17 Aralık 2018 Pazartesi

YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ MİLLİYETÇİLİK




Yeniden dünyaya hakim olmak için “Yüksek Türk Kültürüne” dönmek gerek. Çünkü Türk Milleti Adem oğlu Nuh oğlu Yafes oğlu Türk’ten beri yeryüzünde yaşamış ve hâlen varlığını sürdürmekte olan kadim bir millettir. Asil Türk Milleti ve Kağanları inandıkları kutlu davada her zaman dünyaya yön vermiş ve medeniyeti, hoşgörüyü ve adaleti tesis etmiştir. Fethettikleri toprakları vatanlaştırmış gittikleri yerlerde hiçbir zaman bozgunculuk ya da sömürü faaliyetleri yapmamışlardır. İslam ile şereflendikten sonra ise Türk-Cihan hakimiyeti ülküsü Allah’ın adını yayma ülküsüne dönüşmüştür. Özellikle Gazne Devleti’nin sultanı Gazneli Mahmut’un ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Abbasi Halifelerini ve Bağdat’ı koruyup hizmet etmeleri bu ülkünün birer örnekleridir. Bazı hadislerde Türklerin övülmesi İslam’a hizmet etmede Arapların işi gevşekliğe vurması ve Emevilerin ırkçılık yapması neticesinde Yüce Allah İslam’a hizmet görevini Türklere vermiştir. İslam'ı Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed tebliğ etmiş ancak İslam'ı Türkler korumuş ve geniş kitlelere yaymıştır. Nitekim Türk Hükümdarları yedi iklim üç kıtaya İslam’ı yaymak için mücadele etmişlerdir. Bunun sonucunda dünya Türk Askerine “Muhammedin Ordusu” demeye başlamış ve Türk Askeri “İslam’ın Son Ordusu” olarak görülmüştür.

Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde dediği gibi;
Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi,
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.

İşte bu ordu her ne kadar içten ve dıştan saldırılara maruz kalsa da hiçbir zaman kuvvetini kaybetmemiş ve on sekiz yaşındaki bir delikanlı gibi gençliğini ve kuvvetini muhafaza etmiştir. Fetö’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içerisine sızdırdığı hainlerle 15 Temmuz darbe girişimine kalkışması sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri kan kaybetmiş ancak kanını emen içerisindeki sülükleri temizleyip kırk günde hemen toparlanıp Fırat Kalkanı adını verdiği sınır ötesi operasyon yapmıştır. Bu hızlı toparlanma dünyanın hiçbir ordusunda bu kadar kısa sürede olamaz. Hem de bu kırk gün içerisinde Türkiye’de Karkamış, Atatürk Havalimanı, Ankara, Elazığ, Gaziantep ve Van saldırıları olmasına rağmen kısa sürede toparlanmış ve sınır ötesi operasyonu gerçekleştirmiştir. Bu harekatı 20 Ocak 2018’de başlatılan Zeytin Dalı ve Afrin operasyonları izlemiştir. Bu operasyonlarla Türk Askeri ve Türk Milleti dünyaya ve düşmanlarına mesaj vermiştir. Şimdi ise bu tarihlerde yeni sınır ötesi operasyonları başlamış ve daha büyük operasyonlar için hazırlıklar yapılmaya başlanmış.

Peki bu teşkilatlanma bu vatan sevgisi bu ruhun kaynağı nedir?

Bu ruhun kaynağı atalarımızın yaptığı tarihten aldığımız ilhamdır ve Türk Milletçiliği fikriyatıdır. Türk Milliyetçiliği fikriyatıyla Türk Milleti bu badireleri atlatmış Emniyet, Mit ve TSK bu fikriyatın ruhu ile mücadelelere girişip başarı sağlamıştır. Vatan ve millet aşkını bize öğreten Mete Han’dan beri bu böyledir. Ancak kimi kişiler Yüksek Türk Kültüründen doğan Türk Milliyetçiliği yerine Ümmetçiliği Türk Milletine dayatıp sanki Türk Milliyetçiliği İslam karşıtıymış, ırkçılıkmış gibi göstermeye çalışmışlardır.
Ancak bunun cevabını Türkçülüğü sistemleştiren ve Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olup bu fikri sağlam bir zemine oturtan Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı eserinde bu suçlamalara şöyle cevap veriyor.

Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.”[1]
Ziya Gökalp bu eserinde Türkçülüğün İslam karşıtı olmadığını bilakis Türkçülüğün aynı zamanda İslamcılık olduğunu vurguluyor.

Aynı eserinde Ziya Gökalp şunu da belirtiyor.  “Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı.

Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.”[2]

İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz? 
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme; 
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.






[1] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.
[2] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.

1 Aralık 2018 Cumartesi

OSMANLI’DA ŞEHZADELER




Padişahın erkek çocuklarına Şehzade kız çocuklarına Sultan denirdi. Şehzadeler 5-6 yaşlarına gelince merasimle dersleri başlatılırdı. Şehzadelerin saraydaki eğitimi 10-12 yaşlarına kadar devam ederdi. Bundan sonra 17.yüzyılın başlarına kadar olan dönemde şehzadeler sancağa çıkar ve burada ileri de padişah olacağı dikkate alınarak ülkenin en iyi hocaları tahsis edilirdi. Sancağa çıkan şehzadelerin yanına Lala denilen tecrübeli devlet adamlarından birisi verilir ve ona devlet yönetiminin incelikleri öğretilirdi. Sancak teşkilatı merkez teşkilatının çok küçük bir kopyası olduğu için şehzadeler sancaklarda yönetim stajı yapmış gibi olurlar.

Şehzade ergenlik çağına geldiği zaman kendilerine cariyeler tahsis ediliyordu. Ancak cariyelerin yanı sıra 15.yüzyılın sonlarına kadar siyasi evliliklerde yaptılar. Anadolu Beylik hanedanına mensup kızlar ve Bizans prensesleri ile resmen evlendiler. Bunlar devletin o andaki askeri ve diplomatik konumunu güçlendirmek amacını taşıyan siyasi nitelikli evliliklerdi. 16.yüzyıldan itibaren şehzadelerin tanınmış hanedan ve ailelerin kızlarıyla evlenme geleneğine son verildi. 17.yüzyıldan itibaren taht kavgalarını önlemek amacıyla şehzadelerin sancağa çıkma geleneğine son verildi. Şehzadeler, Topkapı Sarayı’nın kafeslik veya şimşirlik diye adlandırılan bölümlerinde kapalı bir hayat yaşadılar. Bu kapalı hayat çeşitli entrikalar, öldürülme korkusu son dönem şehzadelerinin çoğunda bir takım ruhi sıkıntılar meydana getirmiştir. Bu yüzden 1-2 istisna hariç son dönem padişahlar yükseliş dönemi dirayetli iş bilen padişahları gibi olmamıştır.

24 Kasım 2018 Cumartesi

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MESAJIM



Öğretmen bilginin ışığında vatanı yükseltendir. Her türlü zorlu şartlar altında görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan kutsal bir vazifeye sahip olan kişidir. Yüce dinimiz İslam başta olmak üzere atalarımızda öğretmene hak ettiği değeri verip saygı göstermiştir. Hz. Muhammed Efendimiz “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” Sözü Peygamberimizin eğitimcilik yönünü vurgularken, İslam’ın ilme ve öğretmene değer vermesinden feyiz alan atalarımız da aynı hassasiyetle öğretmene verdikleri değeri her defasında göstermişlerdir. Nitekim tatlı bir ilkbahar sabahı Fatih Sultan Mehmet atına binmiş ve fethettiği İstanbul’a giriş yaparken sağında ve solunda hocaları Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani vardı. Yine aynı şekilde Büyük Türk Mustafa Kemal’in dediği gibi; “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenlerden, eğiticilerden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır.” Ve “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” sözleri öğretmene verilen değerin yanında öğretmenlik vazifesinin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu da göstermiştir.

 

Öğretmenlik bazen Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay olup Menemen’de şehit olmak bazen 26 günlük öğretmen iken ilk kadın şehit Neşe Alten olmak bazen de bir öğretmen adayı Dursun Önkuzu ya da Fırat Yılmaz Çakıroğlu bezende hayatının baharında 22 ve 23 yaşlarında şehit edilen Necmettin ve Aybüke öğretmen olmaktır. Ancak her ne olursa olsun Öğretmenlerin yüreğindeki vatan sevgisi ve bayrak aşkı oldukça; “pusu kursalar bile beni vursalar bile benim adım Öğretmen gezerim belde belde diyerek şarkılar söylemeye devam edeceğiz.


Bu duygu ve düşüncelerle tüm meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutlarken, Baş Öğretmen Büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ebediye intikal etmiş tüm kahraman öğretmenlerimizi saygı ve minnetle yâd ediyorum. 

10 Kasım 2018 Cumartesi

10 Kasım Atatürk'ü Anma Mesajım



Atatürk;  I.Dünya savaşının ardından kurtuluş savaşı gibi zorlu ve acı bir süreçten sonra, Çökmüş bir imparatorluğun temellerinden güçlü kendine güvenen milletiyle aynı istikamete odaklanmış bir Cumhuriyet yönetimi ortaya çıkarmıştır. Türkiye Cumhuriyeti onun sayesinde gıpta ve hayranlıkla izlenen bir ülke haline gelerek ateşle çevrili bir vatan coğrafyasında varlık ve birliğine sahip çıkmıştır.
Atatürk’ü tanımak ve tanıtmak “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” seslenişine candan kandan ve bunun derinliklerine bağlı kalmakla eş anlamlıdır. Bu nedenle 10 Kasım bir matem gününden ziyade, Gazi Mustafa Kemal’i daha iyi anlamlandırma imkanıdır. İhtiyacımız olan milli asalet ve kuvvetin Türk asırlarında Cumhuriyetimizi kuran asil ruhta saklı olduğunu görmekten başka çaremiz yoktur. Bu düşüncelerle ebediyete intikalinin 80. yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve tüm kurucu kahramanlarımıza ve vatanımız için bugün hala çarpışıpta şehit olan kahramanlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Türk çocukları unutmasın ki biz millet olarak Ötüken’den Tanrı Dağlarından gelip, Altay dağlarından inip  Orhun Nehrinde sulanıp Alparslan ile Malazgirt’te Anadolu’nun kapılarını açıp, Fatih’le İstanbul’u fethedip Yavuz Sultan Selim ile İslam alemine hükmedip Kanuni Sultan Süleyman ile dünyayı ayaklarımızın altına alıp Ziya Gökalp ile Türkçülük ve Turancılık akımı başlatıp Mustafa Kemal Atatürk ile yeni bir devlet kuranız…

Bu düşüncelerle, her 10 Kasım’da olduğu gibi bu 10 Kasım gününde de Büyük TÜRK Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha rahmet ve şükranla anıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.


8 Kasım 2018 Perşembe

GENÇLİĞİ TÜRK-İSLAM SENTEZLİ FÜTÜVVET EHLİ YETİŞTİRİN



Günümüz gençliğin sıkıntılı olduğu bir dönem, bu sıkıntıları bir önceki yazımda sizinle paylaştım. Bu yüzden kurtuluş ancak ve ancak Türk-İslam ruhunun gençlere aşılanıp onları fütüvvet ehli yetiştirmektir.

Peki fütüvvet nedir?

Fütüvvet; İslam’da cömertliği, başkaları için hayır ve iyilik yapmayı, nefsini zapt ederek başkalarını tercih etmeyi, insanların hizmetinde olmayı ve Hakka hizmeti halka hizmette bulmayı anlatan en üst ahlak ilkesidir.[1] Fütüvvet, tasavvufun ideal ahlakını anlatır. Başka bir ifadeyle tasavvuf öncelikle nefsin tezkiyesi üzerinde odaklanmış olsa bile varmak istediği iyi ahlakın başında fütüvvet ideali gelir. Fütüvvet, yani yiğitlik, en üstün erdemdir ve bu erdem canını Hz. Peygamber için verebilen ve savaş esnasında bile öfkelendiğinde kendisini zapt edebilen Hz. Ali’de hakiki anlamını kazanmıştır. [2]
İşte biz gençlerimizi bu şekilde fütüvvet ehli ve güzel ahlaklı yetiştirmeliyiz.

Bu yüzden bu konuda diyanet işleri başkanlığına çok iş düşüyor. Çünkü yapılan araştırmalara göre gençlerimiz arasında ve hatta orta yaşlılar arasında güzel dinimiz İslam’ın temel dini bilgilerini dahi bilmeyenler var. Bu da İslam dinine çok büyük fedakarlıklarla hizmet eden Allah’ın adını yaymak yedi iklim üç kıtaya at süren atalarımızın torunlarına yakışmaz. Hemen şunu da belirteyim ki bunun ne laiklikle nede başka bir şeyle alakası yok. Bu tamamen bizim tembelliğimizden ve okumamızdan kaynaklanıyor. Peygamber efendimize ilk inen ayet bile “OKU” yani “İKRA” Suresi, bizi yaratan güzel Rabbimiz bile bize ilk emir olarak  “OKU” derken. Bizim başka başka bahaneler üretmemize gerek yok. Sen bir Müslüman olarak Allah’ın emri olan “OKU” emrini yerine getirmeyip dinimizi kendini bilmez hocayım diye geçinen şeyhlerden, şıhlardan öğrenirsen her sakallıyı hoca zannedersen din yerine batıl inanç öğrenirsin. Bu yüzden ilk önce ilahiyat fakültelerine çeki düzen verilmelidir. Dinimiz öğretecek iyi âlimler yetiştirmelidir. Buna mukabil diyanete bu iyi yetişmiş âlimler atanmalıdır. Gençlerimiz ve farklı yaşlardaki insanlarımız merdiven altı açılan cemaat evlerinden değil, devletimizin kontrolündeki resmi kurumlarda dinini en iyi şekilde öğrenmelidir. Kaş yaparken göz çıkarmamak için gençlerimizi saçma sapan FETÖ gibi Adnan Oktar gibi dini eğitim veriyorum adı altındaki terör örgütlerine kaptırmamak için diyanet işlerinin ve ilahiyat fakültelerinin sağlam çalışmalar yapıp gençlerimize ulaşmaları gerekir. Bütün cemaatlerde böyle demiyorum. Mutlaka içlerinde gerçekten İslam için çalışanlar var. Ancak bunlarda yine devletimizin kontrolünde olması ve art niyetli cemaatlerin de temizlenmesi gerekir. Aksi halde bunların en başta Türk Devletine, Türk Milletine,Türk Milli Kimliğine, Türk Gençliğine zararları olacaktır.
Ömer Seyfettin;  “İslam adı altında Türk düşmanlığı yapanlardan nefret ediyorum” diye boşuna dememiş. Gençlerimize güzel İslam’ı aşılarken Türk Milliyetçiliği ve vatan aşkı da aşılanmalıdır. Atalarımızın yaptığı gibi Türk-İslam sentezi ile gençlerimiz yetiştirilmelidir.

İslam ile ulusçuluk ve milliyetçilik çelişir mi?

Bu sorunun cevabını Türkçülüğün esasları ve yine bir başka eseri olan Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak adlı eseri yazan Ziya Gökalp’den vereceğim.
Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı. Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.[3] İşte bu yazıda anlaşıldığı gibi Türkler son ana kadar Osmanlı içerisindeki diğer etnik unsurlar dağılmasın diye kendi kimliğini gizlemiş onları Osmanlılık vatandaşlığı altında toplamaya çalışmış ancak esen milliyetçilik akımı diğer etnik unsurları çoktan Osmanlı’dan koparmıştı. Üstüne bir de Osmanlı’yı yıkmış ve yok etme durumuna getirmiştir. Bu sebeple Türklerde kimliklerini kullanmaya başlamış ve Türkçülük fikriyatını ortaya atıp Türk milliyetçiliği yapmıştır. Ancak şunu belirtmem gerekir ki Türklerin Türk milliyetçiliği bir kavme husumet amaçlı ya da bir kavmi yok etmek amaçlı ortaya çıkmamıştır. Örneğin Almanya’nın Nazizim milliyetçiliği Yahudileri yok etmek amaçlı çıkmıştır. Stanlin miliyetçiliği gibi ya da Faşizm gibi milliyetçilikler hep başka kavme husumet amaçlı çıkmıştır. Bir tek Türk Milliyetçiliği kendisini koruma refleksi sonucu ortaya çıkmıştır. Türkler ne yapacaktı o dönem vatan elden giderken susup oturup vatanın elden gitmesini mi bekleyecekti. Mecbur kalıp Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği yapıp mücadele ettiler. Bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun çökmesini durduramadılar ama bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağladılar.

Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.[4]

Ziya Gökalp’in eserinden de anlaşıldığı üzere Türkçülüğün ya da Türk Milliyetçiliğinin İslam karşıtlığı değil bizatihi İslamcılık olduğunu anlıyoruz. Böylelikle gençlerimizi Türk – İslam sentezi ile yetiştirmek daha doğru olacaktır.



   NOT; Türk Milliyetçiliği ile detaylı bilgi için önceki yazılarımdan “İTTİFAKIN BOZULMASI TÜRK MİLLETİNİN ZARARINADIR” başlıklı yazımın Peki Türkçülük Irkçılık Mıdır? Ve Türk Milliyetçiliği bu kadar neden önemlidir? Kısımlarını okuyabilirsiniz…  
Aşağıda dördüncü dipnotun altındaki Bağlantıya tıklayabilirsiniz…





[1] İbn Arabi, Fütüvvet Ehli ve Meczuplar, Lıtera Yayıncılık, Ter.Ekrem Demirli, İstanbul, 2015, s.28
[2] A.g.e.,s.25
[3] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.
[4] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.

https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2018/10/ittifakin-bozulmasi-turkiyenin_23.html

28 Ekim 2018 Pazar

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI MESAJIM



BÜYÜK TÜRK MİLLETİ

Her daim tarihi zafer ve şan ile dolu olan bu milletin insanlığa yapmış olduğu hizmet ve fedakârlıklar dünya mazlumlarının hatırından ve yüreğinden çıkmayacaktır. Bizler Anadolu’yu yurt edindiğimiz ve dünyanın kalbi olan Anadolu topraklarına sahip olduğumuzda bütün dünya gözünü bu coğrafyaya dikmiş ve türlü türlü oyunlarla bizi bu coğrafyadan söküp atmak için var güçleriyle çalışmalarını sürdürmüş ve halen de bu çalışmalarını sürdürmektedirler. Ancak Çanakkale savaşında yedi düveli püskürten Türk askeri ve Türk milleti dünyaya bir kez daha ispatlamıştır ki Türk milletinin tutunduğu ve yurt edindiği Anadolu’dan sökülüp atılması o kadar kolay olmayacaktır. Ancak Mondros Antlaşmasıyla her ne kadar teslim bayrağını çektiğini zanneden yedi düvel şunu bilmiyordu ki dünya yaratıldığından beri var olan Türk milleti hiçbir zaman esir edilememiştir. Bu yüzden Mustafa Kemal Paşanın etrafında birleşen Türk milleti ve Kuvay-ı Milliye teşkilatları ile vatanın kurtuluşu için mücadeleye girişilip Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında düzenli ordunun kurulmasıyla düşman postalları bu aziz vatandan sökülüp atılmıştır.

Büyük düşünür Ziya Gökalp’in açtığı bir yol olan Türkçülük fikriyatından doğan Türk Milliyetçiliği temel felsefe alınıp Osmanlı’nın bıraktığı yerden genç dinamik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve bu temel felsefe belirlenmiştir. 

Bu yüzden bugün mazlumlara yardım için sınırlarımızı terör örgütlerinden korumak vatanın istiklalini ilelebet muhafaza etmek için Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Afrin operasyonlarına katılan askerlerimizin dediği gibi “biz küçükken yağmurların altında varlığım Türk varlığına armağan olsun derken şaka yapmıyorduk” sözleri bu temel felsefenin kahramanlığa dönüşmüş şeklidir.
Bu duygularla başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına ve bütün ecdadımıza, terörle mücadele ve 15 Temmuz şehitlerimize bu ülke için canını feda eden bütün herkese Allah’tan rahmet diliyor. Gazilerimizi şükranla ve minnetle anıyorum.
Atalarının dik duruşundan ve mücadele azminden ilham alan bizler ise hiçbir zaman duruşumuzu bozmayacak ve onların bıraktığı yerden hedeflerimizi daha da geliştirip devam edeceğiz.

Bizler, 95.yıl dönümüne vasıl olduğumuz Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar kılmak için var gücümüzle çalışmayı sürdüreceğiz.

Bu düşüncelerle bir kez daha BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN Cumhuriyet Bayramını kutlarım.
                                                           
              NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE

24 Ekim 2018 Çarşamba

İTTİFAKIN BOZULMASI TÜRKİYE’NİN ZARARINADIR



İki büyük liderin ittifakı bozması Türkiye’nin kaybınadır. Çünkü Mhp lideri Devlet Bahçeli özellikle 15 Temmuz darbe kalkışması ve sonrasında Türkiye’nin kıskaç altına alınmaya çalışılması olaylarında hep baş aktör olup hep hükümetin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında olmuştur. Türkiye’nin devletin ve milletin bekası için hep mücadele etmiştir. Bu sebeple makam mevki gibi dünyalık şeylere önem vermemiştir. Bunun en büyük göstergesi MHP’nin 24 Haziran seçimlerinde yapılan Cumhur İttifakı ve seçimlerde Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı adayı göstermesidir. Türkiye’ye Sayın Erdoğan üzerinden oynanan oyunun bozulmasını sağlayan MHP, bununla beraber Sayın Devlet Bahçeli’nin Başkan yardımcısı olmamış ve herhangi bir bakanlık alma talebinde bulunmayıp her şeyi Türkiye, Türk Devleti ve Türk Milleti için yaptığını ispatlamıştır.

Fakat son günlerde MHP’nin Af  yasası ve Andımız gibi konuları gündeme getirmesi ve Ak Partinin bu duruma pek olumlu yaklaşmaması iki parti arasını açmış ve ittifakın bozulmasına neden olmuştur. Aslında bu konular çözülmeyecek konular değil. Bu yüzden liderlerin biran evvel bu ittifakı yeniden tesis etmesi gerekir. Çünkü bu ittifakın bozulmasına en çok başta FETÖ, PKK ve bu devlet üzerinde oyun oynayan her mihrak sevinecektir.
Hemen şunu da belirtmem gerekir ki; MHP tabanı, Türkçü ve Türk Milliyetçisi gençler Reis-i Cumhurun Türkiye’nin zorlu süreçlerden geçtiği dönemlerde hep yanında olmuş ve kendisini savunmuştur. Şimdi bu ittifakın bozulması ve Ak Partinin özellikle andımız meselesinde, Türkçülüğün ırkçılık veya İslam karşıtı gibi gösterilmesi nedeniyle Türkçü ve Türk Milliyetçisi gençlerin gönlünü kırıp ve darılmasına neden olacak ve bu zamana kadar verdikleri destekleri çekmesine neden olabilir. Bu gençlerin gönlünün kırılmaması ve ırkçılık ile suçlanmaması gerekir.

Peki Türkçülük Irkçılık mıdır?

Bu zamana kadar Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği etrafında çok fazla tartışma olmuş, kimisi bu fikriyatı savunurken kimisi ise ırkçılık ve İslam karşıtlığı olarak değerlendirmiş ve bu şekilde Türkçülük ve Türk Milliyetçiliğini kavmiyetçilikle suçlamıştır. 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkan hak, hürriyet ve eşitliklerden doğan Milliyetçilik akımı Osmanlı İmparatorluğunu çok uluslu yapısından dolayı etkilemiş ve Osmanlı İmparatorluğu 19.yüzyılda hep azınlık isyanları ile uğraşmıştır.
Bu yüzden imparatorluğun dağılmaması için Gayrimüslim ve Müslim herkesi bir arada tutabilme siyaseti olarak Osmanlıcık düşüncesi ortaya atıldı. Yani bir Osmanlılık ruhu inşa edilmek istendi. Osmanlı 1699 Karlofça Antlaşması ardından Avusturya Kralı ile Osmanlı padişahının eşitlenmesi ve bunu takip eden 1720’de Pasarofça Antlaşmasıyla da zayıflamaya başladı. Fakat 19.yüzyıla gelince devletin bekası problemi ortaya çıktı. Buna karşılık Tanzimat Fermanıyla beraber Osmanlı devletinde yaşayan herkes eşitlendi. Sonra Islahat Fermanı ile gayrimüslümlere geniş haklar verildi. Meşrutiyetin ilan edilmesi ile azınlıklar meclise girecekti. Sırf  bu yapılanlar azınlıkların Osmanlı devletinden kopmasını engellemek içindi. Fakat azınlıklardan bir mebus çıkıp diyecekti ki “Osmanlı bankası ne kadar Osmanlı ise bende o kadar Osmanlıyım” diyerek kendisini Osmanlı devletinin bir mebusu olarak görmeyecektir. Bu sebeple Osmanlı’yı bir arada tutmak için açılan meclis Osmanlı’nın çözülmesini hızlandırınca  II.Abdülhamit  Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek meclisi süresiz tatil etti.
1829 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan edip Osmanlı’nın bunu tanımış olması akabinde bu durum Sırpları, Bulgarları ve dolayısıyla Ermenileri de harekete geçirdi. Bu gidişata göre Osmanlıcılık siyaseti başarılı olmayacağının anlaşılması üzerine İslamcılık politikası devreye girecektir. Hiç değilse etnik kökeni ne olursa olsun Müslümanları bir arada tutabilmenin siyaseti izlenmiştir. Ancak halifenin çağrısına uyulmaması, bazı Arap kabilelerinin Osmanlı’ya ihaneti bu politikayı da geçersiz kılmıştır.
Birde batıcılık fikriyatı vardır. Batıcılık Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülükle beraber gelişir. Bu üç fikriyatta biraz batıcıdır. Bunlardan hariç Batıcı Batıcılar vardır. Diğer üç akımın Batıcı olması Batıya karşı bir cevap olmak üzere üretildi. Batının iyi tarafını alıp kötü yanını almamışlardır. Batının bilimi tekniği alınsın fakat kültüründen uzak durulsun diye düşünülmüştür. Fakat Batıcı Batıcıların düşüncesine göre Batıyı bütünüyle kabul etmeyi düşünmüşlerdir. Fark budur. Bu düşünceye göre, Büyük Britanya’dan erkek nüfus getirtelim ve Anadolu’daki Türk ırkını bozalım düşüncesidir.

İşte bu tür sapkınlıklara ve ihanetlere karşı yeni bir politika ortaya çıkmıştır. Bu politikanın adı Türkçülük’tür. Bu fikriyatı ise Diyarbakırlı bir Kürt olan Ziya Gökalp sistemleştirmiştir. Yani Türkçülük fikriyatı Türkler tarafından değil Diyarbakırlı Ziya Gökalp tarafından bu fikriyat sistemleştirilmiştir. Ziya Gökalp’in bu fikriyat konusundaki düşüncelerini Türkleşmek İslamlaşmak ve Muasırlaşmak eserinde yazığı fikirlerinden öğreniyoruz; Türk gençliği, bir yandan dil ve edebiyat yalınlaşmazsa, ulusal bir ülkü ruhlarda coşku ve özveri uyandırmazsa, ulusal bir ekonomi hayat mücadelesinde yabancı öğelerden kurtulmayı sağlayamazsa, Türklüğün ve aynı zamanda Osmanlılığın ve İslamlığın yok olacağını anladı. Bunlardan başka, bütün uluslar, ulus olmuşken Türk övünçlerinden söz edilmemesinin Türk gençlerinin öteki kavimcilik öğretileri tarafından asimilasyonu ile sonuçlanacağını da gözden uzak tutmadı. Sonun da bu sebeplerin etkisiyle Türklük ülküsü patlak verdi.[1]
Batılı Türkologların Türk dili ve tarihine ilişkin yaptıkları çalışmalar ile bu çalışmaların Osmanlı aydınlarınca takip edilmesi ve okunması Türkçülük düşüncesini geliştirmiştir. [2]

İlk defa Türk adıyla Osmanlılar 1909’da dernek kuracak, sonra 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti, 1912’de Türk ocakları kurulacak. Bütün milliyetçilik hareketleri Osmanlıyı parçaladı. Türk Milliyetçiliği Osmanlı devletini kurtarmak için çaba sarf etti. Fakat Osmanlı’yı kurtarmaya gücü yetmedi. Ancak Türkiye Cumhuriyetini kurmaya gücü yetti. Türkiye Cumhuriyetini, Türk Milliyetçileri kurmuştur başkaları değil. Türk milletçiliği felsefesi üzerine bu devlet inşa edilmiştir. İlk zamanlar devletimiz dağılmasın diye Türk kimliğimizi sakladık, milliyetçilik yapmadık. Fakat Osmanlıcılık yapıp Gayrimüslim-Müslüm bir arada tutalım dedik olmadı. Sadece Müslümanları bir arada tutalım diyoruz bakıp görüyoruz ki bir taraftan Arnavutlar bir taraftan Araplar bir taraftan içerideki ayrılıkçı Kürtler bizi çekiştirip elimizi ayağımızı kesmek istiyorlar biz de mecbur devletimiz elden gidecek bu yüzden Türkçülük yapıyoruz.
Ne yapsaydık yani bıraksaydık da devletimiz elimizden mi gitseydi? Hiçbir şey yapmadan bekleyip ulusumuzun yok olmasını mı izleseydik? Dünyada Türk’ün dışında her milliyetçilik bir başka kavme husumete dayalıdır. Dünyada sadece Türk Milliyetçiliği hiçbir kavme husumete dayalı olmaksızın çıkmıştır. Kendi devletini ve milletini koruma refleksi ile vücut bulmuştur. Diğer milliyetçilikler ırkçılık üzerine yükselmişken Türk milliyetçiliği birleştiricilik üzerine yükselme göstermiştir.

Türk milliyetçiliği neden bu kadar önemlidir?

16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildiğinde meclis basıldığında Türk milliyetçiliğine gönül vermiş milletvekilleri tutuklandı. Yetmedi Türk ocaklarını bastılar. Oda yetmedi milliyetçileri evlerinden alıp, tutuklayıp Malta Adasına sürdüler. Farkındaysanız sosyalist, liberal ya da İslamcılara değil milliyetçilere dokunuldu. Çünkü emperyalizmin korktuğu şey milliyetçiliktir.
Ülkesini, vatanını, milletini, değerlerini, şahsi değerlerinden üstün tutan kişilere milliyetçi denir. Milli ruhun gelişmesi için Milliyetçiliğin benimsemesi gerekir. Fakat milliyetçilik yapan insanlara hep ırkçı diye yafta vurup, milliyetçiliği İslam karşıtlığı gibi gösterip, günah diye fetva veren din adamlarının kökenlerine baktığınızda “Gayri Türk” çıkıyorlar.  Türk Milliyetçiliği ırkçılık değildir. Türk Milliyetçiliği İslam karşıtı değildir. Hz. Muhammed efendimiz kavmiyetçilik yapmayın diyor. Fakat kavminizi sevmeyin demiyor. Aynı şekilde kişi kavmini sevmekle kınanamaz diye hadis-i şerif var.
Vesile b. El-Eska anlatıyor: Hz.Peygamber (a.s.m.)’e “Kişinin kavmini sevmesi asabiyet/ırkçılık sayılır mı?” diye sordum. “Hayır. Asabiyet/ırkçılık kişinin kavminin yaptığı zulme yardımcı olmasıdır.” Diye buyurdu. (bk.Ahmed b. Hanbel, 4/107;Mecmau’z-zevaid, 6/244).

Sonuç olarak Türk milliyetçiliği dün nasıl Çanakkale ruhunu oluşturduysa ve bu ruh nasıl milli mücadeleyi ateşlediyse ve yeni bir devletin kurulmasını sağladıysa işte bugünde Türkçülükten doğma Türk milliyetçiliği ve vatan duygusu sayesinde 15 Temmuz gibi bir kalkışma bastırıldı. Fırat kalkanı gibi Afrin gibi operasyonlar bu milliyetçilik ruhuyla yapıldı. İspatı ise Zeytin Dalı operasyonunda bir muhabirin Türk askerine istikamet nereye sorusuna karşılık “Kızılelma’ya” yanıtını vermesidir. Bir başka ispat ise Türk askerinin Türklerin sembolü bozkurt işaretini yapmaları geçmişten günümüze milliyetçilik ruhunun devam ettiğini ve ilelebet devam edeceğinin göstergesidir. Bu yüzden Türkçülükten doğma Türk milliyetçiliği İslam karşıtı değildir ve ırkçılık ile alakası yoktur. Ayrıca Türkçülüğü sistemleştiren ve kurtuluşun Türkçülükte olduğunu savunan Diyarbakırlı bir Kürt olan Ziya Gökalp’i Türkçülük rahatsız etmiyorsa ve İstiklal Marşını yazan milli şairimiz Arnavut olan Mehmet Akif Ersoy İstiklal marşında “Kahraman Irkıma Bir Gül” derken buradaki kahraman ırk olarak Türk milletini gösterip ve bundan kendisi rahatsız olmayıp kendisini Türk milletinin bir parçası olarak görüp bu millete ait olduğunu hissediyorsa Andımızdaki Türküm cümlesinden de kimsenin rahatsız olmasına gerek yoktur.

Son olarak ilk başta dediğimi tekrarlıyorum. Bu ittifakın bozulması Türk devletinin ve milletinin yararına olmayacaktır. 



[1] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah, İsyanbul 2010, s.58-59.
[2] Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, s.,209-210; Aktaran, Mustafa Oral, Türk Ulusunun İnşası Ortak Tarih Söylemi, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2015, s.31.

Diğer Yayınlar