Türk milleti hiçbir zaman dinsiz bir topluluk olmamış ve putperestlikte yapmamışlardır.
Türklerin büyük bir topluluğu İslamiyet’ten önce “Gök Tanrı”ya inanmışlar ve İslam’daki tek Allah inancı ile ölümden
sonraki hayat gibi benzerliklerin olması neticesinde İslam’a gönül rızasıyla
bölük bölük geçerek Müslüman olmuşlardır. Hatta Türkler, Gök Tanrı inancını
yaşarlarken İslamiyet’in bazı benzer ritüellerini uygulamışlardır.
Şöyle ki aynı dönemde Arap toplumu cahiliye devri
zamanında putlara taparlarken Türkler göğe doğru ellerini açıp dua etmiş ve Yenisey ırmağının kenarında Tanrı
için kurban kesmişlerdir. Daha sonra Arap toplumu Hz. Muhammed (S.A.S)’in
peygamberliğinde İslamiyet’e girmiştir. İslam’a inananların çoğalması ve yayılmasıyla Türkler ilk defa Müslüman Araplarla Kafkasya
üzerinden Hazar Türkleri, Horasan üzerinden de Göktürkler ile
karşılaşmışlardır. Ancak Türklerin İslâmlaşması 300-350 yıl kadar sürmüştür. Oğuzlar iki
asırda, Kıpçak Türkleri de 14. yy başlarında İslâmlaşmışlardır. Böylece Türkler Müslümanlığa eski
inançlarını da taşımışlardır. İslâm’ı aynen benimseme yerine kendi inançlarıyla
harman edip yeni bir sentez oluşturmuşlardır. Bu sentez, İslâm’ın “Orta Asyalılaşması” olan ve başında Hoca Ahmet Yesevî’nin bulunduğu
İslâm’ın sufî yorumu olmuştur. Sufîlik, yâni Tasavvuf, İslâmiyet’in siyasal
mücadelelere, hırs ve menfaate âlet edilmesine tepki olarak ortaya
çıkmıştır. Türkler arasında İslâmiyet’i, dinin şer’î kurallarını önemsemeyen,
dini sufîce yorumlayan, halkın benimseyeceği biçimde ifâde eden ve halkın eski inançları ile yeni dini
kaynaştıran “sufîler” yaymıştır.
9. ve 10. y.y. da Türkistan’ı adım adım arşınlayan
dedeler, babalar, atalar, tıpkı şaman dedeler gibi menkıbeler, nasihatler
anlatan, halk üzerinde sevgi ve saygıdan kaynaklanan nüfuzları olan kimselerdi.
Daha sonra bu dedeler, babalar göçlerin başında, uzun süren yolculuklar sonunda
Anadolu’ya ulaşmışlardır. Bunlar Anadolu’da, dede, baba, abdal ve gâzi gibi ad
ve unvanlarla Orta Asya’daki
misyonlarını sürdürmek için dergâhlar açmışlardır. Mevlânâ’lar, Hacı Bektaş-ı
Velî’ler, Ahî Evran’lar, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler ve
Yûnus Emre’ler gibi kişiler bu coşkun ırmağın Anadolu’daki kolları olmuşlardır.
Hatta bu anlayış 638 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun bir beylikten
imparatorluğa dönüşmesini de sağlamıştır.
“Osmanlı
Devleti’nin kuruluş ve yükselmesi üç temele dayanır. Bunlar; Türklerin Orta
Asya’dan beri yaşattıkları örf, adet ve gelenekler, İslamiyet ile birlikte
kazanılan kültür değerleri ve Ön Asya, Anadolu ve Rumeli’nde karşılaştıkları
toplumlardan aldıkları kültür unsurlarıdır.”2
Kuruluş dönemi kaynaklarına baktığımız da Osmanlı Devleti’nin
kurucularının son derece dindar insanlar olduğunu göstermektedir. Osman
Gazi’nin, Şeyh Edebali’nin tekkesinde gördüğü rüya ve Kur’an’a karşı duyduğu
derin saygı ve hürmet ile onun izinden giden Orhan Gazi, I.Murat ve diğer
Osmanlı hükümdarlarının şeyh, müderris, derviş gibi âlim ve mutasavvıflara
karşı gösterdikleri saygı ve nezaket Osmanlı medeniyeti hakkında bize bir fikir
vermektedir.3 Bu yüzdendir ki Osmanlı yöneticileri Anadolu’nun
Türkleşmesi ve İslamlaşmasında olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve
Balkanlara yerleşmesinde de maneviyata çok önemli katkıları olan dervişlerin
aktif rolleri olmuştur.
Doğuda Timur baskısı ile Anadolu’ya gelen Türkmen göçleriyle beraber bu bölgeye çok sayıda derviş de gelmiştir.
Dervişler fetih ve iskân, sosyal
hayat ve kültür hayatı üzerinde çok önemli etkiler bırakmışlardır.4
Osman Bey’in Bizans İmparatorluğu karısındaki fetih ve zaferlerinin arkasındaki
Alp Gündüz’ü, Gazi Rahman’ı, Akça Koca’yı ve
Köse Mihail gibi büyük gaziler kadar, İslam aleminin değişik yerlerinden
gelen özellikle de Horasan’dan gelen Sadreddin Konevi’yi, Mevlana Celaleddin
Rumi’yi, Dursun Fakih’i, Şeyh Edebali’yi, Ahi Evran’ı ve Şeyh İlyas Baba gibi
erenleri de görmek ve hissetmek
lazımdır. Nitekim başta Osman Bey olmak
üzere bütün Osmanlı padişahları görmüş ve hissetmişlerdir.5
Sultan Orhan Gazi’nin Bursa’yı fethedip Rumeli’ye yönelişinde Lala Şahin ve Hayrettin Paşa kadar
İşte Türk milleti İslam’ın özünü yaşayarak birçok
zaferler elde etmiş ve sosyal hayatlarından da en güzel şekilde tatbik ederek
İslam’ı en güzel şekilde yaşamaya çalışmışlardır. Böylece Türklerin inanç
düşüncesini şu şekilde açıklayabiliriz:
“Türk
dindarlığının itikadî, amelî ve ahlakî cepheleri olmak üzere üç boyutunu temsil
eder. Bu dindarlığın amelî cephesi Hanefîlik, itikadî cephesi Maturidilik ve
Tasavvufî-ahlakî cephesi Yesevilik olarak kurumsallaşmıştır. Bu üçü birbirini
tamamlayan tek bir kimlik haline gelmiştir. Başka bir deyişle onlar Türk
Müslümanlığının veya Türk tarzı dindarlığın üç sacayağını oluşturmaktadır.
Maveaünnehir’den başlayıp Avrupa’ya ve Afrika’nın en ücra köşelerine kadar
Allah’ın kelamını yaymayı amaç edinen bu akılcı din anlayışı, bin yılı aşkın
bir süre İslam medeniyetinin gelişmesinde ve İslam’ın dünyaya tanıtılmasında
başat rol oynamıştır. Kelami bir düşünce ekolü olan Maturidilik ve ahlakî bir
sistem öneren Yesevilik, Türklerin eseridir. Dışardan ithal değildir.
Hanefiliğe gelince, Kufe ve Bağdat’ta Ebu Hanife
ve öğrencileri öncülüğünde oluşmaya başlamışsa da, Hanefî fıkhı ve fıkıh
usulü Türkistan uleması tarafından
sistemleştirilmiş ve özellikle usul konusunda onlarca eser kaleme alınmıştır.”7
İşte bu makalede Türklerin İslam anlayışı ve
dindarlık algısının inanç boyutunu oluşturan Matüridiliğin temelini oluşturan
kısım hakkında kısa bir giriş yapılmıştır. Haftaya ise Matüridilik hakkında yayınlanacak
olan yazımda daha detaylı bilgi verilecektir.
1 Kubilay Muhammet Özdemir, “Giresun Üniversitesi Tarih ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümleri Mezunu ve İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Mezunu”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/05/turk-muslumanligi-ve- maturidilik.html, İstanbul 2021 (benimtarihim1923@gmail.com)
2 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı
Müesseseleri Tarihi, Fakülte
Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.18; Kubilay Muhammet Özdemir,”Osmanlı
İmparatorluğu’nun Balkanlarda İslam Dinini Yayma Çabaları”, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/04/osmanli-imparatorlugunun-balkanlarda.html, Erişim
Tarihi: 03.05.2021
3 Mehmet Ali Ünal, a.g.e, s.19; https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/04/osmanli-
imparatorlugunun-balkanlarda.html, Erişim Tarihi: 03.05.2021
4 Engin Zafer, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Türk Dervişlerinin İzleri”, Türkler, C.9, Ankara, 2002, s.107; https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/04/osmanli-imparatorlugunun-balkanlarda.html, Erişim Tarihi: 03.05.2021
5 Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul,
2000, s.34; https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/04/osmanli-imparatorlugunun-balkanlarda.html, Erişim Tarihi: 03.05.2021
6 Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk, a.g.e., s.34; https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2021/04/osmanli-imparatorlugunun-balkanlarda.html, Erişim Tarihi: 03.05.2021
7 Muaz Ergü, “Türk Müslümanlığı, Hanefilik,
Maturidilik, Yasevilik”, http://www.dibace.net/soylesiyorum/turk-
muslumanligi-hanefilik-maturidilik-yesevilik/, Erişim Tarihi: 03.05.2021