9 Şubat 2023 Perşembe

DEPREM SON YÜZYILIN EN BÜYÜK AFETİ

6 Şubat’a acı bir haberle uyandık. Kahramanmaraş merkezli 7.7 büyüklüğünde meydana gelen deprem sonucunda on ilde büyük bir yıkım oldu. Türkiye’yi sarsan bu depremden 9 saat sonra ise 7.6 şiddetinde bir büyük deprem daha oldu ve bunun sonucunda en son alınan bilgilere 8 Bin 574 vatandaşımız hayatını kaybetti. 49 Bin 133 kişi yaralandı ve 6 bin 444 bina yıkıldı. Can kaybı ve yaralıların arttığını bildiriliyor.

Türk milleti ilk depremin ve yıkımın acısını ve şokunu atlatamazken 9 saat sonra ikinci bir büyük depremle daha sarsıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük afetiyle karşı karşıya kaldık. Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep, Malatya ve Hatay depremden etkilenen ilerimiz oldu.

Depremin hemen ardından devletimiz başta olmak üzere herkes elinden geleni yapmaya başladı. Bakanlarımız hemen deprem bölgelerine gitti. Ayrıca valilerimiz, kaymakamlarımız, belediyelerimiz ve milletimizin en zor zamanlarında yanında olan milletimizin de göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetleri yani Mehmetçik yine emniyet personelimiz, AFAD, UMKE ve Kızılay başta olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarımız ve sağlık personellerimiz deprem bölgelerine giderek canla başla çalışmaya koyulmuşlardır. Yine bu zor günlerde asil Türk milleti ülkemizin dört bir yanından depremzedelere yardım malzemeleri göndermeye başladı. Zor günlerde birlik ve beraberliğin asaletini gösterdiler. İşte beni en çok duygulandıran da milletimin bu yardımseverliği oldu.


Ancak tüm bu yardımlaşmalara rağmen bazı fırsatçılar da çıkmıyor değil. Maalesef o namussuzlarda bu asil milletin içinden çıkmış çürük elmalardır. Fakat tüm bu çürüklere rağmen elbet sıkıntıları hep beraber aşacağız.

Maalesef ilki 27 Aralık 1939 yılında 7.9 şiddetinde Erzincan’da meydana gelen depremde 32.968 vatandaşımız, 17 Ağustos 1999’da 7.8 şiddetinde İzmit – Gölcük’te meydana gelen depremde 18.373 vatandaşımız hayatlarını kaybetmiştir. 6 Şubat 2023’te ise Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki kez meydana gelen deprem son yüz yılın en büyük üçüncü depremi olarak tarihi kayıtlara geçmiştir.

Son yüzyılın en büyük afeti olan depremin açtığı yarayı Türk milleti olarak hep beraber saracağız. Şimdi 85 milyon birlik olma zamanıdır. Beraber bu sıkıntıyı da atlatacağız.

Bu vahim afette hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah milletimizin yardımcısı olsun.      

Türk Milletinin Başı Sağ Olsun.

 



 


4 Şubat 2023 Cumartesi

SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ VE İSTANBUL’UN İŞGALİ

 



Osmanlı İmparatorluğu artık iradesini kaybetmiş ve vatanın işgaline karşı koyamaz hale gelmişti. Bir müddet İstanbul’dan bir şeyler yapmak isteyen Mustafa Kemal buradaki teşebbüsleri sonuç vermeyince kurtuluşun buradan değil Anadolu’dan olacağı kanaatine varıp ekibiyle birlikte 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış ve Milli Mücadeleyi başlattı.

28-29 Mayıs 1919’da Havza Genelgesi, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi yayınlandı. 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919’da Erzurum Kongresi, 4-11 Eylül 1919’da Sivas Kongresi yapıldı.

Sivas Kongresinin devam ettiği sırada Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunan padişah Vahdettin ile bir telgraf görüşmesi yapmak istedi. Ancak Sadrazam Damat Ferit ve hükümeti buna engel oldu. Bunun üzerine Temsil Kurulu meşru bir hükümet kurulana kadar bütün askeri ve sivil makamların İstanbul ile ilişkisini kesmesini istedi.

Temsil Kurulu 14 Eylülde bir bildiri yayınlar ve otorite boşluğunu doldurmak üzere devlet işlerini padişah adına yürürlükteki yasalara göre yapacaklarını söyledi.

Özellikle Damat Ferit Paşa Hükümetinin, Paris Barış Konferansında hiç bir şey elde edememesi neticesinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının vatanın kurtuluşu için kararlı olması, milleti uyandırmaya çalışması ve Anadolu’daki faaliyetleriyle halkın Temsil Heyetine olan güvenini arttırdı.

Bu sebeple Anadolu’nun değişik yerlerinden Damat Ferit Paşa Hükümetinin görevden alınması ve yerine başka bir hükümet kurulması için padişaha telgraflar çekildi. Bu baskı sonuç verdi ve Damat Ferit Hükümeti 30 Eylül 1919’da istifasını verdi. Yerine ise Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Bu durum Temsil Heyetinin, İstanbul’a karşı ilk siyasi zaferidir.

Ali Rıza Paşa Hükümeti kurmuş ve 3 Ekimde Temsil Heyetiyle yazışmalara başlamış ancak bu yazışmalardan sonuç alınamayınca Amasya’da yüz yüze görüşülmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ali Rıza Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı Salih Paşa, Padişahın yaveri Albay Naci Bey gönderilmiştir.

20 Ekimde başlayıp 22 Ekimde sona eren görüşmeler sonucunda 3’ü imzalı ve açık, 2’si gizli ve imzasız olmak üzere 5 protokol üzerine anlaşmaya varıldı.

Bu görüşmelerin sonucunda Kasım 1919’da Meclis-i Mebusan 6.Genel seçimini yapmış ve bu seçimde Mustafa Kemal Erzurum Milletvekili seçilmiştir. Yalnız Mustafa Kemal, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da toplanmasını istemiyordu. Çünkü İstanbul hem işgal altında hem de Mustafa Kemal’in İtilaf devletleri tarafından tutuklanma tehlikesi vardı. Bu yüzden Mustafa Kemal Meclis açılışına ve toplantılarına katılamadı.  Fakat Kanun-i Esasiye göre de meclis İstanbul dışında toplanamazdı.

Velhasıl Amasya görüşmelerinde İstanbul Hükümetinin ve Temsil Heyetinin kararlaştırdığı üzere Anadolu’da seçimler 7 Kasım 1919’da tamamlandı ve seçimleri Müdafaa-i Hukukçular kazandı. Ayrıca Milli Mücadeleye destek veren kişiler Milletvekili oldu ve mecliste çoğunluğu sağladı.

Bu mecliste Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanı olmak istemiş ancak onun yerine Reşat Hikmet o vefat edince de Celalettin Arif  Bey başkan oldu.
Mustafa Kemal’in Meclis başkanı olmak istemesinin sebebi; meclisin dağılması halinde son meclis başkanı sıfatıyla yeni meclisi başka ilde toplamaktı. Fakat başkanlığa seçilememiştir. Ayrıca Mustafa Kemal mecliste birlik ve beraberliği sağlayabilmek için Müdafaa-i Hukuk çatısı altında güçlü ulusal bir grup kurulmasını istedi ancak meclisteki vekiller bu grubu kuramadı onun yerine Vatanın Kurtuluşu grubunu kurdular. Vatanın Kurtuluşu Grubu da gizli oturumda meclisten Misak-ı Milli kararlarını geçirmeyi başardı.  Misak-ı Milli kararları, Osmanlı Parlamentosundan geçtiği için Erzurum ve Sivas Kongreleri kararları da Osmanlı Mebusan Meclisince kabul edilince hukuki bir nitelik kazandı. Bu sırada itilaf devletleri misak-ı milli kararlarına tepki gösterdi ve baskılarını arttırdı. Bu baskılar sonucunda Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa istifa etmek zorunda kaldı. Ayrıca Ali Rıza Paşa kabinesi de istifa etmiş (3 Mart 1920) yerine Salih Paşa Kabinesi kurulmuştur.

İtilaf  Devletleri, Mısak-ı Millinin kabul edilmemesi yönündeki baskıyı Salih Paşa’ya yapmışlar ancak kararları iptal ettirememişlerdir. İtilaf Devletleri, Mustafa Kemal ve Osmanlı’ya istedikleri barış şartlarını kabul ettirmek için önce Türk Ocağını bastılar ve 16 Mart’ta da İstanbul’u resmen işgal etmişlerdir. Daha sonra itilaf devletleri Meclisi kuşatmış, Rauf Bey, Kara Vasıf Bey ve bazı milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya sürgün etmişlerdir. Evi sarılan Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey, Ankara’ya kaçmıştır. İşgal sırasında, İngilizler Şehzadebaşı Karakolunu basarak Türk Askerlerini şehit etmişlerdir.

İstanbul’un işgaline en sert tepkiyi Edirne I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar 16 Mart’ta İstanbul Hükümetiyle ilişkilerini keserek vermiştir. Meclisin işgalinden ve baskınlardan kurtulan milletvekilleri 18 Mart 1920’de son oturumunu gerçekleştirip Dr. Rıza Nur’un teklifinin kabul edilmesiyle meclis süresiz tatil edildi. Mustafa Kemal, itilaf devletlerinin İstanbul temsilciliklerine protesto gönderdi. Ayrıca Anadolu’da bulunan İtilaf Devleti görevlilerinin tutuklanması emrini verdi. Bu sırada Erzurum’da bulunan İngiliz Mütareke Heyeti Başkanı Yarbay Rawlinson ve 20 kadar İngiliz, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir tarafından tutuklandı. İtilaf Devletleri de İstanbul’da Salih Paşa Kabinesine baskılarda bulunmaya devam ediyordu ve bunun sonucunda Salih Paşa Kabinesi de istifa etmek zorunda kaldı. 5 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa dördüncü kez sadarete getirildi.

Yeniden Kabine kuran Damat Ferit Anadolu’daki hareketi isyan olarak değerlendirdi ve 5 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade es-Seyid Abdullah’tan Milli Mücadele taraftarları aleyhine fetva verildi. Buna karşılık 16 Nisan 1920’de Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’den milli mücadele lehine karşı bir fetva verildi.

Bunun sonucunda İtilaf Devletleri tarafından basılan Mebusan Meclisi 11 Nisan’da Padişah tarafından feshedildi.

İstanbul Hükümeti işgalle birlikte tamamen itilaf devletlerinin kontrolüne girdi. Böylece Mebusan Meclisinin dağıtılmasıyla Meşrutiyet yönetimi de sona ermiş oldu. Yani son Osmanlı Mebusan Meclisi, İstanbul’un işgaliyle sona ermiş oldu.

 


25 Ocak 2023 Çarşamba

İSVEÇ’İN HADSİZLİĞİ

 


Geçen haftaki köşe yazımda: “İsveç’in NATO üyeliğine giden yolları zora soktuğunu ve tarihin yine Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Avrupa’ya güvenmemesi konusunda haklı çıkaraktır.” Diye yazmıştım. Daha bu yazımın üzerinden bir hafta geçmeden İsveç yeni bir skandala daha imza attı. Irkçı Danimarka – İsveç vatandaşı politikacı Rasmus Palu, İsveç polisinin koruması altında Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde kutsal kitabımız olan Kur-an’ı Kerim’i yaktı. Sözde medeni ve çağdaş Avrupa devletlerinden birisi olan İsveç dünyada çokça inananı bulunan İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e yapılan saldırıya ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek ayrı bir skandala imza atmıştır. Ancak bu rezaletin ifade özgürlüğü ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu tamamen “nefret suçudur.” Rezalettir, terbiyesizliktir. İslam’a yönelik saygısızlıktır.

Bu saldırının hemen ardından bu kez de Hollanda da, İslam karşıtlığı ile bilinen Edwin Wagensveld Kur’an-ı Kerim’i yırttı ve yine hiçbir polis bu olaya müdahale etmedi.

İşte Avrupa’nın hoşgörüsü, demokrasisi, din ve vicdan özgürlüğüne verdiği önem bu kadardır. Tüm bu yaşananlar göz önündeyken şimdi sormak istiyorum “BARBAR” kim? Fakat Akif Avrupa medeniyeti için çok güzel bir ifade kullanmıştır: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”

Ayrıca bir konuya daha değinmek istiyorum. İsveç’teki barbar niçin herhangi bir İslam ülkesinin büyükelçiliği önünde değil de Türk Büyükelçiliğinin önünde bu saygısızlığı yapmıştır? Çünkü Türkler halen Avrupa’nın gözünde İslam’ın koruyucusu durumundadır. Zaten Avrupa’da bugün dahi İslam demek Türk demek değil midir?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’da 23.01.2023 tarihinde yaptığı kabine toplantısı sonrasında bu İsveç’te yaşanan olayla ilgili şu ifadeleri kullandı: Kur'an-ı Kerim'e yönelik bu alçak saldırının Türkiye Büyükelçiliği önünde gerçekleşmesi ise konuyu bizim açımızdan hem dini hem milli bir mesele haline dönüştürüyor. Haçlı Seferleri'nden beri Avrupa'da İslam ile Türk kavramının eş tutulduğunu biliyor, bundan da milletçe iftihar ediyoruz. Üstelik bu zihniyet uzunca bir süredir eli kanlı terör örgütlerine kucak açmayı da demokrasi kılıfıyla meşrulaştırmaya çalışıyor. Ülkemizin büyükelçiliği önünde böyle bir kepazeliğin yaşanmasına sebebiyet verenlerin NATO'ya üyelik başvuruları konusunda artık bizden herhangi bir hayırhahlık bekleyemeyecekleri açıktır. Kusura bakmasınlar. Başta söyledik, terör örgütlerine caddelerinizde, sokaklarınızda her yerde cirit attıracaksınız, ondan sonra da bizden NATO'ya girme konusunda destek bekleyeceksiniz. Yok böyle bir şey, böyle bir desteği bizden beklemeyin.  NATO konusunda herhangi bir destek göremeyeceksiniz.”

Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere İsveç’e NATO kapısı kapanmıştır. İslam’a saldırıların bir diğer nedeni de yapılan araştırmalara göre Avrupa’da İslam’ı seçenlerin sayısı hızla artmaktadır. Bu nedenle ırkçılar bu durumdan pek de haz etmemektedir.

Ancak her ne olursa olsun Saff Suresi 8. Ayette şöyle ifade edilmiştir: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”


18 Ocak 2023 Çarşamba

İSVEÇ’İN PKK/YPG’YE DESTEĞİ VE NATO ÜYELİĞİ

 


İsveç ve Finlandiya bu zamana kadar NATO’ya girmeyi düşünmemiş ancak devam eden Rusya ve Ukrayna savaşının bir yansıması olarak NATO’ya girme düşüncesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesine olumsuz bakması bu süreci tıkamıştır.

Çünkü Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yaptığı, onları koruyup kolladığı, siyasi ve maddi yardımda bulunduğunu belirterek bu iki ülkenin üyelik sürecinde olumsuz tavır alacağını ifade etmiştir.

Türkiye her daim gerek komşuluk gerekse dünya barışı açısından elinden geleni yaparak iyi niyetli bir yaklaşım sergilemiş hatta geçmişte Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşüne onay vermiştir. Bugün halen Yunanistan’da terör örgütünün kampı olarak faaliyet gösteren “Lavrion Kampı” PKK, PYD, PDY, KCK, FETÖ vb. terör örgütlerinin de bugün kullandığı bir kamp olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz. Bir sokulduğumuz yerden bir daha ısırılmayacağız” demesinin tarihsel olayın perde arkası işte budur. Bu nedenle Türkiye de bu iki devletin NATO’ya girmesini istememektedir. Bu durum Türkiye açısından çok doğal stratejik bir hamledir. Çünkü Rusya tehdidi altında bulunan İsveç ve Finlandiya, NATO’ya alınamayınca, toprakları NATO toprağı kapsamında olmayacak ve NATO güvenliğinden yararlanamayacaktır

 İsveç ve Finlandiya yıllardan beri Türkiye’ye karşı PKK’lı teröristleri koruyor ve Türkiye’nin taleplerini geri çeviriyor. Ayrıca firari FETÖ’cüler de buralarda tıpkı PKK’lılar gibi korunuyor ve himaye ediliyor. Bununla beraber PKK’nın mitinglerine izin veren İsveç’te PYD/YPG’nin ofisi bulunmakta ve ülke medyasını rahatça kullanıyorlar. PKK, İsveç parlamentosunda aktif olarak temsil edilmekle birlikte özellikle sol parti vekilleri teröristleri Irak’taki örgüt kamplarında ziyarete ediyor. Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi bu ülkelerde de Türklere karşı nefret, ayrımcılık ve ırkçılık her geçen gün artıyor. (“İsveç’in 5 Günahı”, Yenişafak Gazetesi, 21 Mayıs 2022)

Özellikle İsveç’in teröristleri himaye etmesindeki sabıkası çok geniştir. Zira İsveç son 9 yılda Irak ve Suriye’de yaralanan yüzlerce PKK’lı terörist, PKK’nın kurduğu bir paravan dernek eliyle İsveç’e götürtülmüş ve burada tedavi edilmiştir. Yine İsveç’in Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları, PKK’nın elebaşlarına yardım konusunda teminat vermiştir. Teröristlerin protez ve fizik tedavi gibi destekleri ise İsveç Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanmıştır. Bu teröristlerden bazıları tedavileri bittikten sonra tekrardan Suriye ve Irak’a dönmüştür. (“Bunlar Mı Nato’da Müttefik Olacak? İsveç 400 Haini Tedavi Etti”, Türkiye Gazetesi, 21 Mayıs 2022)  

Ayrıca İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin teröristleri iade etmeleri ile ilgili olan taleplerinden hiç birine olumlu bir cevap vermemiştir. Türkiye en son Finlandiya’dan altısı FETÖ, altısı PKK’lı olmak üzere terör örgütü bağlantısı olan 12 kişiyi, İsveç’ten ise onu Fetöcü, on biri PKK’lı olmak üzere yirmi bir kişinin iadesini istemiş ancak iki ülke de toplamda otuz üç kişinin iade talebine olumlu bir yanıt vermemiştir. (“İsveç ve Finlandiya 33 Terör Örgütü Üyesini İade Etmedi”, https://www.cnnturk.com/turkiye/son-dakika-isvec-ve-finlandiya-feto-ve-pkk-uyesi-33-teroristi-turkiyeye-iade-etmeyecegini-bildirdi, Erişim Tarihi: 15.01.2023)

Şimdi Avrupa basını başta olmak üzere Amerika ve Avrupa ülkelerinin başkanları, Türk askerine kurşun sıkmış teröristlere yardım eden ve ülkelerinde barınmalarını sağlayıp her türlü desteği veren İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye neden olumsuz bakıyor diye soruyor? Teröristlere destek verip bir de bu soruyu Türkiye’ye sormaları tamamen iki yüzlülüktür.

            Zaten İsveç’in başkenti Stockholm da yaşanan son olaylarda Türkiye’nin ne kadar haklı olduğu görülmüştür. PKK/YPG yandaşları, İsveç polisinin gözü önünde mekanizma kurarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maketini astılar ve tehdit mesajlarıyla sosyal medyadan paylaştılar.

Kimse Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanını ve Türk halkını tehdit edemez. En başta buna görüşü ne olursa olsun Türk milleti izin vermez. Bu nedenle İsveç yetkililerin yaptığı açıklamalar inandırıcı değildir. Ayrıca verdikleri sözleri tutmamaları neticesinde NATO üyeliğine giden yolları da zora soktukları görülmektedir ve tarih yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Avrupa’ya güvenmemesi konusunda haklı çıkaracaktır.   


11 Ocak 2023 Çarşamba

TÜRK GENÇLİĞİNİ YIKMA OPERASYONU

 


Bu haftaki köşe yazımda gençlerimizden bahsedeceğim. Çünkü gençliğimize kasıtlı olarak operasyonlar yapılıyor. Artık bunun farkına hepimizin varması gerekiyor. Son zamanlardaki gençlerin hallerine bakıyorum ve hiç hoşuma gitmeyen durumlarla karşılaşıyorum. Çünkü gençliğimiz gelişen teknolojide iyiye doğru değil aksine kötüye doğru gidiyor. Bu gidişat ise beni bir eğitimci olarak çok korkutuyor. Çünkü gençlerimizde sorumsuzluk duygusu ve bunun yanında vatan, millet, aile, din gibi manevi duyguları umursamama hallerinin artmaya başladığını görüyorum. Fakat gençlerimizin bu duygulara kapılmasının birçok nedenlerini de göz ardı etmememiz gerektiğini düşünüyorum.

 Bu nedenlerden ilki dizilerin gençlerimizin üzerindeki etkisidir. Görüldüğü üzere televizyon kanallarında birçok dizi yayınlanıyor. Ancak bu dizilerin bazıları gençleri hatta koca koca insanları dahi etkiliyor. Türk aile yapısına uymayan gayri ahlaki yaşama özendiren veya zengin lüks yaşama özendirip bunları da namusuyla çalışarak çabalayarak, zorluklarla okuyup bir meslek sahibi olarak değil de, çalarak çırparak, mafya olarak, dolandırıcılık yaparak kolay yoldan para kazandırmaya heveslendirerek gençliğimizi etkilemeye çalışıyorlar. Halbuki gençlerimiz bu dizilerdeki lüks yaşama ve kolay para kazanmaya özenirken belki de o gençlerden birisinin babası sabahın altısında evden çıkıp akşamın onunda eve ne zor şartlar altında gelip para kazandığını bilmiyor ya da bilmek istemiyor. Çünkü kendisini dizilerin hayal dünyasına kaptırarak ruhsal bozukluklara yakalanıp, saldırgan, başıboş bir gence dönüşüveriyor.

Tabi bir de bunun sosyal medya ve telefon uygulamaları boyutu var. Aslında sosyal medya iyi yönde kullanıldığında günümüz için çok yararlı bir araç fakat kötü yönde kullanıldığı zaman ise o yararından eser kalmıyor. Çünkü sosyal medya ve telefon uygulamaları tamamen kötü amaçlı kullanılıyor bu da yine gençliğimiz açısından sıkıntılar doğuruyor. Mesela kameralı tanışma uygulamaları ve bu uygulamalarda yapılan ahlaksızlıklar gençlerimizi etkiliyor ve gerçek dünya ile bağlarını koparıyor. Ayrıca geri dönülmez hatalar yapmasına neden oluyor. Bu yüzden ilk olarak bu uygulamalara bir çare bulunmalıdır. Çünkü gençlerimizi göz göre göre kaybediyoruz. Hepsi ellerimizden kayıp gidiyorlar. Onların birer içi boş robot şekline dönüşmelerine seyirci kalamayız.

Gençlerimiz bu saçma sapan diziler ve uygulamalar yüzünden hem kendilerini hem ahlaklarını hem de milli ve manevi duygularını kaybetmeye başladılar. Bizim gençlerimizin elinden kitaplarını, oyuncaklarını aldılar ve bunları onlara sundular. Böylelikle içi boş bir nesil  ortaya çıkartmaya başladılar.

Bunların bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Çünkü Türk Milleti olarak dünyaya nizam vermiş, hoşgörüyü ve medeniyeti yaymış, birçok Müslüman Türk Bilim İnsanı yetiştirmiş bir millet olarak bunların bize Küresel Güçler tarafından bilinçli olarak empoze edildiğini düşünüyorum. Çünkü Küresel Güçler bizi akılla, savaşlarla yok edemedi. Şimdi ise başka bir silahını devreye soktu. Önce Türk aile yapısını çökertmek ve sonra Türk Gençliğini içi boş bir robot haline dönüştürme planlarını uygulamaya koydular. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldular. Gençliğimizi hep birlikte kurtaralım…

Çünkü gençlik demek vatan demektir.


6 Ocak 2023 Cuma

SİYASET BİLİMİ İLE ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE TARİH BİLİMİ ARASINDAKİ BİLİMSEL İLİŞKİ

 


Bu hafta siyaset bilimi ile uluslararası ilişkiler ve tarih bilimi dallarından ve bu üç dalın birbirleriyle olan ilişkisinden bahsedeceğim.

Günlük dilde kullanılan siyaset kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kelime olup “siyasa” şeklinde kullanılmıştır. Bu kelime yönetmek, eğitmek ve yetiştirmek anlamına gelmiştir. Fakat bu kelimenin kökü İbranice olarak Kitab-ı Mukaddesteki at anlamına gelen sûs kelimesine bağlanmıştır. Böylece bedevi toplumlarda atların ve develerin terbiye edilmesinde kullanılmıştır. Daha sonra siyaset kelimesi şehirlerin ve insanların idaresi ve yönetim sanatı anlamında ifade edilmiştir. Böylece siyaset bir amaç veya prensip gereğince şehrin yönetilmesine ilişkin sanat anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Müslüman düşünürlerde şehir ve toplum idaresindeki düşüncelerini siyaset-name adlı kitapta toplamışlardır. Modern dönemde ise siyasa ve siyasi kelimeleri Batı dillerindeki politika, politik ve policy kelimelerinin anlamlarını kazanarak onların yerini almıştır. Osmanlı Devleti’nde ise siyaset kelimesi genelde devlete karşı işlenen suçların cezalandırılması anlamına gelen siyaseten katl ifadesi kullanılmıştır.   (Dursun ve Altunoğlu, 2012:3)

Bu nedenle siyaset, insanların topluluk olarak yaşadıkları her dönemde ve her farklı coğrafya bölgesinde karşımıza çıkar. Bu yönüyle siyaset, evrenseldir. Onun için siyaseti tek bir uygarlıkla tek bir dönemle sınırlandıramayız. (Ağaoğulları, 2013:3)

Bunun yanında uluslararası ilişkiler, ülke içi değil ama ülkeler arası ilişkileri anlamaya çalışır. Bunu yaparken de ağırlığı devletlerarası ilişkilere verir. Bu nedenle uluslararası ilişkiler, dış politikadan ayrılır. Çünkü uluslararası ilişkiler dış politikadan farklı olarak siyasi, ekonomik, kültürel ve bireysel boyutlarda dünyayı, devletleri ve devletlerarası ilişkileri ve bu ilişkilerin tarihsel sürecini anlamaya çalışan bir bilim dalıdır. (Keyman ve Dural, 2013:3)

Tarih ise geçmişte cereyan eden olayları, sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilim dalıdır. Bu nedenle tarih bilim olarak yazıyla, vaka olarak da insan ile başlamıştır. Yani dünya var olduğundan beri insanlığın tarihi vardır. Fakat bunların yazıya geçirilmesiyle bilim niteliği kazanmıştır. Tarihe bilim niteliği kazandıran ise sosyoloji ve tarih felsefesinin piri sayılan İbn-i Haldun’dur. Onun görüşüne göre; “Tarih ilmi olayların nedenselliği ve sebeplerini derinliğine inceleyen bir ilimdir.” (Kubilay Muhammet Özdemir, Tarihçilerin Vatan Görevi, Son Saat Gazetesi, 14 Ağustos 2022, s.5)

Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler ve Tarih Bilimi arasındaki bilimsel ilişki ise şu şekildedir. Siyaset Bilimi ülke içinde devlet, toplum, birey arasındaki ilişkileri açıklayıp anlamaya çalışırken uluslararası ilişkiler ise devletlerarasındaki ilişkiler anlamaya çalışan bir bilim dalıdır. Bu nedenle bir devlet yurt içi ve yurt dışı politikalarını belirlemek için bu iki bilim dalından da yardım almaktadır. Bu iki bilim dalının kesiştiği bir bilim dalı daha vardır. O da Tarih Bilimidir.

Tarih biliminin teorik bilgisi, siyasi bilimin pratik becerisine dönüştüğünde çözüm gerçekçi ve etkin olmaktadır. Çünkü siyasi bilim akıl ise tarih hafızadır. Tarih ve siyaset arasındaki ortak alan toplumsal olay ve olguların bir geçmişinin olmasıdır. Çünkü Siyaset bilimi araştırdığı konunun geçmişte nasıl olduğunu olay ve olguların sebep ve sonuçlarını yer ve zaman göstererek ancak tarih bilimi ile bilebileceği için bu bilim dalından yararlanmaktadır. (Berber, 2021:111)

Uluslararası İlişkiler ise tarih biliminden devletlerarası ilişkileri incelenmek için yararlanmaktadır. Çünkü devletlerin başka devletlerle olan ilişkilerinde ürettikleri politikaları belirleyen faktör tarihtir. Bu nedenle devletleri yöneten kadrolar politikalarını üretirken aynı hataya veya yeni bir hataya düşmemek için geçmişten ders çıkarırlar. Böylece uluslararası ilişkiler disiplininin yolu sürekli tarih bilimiyle kesişir.

Sonuç olarak devletler; gerek ulusal gerek uluslararası politikalarını üretmek için Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler Bilimi ve Tarih Bilimini iyi okumak ve ona göre hareket etmek zorundadır.   


23 Aralık 2022 Cuma

HERGÜN GAZETESİNE GÖRE 1977 – 1980 YILLARINDA SAĞ – SOL ÇATIŞMASI


1975’ten itibaren gittikçe büyüyen ve Türk siyasi hayatının bir dönemine damga vuran sağ – sol kavgası kuşkusuz ki, pratikte olduğu kadar ideolojik alanda da yaşanmıştır. Sol dünya görüşüne sahip olan yazarlar fikri yönden birçok yayın çıkarmış; sağ kesim aydınlarıysa, sol tandanslı yayın bombardımanı karşısında ancak sınırlı bir savunma hattı oluşturabilmiştir. Kitabın konusunu teşkil eden Hergün Gazetesi, bu sınırlı mücadeleyi en güçlü biçimde ortaya koyan yayın organlarından birisi olmuştur.

Sosyalizm fikrini benimsemiş gazete ve dergilere karşı ideolojik mücadele vermek için Alparslan Türkeş, Zeki Saraçoğlu’na görev vermiş ve Hergün Gazetesi’ni satın aldırarak ülkücü görüş adına güçlü bir savunma hattı oluşmasını sağlamıştır.  Böylece, Hergün Gazetesi ülkücüler için dönemin en önemli yayın organı haline gelmiştir. Kimi zaman bombalı saldırılara uğramış kimi zamanda CHP’nin siyasi baskılarına uğrayarak susturulmak istenmişse de MHP’nin desteği sayesinde 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar faaliyetini sürdürmüş ve Ülkücü Hareketin düşünce dünyasını etkilemeye güçlü biçimde devam etmiştir.

Tarihçi - Yazar Kubilay Muhammet Özdemir bu kitabında Hergün Gazetesi özelinde 1977 – 1980 yılları boyunca Türkiye’yi kaos ortamına sürükleyen siyasi ve sosyal olayları anlatmakla birlikte bu dönemde yaşanan ideolojik mücadeleyi de mercek altına almıştır.

Dönemin olaylarına farklı açılardan ışık tutacak olan Hergün Gazetesine Göre 1977 – 1980 Yıllarında Sağ – Sol Çatışması adlı bu kıymetli eser, Gece Kitaplığı Yayınlarından çıkarak satışa sunulmuştur.

Böylece Tarihçi – Yazar Kubilay Muhammet Özdemir Hergün Gazetesini akademik anlamda Türkiye’de ilk defa çalışan kişi olmuş ve bu eseri akademi dünyasına kazandırarak Tarih Bilim Uzmanı olmaya da hak kazanmıştır.           




Diğer Yayınlar