25 Ocak 2023 Çarşamba

İSVEÇ’İN HADSİZLİĞİ

 


Geçen haftaki köşe yazımda: “İsveç’in NATO üyeliğine giden yolları zora soktuğunu ve tarihin yine Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Avrupa’ya güvenmemesi konusunda haklı çıkaraktır.” Diye yazmıştım. Daha bu yazımın üzerinden bir hafta geçmeden İsveç yeni bir skandala daha imza attı. Irkçı Danimarka – İsveç vatandaşı politikacı Rasmus Palu, İsveç polisinin koruması altında Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde kutsal kitabımız olan Kur-an’ı Kerim’i yaktı. Sözde medeni ve çağdaş Avrupa devletlerinden birisi olan İsveç dünyada çokça inananı bulunan İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e yapılan saldırıya ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek ayrı bir skandala imza atmıştır. Ancak bu rezaletin ifade özgürlüğü ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu tamamen “nefret suçudur.” Rezalettir, terbiyesizliktir. İslam’a yönelik saygısızlıktır.

Bu saldırının hemen ardından bu kez de Hollanda da, İslam karşıtlığı ile bilinen Edwin Wagensveld Kur’an-ı Kerim’i yırttı ve yine hiçbir polis bu olaya müdahale etmedi.

İşte Avrupa’nın hoşgörüsü, demokrasisi, din ve vicdan özgürlüğüne verdiği önem bu kadardır. Tüm bu yaşananlar göz önündeyken şimdi sormak istiyorum “BARBAR” kim? Fakat Akif Avrupa medeniyeti için çok güzel bir ifade kullanmıştır: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”

Ayrıca bir konuya daha değinmek istiyorum. İsveç’teki barbar niçin herhangi bir İslam ülkesinin büyükelçiliği önünde değil de Türk Büyükelçiliğinin önünde bu saygısızlığı yapmıştır? Çünkü Türkler halen Avrupa’nın gözünde İslam’ın koruyucusu durumundadır. Zaten Avrupa’da bugün dahi İslam demek Türk demek değil midir?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’da 23.01.2023 tarihinde yaptığı kabine toplantısı sonrasında bu İsveç’te yaşanan olayla ilgili şu ifadeleri kullandı: Kur'an-ı Kerim'e yönelik bu alçak saldırının Türkiye Büyükelçiliği önünde gerçekleşmesi ise konuyu bizim açımızdan hem dini hem milli bir mesele haline dönüştürüyor. Haçlı Seferleri'nden beri Avrupa'da İslam ile Türk kavramının eş tutulduğunu biliyor, bundan da milletçe iftihar ediyoruz. Üstelik bu zihniyet uzunca bir süredir eli kanlı terör örgütlerine kucak açmayı da demokrasi kılıfıyla meşrulaştırmaya çalışıyor. Ülkemizin büyükelçiliği önünde böyle bir kepazeliğin yaşanmasına sebebiyet verenlerin NATO'ya üyelik başvuruları konusunda artık bizden herhangi bir hayırhahlık bekleyemeyecekleri açıktır. Kusura bakmasınlar. Başta söyledik, terör örgütlerine caddelerinizde, sokaklarınızda her yerde cirit attıracaksınız, ondan sonra da bizden NATO'ya girme konusunda destek bekleyeceksiniz. Yok böyle bir şey, böyle bir desteği bizden beklemeyin.  NATO konusunda herhangi bir destek göremeyeceksiniz.”

Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere İsveç’e NATO kapısı kapanmıştır. İslam’a saldırıların bir diğer nedeni de yapılan araştırmalara göre Avrupa’da İslam’ı seçenlerin sayısı hızla artmaktadır. Bu nedenle ırkçılar bu durumdan pek de haz etmemektedir.

Ancak her ne olursa olsun Saff Suresi 8. Ayette şöyle ifade edilmiştir: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”


18 Ocak 2023 Çarşamba

İSVEÇ’İN PKK/YPG’YE DESTEĞİ VE NATO ÜYELİĞİ

 


İsveç ve Finlandiya bu zamana kadar NATO’ya girmeyi düşünmemiş ancak devam eden Rusya ve Ukrayna savaşının bir yansıması olarak NATO’ya girme düşüncesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesine olumsuz bakması bu süreci tıkamıştır.

Çünkü Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yaptığı, onları koruyup kolladığı, siyasi ve maddi yardımda bulunduğunu belirterek bu iki ülkenin üyelik sürecinde olumsuz tavır alacağını ifade etmiştir.

Türkiye her daim gerek komşuluk gerekse dünya barışı açısından elinden geleni yaparak iyi niyetli bir yaklaşım sergilemiş hatta geçmişte Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşüne onay vermiştir. Bugün halen Yunanistan’da terör örgütünün kampı olarak faaliyet gösteren “Lavrion Kampı” PKK, PYD, PDY, KCK, FETÖ vb. terör örgütlerinin de bugün kullandığı bir kamp olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz. Bir sokulduğumuz yerden bir daha ısırılmayacağız” demesinin tarihsel olayın perde arkası işte budur. Bu nedenle Türkiye de bu iki devletin NATO’ya girmesini istememektedir. Bu durum Türkiye açısından çok doğal stratejik bir hamledir. Çünkü Rusya tehdidi altında bulunan İsveç ve Finlandiya, NATO’ya alınamayınca, toprakları NATO toprağı kapsamında olmayacak ve NATO güvenliğinden yararlanamayacaktır

 İsveç ve Finlandiya yıllardan beri Türkiye’ye karşı PKK’lı teröristleri koruyor ve Türkiye’nin taleplerini geri çeviriyor. Ayrıca firari FETÖ’cüler de buralarda tıpkı PKK’lılar gibi korunuyor ve himaye ediliyor. Bununla beraber PKK’nın mitinglerine izin veren İsveç’te PYD/YPG’nin ofisi bulunmakta ve ülke medyasını rahatça kullanıyorlar. PKK, İsveç parlamentosunda aktif olarak temsil edilmekle birlikte özellikle sol parti vekilleri teröristleri Irak’taki örgüt kamplarında ziyarete ediyor. Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi bu ülkelerde de Türklere karşı nefret, ayrımcılık ve ırkçılık her geçen gün artıyor. (“İsveç’in 5 Günahı”, Yenişafak Gazetesi, 21 Mayıs 2022)

Özellikle İsveç’in teröristleri himaye etmesindeki sabıkası çok geniştir. Zira İsveç son 9 yılda Irak ve Suriye’de yaralanan yüzlerce PKK’lı terörist, PKK’nın kurduğu bir paravan dernek eliyle İsveç’e götürtülmüş ve burada tedavi edilmiştir. Yine İsveç’in Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları, PKK’nın elebaşlarına yardım konusunda teminat vermiştir. Teröristlerin protez ve fizik tedavi gibi destekleri ise İsveç Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanmıştır. Bu teröristlerden bazıları tedavileri bittikten sonra tekrardan Suriye ve Irak’a dönmüştür. (“Bunlar Mı Nato’da Müttefik Olacak? İsveç 400 Haini Tedavi Etti”, Türkiye Gazetesi, 21 Mayıs 2022)  

Ayrıca İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin teröristleri iade etmeleri ile ilgili olan taleplerinden hiç birine olumlu bir cevap vermemiştir. Türkiye en son Finlandiya’dan altısı FETÖ, altısı PKK’lı olmak üzere terör örgütü bağlantısı olan 12 kişiyi, İsveç’ten ise onu Fetöcü, on biri PKK’lı olmak üzere yirmi bir kişinin iadesini istemiş ancak iki ülke de toplamda otuz üç kişinin iade talebine olumlu bir yanıt vermemiştir. (“İsveç ve Finlandiya 33 Terör Örgütü Üyesini İade Etmedi”, https://www.cnnturk.com/turkiye/son-dakika-isvec-ve-finlandiya-feto-ve-pkk-uyesi-33-teroristi-turkiyeye-iade-etmeyecegini-bildirdi, Erişim Tarihi: 15.01.2023)

Şimdi Avrupa basını başta olmak üzere Amerika ve Avrupa ülkelerinin başkanları, Türk askerine kurşun sıkmış teröristlere yardım eden ve ülkelerinde barınmalarını sağlayıp her türlü desteği veren İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye neden olumsuz bakıyor diye soruyor? Teröristlere destek verip bir de bu soruyu Türkiye’ye sormaları tamamen iki yüzlülüktür.

            Zaten İsveç’in başkenti Stockholm da yaşanan son olaylarda Türkiye’nin ne kadar haklı olduğu görülmüştür. PKK/YPG yandaşları, İsveç polisinin gözü önünde mekanizma kurarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maketini astılar ve tehdit mesajlarıyla sosyal medyadan paylaştılar.

Kimse Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanını ve Türk halkını tehdit edemez. En başta buna görüşü ne olursa olsun Türk milleti izin vermez. Bu nedenle İsveç yetkililerin yaptığı açıklamalar inandırıcı değildir. Ayrıca verdikleri sözleri tutmamaları neticesinde NATO üyeliğine giden yolları da zora soktukları görülmektedir ve tarih yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Avrupa’ya güvenmemesi konusunda haklı çıkaracaktır.   


11 Ocak 2023 Çarşamba

TÜRK GENÇLİĞİNİ YIKMA OPERASYONU

 


Bu haftaki köşe yazımda gençlerimizden bahsedeceğim. Çünkü gençliğimize kasıtlı olarak operasyonlar yapılıyor. Artık bunun farkına hepimizin varması gerekiyor. Son zamanlardaki gençlerin hallerine bakıyorum ve hiç hoşuma gitmeyen durumlarla karşılaşıyorum. Çünkü gençliğimiz gelişen teknolojide iyiye doğru değil aksine kötüye doğru gidiyor. Bu gidişat ise beni bir eğitimci olarak çok korkutuyor. Çünkü gençlerimizde sorumsuzluk duygusu ve bunun yanında vatan, millet, aile, din gibi manevi duyguları umursamama hallerinin artmaya başladığını görüyorum. Fakat gençlerimizin bu duygulara kapılmasının birçok nedenlerini de göz ardı etmememiz gerektiğini düşünüyorum.

 Bu nedenlerden ilki dizilerin gençlerimizin üzerindeki etkisidir. Görüldüğü üzere televizyon kanallarında birçok dizi yayınlanıyor. Ancak bu dizilerin bazıları gençleri hatta koca koca insanları dahi etkiliyor. Türk aile yapısına uymayan gayri ahlaki yaşama özendiren veya zengin lüks yaşama özendirip bunları da namusuyla çalışarak çabalayarak, zorluklarla okuyup bir meslek sahibi olarak değil de, çalarak çırparak, mafya olarak, dolandırıcılık yaparak kolay yoldan para kazandırmaya heveslendirerek gençliğimizi etkilemeye çalışıyorlar. Halbuki gençlerimiz bu dizilerdeki lüks yaşama ve kolay para kazanmaya özenirken belki de o gençlerden birisinin babası sabahın altısında evden çıkıp akşamın onunda eve ne zor şartlar altında gelip para kazandığını bilmiyor ya da bilmek istemiyor. Çünkü kendisini dizilerin hayal dünyasına kaptırarak ruhsal bozukluklara yakalanıp, saldırgan, başıboş bir gence dönüşüveriyor.

Tabi bir de bunun sosyal medya ve telefon uygulamaları boyutu var. Aslında sosyal medya iyi yönde kullanıldığında günümüz için çok yararlı bir araç fakat kötü yönde kullanıldığı zaman ise o yararından eser kalmıyor. Çünkü sosyal medya ve telefon uygulamaları tamamen kötü amaçlı kullanılıyor bu da yine gençliğimiz açısından sıkıntılar doğuruyor. Mesela kameralı tanışma uygulamaları ve bu uygulamalarda yapılan ahlaksızlıklar gençlerimizi etkiliyor ve gerçek dünya ile bağlarını koparıyor. Ayrıca geri dönülmez hatalar yapmasına neden oluyor. Bu yüzden ilk olarak bu uygulamalara bir çare bulunmalıdır. Çünkü gençlerimizi göz göre göre kaybediyoruz. Hepsi ellerimizden kayıp gidiyorlar. Onların birer içi boş robot şekline dönüşmelerine seyirci kalamayız.

Gençlerimiz bu saçma sapan diziler ve uygulamalar yüzünden hem kendilerini hem ahlaklarını hem de milli ve manevi duygularını kaybetmeye başladılar. Bizim gençlerimizin elinden kitaplarını, oyuncaklarını aldılar ve bunları onlara sundular. Böylelikle içi boş bir nesil  ortaya çıkartmaya başladılar.

Bunların bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Çünkü Türk Milleti olarak dünyaya nizam vermiş, hoşgörüyü ve medeniyeti yaymış, birçok Müslüman Türk Bilim İnsanı yetiştirmiş bir millet olarak bunların bize Küresel Güçler tarafından bilinçli olarak empoze edildiğini düşünüyorum. Çünkü Küresel Güçler bizi akılla, savaşlarla yok edemedi. Şimdi ise başka bir silahını devreye soktu. Önce Türk aile yapısını çökertmek ve sonra Türk Gençliğini içi boş bir robot haline dönüştürme planlarını uygulamaya koydular. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldular. Gençliğimizi hep birlikte kurtaralım…

Çünkü gençlik demek vatan demektir.


6 Ocak 2023 Cuma

SİYASET BİLİMİ İLE ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE TARİH BİLİMİ ARASINDAKİ BİLİMSEL İLİŞKİ

 


Bu hafta siyaset bilimi ile uluslararası ilişkiler ve tarih bilimi dallarından ve bu üç dalın birbirleriyle olan ilişkisinden bahsedeceğim.

Günlük dilde kullanılan siyaset kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kelime olup “siyasa” şeklinde kullanılmıştır. Bu kelime yönetmek, eğitmek ve yetiştirmek anlamına gelmiştir. Fakat bu kelimenin kökü İbranice olarak Kitab-ı Mukaddesteki at anlamına gelen sûs kelimesine bağlanmıştır. Böylece bedevi toplumlarda atların ve develerin terbiye edilmesinde kullanılmıştır. Daha sonra siyaset kelimesi şehirlerin ve insanların idaresi ve yönetim sanatı anlamında ifade edilmiştir. Böylece siyaset bir amaç veya prensip gereğince şehrin yönetilmesine ilişkin sanat anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Müslüman düşünürlerde şehir ve toplum idaresindeki düşüncelerini siyaset-name adlı kitapta toplamışlardır. Modern dönemde ise siyasa ve siyasi kelimeleri Batı dillerindeki politika, politik ve policy kelimelerinin anlamlarını kazanarak onların yerini almıştır. Osmanlı Devleti’nde ise siyaset kelimesi genelde devlete karşı işlenen suçların cezalandırılması anlamına gelen siyaseten katl ifadesi kullanılmıştır.   (Dursun ve Altunoğlu, 2012:3)

Bu nedenle siyaset, insanların topluluk olarak yaşadıkları her dönemde ve her farklı coğrafya bölgesinde karşımıza çıkar. Bu yönüyle siyaset, evrenseldir. Onun için siyaseti tek bir uygarlıkla tek bir dönemle sınırlandıramayız. (Ağaoğulları, 2013:3)

Bunun yanında uluslararası ilişkiler, ülke içi değil ama ülkeler arası ilişkileri anlamaya çalışır. Bunu yaparken de ağırlığı devletlerarası ilişkilere verir. Bu nedenle uluslararası ilişkiler, dış politikadan ayrılır. Çünkü uluslararası ilişkiler dış politikadan farklı olarak siyasi, ekonomik, kültürel ve bireysel boyutlarda dünyayı, devletleri ve devletlerarası ilişkileri ve bu ilişkilerin tarihsel sürecini anlamaya çalışan bir bilim dalıdır. (Keyman ve Dural, 2013:3)

Tarih ise geçmişte cereyan eden olayları, sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilim dalıdır. Bu nedenle tarih bilim olarak yazıyla, vaka olarak da insan ile başlamıştır. Yani dünya var olduğundan beri insanlığın tarihi vardır. Fakat bunların yazıya geçirilmesiyle bilim niteliği kazanmıştır. Tarihe bilim niteliği kazandıran ise sosyoloji ve tarih felsefesinin piri sayılan İbn-i Haldun’dur. Onun görüşüne göre; “Tarih ilmi olayların nedenselliği ve sebeplerini derinliğine inceleyen bir ilimdir.” (Kubilay Muhammet Özdemir, Tarihçilerin Vatan Görevi, Son Saat Gazetesi, 14 Ağustos 2022, s.5)

Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler ve Tarih Bilimi arasındaki bilimsel ilişki ise şu şekildedir. Siyaset Bilimi ülke içinde devlet, toplum, birey arasındaki ilişkileri açıklayıp anlamaya çalışırken uluslararası ilişkiler ise devletlerarasındaki ilişkiler anlamaya çalışan bir bilim dalıdır. Bu nedenle bir devlet yurt içi ve yurt dışı politikalarını belirlemek için bu iki bilim dalından da yardım almaktadır. Bu iki bilim dalının kesiştiği bir bilim dalı daha vardır. O da Tarih Bilimidir.

Tarih biliminin teorik bilgisi, siyasi bilimin pratik becerisine dönüştüğünde çözüm gerçekçi ve etkin olmaktadır. Çünkü siyasi bilim akıl ise tarih hafızadır. Tarih ve siyaset arasındaki ortak alan toplumsal olay ve olguların bir geçmişinin olmasıdır. Çünkü Siyaset bilimi araştırdığı konunun geçmişte nasıl olduğunu olay ve olguların sebep ve sonuçlarını yer ve zaman göstererek ancak tarih bilimi ile bilebileceği için bu bilim dalından yararlanmaktadır. (Berber, 2021:111)

Uluslararası İlişkiler ise tarih biliminden devletlerarası ilişkileri incelenmek için yararlanmaktadır. Çünkü devletlerin başka devletlerle olan ilişkilerinde ürettikleri politikaları belirleyen faktör tarihtir. Bu nedenle devletleri yöneten kadrolar politikalarını üretirken aynı hataya veya yeni bir hataya düşmemek için geçmişten ders çıkarırlar. Böylece uluslararası ilişkiler disiplininin yolu sürekli tarih bilimiyle kesişir.

Sonuç olarak devletler; gerek ulusal gerek uluslararası politikalarını üretmek için Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler Bilimi ve Tarih Bilimini iyi okumak ve ona göre hareket etmek zorundadır.   


23 Aralık 2022 Cuma

HERGÜN GAZETESİNE GÖRE 1977 – 1980 YILLARINDA SAĞ – SOL ÇATIŞMASI


1975’ten itibaren gittikçe büyüyen ve Türk siyasi hayatının bir dönemine damga vuran sağ – sol kavgası kuşkusuz ki, pratikte olduğu kadar ideolojik alanda da yaşanmıştır. Sol dünya görüşüne sahip olan yazarlar fikri yönden birçok yayın çıkarmış; sağ kesim aydınlarıysa, sol tandanslı yayın bombardımanı karşısında ancak sınırlı bir savunma hattı oluşturabilmiştir. Kitabın konusunu teşkil eden Hergün Gazetesi, bu sınırlı mücadeleyi en güçlü biçimde ortaya koyan yayın organlarından birisi olmuştur.

Sosyalizm fikrini benimsemiş gazete ve dergilere karşı ideolojik mücadele vermek için Alparslan Türkeş, Zeki Saraçoğlu’na görev vermiş ve Hergün Gazetesi’ni satın aldırarak ülkücü görüş adına güçlü bir savunma hattı oluşmasını sağlamıştır.  Böylece, Hergün Gazetesi ülkücüler için dönemin en önemli yayın organı haline gelmiştir. Kimi zaman bombalı saldırılara uğramış kimi zamanda CHP’nin siyasi baskılarına uğrayarak susturulmak istenmişse de MHP’nin desteği sayesinde 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar faaliyetini sürdürmüş ve Ülkücü Hareketin düşünce dünyasını etkilemeye güçlü biçimde devam etmiştir.

Tarihçi - Yazar Kubilay Muhammet Özdemir bu kitabında Hergün Gazetesi özelinde 1977 – 1980 yılları boyunca Türkiye’yi kaos ortamına sürükleyen siyasi ve sosyal olayları anlatmakla birlikte bu dönemde yaşanan ideolojik mücadeleyi de mercek altına almıştır.

Dönemin olaylarına farklı açılardan ışık tutacak olan Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması adlı bu kıymetli eser, Gece Kitaplığı Yayınlarından çıkarak satışa sunulmuştur.

Böylece Tarihçi – Yazar Kubilay Muhammet Özdemir Hergün Gazetesini akademik anlamda Türkiye’de ilk defa çalışan kişi olmuş ve bu eseri akademi dünyasına kazandırarak Tarih Bilim Uzmanı olmaya da hak kazanmıştır.           




SİYASAL İSLAM’IN GENÇLİK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

 



Son zamanlarda gençliğin ateizm veya deizm gibi inançsızlıklara doğru evrildiği görülmüştür. Bunun üzerine “Siyasal İslam’ın, İslam’a ve gençliğe zarar verdiği anlaşılmıştır. Çünkü gençler son zamanlarda kendilerini dindar olarak tanıtan insanların din adı altında yapmadıkları haltları görünce bunu İslam ile bağdaştıramayıp böyle bir İslam olamaz diyerek artık dini kabullenmeme yolunu seçmeye başlamışlardır. Hatta basına yansıyan haberlere ve araştırmalara göre muhafazakâr olan gençler bile ateizme ve deizme yönelmeye başlamıştır.

 Hemen şunu da ifade etmek istiyorum ki İslam’ı kendi çıkarları için kullananlar gerçek dindarlar yani “Muhafazakârlar değil, “Siyasal İslamcılardır.” Muhafazakârlık ile Siyasal İslamcılık ayrı kavramlardır.   

 Fakat ben bu durumun gençler üzerine yapılan planlı bir eylem olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkler, İslam dinini kabul ettikten sonra cihat ederek Allah'ın adını yaymış ve birçok topluluğa adaleti, hoşgörüyü, merhameti öğretmiş bir millet idi. Ancak buna rağmen son zamanlarda İslam’a hizmet etmiş atalarımızın torunları ateizme, deizme ve birçok inançsız "İZM"lere yönelmektedir.

 DİKKAT EDİN! Türk Milletinin ve onun geleceğinin teminatı olan gençlere plan kuranlar asla ve asla Hun İmparatoru Attila'nın önünde diz çöken Papa'yı ve İslam'a en iyi şekilde hizmet etmiş atalarımızın fetihlerini ve özellikle İstanbul'un fethiyle beraber Ayasofya'nın camiye çevrilmesini unutmadılar. Her ne kadar Hun İmparatoru Attila Müslüman olmasa da sonuç itibariyle bir "BİR TÜRK HÜKÜMDARIYDI”. Papanın onun önünde eğilmesine hazmedemediler. Yine İslam'ı benimsedikten sonra Türklerin, İslam'a hizmetleri ortadadır. Ayrıca İslam Medeniyeti altın çağını yaşarken, Hıristiyan Avrupa karanlık dönemini yaşıyordu. Daha sonra bizim eserlerimizi kendi dillerine çevirip geliştirip bize karşı kullanarak bizi geçtiler ve bizden intikam almaya başladılar.

 1699 Karlofça Antlaşması ile Osmanlı çok büyük kan kaybına uğradı. Ancak “13 Eylül 1683 Viyana’da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya’da durduruldu.” Düşman belki yurttan sökülüp atıldı. Fakat bu seferde devşirdikleri bazı tarikatlar sayesinde planlı olarak gençlerimizi etkilemeye başlamışlardı.

 Allah’a kul değil de kula kulluk yapıp Şeyhinin ayağını yıkadığı suyu kutsal kabul edip içenleri, çocukları taciz edenleri veya devletin kurumlarına kendi çıkarları için sızıp darbe kalkışması yapmaya kalkışarak 15 Temmuz’da insanlarımızı şehit edenleri gençlerimiz görünce bunlar Müslüman ise ben neyim? Ben Müslüman isem bunlar ne diye kendilerine sormadan edememişlerdir.  

 

Gençler dini kendi çıkarları için kullanan şeyhleri, cemaatçileri, darbecileri görünce sanki HÂŞÂ İslam dini suçluymuş gibi düşünerek dinden soğumaya başlamışlar ve bunun sonucunda da yukarıda ifade ettiğimiz gibi “İZM”lere yönelmişlerdir. Hâlbuki eksiklik İslam’da değil, İslam’ı kullanarak bu tür eylemleri gerçekleştirenler yüzündendir. Biz gençlerimize öncelikle bunu kavratmalıyız. Gençlerimiz bu tür kişilere rağmen İslam’ı en güzel şekilde yaşayarak ve yaşatarak gerçek Müslüman kimmiş? Onu göstermelilerdir.

 

“Bizim gençlerimiz İslamiyet’i siyasal mücadelelere, hırs ve menfaatlere alet edilmesine tepki olarak dininden soğumamalıdır. Tersine dinini en güzel şekilde öğrenip bu tür kişilere karşı mücadele eden gerçek Müslümanlar olmalılardır.”

 

 


16 Aralık 2022 Cuma

İSLAM İLE ULUSÇULUK VEYA MİLLİYETÇİLİK ÇELİŞİR Mİ?

 


İslam ile ulusçuluk veya milliyetçilik çelişir mi? Sorunun cevabını Türkçülüğün esasları ve yine bir başka eseri olan Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak adlı eseri yazan ve birçok önemli esere imza atan ayrıca Türkçülüğü ve Türk Milliyetçiliğini sistemleştiren Ziya Gökalp’ten vereceğim.

 

Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı. Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi. (Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul 2010, s. 22 – 24)

İşte bu yazıda anlaşıldığı gibi Türkler son ana kadar Osmanlı içerisindeki diğer etnik unsurlar dağılmasın diye kendi kimliğini gizlemiş onları Osmanlılık vatandaşlığı altında toplamaya çalışmış ancak esen milliyetçilik akımı diğer etnik unsurları çoktan Osmanlı’dan koparmıştı. Üstüne bir de Osmanlı’yı yıkmış ve yok etme durumuna getirmiştir. Bu sebeple Türklerde kimliklerini kullanmaya başlamış ve Türkçülük fikriyatını ortaya atıp Türk milliyetçiliği yapmışlardır. Ancak şunu belirtmem gerekir ki Türklerin Türk milliyetçiliği bir kavme husumet amaçlı ya da bir kavmi yok etmek amaçlı ortaya çıkmamıştır. Örneğin Almanya’nın Nazizim milliyetçiliği Yahudileri yok etmek amaçlı çıkmıştır. Aslında Türk milliyetçiliği haricindeki tüm milliyetçilikler hep başka kavme husumet amaçlı çıkmışken bir tek Türk Milliyetçiliği kendisini koruma refleksi olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü Türkler o dönemde vatan elden giderken susup oturup vatanın elden gitmesini mi bekleyecekti? Bu nedenle mecbur kalıp Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği yapıp mücadele ettiler. Belki Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü durduramadılar ama bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağladılar.

 

Ancak zaman içerisinde Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi saldırı hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçilerinden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar ne Hintliler ve Afganlarlılar ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler. (Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul 2010, s. 61 – 62)

 

Türkçülüğü ve Türk Milliyetçiliğini sistemleştiren Ziya Gökalp’in bu eserinden de anlaşıldığı üzere Türkçülüğün ya da Türk Milliyetçiliğinin İslam karşıtlığı değil bizatihi İslam ile iç içe olduğunu anlıyoruz. Bu yüzden Türk Milliyetçiliğini, İslam karşıtı gibi gösterenlere de itibar etmiyoruz ve etmemenizi de tavsiye ediyorum.


 

 


Diğer Yayınlar