19 Mart 2023 Pazar

BİR DİRİLİŞİN DESTANI ÇANAKKALE


 

Çanakkale savaşı bir dirilişin destanı bir milletin küllerinden doğması, milli mücadele ruhunun ateşlendiği yer ve Mustafa Kemal’in doğuşudur. Çanakkale savaşı bu milletin dünyaya biz daha yok olmadık mesajının verildiği bir zaferdir.

Çanakkale cephesinin açılmasının süreci İngiliz ve Rus uzlaşmasıyla ortaya çıkmıştır. 19.yy boyunca boğazlar üzerinde İngiliz- Rus mücadelesinin sona ermesi ve bu bağlamda 1907 yılından itibaren iki ülke arasında ilişkilerin gelişmesi Osmanlı’nın oluşturduğu dengeleri bozmuş ve bloklaşma hızlanmıştır. Osmanlı yönetimi bunun üzerine 1911 yılında İngiltere’ye ittifak teklifinde bulundu. Fakat olumlu bir cevap alamadı. 1912-1913’de Osmanlı ordularının bozguna uğrayarak Balkanlardan çekilmesiyle, İngiltere’nin Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul’u işgal edebileceğine dair inancı kuvvetlendi. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti 1914 yılında Fransa’ya ittifak teklifinde bulundu. Fakat sonuçsuz kaldı. Çünkü bu ittifaka Rusya karşıydı. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti, Almanya ile ittifak yapmaya mecbur kaldı.

I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti açısından en önemli cephe Çanakkale Cephesi olmuştur. Eğer İtilaf Devletleri Çanakkale cephesini aşıp boğazları ve İstanbul’u ele geçirecek olursa Osmanlı devletini barışa zorlayacaktı. Ayrıca boğazlar ele geçirilirse Rusya ile bağlantı kurulabilecek ve Rusya’nın buğdayından yararlanılacak buna karşılık İtilaf Devletleri de Rusya’ya silah ve cephane sağlayacaklardı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi savaşa merkezi devletlerin yanında girmek isteyen Balkan Devletlerinin de vazgeçmesini sağlayacaktı.[1] Buna ek olarak eğer Osmanlı bu cephede savaşı kaybederse Kafkaslardaki Rusları zorlayan Türk birliklerinin buraya kaydırılmasını isteyecek ve böylece Rusya’nın yükü hafifleyecekti.[2]

Projenin mimarı Winston Churcill, İngiliz savaş bakanı Lord Kitchener[3] ve Rus Çarı II. Nicola tarafından sadece Deniz Kuvvetleri Çanakkale’den geçer fikrini ve stratejisini olumlu görmüşlerdir. Bu sebeple itilaf devletleri 19 Şubat 1915 tarihinde Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını döverek savaşı başlattı.

Fakat 18 Mart 1915 akşamına kadar devam eden çarpışmalar İngiliz ve Fransızların boğazları geçemeyeceğini göstermişti. 18 gemilik filodan 7 tanesi sulara gömülmüş diğerleri onarıma muhtaç halde yaralar almışlardı. İtilaf devletleri ise geri çekilmişlerdi. Ancak bu seferde karadan harekete geçip Gelibolu’nun işgaline karar vermişlerdi. Nisan 1915 başında 100.000 kişilik bir kuvvet ile çıkartma yaparak kara savaşları başlamış oldu.[4]

25 Nisan’da İngiliz birlikleri Gelibolu yarımadasına, Fransız birlikleri de Kumkale’ye çıkmak zorunda kalmıştır. İngilizler ise sadece üç kilometre ilerleyebilmiştir. İtilaf Kuvvetleri, Gelibolu yarımadasının Batı kıyılarına çıkarak bir çevirme harekâtı başlatmışlardı. Fakat Mustafa Kemal’in komuta ettiği Anafartalar grubunun şiddetli direnişi karşısında ilerleyememişlerdi. Mustafa Kemal’in kilit rolü Gelibolu yarım adasının Saroz körfezinde İngilizlerin bir hamle yapması ve aniden bir çıkartma yapması hadisesidir. Saroz ve Gelibolu’nun arasındaki bölgede Türk Kuvvetleri bulunuyordu.  İngilizler buraya ani bir çıkartma yaptılar ve bu çıkartmada tutunup kalabilmiş olsalardı bizim ordumuz iki düşman ordusu arasında sıkışıp imha olacaktı. Ayrıca Yarbay Mustafa Kemal askerlere şu tarihi emri verir. “Cephaneniz yoksa süngünüz var. Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum, süngü tak yere yat” demiştir. Bunun üzerine asker denileni yapar ve bir müddet sonra hücuma geçerek arka arkaya şehit düşmeye başlamışlardı. Üç saf sonra herkes şehit olacağını biliyordu. Şehit olacaklarını bile bile en ufak bir tereddüt göstermemişlerdi. Türk askerinin asaletine yakışır bir şekilde şehit olmuşlardı. Her seferinde bir saf tamamen şehit olurken biraz daha öne gitmeyi başarmışlardı. Bu şekilde düşmanın menziline varmışlardı. Burada süngü savaşları başladı ve düşman cephesini bırakarak kaçtı. Bu olaya şahit İngiliz gazeteci

“Kazanılmış bir zaferin böylesine bir stratejiyle ters düz olunduğunun tarihte bir daha örneğini göremezsiniz” demiştir. Bunun sonucunda kendi komutanlarını suçlamıştır. Komutanlar ise anılarında Mustafa Kemal için kaderin adamı diye yazmıştır. Savaşın kaderini değiştirerek ülkesini kurtardı demişlerdir.

8-9 Ocak 1916 tarihinde Seddülbahir bölgesini ve daha sonra Arıburnu ve Anafartalar bölgesini boşaltılmıştır. Ancak Çanakkale savaşları kazanılmasıyla birlikte sonuçları da yıkıcı olmuştur. Çanakkale deniz ve kara savaşlarında Türk tarafı 211.000 kayıp vermiştir. Tahmini rakamlara göre 100.000’den fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve diğer eğitimli insanlarımız şehit olmuştur. Bu kayıplar neticesinde Çanakkale savaşlarına Subaylar savaşı da denilmiş ve bu kayıplarımızın etkileri daha sonraki yıllarda ülkemiz için olumsuz olarak hissedilmiştir. Çanakkale geçilemeyince müttefikler Osmanlı’yı savaş dışı bırakamamıştı. Bu durum savaşı 2 yıl daha uzattı. Balkan savaşlarında perişan gördükleri Türk ordusu tarafından yenilince müttefiklerin moralleri çöküşe geçti. Rusya’ya silah yardımı götüremedikleri gibi Rusya’dan tarım ürünlerini Avrupa’ya götürememişlerdi. Avrupa’daki açlığı ve sefaleti önleyememişlerdi. Buna ek olarak da Rusya da Çarlık yıkıldı ve Ruslar savaş dışı kaldı. Osmanlı’nın kendi imkânlarıyla kazandığı bu savaş Türk kamuoyunu ve Türk ordusu için moral kaynağı oldu.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki; Çanakkale Zaferi neticesinde Türk vatanı ve başkenti olan İstanbul erken gelecek olan bir istila ve işgalden kurtulmuştu. Fakat 1918’de İstanbul işgal edildi. Bu Çanakkale Zaferinin önemini ve özelliğini kaybetmemiştir. Çünkü 1915’de Çanakkale’nin geçilmesiyle 1918’de geçilmesi arasında birçok fark vardır. Eğer 1915’de geçilmiş olsaydı. Az önce yukarı da yazmış olduğum sonuçlardan hiç biri olmazdı. İngilizler zaten gizli antlaşmayla İstanbul’u Ruslara vermişlerdi. 1915’de geçilmiş olsa hem İstanbul, Ruslara verilmiş hem de İtilaf devletleri büyük bir moralle muzaffer bir şekilde İstanbul’a girmiş olacaklardı. Dolayısıyla Çanakkale’de oluşan milli ruh olmayacak ve milli mücadelenin fitili yakılmadan sönecekti. 1918’de İstanbul işgal edildiğinde artık Rusya’da rejim değişmiş ve Batı’ya karşı olan bir Rusya meydana gelmişti. Bu sayede İstanbul’un da kaderi değişmiş oldu. Ayrıca düşmanda 4 sene boyunca bizimle savaşarak yorulmuş moral ve motivasyon kaybına uğramıştı.

Çanakkale Zaferinin diğer bir önemi ise; Milli Mücadeleye temel teşkil eden ruh Çanakkale’de inşa oldu. Milli Mücadeleye liderlik eden Mustafa Kemal Çanakkale’de doğdu. Çanakkale’de tanınan Mustafa Kemal Milli Mücadele’ye giriştiğinde insanlar ona Çanakkale’de gösterdiği başarılardan dolayı güvenmiş ve onun önderliğinde milli mücadele saflarına katılmaya razı olmuşlardı.

Çanakkale bir destandır, önemi çok büyüktür. Türk Milleti her zaman bitti, tükendi dediklerinde yeniden küllerinden doğmuş ve öz vatanını kurtarmıştır. Ayrıca mazlum milletlere umut olmuştur.

Türk Milleti olarak tarihte neysek şimdi de öyleyiz.


[1] Pamuk, B., Gülsoy, E., Yılmazçelik, İ., Yalçınkaya, M.A., İnbaşı, M., Yağçı, Z.G., edt.Gündüz, T., Osmanlı         Tarihi El KitabıGrafiker Yayınları, b.4, Ankara 2014, s.596

[2] Yalçın, D., Akbıyık, Y., Akbulut, D., Balcıoğlu, M., Köstüklü, N., Süslü, A., Turan, R., Eraslan, C., Tural, M.A., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi IAtatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2014, s.87.

[3] Pamuk, B., Gülsoy, E., Yılmazçelik, İ., Yalçınkaya, M.A., İnbaşı, M., Yağçı, Z.G., edt.Gündüz, T., Osmanlı Tarihi El KitabıGrafiker Yayınları, b.4, Ankara 2014, s.596

[4] Yalçın, D., Akbıyık, Y., Akbulut, D., Balcıoğlu, M., Köstüklü, N., Süslü, A., Turan, R., Eraslan, C., Tural, M.A., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi IAtatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2014, s.91-92.

 

15 Mart 2023 Çarşamba

TARİH NEDİR? TARİH NASIL İLİM OLDU?

 



Bu konuyu detaylandırabilmemiz öncelikle tarih nedir sorusuna bir göz atmamız gerekir. Tarih; geçmişte yaşanılan olayların, olguların zaman ve mekân belirterek belgeler ışığında objektif olarak aydınlatılmasıdır. Tarih kısaca “geçmişin bilimidir.”

Tarihin birinci unsuru zamandır. İkinci unsuru ise mekândır.

Tarihin bir başka tanımını yapmak gerekirse; geçmişte cereyan eden olayları, sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilimdir. Yine İngiliz tarihçi Edward Hallet Carr ise tarihi “bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog” olarak tanımlar.

Sonuçları çıkmamış hiçbir olgu tarihe mal olmamıştır. İnsanların yaşadığı coğrafi şartlar, kimlikler de tarihi farklılaştırmada önemli rol oynar. Göçler, savaşlar, fetih siyaseti kuraklık, din savaşları, haçlı seferleri örnek gösterilebilir. Bununla beraber Marx gibi düşünürler ise iktisadı tarihin belirleyicisi olarak görmüşlerdir.

Bazısı da din savaşlarını tarihte belirleyicisi olarak görmüştür. Ama tek noktada toplamak doğru değildir. Fakat bunlar sadece tarihi belirlemede en önemli faktörlerden birkaçıdır.

Şu unutulmamalıdır ki; Tarih bir milletin hafızasını oluşturur, insanlara sosyal ve siyasi konularda doğru karar verebilme olanağı sağlar. Mensubu olduğu çağı ve toplumu anlayamayan insan geleceğini doğru yönlendiremez. Geçmişin bilgisi olan tarih gelecek hakkında düşünmeyi sağlar.

Peki tarih nasıl meydana geldi? Kim onu bilimselleştirdi? 

Bu konuları hep merak eden insanlar var. Günlük hayatta pek çok insan bazen siyasi olaylar neticesinde bazen de sosyal olaylar neticesinde tarih ile ilgili tartışmalar yaptığında hep bu soruyu sorarlar acaba tarih nasıl meydana geldi bir geçerliliği, güvenilirliği var mı? İşte araştırmam da bu sorulara cevap vermeye çalışacağım.

Tarih nasıl meydana geldi? 

Bakınız Tarih İlim olarak yazıyla vaka olarak insanla başlar. Yani dünya var olduğundan beri insanlığın tarihi vardır fakat bunların yazıya geçirilmesiyle ilim niteliği kazanmıştır. İlim niteliği kazandıran ise sosyoloji ve tarih felsefesinin babası sayılan İbn-i Haldun’dur. Onun görüşüne göre; “Tarih ilmi olayların nedenselliğini ve sebeplerini derinliğine inceleyen bir ilimdir. Bu yüzden de o, felsefenin temeli ve felsefi ilimlerden biri sayılmaya layıktır.” demiştir.

İbn-i Haldun tarihi faydaları çok ve gayeleri yüksek bir ilim olarak görür. Çünkü din ve dünya işlerini sağlam temeller üzerine kurmak isteyen biri, geçmiş toplumların ahlaklarını, peygamberlerin yaşamları ve mücadelelerini, hükümdarların yönetim ve siyasetlerini, tarihe mâl olmuş kişilerin yaptıklarını ancak tarih ile bilip örnek alabilir. Tarih ile ilgilenen kişinin, doğruyu bulmak ve yanlışlara düşmekten korunmak için değişik kaynaklara ve belirli bir  sisteme, çeşitli bilgi dallarına, dikkatli, sağlam ve bilgileri iyi bir süzgeçten geçiren bakış açısına ihtiyacı vardır. Çünkü tarihi haberler konusunda sadece nakle dayanılır, toplumsal hayattaki temel örfler, siyasi ilkeler, uygarlık ve medeniyetlerin kendilerine has özellikleri dikkate alınmaz ve geçmişte olanla ölçülüp değerlendirilmezse, gelen haberlerin doğruluğundan ve yanlışa düşünülmediğinden emin olunamaz.

İbn-i Haldun’dan sonra dünyadaki en önemli tarihi ekollerden birisi olan Annales Okulu’nun kurucularından birisi olan Marc Bloch tarih için: “Geçmişteki ya da şimdiki bir toplumsal durumu anlaşılır kılmak için yapılmalıdır” derken, Fernand Braudel ise “Hiçbir uygarlığın geçmiş yaşam deneyimlerinden kopartılarak anlaşılamayacağını” ifade eder. Marcus Tullius Cicero, “Kendinizden önce ne olup bittiğinden habersiz bulunmanız, çocuk kalmanız demektir” görüşünü savunmuştur.

Bu nedenle tarih bir toplumun ortak hafızası demektir. Eğer bir toplum gelecekte de var olmak istiyorsa bilgi, birikim ve tecrübelerini kendisinden sonra gelecek nesle aktarmalıdır. Bunu da ancak tarih ile yapabilir. Böylece ortak bir aidiyet duygusu oluşarak millet olarak varlığımızı sürdürebiliriz. Bu nedenle Tarih bir ilimdir ve  önemli ilimlerden birisi olarak sayılmaya layıktır.

 


ALTILI MASA

 

Altılı masa kurulduğundan beri Türkiye siyasetini meşgul etmektedir. İP, CHP, Demokrat Parti, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisinin birlik olduğu Altılı Masa ilk görüşmesini 12 Şubat 2022 tarihinde yaptı. Altılı Masa 26 Ocak 2023 tarihindeki on birinci toplantısında ilk defa kendisini Millet İttifakı olarak tanımladı. Millet İttifakı 30 Ocak’ta Ortak Politikalar Mutabakat Metnini Ankara’da kamuoyuna açıkladı. 2 Mart tarihinde ise Altılı Masa on ikinci toplantısını gerçekleştirdi.

Ancak bu toplantıda İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkarak masadan kalktığını bildirdi. Çünkü Akşener, Kılıçdaroğlu’nu değil Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu aday olarak görmek istedikleri teklif ettiklerini ancak bu teklifin masadaki diğer paydaşlar tarafından reddedildiğini ifade etti. Akşener açıkça İyi Parti’ye dayatma yapıldığını söyleyerek Altılı Masa için şu zehir zemberek açıklamayı yaptı:

Bu vesileyle anlamış olduk ki şahsi hırslar Türkiye'ye tercih edilmiştir. Anlamış olduk ki kişisel ajandalar uğruna mübah sayılan kuyruklu yalanlar milletin kazandığı bir büyük hakikate tercih edilmiştir. Milletimizin ortak iyiliği için, iyi niyetle oturduğumuz bu masa, artık potansiyel adayların tartışılabildiği bir ortak akıl platformu olmaktan çıkmış, tüm alternatiflerin kara listeye alınarak tek bir adayın tasdiki için çalışan bir noter masasına dönüşmüştür. Ancak ne bir kumar masasında ne de bir noter masasında olacağız” dedi.

Ancak zehir zemberek açıklamanın üzerinden çok geçmeden Akşener sözlerinden geri dönüş yaptı. 6 Mart’taki toplantıya da katılarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul etti. Eğer ittifak kazanırsa formüle göre Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olacak diğer ortaklar cumhurbaşkanı yardımcısı olacak ve bu yardımcılara Belediye Başkanları olan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ta dahil edilerek toplamda yedi cumhurbaşkanı yardımcısı olacak.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıklamasından sonra terör örgütünün siyasi uzantısı olan parti Kılıçdaroğlu’nu görüşmek için beklediklerini ifade etti. Aslında bu parti de ittifaka destek vereceklerini böylelikle daha net belirtmiş oldu. Milliyetçi olduğunu iddia eden İyi Parti ve Akşener bunca askerimizi, polisimizi şehit eden Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne kast eden PKK/YPG’ye terör örgütü demeyen bir partiyle aynı safta durmaktan hiç gocunmayacak mı?

Daha düne kadar ne siyaseten ne fikren birbiriyle uyuşmayanlar Erdoğan’ı iktidardan indirmek için birlik olmuşlar. Altılı Masanın kurduğu ittifaka Erdoğan’ın iktidardan inmesi için Türkiye’nin dış politikasından rahatsızlık duyan ülkelerde desteklemektedir. Acaba yaptıkları Erdoğan düşmanlığının Türk devleti düşmanlığına dönüştüğünün farkındalar mı?

Demek ki Türk Milleti 14 Mayıs’taki seçimde Uluslararası arenada Türkiye’nin güçlenmesini, dünya siyasetine yön vermesini ve bölgesel güç olmasını isteyenlerle bunların hiç birini istemeyenler arasında bir tercih yapacak.    

 

 


2 Mart 2023 Perşembe

TÜRKİYE’NİN YARDIM DİPLOMASİSİNİN SONUÇLARI

 



Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyanın herhangi bir bölgesinde doğal afet olduğu zaman ilk yardıma koşan ülkelerin en başında gelmiştir. Ülkemizin yakın tarihindeki insan kaynaklı kriz ve doğal afetlere yönelik acil insani yardım yaptığı ülkeler ve olaylar şunlardır:

“2004 sonunda meydana gelen Güneydoğu Asya depremi, 2005‘teki Pakistan depremi,  Lübnan’da yaşanan insani kriz, 2008 yılının sonunda patlak veren Gazze Krizi, 2010 yılında meydana gelen Haiti ve Şili depremleri ile Pakistan’da yaşanan sel felaketi, 2011 yılında meydana gelen Japonya depremi, 2013 yılında Filipinler’de meydana gelen tayfun yardım etmiştir. 2014 yılında Balkanlar’da meydana gelen sel felaketi ve Gazze’ye yönelik saldırı, 2015’de Nepal depremi ile Irak’taki çatışmadan kaynaklı insani kriz, 2015 ve 2016’da Yemen ve Libya’daki insani kriz ile 2016’da Makedonya’daki sel felaketi sonrasında gerçekleşen yardım operasyonları önemli yer tutmuştur. Ayrıca bu bağlamda insani yardımlarımız 2017 yılında Kolombiya ve Gürcistan’da, 2018 yılında Vietnam, Laos ve Endonezya’ya yardım etmiştir.  2019 yılında ise Mozambik, Afganistan, Arnavutluk, Bangladeş, Bosna-Hersek, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çad, Etiyopya, Filistin, Gambiya, Güney Sudan, Gürcistan, Irak, İran, Kamerun, Kolombiya, Komorlar, KKTC, Lübnan, Moğolistan, Myanmar, Namibya, Nijer, OAC, Özbekistan, Pakistan, Somali, Sudan, Ürdün ve Yemen’e çeşitli yardımlarda bulunmuştur. 2020 yılında ise Afganistan, Arnavutluk, Bangladeş, Çad, Cibuti, Etiyopya, Filipinler, Filistin, Fiji, Güney Sudan, Kamboçya, KKTC, Kuzey Makedonya, Myanmar, Nijer, Özbekistan, Pakistan, Romanya, Somali, Tanzanya, Tunus, Ukrayna, Ürdün ve Yemen’e yardım etmiştir. 2021 yılında Bosna-Hersek, Fiji, Guatemala, Güney Sudan, Haiti, Hırvatistan, Honduras, Moğolistan, Mozambik, Panama, Saint Vincent ve Grenadinler, Tacikistan’da, 2022 yılında Afganistan, Brezilya, Irak, Madagaskar ve Pakistan’da meydana gelen sel felaketi, orman yangını, deprem, kasırga, yanardağ patlaması gibi doğal afetler nedeniyle nakdi ve ayni yardımlar gerçekleştirilmiştir.” ( Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Resmi Sitesi, https://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin_-insani-yardimlari.tr.mfa, Erişim Tarihi:18.02.2023)

Suriye iç savaşında olduğu gibi elbette Türk Devleti bu liste dışında farklı ülkelere faklı nedenlerden dolayı da yardım ve desteklerde bulunmuştur. Azerbaycan – Ermenistan veya Venezuela meselelerinin örneğinde olduğu gibi…

Yine Türkiye’nin bölgesinde güçlenen ve sözü geçen bir ülke haline gelerek uluslararası arenada etkin rol oynaması ve dünya siyasetinde dengeleri değiştirebilen bir konuma yükselmesi de Türkiye’nin ciddiye alınıp dostluk kurulmak istenen bir ülke olmasına neden olmuştur. Ancak şu bir gerçektir ki Türk Devleti yapmış olduğu bu insani yardımlar ile hem bölge halkının sevgisini kazanmış hem de dünyanın birçok ülkesiyle her ne kadar ülkeler arasında dostluk değil çıkar ilişkisi olsa da bu yardımları sayesinde birçok dostluk da kazanmıştır. Bu nedenle 6 Şubat’ta asrın felaketi olarak nitelendirilen depremde Türkiye insani yardım konularındaki duruşunun karşılığını birçok ülkeden yardım ve destek görerek almıştır.

Tarihin en ağır felaketlerinden birisini yaşayan Türkiye’ye uluslararası toplumdan daha önceden görülmeyen düzeyde dayanışma ve destek görülmüştür. Başta insani yardımlar olmak üzere arama ve kurtarma çalışmaları, sahra hastanesi kurma gibi birçok alanda çalışan 80’den fazla ülke 7 Binden fazla personel ile sahada çalışmalara katıldı. Avrupa Birliği de tarihinin en büyük insani yardımlarını Türkiye için yaptı. Dışişleri Bakanlığının yaptığı açıklamalara göre 100 ülkeden yardım teklifi geldiğini ve 76 ülkenin sahada aktif olduğunu, 12’sinin çalışmalarını tamamlayarak ülkelerine geri döndüğünü ifade etmiştir.

Sadece Avrupa ülkeleri değil Türk Dünyası ve Ortadoğu ülkeleri de aynı şekilde hem ayni hem de nakdi yardımlarda bulunmuştur.

Türk Dünyasında başta Azerbaycan olmak üzere Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan yaşanan felaketin hemen ardından arama kurtarma ekiplerini ve ülke çapında toplanan yardımlarını Türkiye’ye gönderdi.

Ortadoğu’da ise Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn ve Umman gibi Körfez ülkelerinde toplanan yardım 400 milyon doları aştı. Körfez ülkeleri yanında Filistin, İsrail, Ürdün, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan, Senegal, Güney Afrika, Burundi gibi ülkelerde Türkiye’ye ayni ve nakdi yardımda bulunmuştur. (Ortadoğu Araştırma Merkezi,  https://orsam.org.tr/tr/ortadogu-ve-kuzey-afrika-mena-ulkelerinden-deprem-sebebiyle-turkiyeye-yapilan-yardimlar-2/, Erişim Tarihi: 18.02.2023)

Bunun yanında tarihi bağlarımız olan Kore ve Pakistan gibi ülkelerde yardımlarını esirgemediler. Tabi bu süreçte devletlerarasında oluşan olumlu iklim diplomasiye nasıl katkı sağlar gibi sorular sorulmasına neden olmuştur. Fakat diplomatik kaynaklar asrın felaketi olarak nitelendirilen depremde görülen destek Türkiye ve Türk halkı için önemli düzeyde sempati ve iyi niyet duygularını açığa çıkarmıştır. Hatta bu durum ilerleyen zamanlarda devletlerarası siyasi ilişkilere de yansıyacaktır. Fakat masada önemli yapısal ve uluslararası konular erteletilmeyecektir.

Sözüm o ki aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu zamana kadar yapmış olduğu insani yardım diplomasisinden ve bölgesel güç konumuna yükselmesinden ayrıca dünyada siyasetinde dengeleri belirleme potansiyelini yakalamasından dolayı bu doğal afetin açtığı yaraların sarılmasında Suriye gibi yalnız bırakılmamıştır.


16 Şubat 2023 Perşembe

AHLAKSIZLAR


 

Ülkemiz 6 Şubat’ta çok büyük bir deprem felaketi ile karşılaştı. O gün bu gündür halen daha depremin ortaya çıkarmış olduğu felaketler ile devlet ve milletçe uğraşıyoruz. Bu felaket karşısında bütün Türkiye tek yürek oldu ve herkes elinden gelen ne varsa yapmaya başladı. Ülkemizin dört bir yanından yardımlar deprem bölgelerine gönderildi ve halen gönderilmeye devam ediyor. Yine başta kendi insanımız olmak üzere uluslararası çeşitli ülkelerden de arama kurtarma çalışmalarına destek vermek için gönüllü olarak ekipler geldi ve halen gelmekteler. Ayrıca bazı devletlerde maddi ve manevi olarak yardımda bulundular.

Buraya kadar yazdıklarım gayet ahlaki ve güzel bir dayanışma örneğinin göstergesidir. Ancak bu kadar dayanışmanın içinde maalesef bu olayı fırsata çevirmek isteyenlerde olduğu ifade edildi. Sosyal medyaya ihtiyatlı yaklaşmakla beraber deprem bölgesinde yağma ve hırsızlık yapanların olduğu vatandaşların çektiği videolarda görüldü ve bu kişilerin yağma ve hırsızlık yaptıkları iddia edildi. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamada OHAL kapsamında yağma ve hırsızlık yapanlara gerekenin yapılacağını ifade etti. Böylece yaşanan 75 olayda 64 şüpheli hakkında işlem yapıldı ve 57’si tutuklandı. Yine bazı vatandaşların çektiği videolarda dinlenme tesislerinde bir bardak çorbanın 25 Tl olduğu iddia edildi. Ayrıca bu tesislerde yemek fiyatlarının da arttığı belirtildi. Bu nedenle bazı gönüllü kardeşlerimiz deprem bölgelerine yardıma gelenlere şehrin girişinde yemek ikramında bulundular. Bir diğer iddia göre ise yine ev kiralarının fahiş fiyatta arttığı iddia edildi. Ayrıca gıda fiyatlarının hatta bir bisküvinin 40 Tl ile fiyatlandırıldığı bir diğer iddialar arasında yerini aldı.

Ya hu Allah aşkına bu iddiaların hepsinin değil bir tanesinin bile doğru olması kadar üzücü bir şey yok. İnsanlar orada canıyla uğraşırken hırsızlık yapmak, gıda ve ev fiyatlarını arttırmak, kaosu fırsata çevirmeye çalışmak kadar ahlaksız bir şey olabilir mi? Bunları yapan veya yaptığı iddia edilen kişilerin hiç mi Allah’tan korkuları kuldan utanmaları yok.

Bir taraftan dayanışmanın mücadelesi verilirken bir taraftan böyle hadiseleri duymak gerçekten çok üzücü ama içimizdeki bu kötü insanlara rağmen biz gerçekten kalbi çok güzel çokta asil bir milletiz. Bu tür insanların moralimizi ve motivasyonumuzu düşürmesine asla müsaade etmemeliyiz. Devletimizin güvenlik güçleri her daim milletimizi korumak için görevde hazır beklemektedir. Devletimiz gereğini yapmaktadır.

Devletimize inanın ve güvenin çünkü bu deprem felaketi sadece ülkemizi değil Suriye’yi de vurdu. Orada da en son can kaybının 5 Bin 200’ü geçtiği ifade edildi. Suriye’de bir devlet olmadığı için oradaki insanlar kaderine terk edildi. Kimse oraya yardım ulaştırmadı. Bu sebeple Allah kimseyi devletsiz bırakmasın. Bu iki devlete yapılan yardımı ve ilgiyi karşılaştırmak için yazmıyorum. Kimse yanlış anlamasın. Ben devletin ne kadar önemli olduğunu söylemeye çalışıyorum. Zira içimizdeki bir takım güruhun sosyal medyada yazdıklarına bakarsanız sanki hükümet, devlet veya Sivil Toplum kuruluşları hiçbir şey yapmıyor veya beceremiyor. Hiç kimseye ulaşamadı. Herkes oturuyor diye bir algı oluşturmaya çalıştılar ve çalışıyorlar. Ama ne hikmetse güya devletin yapamadığını muhalif fenomenler veya onlara yakın yardım kuruluşları her şeyi yapıyor, organize ediyor ve insanları kurtarıyor. PES ARTIK, BU KADAR DA OLMAZ YA.

Bir Almanya büyüklüğünde yer yıkılmış, birçok profesör ki bunlar alanında yetkin insanlar böyle büyük bir afete dünyanın hiçbir ülkesi hemen müdahale edemez. Varsa öyle ülke buyurun gösterin diyorlar. Ama gelin görün ki anlatmak ne mümkün. Maalesef ki gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar. Anlıyorlar, biliyorlar ancak işlerine gelmiyor.

Peki neden? Nedeni belli boş verin…   


9 Şubat 2023 Perşembe

DEPREM SON YÜZYILIN EN BÜYÜK AFETİ

6 Şubat’a acı bir haberle uyandık. Kahramanmaraş merkezli 7.7 büyüklüğünde meydana gelen deprem sonucunda on ilde büyük bir yıkım oldu. Türkiye’yi sarsan bu depremden 9 saat sonra ise 7.6 şiddetinde bir büyük deprem daha oldu ve bunun sonucunda en son alınan bilgilere 8 Bin 574 vatandaşımız hayatını kaybetti. 49 Bin 133 kişi yaralandı ve 6 bin 444 bina yıkıldı. Can kaybı ve yaralıların arttığını bildiriliyor.

Türk milleti ilk depremin ve yıkımın acısını ve şokunu atlatamazken 9 saat sonra ikinci bir büyük depremle daha sarsıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük afetiyle karşı karşıya kaldık. Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep, Malatya ve Hatay depremden etkilenen ilerimiz oldu.

Depremin hemen ardından devletimiz başta olmak üzere herkes elinden geleni yapmaya başladı. Bakanlarımız hemen deprem bölgelerine gitti. Ayrıca valilerimiz, kaymakamlarımız, belediyelerimiz ve milletimizin en zor zamanlarında yanında olan milletimizin de göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetleri yani Mehmetçik yine emniyet personelimiz, AFAD, UMKE ve Kızılay başta olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarımız ve sağlık personellerimiz deprem bölgelerine giderek canla başla çalışmaya koyulmuşlardır. Yine bu zor günlerde asil Türk milleti ülkemizin dört bir yanından depremzedelere yardım malzemeleri göndermeye başladı. Zor günlerde birlik ve beraberliğin asaletini gösterdiler. İşte beni en çok duygulandıran da milletimin bu yardımseverliği oldu.


Ancak tüm bu yardımlaşmalara rağmen bazı fırsatçılar da çıkmıyor değil. Maalesef o namussuzlarda bu asil milletin içinden çıkmış çürük elmalardır. Fakat tüm bu çürüklere rağmen elbet sıkıntıları hep beraber aşacağız.

Maalesef ilki 27 Aralık 1939 yılında 7.9 şiddetinde Erzincan’da meydana gelen depremde 32.968 vatandaşımız, 17 Ağustos 1999’da 7.8 şiddetinde İzmit – Gölcük’te meydana gelen depremde 18.373 vatandaşımız hayatlarını kaybetmiştir. 6 Şubat 2023’te ise Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki kez meydana gelen deprem son yüz yılın en büyük üçüncü depremi olarak tarihi kayıtlara geçmiştir.

Son yüzyılın en büyük afeti olan depremin açtığı yarayı Türk milleti olarak hep beraber saracağız. Şimdi 85 milyon birlik olma zamanıdır. Beraber bu sıkıntıyı da atlatacağız.

Bu vahim afette hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah milletimizin yardımcısı olsun.      

Türk Milletinin Başı Sağ Olsun.

 



 


4 Şubat 2023 Cumartesi

SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ VE İSTANBUL’UN İŞGALİ

 



Osmanlı İmparatorluğu artık iradesini kaybetmiş ve vatanın işgaline karşı koyamaz hale gelmişti. Bir müddet İstanbul’dan bir şeyler yapmak isteyen Mustafa Kemal buradaki teşebbüsleri sonuç vermeyince kurtuluşun buradan değil Anadolu’dan olacağı kanaatine varıp ekibiyle birlikte 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış ve Milli Mücadeleyi başlattı.

28-29 Mayıs 1919’da Havza Genelgesi, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi yayınlandı. 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919’da Erzurum Kongresi, 4-11 Eylül 1919’da Sivas Kongresi yapıldı.

Sivas Kongresinin devam ettiği sırada Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunan padişah Vahdettin ile bir telgraf görüşmesi yapmak istedi. Ancak Sadrazam Damat Ferit ve hükümeti buna engel oldu. Bunun üzerine Temsil Kurulu meşru bir hükümet kurulana kadar bütün askeri ve sivil makamların İstanbul ile ilişkisini kesmesini istedi.

Temsil Kurulu 14 Eylülde bir bildiri yayınlar ve otorite boşluğunu doldurmak üzere devlet işlerini padişah adına yürürlükteki yasalara göre yapacaklarını söyledi.

Özellikle Damat Ferit Paşa Hükümetinin, Paris Barış Konferansında hiç bir şey elde edememesi neticesinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının vatanın kurtuluşu için kararlı olması, milleti uyandırmaya çalışması ve Anadolu’daki faaliyetleriyle halkın Temsil Heyetine olan güvenini arttırdı.

Bu sebeple Anadolu’nun değişik yerlerinden Damat Ferit Paşa Hükümetinin görevden alınması ve yerine başka bir hükümet kurulması için padişaha telgraflar çekildi. Bu baskı sonuç verdi ve Damat Ferit Hükümeti 30 Eylül 1919’da istifasını verdi. Yerine ise Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Bu durum Temsil Heyetinin, İstanbul’a karşı ilk siyasi zaferidir.

Ali Rıza Paşa Hükümeti kurmuş ve 3 Ekimde Temsil Heyetiyle yazışmalara başlamış ancak bu yazışmalardan sonuç alınamayınca Amasya’da yüz yüze görüşülmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ali Rıza Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı Salih Paşa, Padişahın yaveri Albay Naci Bey gönderilmiştir.

20 Ekimde başlayıp 22 Ekimde sona eren görüşmeler sonucunda 3’ü imzalı ve açık, 2’si gizli ve imzasız olmak üzere 5 protokol üzerine anlaşmaya varıldı.

Bu görüşmelerin sonucunda Kasım 1919’da Meclis-i Mebusan 6.Genel seçimini yapmış ve bu seçimde Mustafa Kemal Erzurum Milletvekili seçilmiştir. Yalnız Mustafa Kemal, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da toplanmasını istemiyordu. Çünkü İstanbul hem işgal altında hem de Mustafa Kemal’in İtilaf devletleri tarafından tutuklanma tehlikesi vardı. Bu yüzden Mustafa Kemal Meclis açılışına ve toplantılarına katılamadı.  Fakat Kanun-i Esasiye göre de meclis İstanbul dışında toplanamazdı.

Velhasıl Amasya görüşmelerinde İstanbul Hükümetinin ve Temsil Heyetinin kararlaştırdığı üzere Anadolu’da seçimler 7 Kasım 1919’da tamamlandı ve seçimleri Müdafaa-i Hukukçular kazandı. Ayrıca Milli Mücadeleye destek veren kişiler Milletvekili oldu ve mecliste çoğunluğu sağladı.

Bu mecliste Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanı olmak istemiş ancak onun yerine Reşat Hikmet o vefat edince de Celalettin Arif  Bey başkan oldu.
Mustafa Kemal’in Meclis başkanı olmak istemesinin sebebi; meclisin dağılması halinde son meclis başkanı sıfatıyla yeni meclisi başka ilde toplamaktı. Fakat başkanlığa seçilememiştir. Ayrıca Mustafa Kemal mecliste birlik ve beraberliği sağlayabilmek için Müdafaa-i Hukuk çatısı altında güçlü ulusal bir grup kurulmasını istedi ancak meclisteki vekiller bu grubu kuramadı onun yerine Vatanın Kurtuluşu grubunu kurdular. Vatanın Kurtuluşu Grubu da gizli oturumda meclisten Misak-ı Milli kararlarını geçirmeyi başardı.  Misak-ı Milli kararları, Osmanlı Parlamentosundan geçtiği için Erzurum ve Sivas Kongreleri kararları da Osmanlı Mebusan Meclisince kabul edilince hukuki bir nitelik kazandı. Bu sırada itilaf devletleri misak-ı milli kararlarına tepki gösterdi ve baskılarını arttırdı. Bu baskılar sonucunda Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa istifa etmek zorunda kaldı. Ayrıca Ali Rıza Paşa kabinesi de istifa etmiş (3 Mart 1920) yerine Salih Paşa Kabinesi kurulmuştur.

İtilaf  Devletleri, Mısak-ı Millinin kabul edilmemesi yönündeki baskıyı Salih Paşa’ya yapmışlar ancak kararları iptal ettirememişlerdir. İtilaf Devletleri, Mustafa Kemal ve Osmanlı’ya istedikleri barış şartlarını kabul ettirmek için önce Türk Ocağını bastılar ve 16 Mart’ta da İstanbul’u resmen işgal etmişlerdir. Daha sonra itilaf devletleri Meclisi kuşatmış, Rauf Bey, Kara Vasıf Bey ve bazı milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya sürgün etmişlerdir. Evi sarılan Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey, Ankara’ya kaçmıştır. İşgal sırasında, İngilizler Şehzadebaşı Karakolunu basarak Türk Askerlerini şehit etmişlerdir.

İstanbul’un işgaline en sert tepkiyi Edirne I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar 16 Mart’ta İstanbul Hükümetiyle ilişkilerini keserek vermiştir. Meclisin işgalinden ve baskınlardan kurtulan milletvekilleri 18 Mart 1920’de son oturumunu gerçekleştirip Dr. Rıza Nur’un teklifinin kabul edilmesiyle meclis süresiz tatil edildi. Mustafa Kemal, itilaf devletlerinin İstanbul temsilciliklerine protesto gönderdi. Ayrıca Anadolu’da bulunan İtilaf Devleti görevlilerinin tutuklanması emrini verdi. Bu sırada Erzurum’da bulunan İngiliz Mütareke Heyeti Başkanı Yarbay Rawlinson ve 20 kadar İngiliz, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir tarafından tutuklandı. İtilaf Devletleri de İstanbul’da Salih Paşa Kabinesine baskılarda bulunmaya devam ediyordu ve bunun sonucunda Salih Paşa Kabinesi de istifa etmek zorunda kaldı. 5 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa dördüncü kez sadarete getirildi.

Yeniden Kabine kuran Damat Ferit Anadolu’daki hareketi isyan olarak değerlendirdi ve 5 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade es-Seyid Abdullah’tan Milli Mücadele taraftarları aleyhine fetva verildi. Buna karşılık 16 Nisan 1920’de Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’den milli mücadele lehine karşı bir fetva verildi.

Bunun sonucunda İtilaf Devletleri tarafından basılan Mebusan Meclisi 11 Nisan’da Padişah tarafından feshedildi.

İstanbul Hükümeti işgalle birlikte tamamen itilaf devletlerinin kontrolüne girdi. Böylece Mebusan Meclisinin dağıtılmasıyla Meşrutiyet yönetimi de sona ermiş oldu. Yani son Osmanlı Mebusan Meclisi, İstanbul’un işgaliyle sona ermiş oldu.

 


Diğer Yayınlar