12 Temmuz 2023 Çarşamba

CUMHURBAŞKANIMIZA AÇIK MEKTUP


 

Sayın Cumhurbaşkanım öncelikle zat-ı âlinizi selamlar ve görev sürenizce yapacağınız devlet işlerinde Allah’tan size yardımcı olmasını niyaz ederim.

Bu toprakların hamuruyla yoğrulmuş, ülkesinin ve devletinin milli çıkarlarını düşünen genç bir aydın olarak her zaman devletimi yönetenlere fikirlerimle ve yazılarımla sesimi duyurmaya çalıştım. Devletimi yönetenler doğru bir adım attıklarında her zaman destek olmuş yanlış bir adım attıklarında ise naçizane uyarılarda bulundum. Sizin de yerli ve milli âlimlerin ve aydınların fikirlerine önem veren bir lider olduğunuzu biliyorum. Bu yüzden size yazdığım bu açık mektubumda benimde fikirlerime önem vereceğinizi düşünüyorum.

Daha önceki köşe yazılarımda sığınmacılar sorununun gelecekte ülkemiz için ne tür problemlere yol açacağını ayrıntılı bir şekilde ifade ettim. “Sığınmacılar Meselesine Türk Bakışı” makalemin incelenmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.

Bunun yanında ülkemizin önemli bir diğer sorunu ise ekonomidir. Bu sorununda yeni ekonomi bakanımız Sn. Şimşek’in akılcı politikalarıyla ve TCMB yeni Başkanı Sn. Erkan ile en kısa zamanda çözüme kavuşacağı kanaatindeyim.

Ancak ülkemizin en önemli sorunlarından birisi var ki işte bu sorun halledilmezse hiçbir şey hal olunmayacağını kanaatindeyim. O sorun EĞİTİM sorunudur. Mutlak suretle ve en acil köklü değişimler yapılarak bu sorun çözülmelidir. Çünkü bu sisteme göre çoğu da üniversite mezunu niteliksiz gençlerimiz yetişmektedir.

Bu konuyu ayrıntılı olarak size hem teknik yönünden hem de misaller vererek anlatmakta fayda görüyorum.

Sorunun kökenine inecek olursam 4+4+4 sistemine geçtiğimiz zaman zorunlu eğitimi 8 yıldan 12 yıla çıkardık ve bu durum niteliksiz gençlerin yetişmesinin önünü açtı. Çünkü bu sistem ile birlikte sınıfta kalma zorlaştı ve gençler öyle veya böyle bir şekilde derslerden geçirildi. Durum böyle olunca liseyi bitiren gençlerde şu düşünce hâkim oldu. “Ben zaten liseyi de bitirdim bir de üniversite sınavına da gireyim” diyerek üniversite sınavlarına girdiler ve üniversiteyi de kazananlar oldu. Şimdi bana haklı olarak şu soruyu sorabilirsiniz. “Madem bu gençler ders çalışmıyor nasıl üniversite kazanıyor diyebilirsiniz?” Hemen yanıtını vereyim Sayın Cumhurbaşkanım, siz aslında her evladımız bulunduğu ilde okusun, ailesinin yanından ayrılmasın diye iyi niyetle her ilimizde bir devlet üniversitesi açtınız. Bir de buna ek olarak devlet üniversitelerinin yanında imkânı olanlar özel üniversiteler açtı. Dolayısıyla ülkemizde üniversiteler çoğaldı. Hal böyle olunca üniversiteyi kazanma puanları düştü ve lisede pek de parlak olmayan bu gençlerde üniversitelere yerleşebildi.

Dolayısıyla bu kişiler öyle veya böyle arkadaşlarından sınav öncesi notları alarak bunları sınav zamanı ezberleyerek veya alttan ders bırakıp bir iki yıl sonra geçerek mezun oldular. Peki bu durum ne gibi sorunlara yol açtı? Az öncede ifade ettiğim gibi hem çoğu niteliksiz olarak yetişti hem de bu kişiler ben üniversite mezunuyum diye masa başı iş aramaya başladılar. Böylelikle işsizlikte artış oldu. Ayrıca hizmet sektöründe çırak açığı ortaya çıktı. Çünkü üniversiteyi de zoru zoruna bitirmiş bir genç kendisini niteliksiz olarak görmeyip hizmet sektöründeki işleri beğenmez oldu.

Ancak 8 yıllık zorunlu eğitim olsaydı. Genç kardeşlerimiz 8. Sınıfı bitirdikten sonra lise sınavlarına girecek kazanırsa Anadolu Lisesinde okuyacak, kazanamazsa adresine yakın bir liseye gidecek ve eğer başarılı olursa derslerinden geçecek ama başarısız olursa 2 yıl üst üstte sınıfta kaldığı zaman tasdiknamesi verilip okul ile ilişiği kesilecekti. Böylece hem lise mezunu niteliksiz gençlerimiz olmayacaktı. Hem de üniversitelere niteliksiz öğrenciler girmiş olmayacaktı. Durum böyle olunca kardeşlerimiz meslek lisesine geçiş yapacaklardı ve meslek öğreneceklerdi. Bu da çırak bulma sorununu ortadan kaldıracaktı. Böylece ülkemizde işletme sahibi olanlar çırak ihtiyacını sığınmacılardan sağlamak yerine kendi vatandaşlarımızdan sağlamış olacaklardı. Bu da gençlerimizin genç yaşta evine ekmek götürmesi demek olacaktı.

Bu yüzden başta 4+4+4 sisteminden vazgeçilmeli ve zorunlu eğitimin tekrardan 8 yıl olması gerekmektedir. Ayrıca liselerde tekrardan okul üniformaları getirilmeli ve eskisi gibi sınıf geçmek zorlaştırılmalı ve iki yıl üstü üste kalan öğrenciye tasdikname verilerek okul ile ilişiği kesilmelidir. Yine okul disiplin kuralları etkin bir şekilde uygulamaya konulmalıdır.

Her ilde üniversite uygulamasından vazgeçilmeli ve ülkemizin belli başlı yerlerinde evlatlarımızın da ulaşabileceği konumlardaki üniversiteler açık kalmalıdır. Bu üniversitelerin ise niteliğinin ve kalitesinin arttırılması için ek çalışmalar yapılmalıdır. Özel üniversite açılmasına ise sınırlama getirilmelidir. Yine her mesleğin bölümü açılmamalıdır. Örneğin tarihçiler önceden kütüphanecilik yapabiliyorlardı. Ancak kütüphanecilik bölümü açıldığı için artık tarihçiler kütüphaneci olarak atanamıyor bu da tarih bölümünün zaten önü tıkalıyken daha çok tıkanmasına sebebiyet veriyor.

Sayın Cumhurbaşkanım eğitimde bir diğer değişmesi gereken önemli konularda şunlardır.

Türk Milli Eğitimi ile ilgili gerek müfredat gerekse verilen dersler ile birlikte eğitim – öğretim ile ilgili değişiklikler yapılması gerekmektedir. Ayrıca mevcut öğretmenlerin durumu ve atanamamış öğretmenlerin durumları ile sınav sistemleri hakkında da köklü değişimlerin olması da kaçınılmaz elzemdir.

Milli Eğitim sisteminin başta İlk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar’ın Eğitim Sistemi, Selçuklu’daki Nizamiye Medreselerinin ve Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu Sahn-ı Saman Medreselerinin ve Cumhuriyetimiz döneminde kurulan Köy Enstitülerinden karma ve günümüze modernize edilmiş şekliyle uygularsak eğitimde köklü bir çağ açacağımızı düşünmekteyim.

Eskileri inceleyince ne olacak diye düşünmemeliyiz. Unutulmamalıdır ki Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken Avrupalı aydınlar ilkçağ eserlerini incelemiş ve kendi dillerine çevirerek Avrupa’nın karanlık çağını yenerek bilimde ve teknoloji de ilerlemişler hatta coğrafi keşifleri gerçekleştirmişlerdir. Hatta o dönemde zirveyi yaşayan Osmanlı Devletini bu yaptıkları reformlarla geçmeyi başarmışlardır.

Tüm bu konularla beraber Milli Eğitimin en önemli olmazsa olması öğretmenlerimiz KPSS sınav sistemi ile seçilirken kendi alanları haricindeki birçok derslere çalışmaktadırlar. Bu da öğretmenlerimize kendi alanlarında uzmanlaşmasının önünde bir engel teşkil etmektedir. Bu nedenle öğretmen adaylarının sadece kendi branşından sınav yapılması gerektiğini düşünmekteyim.

Yine mevcut öğretmenlerimizi hizmet içi eğitimlerinin değişmesinin elzem olduğu kanaatindeyim.

Sayın Reis-i Cumhur Hazretleri bu konulardaki bilgi ve düşüncelerimi sizinle ve Milli Eğitim Bakanlığımızla paylaşmaktan memnuniyet duyarım.

Çünkü bir devlet için Milli Eğitim önem teşkil etmektedir. Unutulmamalıdır ki! Bir Cihan devleti olan Osmanlı Devleti’nin çöküşünün en büyük nedenlerinden birisi de eğitimin gerilemesi ve devlet olarak eğitimde kendisini yenileyememesi nedeniyle olmuştur.

 

Sayın Cumhurbaşkanım güçlü devletimizin ebediyen payidar kalması için ve yukarıda saydığım sebeplerden dolayı Milli Eğitimi bir vatan meselesi olarak görmekteyim. Size yazmış olduğum bu açık mektubumun değerlendirilmesini ve Milli Eğitim Bakanlığımızın gündemine de alınmasını arz ederim. Bu konularda da her daim devletime katkı sunmayı bir vatan borcu bilirim.

Zat-ı âlinize saygı ve hürmetlerimi sunar devletimizin işlerinde muvaffak olmanızı dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

6 Temmuz 2023 Perşembe

SIĞINMACILAR MESELESİNE TÜRK BAKIŞI

 



2011 yılında Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte oradan kaçanların göç istikameti Türkiye olmuştur. Bu yapılan göçler neticesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti insani yardımlar yapmak için sığınmacıları önce kamplara almış fakat sığınmacı yükünü kaldıramayan ülkemiz Suriyelilerin, Türkiye içindeki illere dağılmasına müsaade etmiştir.

Suriye iç savaşını takiben Taliban’ın, Afganistan’ı kontrol altına almaya çalışması sonucunda yüzlerce Afgan ülkemize yasa dışı olarak kaçak yollardan akın etmiştir.

Bununla birlikte Türkiye’ye düzensiz göç edenlerin sadece Suriyeliler, Afganlar değil aynı zamanda Pakistanlıların, Hintlilerin, Somalililerin de olduğu görülmüştür. Bunların bir kısmı Avrupa’ya geçmeye çalışmış ancak geçemeyenlerde Türkiye’de kalmışlardır. Türkiye ise yasa dışı kaçak yollarla düzensiz göç edenleri yakaladıkça ülkelerine geri göndermiştir. Ancak buna rağmen Türkiye’de çok sayıda kayıt dışı sığınmacının olduğu da diğer iddialar arasında yerini almıştır.

Türkiye başta Suriyeliler olmak üzere birçok mazlum milletlere kapılarını açmış ve insani yardımlar yapmıştır. Ancak Türkiye daha fazla sığınmacıyı barındıracak durumda değildir. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesi 80 milyonluk bir nüfusa sahipken 3 milyonu geçkin bir sığınmacıyı kabul edemez. Kabul etse de bakamaz ve bu da belli başlı sorunlara yol açar.

O sorunlara kısaca değinecek olursam;

Ucuza işçi çalıştırmak isteyenler yüzünden ülkemizin vatandaşları işsiz kalır ve bu durumda sığınmacılar ile ülkemizin gerçek sahipleri arasında ikilik çıkmasına neden olur. Bununla birlikte kültürel uyuşmazlıklar ortaya çıkar ve ayrıca demografik yapı bozulur. Çünkü Türkiye bir ulus devlettir. Osmanlı Devleti gibi çok uluslu çok dilli çok kültürlü bir yapı barındırmamız demek ulus devlette sorunlara yol açmak demektir. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. İleride ciddi bir azınlık probleminden söz etmek istemiyorsak ve bunun siyasi sonuçlarını kendimize sıkıntı etmek istemiyorsak sığınmacıları daha fazla ülkemizde tutmamalıyız.

Çünkü biz azınlık problemini 1923’te henüz Türkiye Cumhuriyeti gencecik bir devletken çözmüş ve o günden 2011’e kadar böyle bir problem ile uğraşmamıştık.

Türk Devleti ve milleti hiç kuşkusuz bir imparatorluk bakiyesidir. Ancak biz daralan bir imparatorluktan bugünkü sınırlarımıza çekildik. “Türklüğün Yeni Ergenekon’unda” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurduk ve ihya ettik. Bu yüzden söz konusu sınırlarımız içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’na benzer çok milletli çok dilli bir imparatorluk kuracak değiliz. Burası milli bir devlettir ve buna uygun politikalar üretilmelidir. Bu yüzden daralan toprakları kozmopolit bir yapıya dönüştüremezsiniz.

Eğer bu politika bu şekilde devam ederse devletimiz ve milletimiz psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve siyasi sonuçlarla karşı karşıya kalır ve ileride azınlık probleminin çıkmasına sebep olacak vahim bir acı netice ile yüzleşebiliriz.

Mülteciler Derneğinin açıkladığı 15 Haziran 2023 verilerine göre; Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 351 bin 582 kişidir. İçişleri Bakanlığı tarafından 19 Aralık 2022 tarihinde açıklanan verilere göre ise 223 bin 881 Suriyeliye Türk Vatandaşlığı verildiği belirtilmiştir. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri tarafından 19 ağustos 2022 tarihinde açıklanan verilere göre ise 104 bin 976 Ahıska Türkü, 7 bin Uygur Türkü ve 39 bin 294 Afganistan uyrukluya Türk Vatandaşlığı verilmiştir.

18 Mayıs 2022 tarihinde Göç İdaresi Uyum ve İşletişim Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada ise geçici koruma altındaki Suriyeliler ile birlikte Türkiye’de 5 milyon 506 bin 304 kayıtlı yabancı uyruklu kişi olduğu belirtilmiştir.

Bu rakamlar bugün için Türk nüfusunun genel çoğunluğunu oluşturmuyor olabilir. Fakat sığınmacılar Türkiye’de kalmaya devam ederse bu durum yıllar sonra ciddi bir azınlık sorununa yol açabilir.

Demografik durumun sıkıntısına 2011 yılında yayımlanan Milliyet gazetesinin haberine göre Kilis’ten örnek verirsek Kilis’te boşanmaların iki kat arttığını ve Türk erkeklerinin Suriyeli kadınlarla evlendiğini ve bu evlenmelerin kimisinin resmi nikâhlı olmakla birlikte çoğunun da imam nikâhıyla yapıldığını gösterebiliriz.

Bir başka sorun ise sığınmacıların karıştığı suçlardır. Özellikle büyük şehirlerde sığınmacıların insanların önünü keserek rahatsız edici bir şekilde para dilenmesi, yaralamalı ve bazen de ölümle biten kavgalara, taciz ve tecavüz olaylarına karışmaları son zamanlarda her yerde Suriye bayrağı açıp, plajlarda nargile içip deniz keyfi yapmaları yine Suriyelilerin bayramlarda ülkelerine dönüp bayramdan sonra geri gelmeleri ve Suriye’de iç savaşın bitmesine rağmen Türkiye’den gitmemeleri Türk Milleti’nin tepkisini çekmiştir.

En önemlisi ise Türkler tarih boyunca savaşarak ve bu uğurda canlarını vererek topraklarını ve kimliğini korumuştur. Bu yüzden Türk Vatandaşlığı gibi kıymetli bir kimliğin kendi topraklarını korumak için savaşmayan birkaç sığınmacı grubuna verilmesi Türk milletini derinden üzmüş ve tepkisine neden olmuştur.

İşte bu durumların hepsi Türkiye’nin asıl sahibi olan Türkler ile sığınmacıların arasının bozulmasına sebebiyet vermiş ve böylece Ensar – Muhacir kaynaşması ve politikası çökmüştür.

Özellikle Türkiye’ye kaçan Suriyeliler için hep Hz. Muhammed nebimizin hicretini ve Ensar – Muhacir kardeşliği örnek gösterilmiş, lakin Hz. Muhammed (S.A.V.)’in ve İslam Ordusu’nun haksız yere zulüm gördükleri toprakları, güçlenip toparlandıktan sonra, geri dönüp fethettiklerini nedense söylenilmemiştir. Eğer ki bu kişiler zulüm gördükleri vatanlarından kaçıp kendilerini toplayıp geri dönmüyor ve hâlâ Türkiye’deki rahatlığı ve keyfiyeti yaşamaya devam etmek istiyorlarsa o vakit Ensar – Muhacir kardeşliğinden ve bu kişilerin peygamberimizin izinden gittiklerinden bahsetmek pek de doğru olmaz.

Bu topraklarda yetişen genç bir aydın olarak bu yazımda devletimin ve milletimin gelecekte karşılaşacağı tehlikeyi sezdiğimden dolayı devletimi yönetenleri ve siyasileri uyarmak için kaleme aldım. Çünkü genç bir aydın olarak bu benim görevim devletim doğru bir politika uyguladığında yanında olmak ve desteklemek yanlış bir politika izlediğinde uyarmak ve doğrusunu göstermektir.

Bu nedenle Şovenist değil gerçekçi olalım.

*** Köşe yazımın içindeki istatistiklerin hepsi Mülteciler Derneği’nin sitesinden alınmıştır.

 


Diğer Yayınlar