlik görevim nedeniyle köşe yazılarıma altı ay vermek durumunda kalmıştım. Askerliğimin bitmesine son iki gün kala Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın Kuzeyine 17 Nisan’da Pençe – Kilit adını verdiği bir operasyonlar başlattı.

Özellikle Rusya -  Ukrayna savaşının başlamasından sonra Türkiye’nin NATO başta olmak üzere bölgedeki önemi iyice anlaşıldığı sırada böyle bir operasyonu gerçekleştirmesi dünya ülkeleri tarafından sınır ötesi operasyonlara karşı çıkılmasının önüne geçilmiş ve Türkiye’nin terörle mücadelesinde eli güçlenmiştir.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Irak Bölgesel Yönetim Başbakanı Mesrur Barzani ile 15 Nisan’daki görüşmesinden sonra operasyonların başlaması ve Irak Bölgesel Yönetiminin operasyonlara destek vermesi Türkiye’nin terörle mücadelesine ve Irak’ın toprak bütünlüğünü terörden temizleme operasyonlarına meşruiyet kazandırmıştır. Ayrıca Birleşmiş Millet Antlaşması’nın 51. Maddesi de Birleşmiş Millet Cemiyetine üye ülkelere silahlı saldırı yapılması halinde bu madde saldırıya uğrayan ülkeye Meşru Müdafaa hakkı tanımıştır.

BM 51. Madde aynen şu ifadeleri içermektedir:

“Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez.

Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.”

 

Bununla birlikte 11 Eylül saldırılarından sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınan diğer kararlar şunlardır:

“1368 (S/RES/1368) ve 1373 (S/RES/1373) sayılı kararlarda teröre karşı devletlere bireysel ve müşterek meşruu müdafaa hakkını tanımıştır. Ayrıca bu kararlarda silahlı saldırı daha geniş kapsamlı ifade edilmiş ve bu terörle mücadele de devletlerin işini kolaylaştırmıştır. 2005 tarihli 1624 (S/RES/1624) sayılı kararda da devletlere sınırları dâhilinde ve sınırları dışındaki terör eylemlerini önleme yetkisi tanınmış ve terör unsurlarına cezai yaptırım öngörülmüştür. Ayrıca kararda devletlerin terör eylemlerine karşı ‘gerekli ve uygun önlemleri alması’ çağrısında bulunulmuştur.”[1]

 

BM antlaşmasının hükümleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yapılan terör eylemleri ortadayken uluslararası hukuka göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye ve Irak’ın Kuzeyi olmak üzere gerçekleştiği bütün operasyonlar meşrudur.

Devam eden operasyonlarda hedef tüm terör unsurlarını yok etmek ve PKK’nın yuva yaptığı Sincar’ı temizlemektir. Bunun amacı Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanmasının yanında Rusya - Ukrayna savaşından sonra Avrupa’nın enerji açığını kapatmak için Avrupa’ya Türkiye üzerinden geçecek enerji hattının güvenliğini sağlamaktır. Böylece Irak ve Türkiye arasında kazan kazan modeli uygulanarak Türkiye hem sınır hattını terörden temizlemiş olacak hem de Rusya – Ukrayna savaşını ekonomik olarak fırsata çevirmiş olacaktır.

Avrupa, Rusya’dan aldığı enerji bağımlılığından kurtulmak için Türkiye’yi yeni geçiş noktası olarak görmeye başlamıştır. Türkiye’de akılcı bir diplomasiyle bu krizi hem fırsata çevirip hem de sınır ötesinde Avrupa tarafından terör örgütlerine verilen desteği kesme fırsatı bulma imkânı bulmuş olabilir. Bununla birlikte Türkiye, Kafkaslar başta olmak üzere Ortadoğu’da diplomasiyi ve siyaseti belirleyici bir aktör konumuna gelmiştir.

Devam eden operasyonlarda Türk devletinin menfaatleri için fedakârlıklar yaparak canlarını ortaya koyan tüm Mehmetçiklerimizin Allah yardımcısı olsun. Bu uğurda şehit düşen askerlerimize Allah’tan rahmet gazilerimize de şifalar diliyorum. 

 



[1] Gül Seda ACET İNCE, “Uluslar arası Hukuk Bağlamında Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekatları”, İşletme ve Yönetim Bilimleri Dergisi, C.1, Say:1, Malatya 2020, s.83


3 Ekim 2021 Pazar

AMERİKA’NIN ÜLKÜ OCAKLARI KARARI

 








Amerika Birleşik Devletleri’nin Nevada Eyalet Temsilcisi olan Dina Titus’un ABD Temsilciler Meclisi’nin Kurallar Komitesine[1] verdiği önergeye göre ülkü ocaklarının bir terör örgütü olup olmadığının araştırılmasını öngören 2022 ABD Ulusal Savunma Yetki Yasası kabul edildi.[2] Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç bu yetki yasasının kabulüne ilişkin yaptığı açıklamalarda bu durumun esefle karşılandığını ifade ederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına tepkisini göstermiştir.[3]

Bu konuyla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Devlet Bahçeli ise yaptığı yazılı açıklamalarda özetle şu ifadeleri kullanmıştır:

“Yunan kökenli bir Demokrat Parti milletvekili tarafından 24 Eylül 2021 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi’ne verilen “Ülkü Ocaklarının terörist bir organizasyon olup olmadığının” araştırılmasıyla ilişkili tasarının kabulü yalnızca skandal, yalnızca skolastik bir karar değil, aynı şekilde Türkiye’ye karşı takip edilen düşmanca politikaların da bir parçasıdır. Temsilciler Meclisi’ne söz konusu tasarıyı hazırlayıp vermek, ardından utanç verici şekilde kabul etmek insan haklarına; fikir, düşünce, ifade ve siyasi hürriyetlere dehşet verici bir suikasttır. Ülkü Ocaklarını insanlık alemi huzurunda karalama teşebbüsü terörizmin işbirlikçileri eliyle peydahladığı bir komplo, Türk-İslam medeniyetine doğrultulmuş silahtır. Bu çarpıklığın bir başka örneğinin Almanya’da Sol Parti kanalıyla körüklenmek istenmesi Milliyetçi-Ülkücü Hareket’i asla yıldıramayacak, asla diz çöktüremeyecektir.”[4]

Devlet Bahçeli’nin yazılı basın açıklamasının tamamını okuduğumda çok kritik yerlere temas ettiğini gördüm. Özellikle hedefin sadece Ülkü Ocakları olmadığını, Türkiye’ye karşı yapılan düşmanca bir politika olduğu ve yine Türk- İslam Medeniyeti’nin hedef alındığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte ABD politikalarının Türkiye’yi sürekli köşeye sıkıştırmaya çalışmak, siyasi ve ekonomik olarak yıpratmaya uğraşmak olduğu belirtilmiştir.

Bununla birlikte Bahçeli özellikle ABD’nin terör örgütlerine destek verdiğini şöyle ifade etmiştir:

“Biden yönetimi terör örgütlerini Türkiye’nin önüne geçirmiş, kanlı ve kahredici bir ittifak çemberi oluşturmuştur. Suriye ve Irak’ın kuzeyinde yaşanan zincirleme rezaletler, PKK/YPG/PYD’ye göz göre göre verilen mali, mühimmat, silah ve askeri destekler bunun en açık ispatı niteliğindedir” diyerek ABD yönetiminin suç işlediğini ve uluslararası hukuka kast ettiğini belirtmiştir.[5]

FETÖ destekli 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasına karşı ilk tepkiyi veren Devlet Bahçeli liderliğinde Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücüler olmuştur. Özellikle bu darbe girişiminin önlenmesinden sonra Avrupa’da Ülkü Ocaklarına yönelik olumsuz tavırlar takınılmaya başlanmıştır. Fransa ve Avusturya Ülkü Ocakları’nı yasaklarken, Almanya ve Hollanda ise Ülkü Ocakları’nı yasaklamak için faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Hatta 20 Mayıs 2021 tarihinde Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’ne üye olan 27 devleti Ülkü Ocaklarını terör örgütü ilan etmeye davet etmiştir. Böylece Ülkü Ocaklarını hem sözde terörle ilişkilendirilmeye çalışılmış hem de AB’nin terör örgütleri listesine girmesinin yolu açılmak istenmiştir.[6] Az öncede yukarıda da belirttiğim gibi bu yapılanlar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra MHP’nin ve Ülkü Ocaklarının Küresel güçlerin maşası olan FETÖ ve ülkemize karşı sistematik saldırılarda bulunan diğer terör örgütlerine karşı takındığı vatansever duruştan sonra meydana gelmeye başlaması da manidardır.  

Neden Ülkü Ocakları Sürekli Hedeftedir?

Aslında bu sorunun cevabı çok basittir. Eğer emperyalistler bir ülkeye düşmansa ilk önce o ülkenin milliyetçilerini hedef almakla işe başlamışlardır. Bu görüşüme tarihten örnek verecek olursam İstanbul’un işgalini söyleyebilirim. Çünkü İstanbul, İngilizler tarafından 16 Mart 1920’de ikinci kez işgal ettikleri zaman Türk Milliyetçilerini de tutuklamıştır. Bu tutuklananlar ve Malta’ya sürülenler arasında Türkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp de vardır. Ayrıca işgal sırasında Türk Ocakları da basılmıştır. Ancak Mustafa Kemal liderliğinde Anadolu’dan başlayan kurtuluş hareketiyle milliyetçiler bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tam bağımsız bir şekilde kurulmasında önemli rol üstlenmişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri Türk Milliyetçiliği fikriyatı üzerine kurulmuştur. Bundan sonraki süreçte ise bu fikriyatı siyasal bir parti konumuna getiren ise Alparslan Türkeş olmuştur. İlk olarak 1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde siyasete başlayan Türkeş aynı yıl partinin genel başkanı olmuş ve 1969’da CKMP’nin adını değiştirerek Milliyetçi Hareket Partisi yapmıştır. Ülkü Ocaklarının temeli ise yine 1969 yılında atılmıştır. MHP’nin gençlik yapılanmasını Ülkü Ocakları oluşturmuştur. Buralardan yetişen gençlik vatan, devlet, millet, din, bayrak söz konusu olduğunda bu kutsalları korumak için büyük fedakârlıklar göstererek mücadeleye girişmekten hiçbir zaman geri durmamışlardır.

Bu nedenle Türkiye’ye karşı emelleri olanların göz ardı edemeyeceği bir güç oldukları emperyalistler tarafından bilinmektedir.

Hatta 2015’de Türkiye, sınırlarını ihlal eden Rus uçağını düşürünce Rusya ile Türkiye arasında olası savaş senaryoları gündeme gelmişti. Bu senaryolarda Rus haber televizyonu Türkiye’deki Ülkü Ocaklarını tanıtan bir haber yapmıştı. Haber de şu ifadelerin geçtiği iddia edilmiştir:

“Alparslan Türkeş’in yetiştirdiği 2 milyon genç, 3 milyon yetişkin var. Her an savaşmaya hazır olan, hiçbir şeyden korkuları olmayan 5 milyon neferi var Türklerin. Toplam sayıları şuan 19 milyona yakın. Ortadoğu’nun ve Asya’nın en korkusuz ve becerikli adamları bunlar. Komünizm düşmanı ve Turancılar. Bütün Türk Dünyası onları çok seviyor ve itaat ediyor. İşte Türk Devleti bu adamlara güvenerek herkese kafa tutuyor.”[7]

15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasında Devlet Bahçeli liderliğinde MHP’nin ve Ülkü Ocakları’nın mevcut hükümete destek vererek FETÖ Terör Örgütüne karşı mücadeleye girişmesi emperyalist çevreleri çok rahatsız etti. Çünkü söz konusu maddeyi ekleten Dina Titus’un, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in manevi oğlu Enes Kanter ile zoom toplantısı yaptığı görüntüleri medyaya yansıdı.[8] Bu da gösteriyor ki Ülkü Ocakları’nın araştırılması kararının arkasında FETÖ’nün de izi var.

Son zamanlarda ABD, Yunanistan – Dedeağaç’a askeri yığınak yapmaktadır. Bununla birlikte Bıden Yönetimi Suriye’de terör örgütlerine silah göndermeye başladı. ABD, Türkiye’yi hem batıdan hem de Suriye’nin Kuzeyinden çevirmeye başladığı bu dönemde Ülkü Ocakları ile ilgili böyle bir kararın alınması kanaatimce hiç de tesadüf değildir.

Hatta en son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ziyaretinden döndükten sonra yaptığı açıklamalarda da Amerikan yönetiminin terör örgütlerine verdiği yüklü miktardaki silah ve mühimmat desteği verdiğini ifade etmiştir.[9] Bu da gösteriyor ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı bir hazırlık yapılmaktadır. Bu başka bir şekilde izah edemeyiz.

Bu nedenle Türkiye’deki bütün vatandaşlarımızla birlikte başta devletimizi yönetenler, Türk Milliyetçiliği fikriyatına sahip tüm kuruluşlar ve bireyler dikkatli olmalılardır. 

Çünkü yukarıda da ifade ettiğim gibi: “Eğer emperyalistler bir ülkeye düşmansa ilk önce o ülkenin milliyetçilerini hedef almakla işe başlamışlardır.”



[1] “Ülkü Ocaklarının Terör Örgütü Olup Olmadığı Araştırılsın”, https://tr.euronews.com/2021/09/22/abd-temsilciler-meclisi-nde-bozkurtlar-icin-teror-sorusturmas-onergesi, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[2] “ABD Temsilciler Meclisi’nin Ülkü Ocakları Kararı”, http://www.kanalb.com.tr/haber.php?HaberNo=148344, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[3] “Türkiye’den ABD’ye Ülkü Ocakları Tepkisi”, https://www.trthaber.com/haber/gundem/turkiyeden-abdye-ulku-ocaklari-tepkisi-612726.html, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[4] Devlet Bahçeli’nin bu konu ile ilgili yazılı basın açıklamasının tamamını okumak için bakınız;  https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4879/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_Bahceli__nin___ABD_Temsilciler_Meclisi__nin_Ulku_Ocaklari_Aleyhine_Kabul_E.html, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[5] Devlet Bahçeli’nin bu konu ile ilgili yazılı basın açıklamasının tamamını okumak için bakınız;  https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/4879/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_Bahceli__nin___ABD_Temsilciler_Meclisi__nin_Ulku_Ocaklari_Aleyhine_Kabul_E.html, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[6] “Ülkü Ocakları”, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Clk%C3%BC_Ocaklar%C4%B1, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[7] “Rus Televizyonu Ülkücüleri Anlattı”, http://www.trakyagazetesi.com.tr/gundem/rus-televizyonu-ulkuculeri-anlatti-h25949.html, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[8] “ABD’de Ülkü Ocakları Hakkında Alınan Kararın Arkasında FETÖ İzi”, https://www.ankaramasasi.com/haber/1030708/abdde-ulku-ocaklari-hakkinda-alinan-kararin-arkasinda-feto-izi, Erişim Tarihi: 03.10.2021

[9] “ABD’ye PKK/YPG Eleştirisi: Kiminle Hareket Edecek?”, https://www.trthaber.com/haber/gundem/abdye-pkkypg-elestirisi-kiminle-hareket-edecek-611982.html, Erişim Tarihi: 03.10.2021


24 Ağustos 2021 Salı

ZAFER AYI MALAZGİRT’TEN FIRAT KALKANINA


 






Tarihi belgelerden öğrendiğimiz kadarıyla Ağustos ayına Türk milletinin kaderini değiştiren önemli savaşlar denk gelmiş ve bu nedenle  “Ağustos Ayı” zafer ayı olarak nitelendirilmiştir.

Ağustos ayı içerisinde Türk milleti Anadolu’yu kendisine yurt açmak için 26 Ağustos 1071’de Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan komutasındaki Selçuklu Ordusu ile Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen komutasındaki Roma Ordusu arasında yapılan Malazgirt Meydan Muhaberesi’ni Türklerin kazanmasıyla Anadolu’nun kapıları açılmıştır.

Ağustos ayı içerisinde Türklerin kazandığı diğer zaferlerden birisi olan 29 Ağustos 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad’ı fethetmesi olmuştur. Bundan 5 yıl sonra 29 Ağustos 1526 yılında yine Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı Ordusu ile Macaristan Kralı II. Layoş komutasındaki Macar Ordusu arasında yapılan Mohaç Meydan Muhaberesi’nde Osmanlı Ordusu, Macar Ordusunu iki saat gibi kısa bir sürede imha etmiş ve savaşı Osmanlı Ordusu kazanmıştır. Bu savaş en kısa sürede biten meydan muhaberesi olarak tarihe geçmiştir.   

Venediklilerin elinde bulunan ve Doğu Akdeniz’in en büyük adası konumunda olan Kıbrıs II. Selim’in emriyle Lala Mustafa Paşa tarafından 1 Ağustos 1571’de fethedilmiştir.

Osmanlı Devleti eski ihtişamlı yıllarından duraklamaya, gerilemeye ve en sonunda ise dağılma sürecine girmiş ve Osmanlı Devleti işgale uğrayarak 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla fiilen sona ermiştir. Ardından Türk milletinin bağımsızlığını ve onurunu tamamen yok eden sözde barış antlaşması olan “Sevr Barış Antlaşması” 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından imzalanmıştır. Fakat Milli Mücadelenin liderliğini üstlenen Mustafa Kemal ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Sevr’i bir paçavra olarak görmüş ve kabul etmemiştir. Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920’de bu antlaşmayı kabul edenleri ve imzalayanları “vatan haini” ilan etmiştir. Sevr’in tanınmaması ile birlikte bu paçavrayı kabul edenlerin ve imzalayanların TBMM tarafından vatan haini olarak ilan edilmesi de zafer ayı dediğimiz Ağustos ayına denk gelmiştir.

Tüm bu gelişmeler ışığında “Şark Planı” ile kurgulanan ve 13 Eylül 1683 yılında Türklerin Viyana’dan geri dönmesi ile başlayan ve 1699 Karlofça Antlaşmasıyla hızlanan geri çekilme süreci 238 yıl son Sakarya’da durdurulmuştur. Şark Planını hazırlayan küresel güçler bunu uygulamak için önlerinde tek sorun olarak gördükleri Türkleri imha etmek için tetikçi olarak Yunan Ordusunu Anadolu’ya göndermişlerdir. Mustafa Kemal’in 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan Muhaberesi’nde “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz” emrini vermesiyle 22 gün 22 gece dünyanın en uzun süren meydan muhaberesi sonucunda Türk Ordusu 13 Eylül 1921’de Sakarya Irmağı’nın doğusundan Yunan Kuvvetlerini temizlemiştir. Böylece 238 yıllık geri çekiliş yerini taarruza bırakmış ve hazırlıklar 1922 yılının Ağustos ayına kadar sürmüştür. Mustafa Kemal’in Başkomutanlığını yaptığı Türk Ordusu 26 Ağustos 1922’de düşmana taarruza kalkmış ve 30 Ağustos da Dumlupınar’da vurulan darbe sonucu Yunan Ordusu kaçmaya başlamıştır. Bunun üzerine Başkomutan Mustafa Kemal, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vererek Türk Ordusu, Yunan Ordusunu kovalamaya başlamış ve iki yüz bin civarındaki Yunan Ordusunun tamamı neredeyse imha edilmiş, geri kalanlar 9 Eylül 1922’de denize dökülmüş ve canını zar zor kurtaran az bir grupta gemilere binerek Atina’ya kaçmıştır.

Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Lozan Antlaşması ile dünyaya ilan edilmiş ve tanıttırılmıştır. Ancak bağımsız Türkiye’nin kurulmasından sonra küresel güçler Anadolu’yu ve üzerinde kurulu Türk devletini ve bu devleti kuran Türk milletini asla ve asla rahat bırakmamışlardır. Her fırsatta Türkiye’ye güç ve enerji kaybettirmek için ellerinden geleni yapanlar en son 15 Temmuz 2016 günü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine sızan FETÖ Terör Örgütü militanları tarafından darbe kalkışması yapılmıştır. Başta seçilmiş hükümet olmak ile birlikte Türk vatanı ve Türk milleti hedef alınarak Mete Han’dan beri sistemli bir ordu yapısına sahip olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin imajı ve saygınlığı yıpratılmak istenmiştir. Ancak Türk milleti büyük bir feraset örneği göstererek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine sızmış hainler ile tamamen yerli ve milli, Anadolu’nun asil evlatları olan askerleri çok iyi ayırt ederek, “Peygamber Ocağı”, “Muhammed’in Ordusu”, “Mehmetçik” diye adlandırılan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni topyekun zan altında bırakmamış ve her daim askerlerinin yanında yer almıştır.

Darbe kalkışmasından sonra yapılan ihraçlar sonrası dünya devletleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin toparlanamayacağını düşünmüştü. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde kadro açığı oluşmuştu. Ancak buna rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri 40 gün gibi kısa bir sürede toparlanarak zafer ayı olarak nitelendirilen Ağustos ayında Cerablus’u DEAŞ Terör Örgütünden temizlemek amacıyla 24 Ağustos 2016 sabaha karşı 04.00’da sınır ötesi harekâta başlamış ve bu harekâta “Fırat Kalkanı” adı verilmiştir. Fırat Kalkanı Operasyonun ardından yapılan sınır ötesi operasyonlara zemin hazırlamış Türkiye sınırları boyunca bulunan DEAŞ, PKK, YPG, PYD vb. terör örgütlerini imha etmiştir.

Sonuç itibariyle Ağustos ayı Türk milletinin geçmişinin, bugününün zafer ayı olmakla ile birlikte belki de gelecekte kazanacağı zaferleri anıldığı ay olacaktır.  


Diğer Yayınlar