8 Kasım 2018 Perşembe

GENÇLİĞİ TÜRK-İSLAM SENTEZLİ FÜTÜVVET EHLİ YETİŞTİRİN



Günümüz gençliğin sıkıntılı olduğu bir dönem, bu sıkıntıları bir önceki yazımda sizinle paylaştım. Bu yüzden kurtuluş ancak ve ancak Türk-İslam ruhunun gençlere aşılanıp onları fütüvvet ehli yetiştirmektir.

Peki fütüvvet nedir?

Fütüvvet; İslam’da cömertliği, başkaları için hayır ve iyilik yapmayı, nefsini zapt ederek başkalarını tercih etmeyi, insanların hizmetinde olmayı ve Hakka hizmeti halka hizmette bulmayı anlatan en üst ahlak ilkesidir.[1] Fütüvvet, tasavvufun ideal ahlakını anlatır. Başka bir ifadeyle tasavvuf öncelikle nefsin tezkiyesi üzerinde odaklanmış olsa bile varmak istediği iyi ahlakın başında fütüvvet ideali gelir. Fütüvvet, yani yiğitlik, en üstün erdemdir ve bu erdem canını Hz. Peygamber için verebilen ve savaş esnasında bile öfkelendiğinde kendisini zapt edebilen Hz. Ali’de hakiki anlamını kazanmıştır. [2]
İşte biz gençlerimizi bu şekilde fütüvvet ehli ve güzel ahlaklı yetiştirmeliyiz.

Bu yüzden bu konuda diyanet işleri başkanlığına çok iş düşüyor. Çünkü yapılan araştırmalara göre gençlerimiz arasında ve hatta orta yaşlılar arasında güzel dinimiz İslam’ın temel dini bilgilerini dahi bilmeyenler var. Bu da İslam dinine çok büyük fedakarlıklarla hizmet eden Allah’ın adını yaymak yedi iklim üç kıtaya at süren atalarımızın torunlarına yakışmaz. Hemen şunu da belirteyim ki bunun ne laiklikle nede başka bir şeyle alakası yok. Bu tamamen bizim tembelliğimizden ve okumamızdan kaynaklanıyor. Peygamber efendimize ilk inen ayet bile “OKU” yani “İKRA” Suresi, bizi yaratan güzel Rabbimiz bile bize ilk emir olarak  “OKU” derken. Bizim başka başka bahaneler üretmemize gerek yok. Sen bir Müslüman olarak Allah’ın emri olan “OKU” emrini yerine getirmeyip dinimizi kendini bilmez hocayım diye geçinen şeyhlerden, şıhlardan öğrenirsen her sakallıyı hoca zannedersen din yerine batıl inanç öğrenirsin. Bu yüzden ilk önce ilahiyat fakültelerine çeki düzen verilmelidir. Dinimiz öğretecek iyi âlimler yetiştirmelidir. Buna mukabil diyanete bu iyi yetişmiş âlimler atanmalıdır. Gençlerimiz ve farklı yaşlardaki insanlarımız merdiven altı açılan cemaat evlerinden değil, devletimizin kontrolündeki resmi kurumlarda dinini en iyi şekilde öğrenmelidir. Kaş yaparken göz çıkarmamak için gençlerimizi saçma sapan FETÖ gibi Adnan Oktar gibi dini eğitim veriyorum adı altındaki terör örgütlerine kaptırmamak için diyanet işlerinin ve ilahiyat fakültelerinin sağlam çalışmalar yapıp gençlerimize ulaşmaları gerekir. Bütün cemaatlerde böyle demiyorum. Mutlaka içlerinde gerçekten İslam için çalışanlar var. Ancak bunlarda yine devletimizin kontrolünde olması ve art niyetli cemaatlerin de temizlenmesi gerekir. Aksi halde bunların en başta Türk Devletine, Türk Milletine,Türk Milli Kimliğine, Türk Gençliğine zararları olacaktır.
Ömer Seyfettin;  “İslam adı altında Türk düşmanlığı yapanlardan nefret ediyorum” diye boşuna dememiş. Gençlerimize güzel İslam’ı aşılarken Türk Milliyetçiliği ve vatan aşkı da aşılanmalıdır. Atalarımızın yaptığı gibi Türk-İslam sentezi ile gençlerimiz yetiştirilmelidir.

İslam ile ulusçuluk ve milliyetçilik çelişir mi?

Bu sorunun cevabını Türkçülüğün esasları ve yine bir başka eseri olan Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak adlı eseri yazan Ziya Gökalp’den vereceğim.
Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı. Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.[3] İşte bu yazıda anlaşıldığı gibi Türkler son ana kadar Osmanlı içerisindeki diğer etnik unsurlar dağılmasın diye kendi kimliğini gizlemiş onları Osmanlılık vatandaşlığı altında toplamaya çalışmış ancak esen milliyetçilik akımı diğer etnik unsurları çoktan Osmanlı’dan koparmıştı. Üstüne bir de Osmanlı’yı yıkmış ve yok etme durumuna getirmiştir. Bu sebeple Türklerde kimliklerini kullanmaya başlamış ve Türkçülük fikriyatını ortaya atıp Türk milliyetçiliği yapmıştır. Ancak şunu belirtmem gerekir ki Türklerin Türk milliyetçiliği bir kavme husumet amaçlı ya da bir kavmi yok etmek amaçlı ortaya çıkmamıştır. Örneğin Almanya’nın Nazizim milliyetçiliği Yahudileri yok etmek amaçlı çıkmıştır. Stanlin miliyetçiliği gibi ya da Faşizm gibi milliyetçilikler hep başka kavme husumet amaçlı çıkmıştır. Bir tek Türk Milliyetçiliği kendisini koruma refleksi sonucu ortaya çıkmıştır. Türkler ne yapacaktı o dönem vatan elden giderken susup oturup vatanın elden gitmesini mi bekleyecekti. Mecbur kalıp Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği yapıp mücadele ettiler. Bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun çökmesini durduramadılar ama bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağladılar.

Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.[4]

Ziya Gökalp’in eserinden de anlaşıldığı üzere Türkçülüğün ya da Türk Milliyetçiliğinin İslam karşıtlığı değil bizatihi İslamcılık olduğunu anlıyoruz. Böylelikle gençlerimizi Türk – İslam sentezi ile yetiştirmek daha doğru olacaktır.



   NOT; Türk Milliyetçiliği ile detaylı bilgi için önceki yazılarımdan “İTTİFAKIN BOZULMASI TÜRK MİLLETİNİN ZARARINADIR” başlıklı yazımın Peki Türkçülük Irkçılık Mıdır? Ve Türk Milliyetçiliği bu kadar neden önemlidir? Kısımlarını okuyabilirsiniz…  
Aşağıda dördüncü dipnotun altındaki Bağlantıya tıklayabilirsiniz…





[1] İbn Arabi, Fütüvvet Ehli ve Meczuplar, Lıtera Yayıncılık, Ter.Ekrem Demirli, İstanbul, 2015, s.28
[2] A.g.e.,s.25
[3] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.
[4] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.

https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2018/10/ittifakin-bozulmasi-turkiyenin_23.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Diğer Yayınlar