Tarih
basite alınamayacak kadar önemli bir ilimdir. Çünkü bu ilim bir milletin ortak
hafızasını oluşturur. Bu hafızanın sorumluluğu ise Tarih ilmini öğrenen ve
öğreten tarihçiler yüklenmektedir. Milletimizin hafızası kaybolmasın diye bu
sorumluluğun altına giren tarihçiler ilmi olarak vatan görevi üstlenmiş
sayılmaktadır. Çünkü bir millete kimlik kazandırıp ortak paydada buluşturan,
vatan ve millet sevgisi aşılayan tarih ilmidir. Tarih bilinci olmayan ülkelerin
günümüzde açık açık sömürüldüğü hatta bazı ülkelerin bağımsızmış gibi
görenseler dahi hürriyetlerinin halen kendi ellerinde olmadığı görülmektedir.
Bu sebeple tarih bir milletin kıvılcımı, tarihçi ise o kıvılcımı ateşleyecek
olan kişidir.
Tarih,
geçmişte cereyan eden olayları, sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilim
dalıdır. Bu nedenle tarih bilim olarak yazıyla, vaka olarak da insan ile
başlamıştır. Yani dünya var olduğundan beri insanlığın tarihi vardır. Fakat
bunların yazıya geçirilmesiyle bilim niteliği kazanmıştır. Tarihe ilim niteliği
kazandıran ise sosyoloji ve tarih felsefesinin piri sayılan İbn-i Haldun’dur. Onun görüşüne
göre; “Tarih ilmi olayların
nedenselliğini ve sebeplerini derinliğine inceleyen bir ilimdir. Bu yüzden de
o, felsefenin temeli ve felsefi ilimlerden biri sayılmaya layıktır.” demiştir.
Ayrıca İbn-i Haldun
tarih ilmini şu şekilde tanımlamıştır. “Bil ki tarih, önemli, faydaları
çok ve gayeleri yüksek bir ilimdir. Çünkü din ve dünya işlerini sağlam temeller
üzerine kurmak isteyen biri, geçmiş toplumların ahlaklarını, peygamberlerin
yaşamları ve mücadelelerini, hükümdarların yönetim ve siyasetlerini, tarihe mâl
olmuş kişilerin yaptıklarını ancak tarih ile bilip örnek alabilir. Tarih ile
ilgilenen kişinin, doğruya ulaşmak ve yanlışlara düşmekten korunmak için
değişik kaynaklara ve sistematiğe, çeşitli bilgi dallarına, dikkatli ve sağlam
bir bakış açısına ihtiyacı vardır. Çünkü tarihi haberler konusunda sadece nakle
dayanılır, toplumsal hayattaki temel örfler, siyasi ilkeler, uygarlık ve
medeniyetlerin kendilerine has özellikleri dikkate alınmaz ve geçmişte mevcut
olanla ölçülüp değerlendirilmezse, gelen haberlerin doğruluğundan ve yanlışa
düşünülmediğinden emin olunamaz.” (İbn-i Haldun, Mukaddime, Yeni
Şafak Kültür Armağanı, Çev: Halil Kendir, Cilt 1, Ankara 2004, s.31)
İşte tam da bu noktada
tarihçi devreye girer ve geçmişteki olayları tarafsız bir şekilde yorumlayıp
gelecek kuşaklara aktarmada bir köprü vazifesi görerek milletin hafızasının
kaybolmasının önüne geçer. Ayrıca tarihçi, günlük siyaset içine
sürüklenmeden siyasal karar organlarına bilim adamı kimliği ile yardımcı
olabilir ve yayınlanan tarih eserleri sayesinde bireylerin, toplumun doğru
bilinçlenmesine katkıda bulunabilir. (Mustafa Oral, Türkiye’de Romantik
Tarihçilik, Yeni İnsan Yayınevi, Bas:2, İstanbul 2014, s.34)
Tarihçi
tarihe sadece olayların kataloğu veya geçmişte vuku bulmuş olayların bir
hikâyesi gibi değil de devletinin yükselmesi veya politikacıların siyasi,
tarihi ve sosyolojik olarak göremediği tehditlerin sebeplerini açıklamakla
mükelleftir. Çünkü tarih düşünmek, araştırmak ve vakaların sebeplerini bulup
ortaya koymaktır. Bu nedenle tarihçiler şayet devletin veya siyasetin izlemiş
olduğu yanlış politikalar varsa bunlara karşı anti tez üreterek uyarılarda
bulunması bir vatan görevidir. Bu özelliğiyle tarihçiler siyasete, devletin
bazı politikalarına ve topluma yön verebilirler veya uyarılarda bulunabilirler.
Bu yönüyle tarih, siyaset bilime de yardımcı olmaktadır.
Ancak
tarihçi tarafsız olmak ve tamamen devletin ve milletin menfaatlerine uygun
olarak tezler geliştirmelidir. Çünkü günümüzde bazı tarihçiler mensubu olduğu
siyasi görüşlere göre tarihçilik yapmakta bu da taraflı bir tarih yazıcılığını
ortaya çıkarmaktadır. Tarihçi ait olduğu siyasi görüşe göre tarihte olmamış bir
vakayı olmuş veya olmuş bir olayı olmamış gibi anlatması tarih biliminin zarar
görmesine sebep olmakla birlikte bilgi kirliliğine de neden olmaktadır.
Günümüz
teknolojisinde bu bilgi kirliliği sosyal medya aracılığıyla yaymak çok kolay
hale gelmiştir. Ayrıca bazı tarihi dizilerin veya flimlerin tarihsel olayları
çarpıtarak izleyiciye yansıtması da vahim bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu
durum tarihi, sosyal medyadan veya dizilerden öğrenen bir Türk milleti ve Türk
gençliği meydana getirmektedir. Bu da tarih bilinci açısından tehlikeli bir
durum arz etmektedir.
Halbuki
tarih ve okulda öğretilen dersleri bizim için önceden çok önem verdiğimiz bir
alandı. Prof. Dr. Mustafa Oral aynen şunları aktarmaktadır: “İngiliz Gazetecisi Grace Ellison, 1928’de yayınlanan
‘Bugünkü Türkiye’ başlıklı eserinde, Gaziye (Atatürk) göre tarih kutsaldır diyor, Wells’in ortak tarih düşüncesi olmaksızın
ortak barış ve huzur olamaz sözünü hatırlatıyordu. Ellison, Türkiye’de homojen
bir topluma giden yolun tarih öğretiminden geçtiğini, fakat Türk, yabancı ve
azınlık okulları arasında esas anlaşmazlık konusunun Tarih öğretimi olduğunu,
yabancı okullarda kutsal bilginin (Yani tarih derslerinin) Türk okullarındaki gibi verilmediğini
belirtiyordu. 1927’den itibaren Türk okullarındaki Tarih derslerinde, Türklerin
dünya medeniyetine hizmetleri ön plana çıkarılmıştı. Ellison’a göre Türk
okullarındaki en önemli konu tarih dersleridir. (Mustafa Oral, Türk
Ulusunun İnşası, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2015, s.35-36)
Günümüzde
başta devletimizin tüm yetkili kurumları olmakla birlikte Milli Eğitim
Bakanlığımız tarih derslerinin önemini vurgulanıp ayrıca tarih öğretmenlerine
ve akademisyen adaylarına gerekli desteği vererek bu alanda çalışanların önü
açılmalıdır.
Devletimiz,
Fetö Terör Örgütünün devlette nasıl kadrolaştığını ve emniyet istihbaratını
nasıl ele geçirdiğini ve kendilerine karşı olanları nasıl pasivize ettiklerini
ayrıca Alman vakıflarının Türkiye’de yasadışı faaliyetlerde bulunup etnik ve
mezhepsel ayrılıkları körüklediğini anlatarak devletini ve milletini uyaran
Necip Hablemitoğlu gibi vatansever tarihçiler yetiştirilmesi için önemli
çalışmalarda bulunmalıdır. Bu çalışmalar yapılmaz ve başarılı olunamazsa başta
bizlere bu ülkeyi yurt yapan kanlarını bu topraklar için döken atalarımıza,
şehitlerimize, devletini ve milletini uyardığı için evinin önünde başından
vurularak suikaste uğrayan Tarihçi Necip Hablemitoğlu’nun aziz hatıralarına
layık olamayız.
Halbuki
biz de Necip Hablemitoğlu gibi hakikati arayıp bularak, bulduktan sonrada her
şeyi göze alarak açıkça devlete ve millete gelecek tehlikeleri ifade etmeye
çalışan cesaret timsali tarihçiler olmalıyız. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği
gibi: “Biz daima hakikati arayan ve onu
buldukça ve bulduğumuza kani oldukça (inandıkça) ifadeye cür’et gösteren
adamlar olmalıyız… Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir; yazan yapana
sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
Son
olarak tarihi çarpıtanlardan, tarihi mensup olduğu siyasi partiye göre yorumlayanlardan,
tarihe siyasal İslamcı bakış açısıyla veya tam zıttı olanların uydurmalarından
kurtarmalı. Ayrıca tarihin tarafsız bir bilim dalı, tarihçinin ise devlete ve
millete karşı sorumluluk ilkesiyle vatan görevi yaptığını, tarihçiyim diye
ortaya çıkan sahte popüler tarihçilere aldanılmaması gerektiği de milletimiz
tarafından bilinip gerçek tarihçilere kulak verilmelidir.