18 Mayıs 2021 Salı

OSMANLI’DAN CUMHURİYETE KÜRT MESELESİ VE ŞEYH SAİT İSYANI



Kubilay Muhammet Özdemir1

ÖZET

 

1789 Fransız İhtilali’nin ortaya çıkmasıyla beraber dünyaya yayılan milliyetçilik akımı büyük imparatorlukları etkilemiştir. Bunlardan birisi de Osmanlı İmparatorluğudur. Osmanlı imparatorluğu milliyetçilik akımının etkisiyle ve itilaf devletlerinin işgalleriyle Balkanlarda, Arabistan’da ve Kuzey Afrika’da toprak kaybederken aynı zamanda da içerideki azınlık isyanları ile uğraşmışlardır. Bunlardan biri de Şeyh Sait isyanıdır. Her ne kadar dini motifler altında bu isyan gerçekleştirilmişse bunun esas sebebi doğuda ayrı bir Kürdistan Devleti kurmak olduğu aşikârdır. Bu makalede Osmanlı’da Kürt meselesinin doğuşunu, milliyetçilik ile gelişen Kürtçülük duygusunu ve akabinde Şeyh Sait isyanı değerlendirilecektir.


Anahtar Kelimeler; Osmanlı, Milliyetçilik, Kürtçülük, Şeyh Sait


GİRİŞ

 

Kürt meselesi Osmanlı döneminde başlamış ve bugün hâlâ onun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni başlangıçtan günümüze kadar ilgilendiren bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorunların geçmiş ile ilgili olan bağlantısına baktığımızda bölgenin özellikle geri bırakıldığı tezi ile devletin üzerine gelinmektedir.

Oysaki Moğolların 1231’de Diyarbakır’da ve diğer doğu bölgelerinde tek bir canlı dahi bırakmadan kıyım yaptıkları ortadadır. 1235 ve 1236 tarihlerinde Kürtlerin yaşadığı bu bölgelerde Moğollar sürekli yağmalama faaliyetlerinde bulunmuşlardır.2 1252’de Diyarbakır bir kez daha yakılırken 1258’de Bağdat seferinden dönen Hülagu Han; Diyarbakır, Cizre, Mardin, Hakkâri’ye kanlı bir sefer daha düzenledi.3 Aslında bakılırsa ortada bir geri kalmışlık yoktur. Bölgeye sürekli yapılan istila hareketleri vardır. Bunlardan birisi de Timur’dur. Bütün İran ve Anadolu ile birlikte Doğu Anadolu’yu da tahrip etmiştir. Ele geçirdiği Kürt bölgelerini Oğlu Celaleddin Miran Şah’ın olmayan insafına bırakmıştır. O da; Diyarbakır, Mardin ve Hasankeyf’i yağmalamıştır. 1401’de çıkan Kürt isyanları sonucu Timur bu kez Erbil, Musul ve Cizre bölgelerine seferler düzenledi. Özellikle tüm Cizre bölgesi yakılıp yaıkıldı. Sadece bir Hıristiyan köyü sağ kaldı.415.yy’dan sonra ise, Kürtler için, tarihçi İzady’nin deyimiyle “düzenli bir gerileme” başladı. 20.yy.’la kadar süren bu gerileme sürecinde Kürtler Ortadoğu’nun en fakir ve az gelişmiş toplumlardan biri oldu.5 Osmanlılar, Safevi Devletiyle yaptığı Çaldıran savaşını kazanmasıyla beraber Kürtlerin yaşadığı bölgeleri de ele geçirmiş oldular. Kürtler ise Osmanlılara, Safevilere ve hatta İranlılara karşı yarı bağımsızlıklarını korumak için çaba sarf ettiler. Bu süreç içerisinde birçok Kürt Beyi defalarca taraf değiştirdi. Yavuz Sultan Selim ise Kürtler üzerinde dolaylı bir egemenlik kurmaya çalıştı. Bu dönemde Osmanlı’nın Kürtler üzerindeki stratejisi böl ve yönet değil. Aksine birleştirip güçlendirme ve mümkün olduğunca kendi kendine yönetme şeklinde olmuştur. Osmanlı’nın Kürtlerin bulunduğu bölgeye ilgisinin nedeni ise devletin doğu sınırlarını güvence altında tutmaktır.6


1516’da Şah İsmail’in yeniden bölgeyi istila etme amacı olduğu öğrenilince Kürt Beyleri toplanıp Osmanlı Sultanı Yavuz’dan yardım isterler. Bunun nedenini ise şöyle açıklarlar;

“Can’ü gönülden İslam Sultanı’na biat eyledik, ilhadları (dinden çıkanları) zahir olan Kızılbaşlardan teberri eyledik… cihada gayret eden gösterdik ve İslam padişahının yollarını bekledik… Hepimizin arzusu şudur ki; bu muhlis ve size itiat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler (dinden çıkmışlar), bizim evlerimizi yıkmışlar ve savaşmışlardır. Sadece İslam sultanına muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zalimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inayetiniz olmasa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. Zira Kürtler ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşamaktadırlar. Sadece Allah’ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak ederiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Sünnetullah (Allah’ın kanunu) böylece olmuştur. Ancak ümitvarız ki, padişahtan yardım olursa, Arap ve Acem Irak’ı ile Azerbaycan’dan o zalimlerin elleri kesilir.”7

Hemen şunu belirtmek gerekir, metinde “Kızılbaş” olarak yazılan Şah İsmail taraftarı Alevi Türkmenlerin dinden çıktığı suçlanması gerçeği yansıtmaz. Bu durum tamamen o dönemin gerilimin ve siyasi bir zihniyetin ifadesinden başka bir şey değildir. Yavuz Sultan Selim, Kürt Beylerinin isteğini kabul ederek on bin kişilik bir ordu hazırladı. Bunun sonucunda Safeviler geri püskürtüldü ve 25 mıntıka daha Osmanlı’ya barışçıl yollarla bağlandı. 

Bu konuda İlker Başbuğ eserinde şunları aktarmaktadır: “Osmanlı-Kürt ilişkileri de her zaman iyi gitmedi. Ancak, Osmanlılar Kürtlere karşı etnik önlemlere başvurmadı. Osmanlı, Kürtleri diğer unsurlardan ne üstün tuttu ne de küçük gördü. Ayrıcalıklar, yerel yöneticilere, beylere tanınmıştı.”Artık yavaş yavaş Osmanlı’nın son dönemlerine gelinecek ve Milliyetçiliğin yayılmasıyla iş çığırından çıkacaktı.

MİLLİYETÇİLİKLE BERABER CUMHURİYETE DOĞRU GELİŞEN KÜRTÇÜLÜK DUYGUSU

1789 Fransız İhtilali ile İmparatorlukları tehdit eden milliyetçilik akımının çıkmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi otoritesinin bozulması devleti çok zor durumda bıraktı. Osmanlı tarihi içerisinde imparatorluğun son on yılı sayılmaz ise kayda değer bir milliyetçilik bulmak zordur. Bu yüzden Osmanlı Devleti’ni “Türkçülük” yapmadığı için suçlamak ne kadar yersiz ise, Kürt Milliyetçilerinin Osmanlı’yı “Türk Sömürgeciliği” yapmakla suçlaması o kadar yersizdir.9

 McDowall Kürtlerin milliyetçiliği ile ilgili aynen şu ifadeyi kullanır:

“Kürtlük duygusu, halk düzeyinde etkili değildi; sadece moderniteyle tanışmış bir grup, Kürt aydında uyandı. Hem uzak coğrafi konumları hem de içlerine kapalı aşiret yapısı nedeniyle, modern milliyetçilik rüzgarı; Kürt kitlelerine hemen hiç etki etmedi. Kaldı ki söz konusu Kürt aydınlarında bile Kürt milliyetçiliği ilk başta “Osmanlılık” çatısı altında kültürel bir milliyetçilik olarak çıktı.”


Çünkü Osmanlı’dan ayrılarak bağımsız bir devlet kurma fikri çok sonraları oluşacaktı. Bütün bu değerlendirmelere bakılarak şöyle denilebilir ki; Osmanlı İmparatorluğu’nda etnik kimlikten kaynaklanan önemli bir Kürt Sorunu yoktu. Ama bu atılan tohumların sorunu vardı. Fakat bu tohumlar modernleşme sürecinde tehlikeli bir boyuta erişecekti.


III.Selim, II.Mahmut ve ileride II.Abdülhamit’in yapmış olduğu yeniliklerle birlikte modernleşme sürecine götüren bir isyan başlamış oldu. İsyanların ilki 1806 yılında Süleymaniye Kürtlerinden, Babanzade Abdurrahman Paşa liderliğinde Kürt bağımsızlığı için başlayan Kürtçülük hareketi doğrultusundadır.10 Sonra ise Bedirhan Ailesinin ayaklanmasını görüyoruz. Bu isyan feodaliteden yakasını kurtarmak isteyen Osmanlı’nın 1839 yılındaki “Gülhane Hatt-ı Hümayunu’yla başlayan Tanzimat reformlarına karşı bir isyanla birlikte bölücülük niteliği kazanmıştır. Anadolu ordusu müşiri Osman paşa, padişah Abdülmecid’in emri ile Cizre’ye bir harekat düzenleyerek kısa bir çarpışma sonucunda Bedirhan, iki oğlu ve yakınlarını teslim alarak İstanbul’a gönderdi. Netice itibariyle hepsi Girit’e sürüldüler.

Milliyetçilik fikriyatının yayılması ve azınlıkların Osmanlı’dan ayrılma istekleri güçlenince II. Abdülhamit hem doğuda Ermenilere karşı devleti savunmak hem de Kürtleri devlete bağlamak için kendi adını verdiği “Hamidiye Alaylarını” kurdurdu. Sultan Abdülhamit aşiret reislerini yanına çağırarak kendi adını verdiği Hamidiye Alaylarını kurması için talimat verir. Aynı zamanda onların çocuklarını da alarak eğiteceği Aşiret Mekteplerine yerleştirdi.

Eğitimlerini tamamlayan bu çocuklar doğuda devlet hizmeti yaptılar. Böylelikle merkeze bağlı devlet görevlileri bölgede kontrolü sağlamış oluyorlardı. “Stalinist” yazar Yalçın Küçük’ün, Hamidiye Alayları’nı“Kürtleri bağımlı ideolojiyle yetiştirme” planının bir parçası olarak yorumlayıp kötülemesi bundan olsa gerek, şöyle yazıyor Küçük;


“Sultan Hamid, Kürtleri ezmek yerine, onları ağırlık merkezi daha Doğu’ya kayacak “yeni” Osmanlı Devleti’nin bir parçası haline getirmek istiyor. Hamid, Hamidiye Alayları ile, “Hamidiye Kürtleri” denebilecek bir yeni halk yaratmayı deniyor. Bunun yalnız alaylarla değil, birisi İstanbul’da ve diğeri Bağdat’ta olmak üzere kurduğu “Aşiret Mektepleri” ile destekleniyor. Aşiret Mektepleri, Kürt asillerinin çocukları içindir ve bunlar bu garip okullarda İslamcı, Osmanlıcı, Halifeci ve bir tür bağımlı Kürt ideolojisi ile yetiştiriliyorlar.”11

Kürt milliyetçisi yazarlarda aynen Yalçın Küçük gibi Hamidiye Alaylarını “Kürt kimliğine zarar verdiklerini, Kürt burjuvazisinin gelişmesini engellediklerini, Ermeni mallarına el koyduklarını, Milli Mücadele’yi desteklediklerini sonuçta Müslümanlıkla karışık bir Türk Milliyetçiliğini benimsedikleri” belirterek eleştirmektedirler.”12

Ayrıca Kürt aşiretlerinin Abdülhamit Han’a “Bav ê Kurdân” yani Kürtlerin babası13 denmesi boşuna değildi. Çünkü padişah Kürt aşiretlerinin ileri gelenleri ile kişisel yakınlık kurarak onlara ilgi göstermişti. Böylelikle Hamidiye Alayları Rus destekli Ermeni çetecilere karşı büyük başarılar elde ettiler. Ancak II. Meşrutiyet’in ilanı ile Abdülhamit’ bağlı aşiretlerin mahalli idarelere bağlanması ve aşiretlerin uzaklaştırılması tepkiye neden oldu. 1910’da Hamidiye Alayları adını değiştirerek Aşiret Alayları oldu. Ancak buna rağmen Birinci Dünya savaşından sonra bağımsızlık fikrine yönelen aşiretlere karşılık Milli Mücadeleye tam destek verenlerde vardı. Ancak artık ayrılıkçı tohumlar gelişmiş ve bölücü Bedirhan ailesinin desteğiyle ilk Kürtçe gazete olan Kürdistan yayın hayatına başladı. Bu gazetenin amacı tamamen milliyetçi görüşlerini yaymaktı. Kürt gazetesi Kürdistan’ın kurucu ve yayımcıları olan Mikdad ve Abdurrahman Bedirhan kardeşlerdir.14 Gazetenin kurulmasından sonra Bedirhan ailesi Süleymaniyeli Şerif Paşa ile anlaşarak Kürt Teali Cemiyeti’ni kurdular. 


II.Meşrutiyet ile Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin amacı ise Kürtlerin, Ermenilerle iş birliği yapmasını savunmaktı. Cemiyetin başkanı Ubeydullah EfendizadeSeyyid Abdülkadir, Osmanlı Ayan Meclisi üyesi idi.


Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ileriki yıllardaSevr Antlaşması’nı destekleyerek Paris’te yapılan ön görüşmelere Şerif Paşa’yı gönderecek, antlaşma ile Ermenilerden boşalacak yerlerde Kürdistan kurulması için 62 ile 64. Maddelerin yazımında rol oynayacaktı.15Seyyid Abdülkadir daha sonra Şeyh Sait ile irtibat kurduğu saptanacak ve onunla birlikte idam edilecekti. Bundan başka bu dönemde İstanbul’da bir de Kürt Hevi Talebe Cemiyeti ve Kürt Kulübü de kurulmuştu.16

Böylelikle artık Doğu ve Güneydoğu da isyanlar çıkmaya başlamıştı. Bu isyanların en önemlilerinden biri de Şeyh Sait isyanı idi.

      ŞEYH SAİT İSYANI

Şeyh Sait isyanı genç Türkiye’nin uğraştığı ve bugün hala yankılarının sürdüğü bir isyan olma özelliği taşımaktadır. Şeyh Sait isyanı her ne kadar dini sebeplerden dolayı yapıldığı iddia edilse de bölücü bir ayaklanma olduğu ve Doğuda Türkiye Cumhuriyeti’nden bağımsız bir Kürdistan Devleti kurma amacı aşikârdır. Bu yüzden toplumu hazırlamak için gazeteler basılmış, cemiyetler ve kulüpler açılmıştır. Bu açılanlar kapatılmış ancak yerine başka oluşumlar kurulmuştur. Kapatılan Kürt Teali Cemiyeti’nin yerine Erzurum’da “BerevaniyeMafeKurd” teşkilatının kurulması gibi yani “Kürt halkının özlemlerini dile getirme amacıyla toplumsal bir örgüt” şeklinde kurulmuş veoluşumun başkanı ise Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya (Atalay, 2015:3-4) olmuştur. Bu oluşum öncelik olarak dini söylemleri kullanarak fikriyatlarını başta Şeyh Sait’e, ona bağlı isyancılara ve bölgede nüfuzlu olan Şeyh ve hocalara aşılayıp bazı aşiretlerin de isyan için desteklerini almışlardır. (İlyas, 2015:190)17 Fakat tam anlamıyla Şeyh Sait isyanının planlayıcısı 1923 yılında kurulmuş olan “Azadı Teşkilatı” idi. Şeyhleri ve Aşiretlerin ileri gelenlerini yanlarına çekme çabası içine girmişlerdi. Ancak Şeyh Sait bu hareketin lideri olarak ön plana sürülmekteydi. Azadı mensupları 1924 yılında ilk ilk kongresini yaparak isyanın genel planını çizip stratejilerini tespit etmişlerdi. Böylelikle yapılan bu planlara göre isyan 1925 yılına ertelendi. Bu sürede daha çok kişiyle temasa geçilip kendilerine yandaş toplama çalışmalarına devam ediyorlardı. Aşiret reisleri ve etkili şeyhlerle temas etmenin yanında bir de hükümete karşı olan Türk muhaliflerle özellikle ve özellikle Hilafet yanlılarını kendi taraflarına çekmeye gayret ediyorlardı. Bunun yanı sıra dış ülkelerden de destek almak için Gürcistan ve Irak’a temsilciler gönderilerek Rusların ve İngilizlerin desteğinin alınmasına çalışılmıştır.18

1925 yılına gelindiğinde ise Azadı Teşkilatı 2.Kongresini yaptı. Ancak bundan önce Şeyh Sait 1924 yılının 15 Kasımında oğlu Ali Rıza’yı İstanbul’a göndermiş, Şeyh Abdülkadir’den icazet almıştır.

Bu dönemde bir de Şeyh Sait Mustafa Kemal aleyhinde fetva niteliğinde bir bildiri yayınlamıştır.

“…Kurulduğu günden beri Din-i Mübin-i Ahmedi’nin temellerini yıkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ile arkadaşlarının ahkamına aykırı hareket ederek Allah ve peygamberleri inkar ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında olanların mal ve canlarının şeriat-i Garra-i Muhammediyye’ye göre helal olduğu ilan olunur.”

Bu sorunları elbette dış kaynaktan besleyen bir ülke vardı. O da İngiltere idi. Çünkü yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Musul sorununda anlaşamamış ve Türkiye üzerinde diplomatik baskıyı arttırmak için 6 Ağustos 1924 günü Musul meselesini tek taraflı olarak Milletler Cemiyeti’ne götürmüştür. Hemen ertesi günü ise Hakkâri bölgesinde bulunan Nesturiler Türkiye’ye karşı ayaklandırıldı. (7 Ağustos) Bunu izleyen süreçte Halifeliğin kaldırılmasından sonra ise din elden gidiyor diyerek Şeyh Sait isyanı çıkacaktı.

                                 İSYANIN ÇIKIŞI VE BASTIRILMASI

Aslında isyan şu şekilde çıktı. Diyarbakır’ın Eğil ilçesine bağlı Piran köyünde, 13 Şubat 1925 tarihinde asker kaçaklarını saklayan Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’den kaçakların askeri birliğe teslim edilmesi istenir. Ancak Jandarmanın bu talebine silahla karşılık verilmesi sonucu çatışmaya girilir. Böylelikle isyan başlar ve kısa sürede geniş bir bölgeye yayılıp ayaklanmanın temelini oluşturur.20 16 Şubat’ta Şeyh Sait Genç vilayetinin merkez kazası Darahani’yi basarak valiyi ve diğer devlet görevlilerini de esir almıştır. Cibranlılar, Haydaranlılar, Hasenanlılar, Mistan ve Botan aşiretlerinin desteğini de alarak Maden, Siverek  ve Ergani’yi ele geçirmiştir.21 İsyanı Bastırmak üzere Ordu Müfettişi Kazım Paşa (Orbay), Kolordu Komutanı Mürsel Paşa (Bakü), Tümen Komutanı Osman Paşa, Fırka Komutanı Kazım Paşa (Dirik) ile Cemil Cahit (Toydemir) Paşa harekât da görevlendirilmişlerdir. Şeyh Sait ve isyancılar gönderilen ordu karşısında dayanamayarak Diyarbakır’a geri çekilmiştir.


Ayrıca Doğu vilayetlerinde “Sıkı Yönetim” ilan edildi ve “Hıyanet-i Vataniyye” kanununda değişiklik yapıldı. Bu gelişmeleri takiben Başbakan Fethi Okyar olayları müdahale de yetersiz görülerek istifaya zorlanmış ve yerine İsmet İnönü Başbakan olmuştur. Böylelikle bu hükümetle beraber Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılıp İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. 21 Mart’ta Hınıs’a giren Osman Paşa 24 Mart’ta kasabadan asileri çıkarmıştır. İsyan liderlerinden Hasananlı Halit ve Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza İran’a kaçmışlardır. Türk Ordusu sonra Piran ve Maden’e girmişlerdir. 1 Nisan’da Hani, 6 Nisan’da Palu, 8 Nisan’da Çabakçur, 12 Nisan’da Darahani isyancılardan arındırılmıştır. Nisan ortalarında güç kaybeden isyancılar takip edilip, isyancıların liderliği yapanların çoğu yakalanmış, 14 Nisan’da isyanın bastırıldığını sezen Şeyh Sait; İran’a kaçmak isterken, kayınbiraderi Binbaşı Kasım’ın ihbarı sonucu Varto’nun Çarbohor mevkiinde diğer kalan asilerle birlikte yakalanmıştır.22 Kürt Teali Cemiyeti Başkanlarından Seyit Abdülkadir ile 12 arkadaşı İstanbul’da tutuklanıp yargılanılması için Diyarbakır’a getirildiler. Karar sonucu Seyit Abdülkadir ve beş arakdaşı idam edildiler. (27 Mayıs 1925) Aynı şekilde İstiklal Mahkemesinin kararı ile Şeyh Sait ve kırk yedi isyancı başı hakkında da idam kararı verildi. (28 Haziran) Böylelikle Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Güneydoğu Anadolu’da denetimin sağlanmasında önemli dönüm noktası oldu. Ayrıca bu gelişmeler nedeniyle bir süre daha çok partili hayata geçme çalışmaları kesintiye uğradı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Hükümet kararnamesi ile kapatıldı.


SONUÇ

Kürt meselesini sorunu bugün hala gündemde olan bir mesele olması neticesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı kara bir propaganda olarak kullanılmaktadır. Bu durum Türkiye’de yaşayan Kürtler ile Türklerin kardeşliğini bozmaya Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne kast etmeye çalışmaktır. Geçmişte Kürtler bilerek geri bırakıldı veya Halifelik elden gidiyor diye propaganda yapanlar. Tarihin gerçeklerini saklamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bölgenin aslında Moğolların saldırısıyla başlayan bir sürece girdiği ve ileriki yıllarda yine saldırılara maruz kaldığı bölgenin bu sebeple gerileme dönemine girdiğini idrak etmek istemiyorlar. Milliyetçilik akımının Osmanlı’yı parçalamak olduğunu, Milli Mücadele döneminde ise Mustafa Kemal ile Kürtler arasında dostluk bağlarının olduğu ve ayrıca Kürtlerin Milli Mücadeleye de destek oldukları görmemezlikten geliyorlar. Birkaç ayrılıkçı aşirete bakarak Kürtlerin hepsinin devletimizden ayrılmak istediğini söyleyemeyiz. Bu bağlamda Şeyh Sait isyanı her ne kadar dini nitelikte görünse de aslında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini sarsmak üzere çıkarılmış ve tamamen bölücü niteliktedir. İsyan bastırılmış ve Güneydoğu Anadolu kontrol altına alınmış. Ancak her ne kadar bu isyanlar bastırılsa da günümüze kadar süregelen bir tartışma konusu olarak gündemde kalmaya devam etmiş.



1 Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)

2 Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, Doğan Kitap, 3.baskı, İstanbul,2006,s.28.

 3David McDowall, Modern Kürt Tarihi, Doruk Yayınları, Tercüme: Neşenur Domaniç, Türkiye, 2004,s.23

4a.g.e.,s.23

5 Akyol, a.g.e.,s.28

6 İlker Başbuğ, Terör Örgütlerinin Sonu, Remzi Kitapevi, 3.Baskı, İstanbul 2011,s.33.

7 Koca Müverrih, Bedayi, c.II,vrk. 452/a-b; aktaran: Prof.Dr.Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki       Tahlilleri, Fey Vakfı Yayınları, C:3, İstanbul, 1990, s.206. (Yazar Ayşe Kulin, Bir Gün adlı romanında, bu arizayı     naklederek olayı anlatır)

8 Başbuğ, a.g.e.,,s.34.

9 Akyol, a.g.e.,s.37.

 10 Emin Demirel, Terör, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 8.baskı, İstanbul, 2007,s.455. (Bu kitap Kara Kuvvetleri

    komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’nın 8 Ocak 2003 gün ve ID. Ve HRK. 3584-17-03/İsth. Ve İKK.Ş./20 sayılı emri ile faydalı eser olarak uygun görülmüştür.)

11 Yalçın Küçük, Kürtler üzerine Tezler, Dönem Yayınevi, İstanbul, 1990

12 Kenan Ziya Taş, Güneydoğu ve Diyarbakır, Erzincan, Berikan Yayınevi, Ankara, 2003, s.67-69

13Ercüment Kuran, “Türkiye’de Kürt Meselesi”, Türk Dünyası Araştırmaları Ayrı Bası, sayı:79, , Ağustos 1992 s.168.

14 Ali Rıza Yurttaş, Kürt Tarihi, s.138

15Akyol, a.g.e.,s.60.

16Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, cilt I, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1984, s.404-413

17 Hasan Acar, “Türk Siyasal Hayatında Şeyh Sait İsyanı”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.8, Say:3, 2019, s. 2940

18 Hilmi Özden, “Şeyh Sait İsyanı, İngiltere ve Musul (13 Şubat 1925)”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi, C.3, Say:6, 2019, s.53

19 Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınevi, Ankara, 1992, s.204

20 Hasan Acar, “Türk Siyasal Hayatında Şeyh Sait İsyanı”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.8, Say:3, 2019,     s.2935

21 Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınevi, Ankara, 1992, s.204

22 Hilmi Özden, “Şeyh Sait İsyanı, İngiltere ve Musul (13 Şubat 1925)”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi, C.3, Say:6, 2019, s.53

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Diğer Yayınlar