Kubilay Muhammet Özdemir[1]
ÖZET
Bugün 23 Nisan 2020
yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100.yılı, bundan tam 100 yıl önce 23 Nisan
1920’de yeni bir meclis açıldı. Bu meclis işgale uğrayan Anadolu’yu kurtarma ve
görevini yerine getiremeyen İstanbul Hükümetinin yerine ülkeyi temsil etme görevi
üstlenmiş daha sonra ise işgalcileri Anadolu’dan atmak için mücadele etmiş bir
meclistir. Yine bu meclis Lozan’da tüm dünyaya yeni kuralan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni tanıtmış ve bağımsızlığımızın kazanılmasında önemli bir rol
üstlenmiş meclistir. 100.yılını kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
anısına bir tarihçi olarak şahsımca bugünün tarihine not düşmek amacıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına uzanan kısa bir makale kaleme almak
istedim. Bu yazım Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütakesiyle teslim bayrağını
çekmesi sürecinden başlayıp Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleyi başlatmak için
Samsun’a çıkışından kongreler düzenlemesine kadar olan süreç ile birlikte
İstanbul’un işgali sonrasında Ankara’da yeni bir meclisin açılmasına karar
verilmesi meseleleri dahil olmak üzere genel bir değerlendirme yapılmıştır.
Bu makalemdeki amacım
yukarıda da bahsetmiş olduğum üzere; “Bir
tarihçi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi anısına bugünün tarihe not düşmek
için bu makaleyi neşrettim.”
Anahtar
Kelimeler; Mustafa Kemal, Milli Mücadele, Türkiye Büyük Millet Meclisi
GİRİŞ
Anadolu toprakları
işgale uğradığında onun kurtarılmasında büyük bir öneme sahip olmuş, ülkeyi
temsil etme iradesine kavuşmuş, kurucu ve savaş meclisi olma özelliği ile
savaşlar yönetmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 100.yılına eriştik.
Cihan devleti olan
Osmanlı İmparatorluğu ömrünü tamamladı ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros
Ateşkes Antlaşması ile teslim bayrağını çekti. O tarihte Mustafa Kemal ise
Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atanmış ancak kısa bir süre sonra
görevinden ayrılıp İstanbul’a gelmişti. O gün denizin ortasında demirlemiş
düşman donanmasını görünce yaveri Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi giderler!”
demişti. İstanbul’da ilk işi
sadrazamlıktan istifa eden Ahmet İzzet Paşa ile görüşmek oldu. Ardından padişah
ve Meclis-i Mebusan üyeleri ile görüşmelerde bulundu. Ancak o dönemdeki işgal
karamsarlığı kurtuluşun mümkün olmadığını söyleyenlerin çoğunlukta olduğu bir
dönemdi. Yine onlara göre ya
İngilizlerin ya da Amerikalıların himayesine girersek ancak kurtuluşun böyle
mümkün olduğunu tek çare bunlarla işbirliği yapmak olduğunu düşünenlerin sayısı
da azımsanmayacak kadar yüksekti.
Ancak Mustafa Kemal bu fikirlerin hiç birisini
isabet görmemiş ve bu durum karşısında “Milli
egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak”
ülküsünü edinerek “Ya İstiklal Ya Ölüm”
ülküsü ile mücadeleye başlanması gerektiğini savunmuştur. Bu kararını hayata
geçirmek için İstanbul’dan ayrılıp millet ile beraber bu işi yapmak ve kafasına
koyduğu planları uygulamak için Anadolu’ya geçmeye karar vermişti. Yine bu
dönemde Samsun ve çevresinde bazı asayişsizlik sorunları meydana gelmiş silahlı
Pontus Rum çeteleri Türklere saldırıp köyleri yıkıp yakmaya başlamıştı. Fakat amaç
Monros Mütakerisinin 7. Maddesini “Kendileri için tehdit oluşturan bölgeleri
işgal etme hakkına sahiptir” gerekçe gösterip bölgenin işgalini
gerçekleştirip, sorumlu olarak Türkleri göstermekti. Bunun üzerine İngilizler
Karadeniz bölgesinde asayiş ve sükun sağlanamadığı takdirde Mondros
Mütakerisinin 7. Maddesi gereğince buraları işgale mecbur kalacaklarını
hükümete bir nota ile bildirdiler. Bunun üzerine Mustafa Kemal’i hem
İstanbul’dan uzaklaştırmak hem de işgali önlemesi için Anadolu’ya geçme izni
verip geniş yetkilerle 30 Nisan 1919’da 9. Ordu müfettişliği görevine
getirildi.
Mustafa Kemal bu geniş
yetkilerin kendisine veriliş gerekçesini Büyük Nutku’nda şöyle anlatmıştır;
“Bu
geniş yetkiyi, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’ya
gönderenlerin bana nasıl verdiklerini şaşırabilirsiniz. Hemen söyleyeyim ki bana
bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim
İstanbul’dan uzaklaşamamı isteyenlerin buldukları gerekçe; Samsun ve çevresinde
asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmekti. Ben bu
işin yerine getirilmesinin bir makam ve selahiyet sahibi olmaya bağlı olduğunu
ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmay’da
bulunan ve benim amacımı bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik
görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi de ben kendim yazdırdım. Hatta
Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzada tereddüt
etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda mührünü basmıştır.”[2]
MÜCADELE BAŞLIYOR
Ancak buna rağmen işgal
süreci hızlandı ve 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edildi. Bunun üzerine Mustafa
Kemal 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile İstanbul’dan hareket etmiş ve 19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştır. Bu
yolculuk Türk milletinin küllerinden doğduğunun ve düşmanı yurttan silip
süpürme hareketini müjdeleyerek yeni kurulması düşünülen Türkiye
Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı bir başlangıç oldu.
Mustafa Kemal
faaliyetlerini gerçekleştirmeye Havza’daki görüşmelerinden başladı. Burada
halkın ileri gelenlerini karargahta toplayarak düşmana karşı direniş kararı aldı.
25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kalan Mustafa Kemal bu süreç
içerisinde; “istanbul’daki fikirlerini sistemleştirmiş, hareketinin stratejisini
tesbit etmiştir.” Bu yapılan
çalışmalar tüm engellemelere rağmen başarılı olmuş, halk ve ordu mensupları
ulusal hareketi anlamaya başlamıştı. Bu girişimlerin millet adına yapıldığını
daha da iyi anlatmak amacıyla “Amasya Tamimi” bu yolda atılmış en önemli adım
olmuştur.
Amasya Tamimine göre;
“Vatanın bütünlüğü,
milletin istiklali tehlikededir. İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun
gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi adeta yok olmuş
gösteriyor. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Amasya’da yayınlanan bu
tamim; yazarlar tarafından Anadolu
İhtilâli’nin bildirisi olarak değerlendirilmiştir.[3] Aslında bu durum tam anlamıyla yeni bir
devletin kurulmasının ayak sesleriydi.
Tüm bu olup bitenler
karşısında işgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümeti tedirgin olmaya başladılar.
İngilizlerin baskısı sonucu Dahiliye Nazırı Ali Kemal, 23 Haziran 1919’da
Mustafa Kemal Paşa’nın görevinden uzaklaştırıldığını bildirdi.[4]
Bununla birlikte padişah da Mustafa Kemal’in geri dönmesini isteyen bir telgraf
gönderdi. Fakat Mustafa Kemal bu çağrılara uymadı. Sivas Kongresine uygun bir
zemin hazırlamak düşüncesi ile Erzurum’a doğru yola koyuldu. Erzurum
kongresinde bir “Heyet-i Temsiliye”
kurulup alınan kararların ardından Sivas kongresi gerçekleştirildi. Sivas Kongresinde ise Heyet-i Temsiliye’ye tüm yurdu temsil etme görevi verildi. Ayrıca
Sivas Kongresi sırasında, İstanbul Hükümetinin milli hareketi yok etme
uğraşları da devam etti. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Damat Ferit Paşa hükümetine
karşı faaliyete geçmiş ve İstanbul’a telgraflar çekerek hükümeti düşmanlarla
işbirliği yapmakla ve milletin kudret ve iradesini anlamamakla suçlamıştır.
Bunun sonucunda Mustafa Kemal’in bu girişimleri sonuç verdi ve arkasını işgal
devletlerine dayayan Damat Ferit Paşa hükümeti 30 Eylül 1919’da istifa etmek
zorunda bırakıldı. Onun yerine ise Ali Rıza Paşa sadrazamlığa getirildi. Damat
Ferit kabinesinin düşürülmesi, Heyet-i Temsiliye’nin gücünün önemli bir
göstergesi olmuştur.
Ayrıca; “İstanbul
ile bağların koparılmasından İstanbul Hükümetinin devrilmesine kadar,
Sivas’taki Temsil Heyeti geçici hükümet olarak Anadolu’da devlet otoritesini
yerine getirmiş ve bir yürütme organı olarak görev yapmıştır.”[5]
Ali Rıza Paşa kabinesi,
milli hareketin etkisiyle kurulmuştur ve Ali Rıza Paşa’nın teklifiyle Amasya’da
bir görüşme yapılması kararlaştırılmıştır. Bu görüşmenin önemli sonuçları
olmuştur.
“Erzurum ve Sivas
Kongrelerinde teşkil edilen milli teşkilat ve Heyet-i Temsiliye resmen İstanbul
Hükümeti tarafından tanındı. Ayrıca Sivas Kongresi kararları da yine İstanbul
Hükümeti tarafından kabul edildi. Bunun yanında Milli iradeyi hakim kılacak
meclisin toplanması için seçimlerin yapılması kabul edildi.”[6]
Bu görüşmenin bir başka
kazanımı da ulusal kurtuluş mücadelesine karşı çekingen tavır içinde olanlar
İstanbul Hükümetine mensup bir Nazırın Kuva-yı Milliye temsilcileri ile
anlaştığını görünce bu kişilerin çekingen tavırları yerini ulusal kurtuluş
mücadelesine katılarak milli heyetin yanında yer alma duygusuna bırakmıştır.
Mustafa Kemal ve
arkadaşları 18 Aralık 1919’da Sivas’tan hareket ederek önce Kayseri’ye ardından
27 Aralık’ta Ankara’ya ulaşmışlardır. Bu tarihten sonra Ankara Milli
Mücadele’nin, İstiklal davasının ve millet egemenliğinin kalbi olmuştur.
Tarihler 12 Ocak
1920’yi gösterirken son Osmanlı Meclis-i Mebusân’ı İstanbul’da toplandı.
Önceden görüşüldüğü üzere verilen sözlerin bir kısmı yerine getirilmedi. Ancak
bu mecliste milli davaya inan milletvekillerinin çabalarıyla 28 Ocak 1920’de
Misak-ı Milli kabul ettirildi ve 17 Şubat 1920’de dünyaya duyuruldu.
“Misak-ı Milli
olağanüstü şartlarda kabul edilen bir metin diğer bir anlamı ile özgürlük ve
bağımsızlık bildirgesidir. Şark Meselesini çözmek isteyen Türk Milletinin
varlığına kast eden Küresel güçlere karşı milletimizin bir cevabı niteliğinde
olmuştur. Ayrıca galip devletlere karşı Türk Milletinin direneceğini gösteren
bu belge işgalcilere ve onları tetikleyen küresel güçlere karşı boyun eğme
siyaseti değil mücadele siyasetini ön plana çıkarmıştır.”
Ancak bu mücadele
tavrımızın karşılığı sert oldu. İstanbul 16 Mart 1920’de ikinci kez işgal edildi. Bu kez yapılan işgal daha
ağırdı. Bütün devlet binalarına el konuldu. Bununla birlikte İngilizler Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak
Türk askerlerini şehit ettiler. Ayrıca Meclis-i Mebusan’ın akşam oturumu da
basılarak milletvekillerini tutuklanıp Malta’ya sürdüler. İngiliz Yüksek
Komiseri İşgali bir başarı olarak kabul ediyor ve raporunda işgali “Anadolu’daki milliyetçilere karşı öldürücü
olmasa bile ağır bir darbe olduğunu savunuyordu.” Lakin İngiliz
Genelkurmayı bu düşüncede değildi. Genelkurmayın araştırmalarına göre
Anadolu’da “İngiltere’nin fermanı
geçmiyordu.”
İstanbul’un işgalini
haber alan Mustafa Kemal derhal karşı harekata geçmiş ve İngilizlere misilleme
yapmıştır. Öncelikle İstanbul ile muhabere kesilmiş, İngiliz kuvvetlerinin Batı
Anadolu’daki stratejik yerlerden çıkarılıp silahsızlandırılmasını emretmiş aynı
zamanda İstanbul’da gerçekleştirilen tutuklamalara misilleme olması için de
Anadolu’da vazifeli olan itilaf subaylarının tutuklanmasını istemiştir. Bununla
birlikte İstanbul’dan ve Adana’dan Anadolu’ya yapılacak düşman sevkiyatını
durdurmak için Geyve ve Ulukışla civarındaki demiryollarını tahrip ettirmiş ve
Anadolu’daki kıymetli eşyaların tespit edilip İstanbul’a gönderilmesini
yasaklamıştır. [7]
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN
AÇILMASI
İstanbul’un işgali ile
Milli Mücadele yeni bir boyut kazandı. Artık İstanbul’dan hiçbir şey
beklenemezdi. Ayrıca itilaf devletleri de İstanbul’un işgal edilmesinin Türk
milleti üzerinde tesiri olacağını, Türk milletinin sinip korkacağını ve ulusal
mücadeleden vazgeçeceklerini zannetmişlerdi. Ancak durum böyle olmadı. Çünkü
Mustafa Kemal kafasındaki planları ilmek ilmek işlemiş ve baştan sona bu durumu
iyi analiz etmişti. Böylelikle Türk milletinin tarihinde yeni bir döneme
girilmiş oldu.
19 Mart 1920’de bütün
vilayetlere ve kolordu komutanlarına gönderdiği tamimle Ankara’da olağanüstü
yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanmasını ve dağılmış olan Meclis-i
Mebusan’dan Ankara’ya gelecek durumda olanların bu meclise katılabileceklerini
duyurmuştur. Böylelikle milletvekilleri Ankara’ya çeşitli yollardan gelmeye
başlamışlardır.
Bu arada Damet Ferit, 5
Nisan 1920’de dördüncü defa sadrazam olarak atanmıştır ve hükümetini kurmuştur.
İngilizler ve Padişah Vahdettin bu hükümet eliyle Anadolu’daki “Milliyetçilere” karşı bir iç savaş
başlatmıştır. 10 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Kuva-yı
milliyecilerin katledilmelerinin dinen caiz olduğunu bildiren fetvalar
hazırladı. Bu fetvalar ise İngiliz uçakları ile Anadolu’ya atıldı. Aynı gün
Damat Ferit Paşa’da Milli Mücadeleyi kınayan bir bildiri yayınladı. İhanet
fetvaları ve bildirileri tesirini hemen gösterdi ve Milli Mücadele karşıtı
isyanlar Anadolu’nun dört bir yanında patlak verdi. 1920 Nisan ve Haziran ayları arasında
Bolu, Düzce, Hendek, Adapazarı isyanları, Anzavur ayaklanmaları, Konya, Yozgat,
Milli aşiret isyanları Ankara’yı kuşattı. Yine 18 Nisan 1920’de İstanbul
Hükümeti, Milli Mücadele’yi bastırmak için Kuvayı İnzibatiye ( Halifelik
Ordusu) isimli paralı bir ordu kurarak Kuva-yı Milliye’ye saldırdı. Ancak bu
ordu, Kuva-yı Milliye tarafından darma dağın edildi. Bununla beraber İstanbul
Divanı Harbi başta Mustafa Kemal olmak üzere bütün Milli Mücadeleye katılan Milliyetçiler için idam kararı
çıkarttı.
İdam kararı
çıkarılanların başında; Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy, Halide Edip, Fevzi
Çakmak, İsmet İnönü, Mustafa Gerçeker, Rıfat Börekçi, Bekir Sami Kunduh,
Celalettin Arif, Yusuf Kemal Tengirşek, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Albay
Fahrettin Altay gibi isimler gelmektedir.
Bütün bunlara rağmen mücadeleden
vazgeçilmedi ve Ankara’da yeni meclisin açılması için çalışmalara devam edildi.
Fakat Ankara’da meclisin toplanabileceği büyüklükte bir bina yoktu. İttihat ve
Terakki Klübü olarak inşa ettirilmeye başlanan fakat tamamlanamayan binanın
eksiklikleri giderilerek meclis binası haline getirildi. Meclis sıraları
okullardan tedarik edildi. 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camiinde kılınan
Cuma namazının ardından dualar ile meclis saat 13.45’de en yaşlı üye Sinop
Milletvekili Şerif Bey’in, “Bu
yüce meclisin en yaşlı başkanı sıfatıyla ve Allah’ın izniyle milletimizin iç ve
dış tam istiklal dahilinde mukadderatını doğrudan üstlendiğini ve idare etmeye
başladığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum”
sözleriyle çalışmalarına başladı.[8]
SONUÇ
24 Nisan’da yapılan
seçimle Mustafa Kemal meclis başkanlığına seçildi. 30 Nisan’da ise Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin açılışı Avrupalı devletlere duyuruldu. Mayıs’ta ise
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulmuş ve bu yeni hükümet “Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adıyla
anılmaya başlandı.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi; Doğu Cephesi, Güney Cephesi ve Batı Cephesi savaşlarını yönetmiştir.
En son Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak komutasında gerçekleşen Büyük
Taarruz ile Yunan ordusu Batı Anadolu’dan süpürülmüş ve denize dökülmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin askeri başarıları, siyasi zaferleri de
beraberinde getirmiştir. Bu siyasi zaferler 24 Temmuz 1923’de Lozan
Antlaşması’nın imzalanması ile Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen tüm dünyaya kabul ettirilerek bu başarı taçlanmış
oldu. Hiç şüphesiz Mustafa Kemal’in Ya İstiklal Ya Ölüm diyerek çıktığı Milli
Mücadele yolculuğu yeni bir meclisin açılmasıyla küllerinden doğan yeni bir
devletin dünyaya kabul ettirilmesi küresel güçlere karşı kazanılmış büyük bir
zafer oldu.
Bu vesile ile Meclisimizin
kuruluşunun 100.yılı olması nedeniyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah
arkadaşlarını yine tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnet ile anıyorum. Mustafa
Kemal’in 23 Nisan’ı 1929 yılında çocuklara armağan etmesiyle her yıl çocuk
bayramı olarak kutlanan bu özel gün sebebiyle de ayrıca çocuklarımızın
bayramını da en içten dileklerimle kutluyorum.
Ve bu makalemi 100.yıl
anısına yani bu güne özel olarak tarihe not düşmek için neşredip bilim
dünyasına sunuyorum…
KAYNAKLAR
YALÇIN,
Durmuş, v.dğr,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,
Atatürk Araştırma Merkezi, c.1,
Ankara, 2014
SELEK,
Sebahattin, Anadolu İhtilali, c.1, Bas.8,
İstanbul, 1987
GÖKBİLGİN,
Tayyip, Milli Mücadele Başlarken,
c.1, Ankara 1959
[1] Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul
Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi,
İstanbul, 23 Nisan 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)
[2] Durmuş
Yalçın v.dğr,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,
Atatürk Araştırma Merkezi, c.1,
Ankara, 2014, s.166
[3]
Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali,
c.1,bas. 8,İstanbul, 1987 s.263
[4] Tayyip
Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken,
c.1, Ankara 1959, s.144
[5] Durmuş
Yalçın v.dğr,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,
Atatürk Araştırma Merkezi, c.1,
Ankara, 2014, s.182
[6] Durmuş
Yalçın v.dğr, a.g.e., s.183
[7] Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1,bas. 8,İstanbul, 1987, s.325
[8] Durmuş
Yalçın v.dğr, a.g.e., s.191
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder