18 Temmuz 2020 Cumartesi

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ KUMPASLARI VE MASONLARLA İLİŞKİSİ




Fetö Terör Örgütü’nün ülkemizi hedef almasının üzerinden 4 yıl geçti. Ancak acılar hâlâ taptaze duruyor. Bu hain kalkışmanın bastırılması sonucunda 251 şehit verdik. 2 bin 193’de gazimiz var.
Bu zamana kadar Fetö Terör Örgütüne yönelik 4 yılda 99 bin operasyon yapıldı.[1] Kamu kurumlarından Fetö’cüler ihraç edildi. Bu zamana kadar 20 bin 77 kişi Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edildi.[2] Ancak büyük oranda temizlenen bu hainlerin kalan kısmı yine iş başında Fetö artıkları yaklaşan Yüksek Askeri Şura öncesinde kendilerine düşman gördükleri subayları itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İsimsiz mektuplar yazıyorlar ayrıca sosyal medyadan da iftiralara başvuruyorlar. Bu iftiralardan dolayı hedef alınanlar ise haksız yere savunma vermek zorunda kalıyorlar.[3] Bu yapılmak istenen karalama kampanyalarını devletimiz fark etti ve gerekli önlemleri aldı.  Bununla birlikte 15 Temmuz’dan sonra kamudan ihraç edilenlerin yeni sığınağı ise Masonlar oldu. Uzun yıllardır 15 bin olan üye sayısını arttıramayan locaların darbe girişiminden sonra 3 bin yeni üye kaydetmesi de dikkat çekti. Bu artışla beraber Masonlar, Anadolu’da yayılmaya başladı. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’na bağlı Erdem Locası’nın eski “Üstad-ı Muhteremi” Özhan Kızıltan’ın, Gerçek Hayat Dergisi’ne verdiği röportajda 15 Temmuz’dan 5 ay önceki bir mason belgesinde “yakında büyük değişiklik olacak” denilip pozisyon belirlendiğini anlatıyor. Belge masonların darbe girişiminde rolü olduğunu gösteriyor.[4] Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ise “15 Temmuz asla sıradan bir darbe girişimi değildi. Arkasında çok büyük hesapların olduğu, gerçekleştiğinde ülke ve millet olarak bambaşka mecralara sürükleneceğimiz tarihi bir kırılma noktasıdır”[5] demesi 15 Temmuz’un arkasında gizli yapılanmaların ve çeşitli hesapların olduğu da daha net anlaşılmış oluyor. Özellikle güvenlik güçlerinin içerisinden büyük ölçüde arındırılan Fetö’cülerin yeni kumpaslar ve planlar peşinde oldukları belli oluyor. Ancak şunu da ifade etmeliyim ki güvenlik güçlerinin içerisinden Fetö’cülerin temizlenmesi neticesinde Türkiye zincirlerini 15 Temmuz 2016’da kırarak adeta dünyaya kafa tutmaya başladı. Sahada ve masada oyun değiştirici rolü üstlenmeye başladı. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe Kartal, Pençe Kaplan Harekatlarıyla sınırlarımızdaki terör koridorları dağıtıldı. Terörle Mücadele yöntemlerimiz değişti ve 7 bin 500’ün üzerinde terörist imha edildi. Türkiye’yi Akdeniz’de sıkıştırmaya çalışanlara karşı Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşması yapılarak bölgede emelleri olanların planları suya düşürüldü. Türkiye, Suriye ve Libya’da olmak üzere iki düşük yoğunluklu savaş veriyor. Bu verilen savaşlarda ise Türkiye bu zamana kadar başarılı stratejiler izledi. Suriye’de DEAŞ’ı bitiren, PKK/YPG’ye karşı ağır darbe vuran Türkiye, Libya’da ise Hafter’i yendi. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace; Türkiye’nin Suriye’de ve Libya’da oyun değiştirici olduğunu söyledi. Ayrıca “İHA’lar Libya’da istihbarat topladı, gözetleme yaptı. Suriye’de hava savunma sistemlerini durdurdu”[6] dedi. Yine Libya’da Hafter’in yenilmesiyle Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, Türkiye karşıtlığı ve PKK/YPG ile mücadele terör örgütünün çöküşünü hazmedemeyenlere bakıldığında Türkiye 15 Temmuz’dan sonra kendi içindeki pislikleri temizlemesiyle daha etkili olduğu bu ispatlarla çok net anlaşılmış oldu.
Şunu belirtmekte fayda görüyorum. Elbette devletimiz her zaman teyakkuz halinde ve saldırılara karşı anında karşılık verme gücüne sahip ancak ben de ülkesini seven genç bir tarihçi olarak bu yazıyı yazarak devletimi ve milletimi uyarmak istedim.




[1] Süleyman Soylu, “Fetö Taşerondur”, Milat Gazetesi, 16 Temmuz 2020
[2] Hulusi Akar, “20 Bin 77 terörist İhraç Edildi”, Akşam Gazetesi, 15 Temmuz 2020
[3] Hüseyin Likoğlu “Yas Öncesi Fetö Kumpasları”, Yeni Şafak Gazetesi, 13 Temmuz 2020
[4] “Masonlar Fetö’ye Kalkan Oluyor”, Yeni Şafak Gazetesi, 6 Temmuz 2020
[5] Recep Tayyip Erdoğan, “Güçleri Yetseydi Meclisi Yıkacaklardı”, Türkgün Gazetesi, 16 Temmuz 2020
[6] Ben Wallace, “Türkiye İHA’larla Oyun Kurucu Oldu”, Akşam Gazetesi, 16 Temmuz 2020


11 Temmuz 2020 Cumartesi

86 YIL ARADAN SONRA AYASOFYA




Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’a yaptığı en büyük kilisedir. İstanbul fethedilmeden önce ise Bizans’ın elinde olan Ayasofya Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci padişahı olan II. Mehmet’in 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle birlikte burası kiliseden camiye çevrilmiş ve fethin sembolü sayılmıştır. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra ilk Cuma namazını 1 Haziran 1453’te Ayasofya’da kılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’ten sonra gelen Osmanlı padişahları da Ayasofya’ya özel ihtimam göstererek çeşitli tadilat ve iyileştirmeler yapmışlardır. Hatta Mimar Sinan Ayasofya’ya dış istinat yapılarıyla takviyeler ekleyerek sağlamlaştırmıştır. 

Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra onun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti döneminde de Ayasofya’da düzenlemeler yapıldı. Restorasyon çalışmaları yapılarak kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozaiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi işlemleri gerçekleştirildi. Tarihi yapıların ve Bizans döneminden kalan mozaiklerin ortaya çıkması sonucunda burasının zarar görmemesi için 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararı alındı.86 yıldır müze olan Ayasofya’da İstanbul’un fethinin 567.yılının kutlandığı bu yıl ise 29 Mayıs’ta Ayasofya içinde fetih süresi okundu. Bugün ise 10.07.2020 tarihli Danıştay 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal ederek Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması kararını verdi. Danıştay’ın bu kararı iptal etmesinin hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı 2729 karar sayısı ile Ayasofya Camii’nin yönetiminin Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verilmiştir denilerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla artık resmen Ayasofya Camii ibadete açılmış oldu.

Başta Yunanistan olmak üzere Hıristiyan dünyası daha Ayasofya’nın ibadete açılması gündeme gelir gelmez hemen karşı çıktı. Küstahça tehditler savurdu. Ancak bizim kılıç hakkımız üzerinde son sözü bizim söyleyeceğimizi dünyaya bugün göstermiş olduk. Hemen şunu da hatırlatmak istiyorum. Hatırlayın geçen yıl Yeni Zelanda da Camiye saldırı yapılmış ve 51 Müslüman şehit edilmişti. O saldırganın silahının üzerinde Türk yiyici yazıyordu. Yine Türkleri Avrupa’dan atacağız. 

Ayasofya’nın minarelerini yıkacağız gibi tehditlerle bizlere mesajlar verilmek istendi. Ancak bizde bugün Ayasofya’yı ibadete açarak mesaj öyle verilmez böyle verilir dedik. Türkiye, Sevr Antlaşmasının psikolojik çekincesini üzerinden attı ve artık savunmadan karşı taarruza geçti. Önceden tüm kurumlarımız Sevr Antlaşmasının psikolojik çekincesiyle yapılanmıştı. Ancak 2016’dan sonra adeta tüm kurumlarımız yeniden şekillendi ve bir dönüşüme uğradı. Buna en büyük örneği Milli İstihbarat Teşkilatı’nı gösterebiliriz. Bu sebeple hem iç hem de dış politikada daha keskin ve aktif kararlar alabilen şahin bir Türkiye ile karşı karşıya kalmak dost görünümlü düşmanlarımız için hiç hoş olmasa gerek.

Libya meselesini bitirmek üzere olan Türkiye, Ayasofya konusunda kararını verdi. Suriye, Irak, Libya’da düşük yoğunluklu bir savaş Türkiye meselelerini yavaş yavaş hallettikten sonra Türkiye elbet bir gün yüzünü Eğe Denizi’ne dönecek ve adalar meselesini de halledecektir.



4 Temmuz 2020 Cumartesi

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİNİN TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI




Son zamanda yaşanan gelişmelere bakınca Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında gözle görülür bir rekabet var. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde iki devlette farklı kararlar alıyorlar ve bu kararlar doğrultusunda sürekli karşı karşıya geliyorlar.
Birleşik Arap Emirlikleri dünyanın petrol rezervi bakımından en zengin altıncı ülkesidir. Bu ülke İngilizlerin sömürgesi altında kalmış ancak 1971 yılında İngilizlerin, Basra Körfezinden çekilmesi sonucunda “Birleşik Arap Emirlikleri” adı altında yedi emirlikten oluşan bir federasyon olarak kurulmuştur.[1] 

Bu iki devlet arasındaki kırılma noktası ise 2010 yılının sonunda Tunus’ta başlayan Arap Baharı süreci olmuştur. Kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya yayılan Arap Baharı sürecinde Türkiye ve BAE karşı taraflarda yer almışlardır. Yine buna mukabil Türkiye ve BAE arasında Mısır meselesi ayrışmaya sebepleri arasında yer almıştır. Mısır’da 2011’deki devrimin ardından Cumhurbaşkanı olarak Muhammed Mursi seçilmiş ve bu yeni hükümete Türkiye ve Katar silah ve maddi destek yardımında bulunmuştur. Fakat buna karşılık BAE ve yine Türkiye’nin politikalarından rahatsız olan Suudi Arabistan, Mısır’daki devrime karşı çıkarak Mursi yönetimini yıpratmaya dönük politikalar uygulamışlardır. BAE ve Suudi Arabistan 2013’de yapılan askeri darbeye destek vererek Darbeci Sisi yönetimine finansal yardımda bulunmuşlardır. Türkiye ise bu darbeci hükümeti tanımamış, Sisi’yi katliam yapmakla suçlamıştır.[2]  

Türkiye ve BAE’yi karşı karşıya getiren olaylar zincirini incelemeye devam edersek eğer Türkiye’nin, Suriye’de Beşşar Esed zulmüne uğrayan sivil halkın yanında yer alırken, BAE ise Esed rejiminin yanında yer aldı. Bu sebeple BAE, Türkiye’nin yaptığı meşru harekâtları kınamakla yetinmeyip İdlib’te sağlanan ateşkesin bozulması için de elinden geleni yaptı. Libya’da Türkiye, Birleşmiş Milletlerin tanıdığı meşru kabul edilen Ulusal Mutabakat Hükümetiyle antlaşmalar yapıp onları desteklerken, BAE ülkedeki Darbeci Hafter’in yanında saf tuttu. Yemen ve Filistin meselelerinde de Türkiye ve BAE’nin politikaları uyuşmadı.[3]
Tüm bu uyuşmazlık sonucunda BAE, 15 Temmuz 2016’daki 251 vatandaşımızın şehit olduğu hain darbe kalkışmasını açık bir şekilde destekledi.

Darbe girişimi sırasında BAE’ye bağlı “Sky news ve Al Arabiya” haber kanalları açık bir şekilde darbeyi desteklemişlerdir.[4]  BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el- Uteybe, basına sızan e-maillerinde bu teşebbüsünde yer almaktan dolayı memnuniyet duyduklarını ifade ediyordu. Darbe teşebbüsüne finansal destek veren Filistinli Muhammed bin Dahlan, BAE’nin adamıydı ve Türkiye’nin iade isteğine rağmen BAE buna yanaşmadı. Basına sızan haberlere göre ise bu darbe teşebbüsü için 3 milyar dolar harcanmıştı.[5]

Darbe girişiminden sonra kısa bir sürede toplanan Türkiye sınır güvenliğini korumak için PKK/YPG/ IŞID gibi terör örgütlerine karşı yaptığı sınır ötesi operasyonları dahi BAE kınayarak Türkiye düşmanlığını burada da göstermiştir. Ancak Türkiye kararlı tutumu yaptığı akılcı ve stratejik hamleler ile BAE’yi Ortadoğu’da alt etmeyi başarmıştır. Ancak yine de uyanık ve dikkatli olunmalıdır. Çünkü BAE’nin fiili liderinin Türkiye’ye olan husumetinin en önemli sebebi Arap halkları nezdinde karizması çok yüksek olan Recep Tayyip Erdoğan ile kişisel rekabete girmesidir.



[1]İlknur Savun, “BAE ve Türkiye Rekabeti’nin Arka Planı”, diplomatikstrateji.com/bae-ve-turkiye-rekabetinin-arka-plani/, Erişim Tarihi: 28.06.2020
[2] Ayten Mehmed, “Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri İlişkileri”, Uluslararası Diplomasi Dergisi, c.3, 1 Mart 2020, s.88
[3] Prof. Dr. Cengiz Tomar, “Ortadoğu’da Kesişmeyen Doğrular: BAE- Türkiye Rekabeti”, aa.com.tr/tr/analiz/gorus-orta-dogu-da-kesismeyen-dogrular-bae-turkiye-rekabeti/1833875, Erişim Tasrihi: 08.05.2020
[4] Mehmet, “a.g.m.”, s.90
[5] Tomar, “a.g.m.”


Diğer Yayınlar