22 Aralık 2018 Cumartesi

GENÇ CUMHURİYETİN İLK ÖĞRETMENLERİNDEN ŞEHİT ASTEĞMEN KUBİLAY VE MENEMEN OLAYI




Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini hedef alan bir ayaklanma ve Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından birisidir. Çünkü bu ayaklanma genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925 Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır. 23 Aralık 1930 sabahı bundan tam 88 yıl önce sabahın erken saatlerinde ortalıkta dolanan altı kişi “Biz şeriat ordusuyuz” deyip Müftü Camiine giriyorlar. Elebaşları olan Giritli Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendisini “Mehdi” olarak tanıtıp dini korumaya geldiklerini ve arkalarında 70.000 kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylüyor. Bunun üzerine camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya takıp Menemen’de kazdıkları bir çukura bayrağı dikiyorlar. İnsanları Halife ordusu gelecek diyerekten korkutup yanlarına çekip isyan başlatmaya çalışıyorlar. Bu durum askeri birliklerin içerisinde duyulmaya başlandı. Bunun üzerine Alay Komutanı, Öğretmenlik eğitimini tamamlamış askerliğini Yedek Subay olarak yapmakta olan 23 yaşındaki Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı olaylara müdahale etmesi için bir manga askerle gönderir. Asteğmen Kubilay olay yerine vardığında askerlerinin yanından ayrılıp isyancıların yanına gider. Çünkü askerin silahında öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Bu yüzden askerleri zarar görmesin diye isyancıların arasına sokmak istemez. Ancak Kubilay, Derviş Mehmet tarafından tabanca ile kolundan vurulur. Bunu gören Kubilay’ın mangası ateş eder ancak tüfeklerde manevra mermisi olduğu için öldürücü etkiye sahip değildir ve Derviş Mehmet çevresindekilere “bakın bana kurşun işlemedi” der. Bunun üzerine Kubilay Cami avlusuna doğru kaçmaya çalışır. Ancak isyancılar Kubilay’ın peşinden gelerek onu yakalarlar. Tarihin en kötü vahşeti işte orada yaşanır.

Hem bir Öğretmen hem de bir Türk Askeri Üniforması taşıyan Kubilay’ı çantasından çıkardığı testere ağızlı bağ bıçağı ile yaralı Kubilay’ın başını keser ve sopanın ucuna takıp sokak sokak gezdirirler. Bu sırada olay yerine gelen Bekçi Hasan ateş edip gruptan bir kişiyi vurup yaraladı. Ancak karşı ateş sonucu şehit edildi. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki’de açılan ateş sonucu oda şehit edildi. Bunun üzerine askeri birlik yetişir komutan teslim olun der. Derviş Mehmet yine bana kurşun işlemez derken. Komutan ateş emri verir ve bunun üzerine Derviş Mehmet’e dahil bazı isyancılar yere serilir. Çünkü yeni gelen birliğin tüfeğinde manevra mermisi yok gerçek mermi vardır. Bazı isyancılarda kaçar ancak hepsi yakalanır.

Bu olay üzerine Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkı yönetim ilan edilmiş ve 1.Kolordu komutanı vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divan-ı Harp kurulmuştur. Olaya doğrudan ve dolaylı olarak katılan bütün sanıklar Menemen’de 18 gün boyunca yargılanır. Bunun sonucunda 40 kişi sorumsuzluğu nedeniyle salıverilir, 27 sanık beraat eder, 41 suçlu çeşitli hapis cezaları alır, 36 kişiye idam cezası verilir. Ancak bazılarının yaşı küçük olduğundan, onların ölüm cezaları hapse çevrilir. 28 sanık 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de bazıları da Kubilay’ın başının kesildiği yerde idam edildi. 

Menemen’de Kubilay ve iki bekçi için anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar; “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.”

Şunu belirtmeliyim ki Atatürk bu olay üzerine çok kızmıştır. Gereğinin yapılmasını derhal emir buyurmuştur. Nitekim isyancılarda layık olduğu cezaya çaptırılmıştır. İşte o zamandan bu zamana Daeş, Haşhaşi ve Fetö kafası Türk Milleti, Türk Askeri ve Türk Devleti ile uğraşmakta fakat canımızı yakmakla beraber istediklerini alamayıp devletimizi yıkamamaktadırlar. Çünkü 1930’da Öğretmen Asteğmen Kubilay, Hasan ve Şevki Bekçiler, 15 Temmuz’da da 248 şehidimiz bu memleketi ve devleti korudular. Evet. Bu katiller onları şehit edip canımızı yaktı ancak hiçbir zaman istediklerini alıp başaramadılar.

Henüz 23 yaşında genç cumhuriyetin ilk Öğretmenlerinden olan Kubilay'ı hiçbir zaman unutmayacağız ve bu kahramanı her daim anlatmaya, yazmaya devam edeceğiz. Ruhun şad olsun Kubilay. Ayrıca Mustafa Kemal ve kurucu kahramanlarımıza, terörle mücadelede şehit düşen kahraman askerlerimize Allah'tan rahmet niyaz ediyorum. Gazilerimizi de minnetle yâd ediyorum. 

17 Aralık 2018 Pazartesi

YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ MİLLİYETÇİLİK




Yeniden dünyaya hakim olmak için “Yüksek Türk Kültürüne” dönmek gerek. Çünkü Türk Milleti Adem oğlu Nuh oğlu Yafes oğlu Türk’ten beri yeryüzünde yaşamış ve hâlen varlığını sürdürmekte olan kadim bir millettir. Asil Türk Milleti ve Kağanları inandıkları kutlu davada her zaman dünyaya yön vermiş ve medeniyeti, hoşgörüyü ve adaleti tesis etmiştir. Fethettikleri toprakları vatanlaştırmış gittikleri yerlerde hiçbir zaman bozgunculuk ya da sömürü faaliyetleri yapmamışlardır. İslam ile şereflendikten sonra ise Türk-Cihan hakimiyeti ülküsü Allah’ın adını yayma ülküsüne dönüşmüştür. Özellikle Gazne Devleti’nin sultanı Gazneli Mahmut’un ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Abbasi Halifelerini ve Bağdat’ı koruyup hizmet etmeleri bu ülkünün birer örnekleridir. Bazı hadislerde Türklerin övülmesi İslam’a hizmet etmede Arapların işi gevşekliğe vurması ve Emevilerin ırkçılık yapması neticesinde Yüce Allah İslam’a hizmet görevini Türklere vermiştir. İslam'ı Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed tebliğ etmiş ancak İslam'ı Türkler korumuş ve geniş kitlelere yaymıştır. Nitekim Türk Hükümdarları yedi iklim üç kıtaya İslam’ı yaymak için mücadele etmişlerdir. Bunun sonucunda dünya Türk Askerine “Muhammedin Ordusu” demeye başlamış ve Türk Askeri “İslam’ın Son Ordusu” olarak görülmüştür.

Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde dediği gibi;
Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi,
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi,
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galip et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.

İşte bu ordu her ne kadar içten ve dıştan saldırılara maruz kalsa da hiçbir zaman kuvvetini kaybetmemiş ve on sekiz yaşındaki bir delikanlı gibi gençliğini ve kuvvetini muhafaza etmiştir. Fetö’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içerisine sızdırdığı hainlerle 15 Temmuz darbe girişimine kalkışması sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri kan kaybetmiş ancak kanını emen içerisindeki sülükleri temizleyip kırk günde hemen toparlanıp Fırat Kalkanı adını verdiği sınır ötesi operasyon yapmıştır. Bu hızlı toparlanma dünyanın hiçbir ordusunda bu kadar kısa sürede olamaz. Hem de bu kırk gün içerisinde Türkiye’de Karkamış, Atatürk Havalimanı, Ankara, Elazığ, Gaziantep ve Van saldırıları olmasına rağmen kısa sürede toparlanmış ve sınır ötesi operasyonu gerçekleştirmiştir. Bu harekatı 20 Ocak 2018’de başlatılan Zeytin Dalı ve Afrin operasyonları izlemiştir. Bu operasyonlarla Türk Askeri ve Türk Milleti dünyaya ve düşmanlarına mesaj vermiştir. Şimdi ise bu tarihlerde yeni sınır ötesi operasyonları başlamış ve daha büyük operasyonlar için hazırlıklar yapılmaya başlanmış.

Peki bu teşkilatlanma bu vatan sevgisi bu ruhun kaynağı nedir?

Bu ruhun kaynağı atalarımızın yaptığı tarihten aldığımız ilhamdır ve Türk Milletçiliği fikriyatıdır. Türk Milliyetçiliği fikriyatıyla Türk Milleti bu badireleri atlatmış Emniyet, Mit ve TSK bu fikriyatın ruhu ile mücadelelere girişip başarı sağlamıştır. Vatan ve millet aşkını bize öğreten Mete Han’dan beri bu böyledir. Ancak kimi kişiler Yüksek Türk Kültüründen doğan Türk Milliyetçiliği yerine Ümmetçiliği Türk Milletine dayatıp sanki Türk Milliyetçiliği İslam karşıtıymış, ırkçılıkmış gibi göstermeye çalışmışlardır.
Ancak bunun cevabını Türkçülüğü sistemleştiren ve Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olup bu fikri sağlam bir zemine oturtan Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı eserinde bu suçlamalara şöyle cevap veriyor.

Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.”[1]
Ziya Gökalp bu eserinde Türkçülüğün İslam karşıtı olmadığını bilakis Türkçülüğün aynı zamanda İslamcılık olduğunu vurguluyor.

Aynı eserinde Ziya Gökalp şunu da belirtiyor.  “Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı.

Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.”[2]

İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz? 
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme; 
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.






[1] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.
[2] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.

1 Aralık 2018 Cumartesi

OSMANLI’DA ŞEHZADELER




Padişahın erkek çocuklarına Şehzade kız çocuklarına Sultan denirdi. Şehzadeler 5-6 yaşlarına gelince merasimle dersleri başlatılırdı. Şehzadelerin saraydaki eğitimi 10-12 yaşlarına kadar devam ederdi. Bundan sonra 17.yüzyılın başlarına kadar olan dönemde şehzadeler sancağa çıkar ve burada ileri de padişah olacağı dikkate alınarak ülkenin en iyi hocaları tahsis edilirdi. Sancağa çıkan şehzadelerin yanına Lala denilen tecrübeli devlet adamlarından birisi verilir ve ona devlet yönetiminin incelikleri öğretilirdi. Sancak teşkilatı merkez teşkilatının çok küçük bir kopyası olduğu için şehzadeler sancaklarda yönetim stajı yapmış gibi olurlar.

Şehzade ergenlik çağına geldiği zaman kendilerine cariyeler tahsis ediliyordu. Ancak cariyelerin yanı sıra 15.yüzyılın sonlarına kadar siyasi evliliklerde yaptılar. Anadolu Beylik hanedanına mensup kızlar ve Bizans prensesleri ile resmen evlendiler. Bunlar devletin o andaki askeri ve diplomatik konumunu güçlendirmek amacını taşıyan siyasi nitelikli evliliklerdi. 16.yüzyıldan itibaren şehzadelerin tanınmış hanedan ve ailelerin kızlarıyla evlenme geleneğine son verildi. 17.yüzyıldan itibaren taht kavgalarını önlemek amacıyla şehzadelerin sancağa çıkma geleneğine son verildi. Şehzadeler, Topkapı Sarayı’nın kafeslik veya şimşirlik diye adlandırılan bölümlerinde kapalı bir hayat yaşadılar. Bu kapalı hayat çeşitli entrikalar, öldürülme korkusu son dönem şehzadelerinin çoğunda bir takım ruhi sıkıntılar meydana getirmiştir. Bu yüzden 1-2 istisna hariç son dönem padişahlar yükseliş dönemi dirayetli iş bilen padişahları gibi olmamıştır.

24 Kasım 2018 Cumartesi

ÖĞRETMENLER GÜNÜ MESAJIM



Öğretmen bilginin ışığında vatanı yükseltendir. Her türlü zorlu şartlar altında görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan kutsal bir vazifeye sahip olan kişidir. Yüce dinimiz İslam başta olmak üzere atalarımızda öğretmene hak ettiği değeri verip saygı göstermiştir. Hz. Muhammed Efendimiz “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” Sözü Peygamberimizin eğitimcilik yönünü vurgularken, İslam’ın ilme ve öğretmene değer vermesinden feyiz alan atalarımız da aynı hassasiyetle öğretmene verdikleri değeri her defasında göstermişlerdir. Nitekim tatlı bir ilkbahar sabahı Fatih Sultan Mehmet atına binmiş ve fethettiği İstanbul’a giriş yaparken sağında ve solunda hocaları Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani vardı. Yine aynı şekilde Büyük Türk Mustafa Kemal’in dediği gibi; “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenlerden, eğiticilerden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneği kazanmamıştır.” Ve “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” sözleri öğretmene verilen değerin yanında öğretmenlik vazifesinin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu da göstermiştir.

 

Öğretmenlik bazen Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay olup Menemen’de şehit olmak bazen 26 günlük öğretmen iken ilk kadın şehit Neşe Alten olmak bazen de bir öğretmen adayı Dursun Önkuzu ya da Fırat Yılmaz Çakıroğlu bezende hayatının baharında 22 ve 23 yaşlarında şehit edilen Necmettin ve Aybüke öğretmen olmaktır. Ancak her ne olursa olsun Öğretmenlerin yüreğindeki vatan sevgisi ve bayrak aşkı oldukça; “pusu kursalar bile beni vursalar bile benim adım Öğretmen gezerim belde belde diyerek şarkılar söylemeye devam edeceğiz.


Bu duygu ve düşüncelerle tüm meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutlarken, Baş Öğretmen Büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ebediye intikal etmiş tüm kahraman öğretmenlerimizi saygı ve minnetle yâd ediyorum. 

10 Kasım 2018 Cumartesi

10 Kasım Atatürk'ü Anma Mesajım



Atatürk;  I.Dünya savaşının ardından kurtuluş savaşı gibi zorlu ve acı bir süreçten sonra, Çökmüş bir imparatorluğun temellerinden güçlü kendine güvenen milletiyle aynı istikamete odaklanmış bir Cumhuriyet yönetimi ortaya çıkarmıştır. Türkiye Cumhuriyeti onun sayesinde gıpta ve hayranlıkla izlenen bir ülke haline gelerek ateşle çevrili bir vatan coğrafyasında varlık ve birliğine sahip çıkmıştır.
Atatürk’ü tanımak ve tanıtmak “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” seslenişine candan kandan ve bunun derinliklerine bağlı kalmakla eş anlamlıdır. Bu nedenle 10 Kasım bir matem gününden ziyade, Gazi Mustafa Kemal’i daha iyi anlamlandırma imkanıdır. İhtiyacımız olan milli asalet ve kuvvetin Türk asırlarında Cumhuriyetimizi kuran asil ruhta saklı olduğunu görmekten başka çaremiz yoktur. Bu düşüncelerle ebediyete intikalinin 80. yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve tüm kurucu kahramanlarımıza ve vatanımız için bugün hala çarpışıpta şehit olan kahramanlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Türk çocukları unutmasın ki biz millet olarak Ötüken’den Tanrı Dağlarından gelip, Altay dağlarından inip  Orhun Nehrinde sulanıp Alparslan ile Malazgirt’te Anadolu’nun kapılarını açıp, Fatih’le İstanbul’u fethedip Yavuz Sultan Selim ile İslam alemine hükmedip Kanuni Sultan Süleyman ile dünyayı ayaklarımızın altına alıp Ziya Gökalp ile Türkçülük ve Turancılık akımı başlatıp Mustafa Kemal Atatürk ile yeni bir devlet kuranız…

Bu düşüncelerle, her 10 Kasım’da olduğu gibi bu 10 Kasım gününde de Büyük TÜRK Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha rahmet ve şükranla anıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.


8 Kasım 2018 Perşembe

GENÇLİĞİ TÜRK-İSLAM SENTEZLİ FÜTÜVVET EHLİ YETİŞTİRİN



Günümüz gençliğin sıkıntılı olduğu bir dönem, bu sıkıntıları bir önceki yazımda sizinle paylaştım. Bu yüzden kurtuluş ancak ve ancak Türk-İslam ruhunun gençlere aşılanıp onları fütüvvet ehli yetiştirmektir.

Peki fütüvvet nedir?

Fütüvvet; İslam’da cömertliği, başkaları için hayır ve iyilik yapmayı, nefsini zapt ederek başkalarını tercih etmeyi, insanların hizmetinde olmayı ve Hakka hizmeti halka hizmette bulmayı anlatan en üst ahlak ilkesidir.[1] Fütüvvet, tasavvufun ideal ahlakını anlatır. Başka bir ifadeyle tasavvuf öncelikle nefsin tezkiyesi üzerinde odaklanmış olsa bile varmak istediği iyi ahlakın başında fütüvvet ideali gelir. Fütüvvet, yani yiğitlik, en üstün erdemdir ve bu erdem canını Hz. Peygamber için verebilen ve savaş esnasında bile öfkelendiğinde kendisini zapt edebilen Hz. Ali’de hakiki anlamını kazanmıştır. [2]
İşte biz gençlerimizi bu şekilde fütüvvet ehli ve güzel ahlaklı yetiştirmeliyiz.

Bu yüzden bu konuda diyanet işleri başkanlığına çok iş düşüyor. Çünkü yapılan araştırmalara göre gençlerimiz arasında ve hatta orta yaşlılar arasında güzel dinimiz İslam’ın temel dini bilgilerini dahi bilmeyenler var. Bu da İslam dinine çok büyük fedakarlıklarla hizmet eden Allah’ın adını yaymak yedi iklim üç kıtaya at süren atalarımızın torunlarına yakışmaz. Hemen şunu da belirteyim ki bunun ne laiklikle nede başka bir şeyle alakası yok. Bu tamamen bizim tembelliğimizden ve okumamızdan kaynaklanıyor. Peygamber efendimize ilk inen ayet bile “OKU” yani “İKRA” Suresi, bizi yaratan güzel Rabbimiz bile bize ilk emir olarak  “OKU” derken. Bizim başka başka bahaneler üretmemize gerek yok. Sen bir Müslüman olarak Allah’ın emri olan “OKU” emrini yerine getirmeyip dinimizi kendini bilmez hocayım diye geçinen şeyhlerden, şıhlardan öğrenirsen her sakallıyı hoca zannedersen din yerine batıl inanç öğrenirsin. Bu yüzden ilk önce ilahiyat fakültelerine çeki düzen verilmelidir. Dinimiz öğretecek iyi âlimler yetiştirmelidir. Buna mukabil diyanete bu iyi yetişmiş âlimler atanmalıdır. Gençlerimiz ve farklı yaşlardaki insanlarımız merdiven altı açılan cemaat evlerinden değil, devletimizin kontrolündeki resmi kurumlarda dinini en iyi şekilde öğrenmelidir. Kaş yaparken göz çıkarmamak için gençlerimizi saçma sapan FETÖ gibi Adnan Oktar gibi dini eğitim veriyorum adı altındaki terör örgütlerine kaptırmamak için diyanet işlerinin ve ilahiyat fakültelerinin sağlam çalışmalar yapıp gençlerimize ulaşmaları gerekir. Bütün cemaatlerde böyle demiyorum. Mutlaka içlerinde gerçekten İslam için çalışanlar var. Ancak bunlarda yine devletimizin kontrolünde olması ve art niyetli cemaatlerin de temizlenmesi gerekir. Aksi halde bunların en başta Türk Devletine, Türk Milletine,Türk Milli Kimliğine, Türk Gençliğine zararları olacaktır.
Ömer Seyfettin;  “İslam adı altında Türk düşmanlığı yapanlardan nefret ediyorum” diye boşuna dememiş. Gençlerimize güzel İslam’ı aşılarken Türk Milliyetçiliği ve vatan aşkı da aşılanmalıdır. Atalarımızın yaptığı gibi Türk-İslam sentezi ile gençlerimiz yetiştirilmelidir.

İslam ile ulusçuluk ve milliyetçilik çelişir mi?

Bu sorunun cevabını Türkçülüğün esasları ve yine bir başka eseri olan Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak adlı eseri yazan Ziya Gökalp’den vereceğim.
Ulusallık duygusu bir kavimde uyandıktan sonra komşu kavimlere de kolayca yayılır. Ulusallık ülküsü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı. Türklerin en sona kalması sebepsiz değildir. Osmanlı Devletini Türkler oluşturmuşlardı. Bu yüzden Türkler ilkin sezgisel bir sakınma ile bir ülkü için var olan bir toplumu tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var” diyorlardı. Fakat acıklı denemeler gösterdi ki Osmanlı sözündeki yeni anlamı, Tanzimatçı Türklerden başka kabul eden yoktu. Bu yeni anlamın ileri sürülüşü yalnız faydasız olmakla kalmıyor; devlet ile uyruklar ve özellikle Türkler hakkında pek zararlı sonuçlar doğuruyordu. Sırf uyrukları bir arada tutmak için “Ben Türk değilim, Osmanlı’yım” diyen Türkler, uyrukları anlaşmaya razı edemeyeceklerini sonunda pek acı bir şekilde anladılar. Artık ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirdi.[3] İşte bu yazıda anlaşıldığı gibi Türkler son ana kadar Osmanlı içerisindeki diğer etnik unsurlar dağılmasın diye kendi kimliğini gizlemiş onları Osmanlılık vatandaşlığı altında toplamaya çalışmış ancak esen milliyetçilik akımı diğer etnik unsurları çoktan Osmanlı’dan koparmıştı. Üstüne bir de Osmanlı’yı yıkmış ve yok etme durumuna getirmiştir. Bu sebeple Türklerde kimliklerini kullanmaya başlamış ve Türkçülük fikriyatını ortaya atıp Türk milliyetçiliği yapmıştır. Ancak şunu belirtmem gerekir ki Türklerin Türk milliyetçiliği bir kavme husumet amaçlı ya da bir kavmi yok etmek amaçlı ortaya çıkmamıştır. Örneğin Almanya’nın Nazizim milliyetçiliği Yahudileri yok etmek amaçlı çıkmıştır. Stanlin miliyetçiliği gibi ya da Faşizm gibi milliyetçilikler hep başka kavme husumet amaçlı çıkmıştır. Bir tek Türk Milliyetçiliği kendisini koruma refleksi sonucu ortaya çıkmıştır. Türkler ne yapacaktı o dönem vatan elden giderken susup oturup vatanın elden gitmesini mi bekleyecekti. Mecbur kalıp Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği yapıp mücadele ettiler. Bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğunun çökmesini durduramadılar ama bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağladılar.

Türklerde ulusçuluk duygusu uyanmaya başlayınca, Türk sözcüğü başka tür saldırılara da uğradı. Hülâgu’nun vahşice zulümleriyle Türkçülük arasında bir ilişki varmış gibi, saldırıları hileleri yapıldı. Bir yandan da Türkçülük İslamcılığa aykırı olmakla suçlandı. Oysa Türkçülerin amacı, çağdaş bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslamlıktır. Yani Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler, İslam ümmetçisi olarak kendilerini “İslam Milliyetçileri’nden” ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerinde ulusallık duygusunu ortaya çıkarmayan böyle doğal olmayan bir birleşmeyi bu gün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlarlılar, ne Berberiler ve Farslar kabul edebilirler. Türkler, ulusal ülkülerini güçlendirmek için dindaşları ve yurttaşları olan hiçbir kavme karşı “ulusal kin” duygusu aşılamaya yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedim’lerin, Fraşerli Naim’lerin bu yanlış yoluna gitmediler.[4]

Ziya Gökalp’in eserinden de anlaşıldığı üzere Türkçülüğün ya da Türk Milliyetçiliğinin İslam karşıtlığı değil bizatihi İslamcılık olduğunu anlıyoruz. Böylelikle gençlerimizi Türk – İslam sentezi ile yetiştirmek daha doğru olacaktır.



   NOT; Türk Milliyetçiliği ile detaylı bilgi için önceki yazılarımdan “İTTİFAKIN BOZULMASI TÜRK MİLLETİNİN ZARARINADIR” başlıklı yazımın Peki Türkçülük Irkçılık Mıdır? Ve Türk Milliyetçiliği bu kadar neden önemlidir? Kısımlarını okuyabilirsiniz…  
Aşağıda dördüncü dipnotun altındaki Bağlantıya tıklayabilirsiniz…





[1] İbn Arabi, Fütüvvet Ehli ve Meczuplar, Lıtera Yayıncılık, Ter.Ekrem Demirli, İstanbul, 2015, s.28
[2] A.g.e.,s.25
[3] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.22,23,24.
[4] Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Bordo Siyah yayınları, İstanbul, 2010, s.61,62.

https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/2018/10/ittifakin-bozulmasi-turkiyenin_23.html

28 Ekim 2018 Pazar

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI MESAJIM



BÜYÜK TÜRK MİLLETİ

Her daim tarihi zafer ve şan ile dolu olan bu milletin insanlığa yapmış olduğu hizmet ve fedakârlıklar dünya mazlumlarının hatırından ve yüreğinden çıkmayacaktır. Bizler Anadolu’yu yurt edindiğimiz ve dünyanın kalbi olan Anadolu topraklarına sahip olduğumuzda bütün dünya gözünü bu coğrafyaya dikmiş ve türlü türlü oyunlarla bizi bu coğrafyadan söküp atmak için var güçleriyle çalışmalarını sürdürmüş ve halen de bu çalışmalarını sürdürmektedirler. Ancak Çanakkale savaşında yedi düveli püskürten Türk askeri ve Türk milleti dünyaya bir kez daha ispatlamıştır ki Türk milletinin tutunduğu ve yurt edindiği Anadolu’dan sökülüp atılması o kadar kolay olmayacaktır. Ancak Mondros Antlaşmasıyla her ne kadar teslim bayrağını çektiğini zanneden yedi düvel şunu bilmiyordu ki dünya yaratıldığından beri var olan Türk milleti hiçbir zaman esir edilememiştir. Bu yüzden Mustafa Kemal Paşanın etrafında birleşen Türk milleti ve Kuvay-ı Milliye teşkilatları ile vatanın kurtuluşu için mücadeleye girişilip Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında düzenli ordunun kurulmasıyla düşman postalları bu aziz vatandan sökülüp atılmıştır.

Büyük düşünür Ziya Gökalp’in açtığı bir yol olan Türkçülük fikriyatından doğan Türk Milliyetçiliği temel felsefe alınıp Osmanlı’nın bıraktığı yerden genç dinamik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve bu temel felsefe belirlenmiştir. 

Bu yüzden bugün mazlumlara yardım için sınırlarımızı terör örgütlerinden korumak vatanın istiklalini ilelebet muhafaza etmek için Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Afrin operasyonlarına katılan askerlerimizin dediği gibi “biz küçükken yağmurların altında varlığım Türk varlığına armağan olsun derken şaka yapmıyorduk” sözleri bu temel felsefenin kahramanlığa dönüşmüş şeklidir.
Bu duygularla başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına ve bütün ecdadımıza, terörle mücadele ve 15 Temmuz şehitlerimize bu ülke için canını feda eden bütün herkese Allah’tan rahmet diliyor. Gazilerimizi şükranla ve minnetle anıyorum.
Atalarının dik duruşundan ve mücadele azminden ilham alan bizler ise hiçbir zaman duruşumuzu bozmayacak ve onların bıraktığı yerden hedeflerimizi daha da geliştirip devam edeceğiz.

Bizler, 95.yıl dönümüne vasıl olduğumuz Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar kılmak için var gücümüzle çalışmayı sürdüreceğiz.

Bu düşüncelerle bir kez daha BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN Cumhuriyet Bayramını kutlarım.
                                                           
              NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE

Diğer Yayınlar