15 Ağustos 2022 Pazartesi

TARİHÇİLERİN VATAN GÖREVİ


 











Tarih basite alınamayacak kadar önemli bir ilimdir. Çünkü bu ilim bir milletin ortak hafızasını oluşturur. Bu hafızanın sorumluluğu ise Tarih ilmini öğrenen ve öğreten tarihçiler yüklenmektedir. Milletimizin hafızası kaybolmasın diye bu sorumluluğun altına giren tarihçiler ilmi olarak vatan görevi üstlenmiş sayılmaktadır. Çünkü bir millete kimlik kazandırıp ortak paydada buluşturan, vatan ve millet sevgisi aşılayan tarih ilmidir. Tarih bilinci olmayan ülkelerin günümüzde açık açık sömürüldüğü hatta bazı ülkelerin bağımsızmış gibi görenseler dahi hürriyetlerinin halen kendi ellerinde olmadığı görülmektedir. Bu sebeple tarih bir milletin kıvılcımı, tarihçi ise o kıvılcımı ateşleyecek olan kişidir.

Tarih, geçmişte cereyan eden olayları, sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilim dalıdır. Bu nedenle tarih bilim olarak yazıyla, vaka olarak da insan ile başlamıştır. Yani dünya var olduğundan beri insanlığın tarihi vardır. Fakat bunların yazıya geçirilmesiyle bilim niteliği kazanmıştır. Tarihe ilim niteliği kazandıran ise sosyoloji ve tarih felsefesinin piri sayılan İbn-i Haldun’dur. Onun görüşüne göre; “Tarih ilmi olayların nedenselliğini ve sebeplerini derinliğine inceleyen bir ilimdir. Bu yüzden de o, felsefenin temeli ve felsefi ilimlerden biri sayılmaya layıktır.” demiştir.

Ayrıca İbn-i Haldun tarih ilmini şu şekilde tanımlamıştır. “Bil ki tarih, önemli, faydaları çok ve gayeleri yüksek bir ilimdir. Çünkü din ve dünya işlerini sağlam temeller üzerine kurmak isteyen biri, geçmiş toplumların ahlaklarını, peygamberlerin yaşamları ve mücadelelerini, hükümdarların yönetim ve siyasetlerini, tarihe mâl olmuş kişilerin yaptıklarını ancak tarih ile bilip örnek alabilir. Tarih ile ilgilenen kişinin, doğruya ulaşmak ve yanlışlara düşmekten korunmak için değişik kaynaklara ve sistematiğe, çeşitli bilgi dallarına, dikkatli ve sağlam bir bakış açısına ihtiyacı vardır. Çünkü tarihi haberler konusunda sadece nakle dayanılır, toplumsal hayattaki temel örfler, siyasi ilkeler, uygarlık ve medeniyetlerin kendilerine has özellikleri dikkate alınmaz ve geçmişte mevcut olanla ölçülüp değerlendirilmezse, gelen haberlerin doğruluğundan ve yanlışa düşünülmediğinden emin olunamaz.” (İbn-i Haldun, Mukaddime, Yeni Şafak Kültür Armağanı, Çev: Halil Kendir, Cilt 1, Ankara 2004, s.31)

İşte tam da bu noktada tarihçi devreye girer ve geçmişteki olayları tarafsız bir şekilde yorumlayıp gelecek kuşaklara aktarmada bir köprü vazifesi görerek milletin hafızasının kaybolmasının önüne geçer. Ayrıca tarihçi, günlük siyaset içine sürüklenmeden siyasal karar organlarına bilim adamı kimliği ile yardımcı olabilir ve yayınlanan tarih eserleri sayesinde bireylerin, toplumun doğru bilinçlenmesine katkıda bulunabilir. (Mustafa Oral, Türkiye’de Romantik Tarihçilik, Yeni İnsan Yayınevi, Bas:2, İstanbul 2014, s.34)

Tarihçi tarihe sadece olayların kataloğu veya geçmişte vuku bulmuş olayların bir hikâyesi gibi değil de devletinin yükselmesi veya politikacıların siyasi, tarihi ve sosyolojik olarak göremediği tehditlerin sebeplerini açıklamakla mükelleftir. Çünkü tarih düşünmek, araştırmak ve vakaların sebeplerini bulup ortaya koymaktır. Bu nedenle tarihçiler şayet devletin veya siyasetin izlemiş olduğu yanlış politikalar varsa bunlara karşı anti tez üreterek uyarılarda bulunması bir vatan görevidir. Bu özelliğiyle tarihçiler siyasete, devletin bazı politikalarına ve topluma yön verebilirler veya uyarılarda bulunabilirler. Bu yönüyle tarih, siyaset bilime de yardımcı olmaktadır.

Ancak tarihçi tarafsız olmak ve tamamen devletin ve milletin menfaatlerine uygun olarak tezler geliştirmelidir. Çünkü günümüzde bazı tarihçiler mensubu olduğu siyasi görüşlere göre tarihçilik yapmakta bu da taraflı bir tarih yazıcılığını ortaya çıkarmaktadır. Tarihçi ait olduğu siyasi görüşe göre tarihte olmamış bir vakayı olmuş veya olmuş bir olayı olmamış gibi anlatması tarih biliminin zarar görmesine sebep olmakla birlikte bilgi kirliliğine de neden olmaktadır.

Günümüz teknolojisinde bu bilgi kirliliği sosyal medya aracılığıyla yaymak çok kolay hale gelmiştir. Ayrıca bazı tarihi dizilerin veya flimlerin tarihsel olayları çarpıtarak izleyiciye yansıtması da vahim bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum tarihi, sosyal medyadan veya dizilerden öğrenen bir Türk milleti ve Türk gençliği meydana getirmektedir. Bu da tarih bilinci açısından tehlikeli bir durum arz etmektedir.

Halbuki tarih ve okulda öğretilen dersleri bizim için önceden çok önem verdiğimiz bir alandı. Prof. Dr. Mustafa Oral aynen şunları aktarmaktadır: “İngiliz Gazetecisi Grace Ellison, 1928’de yayınlanan ‘Bugünkü Türkiye’ başlıklı eserinde, Gaziye (Atatürk) göre tarih kutsaldır diyor, Wells’in ortak tarih düşüncesi olmaksızın ortak barış ve huzur olamaz sözünü hatırlatıyordu. Ellison, Türkiye’de homojen bir topluma giden yolun tarih öğretiminden geçtiğini, fakat Türk, yabancı ve azınlık okulları arasında esas anlaşmazlık konusunun Tarih öğretimi olduğunu, yabancı okullarda kutsal bilginin (Yani tarih derslerinin) Türk okullarındaki gibi verilmediğini belirtiyordu. 1927’den itibaren Türk okullarındaki Tarih derslerinde, Türklerin dünya medeniyetine hizmetleri ön plana çıkarılmıştı. Ellison’a göre Türk okullarındaki en önemli konu tarih dersleridir. (Mustafa Oral, Türk Ulusunun İnşası, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2015, s.35-36)   

Günümüzde başta devletimizin tüm yetkili kurumları olmakla birlikte Milli Eğitim Bakanlığımız tarih derslerinin önemini vurgulanıp ayrıca tarih öğretmenlerine ve akademisyen adaylarına gerekli desteği vererek bu alanda çalışanların önü açılmalıdır.

Devletimiz, Fetö Terör Örgütünün devlette nasıl kadrolaştığını ve emniyet istihbaratını nasıl ele geçirdiğini ve kendilerine karşı olanları nasıl pasivize ettiklerini ayrıca Alman vakıflarının Türkiye’de yasadışı faaliyetlerde bulunup etnik ve mezhepsel ayrılıkları körüklediğini anlatarak devletini ve milletini uyaran Necip Hablemitoğlu gibi vatansever tarihçiler yetiştirilmesi için önemli çalışmalarda bulunmalıdır. Bu çalışmalar yapılmaz ve başarılı olunamazsa başta bizlere bu ülkeyi yurt yapan kanlarını bu topraklar için döken atalarımıza, şehitlerimize, devletini ve milletini uyardığı için evinin önünde başından vurularak suikaste uğrayan Tarihçi Necip Hablemitoğlu’nun aziz hatıralarına layık olamayız.

Halbuki biz de Necip Hablemitoğlu gibi hakikati arayıp bularak, bulduktan sonrada her şeyi göze alarak açıkça devlete ve millete gelecek tehlikeleri ifade etmeye çalışan cesaret timsali tarihçiler olmalıyız. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça (inandıkça) ifadeye cür’et gösteren adamlar olmalıyız… Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir; yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

Son olarak tarihi çarpıtanlardan, tarihi mensup olduğu siyasi partiye göre yorumlayanlardan, tarihe siyasal İslamcı bakış açısıyla veya tam zıttı olanların uydurmalarından kurtarmalı. Ayrıca tarihin tarafsız bir bilim dalı, tarihçinin ise devlete ve millete karşı sorumluluk ilkesiyle vatan görevi yaptığını, tarihçiyim diye ortaya çıkan sahte popüler tarihçilere aldanılmaması gerektiği de milletimiz tarafından bilinip gerçek tarihçilere kulak verilmelidir.

 

 

       

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Diğer Yayınlar