Sömürgecilerin gözünün olduğu yerlerden birisi de Orta Doğu Coğrafyası olmuştur. Bugün hala Ortadoğu’daki karışıklıkların sebebi güç, çıkar ve sömürge arayışlarının olduğunu Batılılar hariç hepimiz bilmekteyiz. Aslında Batılılarda bunu biliyor fakat onlar Orta Doğuyu açık açık sömürgeleştirmeye geldiklerini de değil de oraya demokrasi getireceğiz bahanesiyle dış müdahalelerde bulunuyorlar. Tabi bu maske altına saklanmak asıl gerçekleri örtmeye yetmiyor. Çünkü demokrasi ve barış getireceğiz dedikleri her yere kan ve gözyaşı getirmişlerdir. ABD’li askerlerin Irak’ta Iraklılara neler yaptıkları belli, savaşın kurallarını hiçe sayarak kadınlara ve çocuklara ne tür ahlaksızlıklar yaptıkları ortada, bu olayların kimisi gün yüzüne çıktı kimisinin ise üzeri örtüldü. Bugün ise ABD’nin Orta Doğu’nun bir başka ülkesi olan Suriye’de yaptıkları ortada, şimdi ise bir başka terör örgütüne silah yardımı yapıp onu koruyup besleyip müttefikim dediği ülke Türkiye’ye karşı saldırtmak. ABD’nin bu tutumunun başka izahı yoktur. Türk halkı da bunu artık açıkça görmektedir.
İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra literatürde kullanımı yaygınlaşan “Orta Doğu” kavramını ilk
defa Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan, 1902 yılında National Review’de yayınlanan “The Persian Gulf and International
Relations” başlıklı yazısında, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade
etmek için kullanmıştır. The Times gazetesi
dış politika editörü Valentine Chirol birkaç yazısına “Orta
Doğu’nun Problemleri” başlığını koymuş ve kavramın kamuoyunda benimsenmesine
katkıda bulunmuştur. Mahan ve Chirol’un İngiliz diline kazandırdıkları “Orta
Doğu” kavramı yirminci yüzyılın başlarında sözcüklere girmiş ve kitap adlarında
görülmeye başlanmıştır. Angus Hamilton, “Orta Doğu” kavramını Proplems of the Middle East (London,
1909) kitabı ile bilim dünyasına taşırken Hindistan’da Kral naibi olan Lord
Curzon, 1911’deki bir resmi konuşmasında kullanarak kavrama yarı resmi bir
nitelik kazandırmıştır.[1]
Orta Doğu terimi, batıda Mısır’dan doğuda İran’a, kuzeyde Türkiye’den güneyde Arap Yarımadası’na kadar olan bölgeyi
anlatmak amacıyla kullanılmıştır. [2]
İşte bu jeopolitik önemi olan bu coğrafyayı kültürel kesişme noktası olması,
tarıma elverişli toprakları, dünya tarihine yön veren semavi dinlerin burada
doğmuş olması ve zengin yer altı kaynakları Orta Doğu’nun önemini
arttırmaktadır. Kara altın olarak tanımlanan petrolün kara ve deniz yollarının
stratejik önemini dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede
arttırır. Kızıldeniz ve Basra Körfezi
dünya deniz ticaretinin en yoğun yaşandığı yerler haline gelir.
Asya, Avrupa
ve Afrika kıtalarının birleştiği merkezi noktada bulunan bölge, Rusya’nın sıcak
denizlere inebilmesi için kuzey-güney hareketlerine; sömürgecilik
hareketleriyle birlikte İngiltere’nin Asya’daki sömürgeleriyle ekonomik ve
ticari menfaatlerini güvene almak, Fransa’nın sömürgecilik yarışında geç
katılan Almanya’nın henüz sömürgeleştirilmemiş bu bölgede stratejik
yatırımlarla nüfuz alanlarını genişletmek ve uluslararası ilişkilerde rakibi
İngiltere’nin gücünü kontrol edebilmek için yürütülen çabaların doğu-batı
geçişlerine zemin oluşturmuştur. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu 19. Yüzyıla
kadar bölge dışı güçlerin etkisi sınırlı kalırken Osmanlı gücünün çözülmeye
başlanmasıyla Orta Doğu üzerindeki dünya güçlerinin stratejik ve politik
hesapları ve politikaları etkili olmaya başlamıştır.[3] Osmanlı Devleti zamanında rahat yaşayan ve
sömürülmeyen Orta Doğu, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla ve maalesef bazı Arap kabilelerin Osmanlı’ya karşı
ayaklanıp bağımsız devlet kurmak için İngilizlerle işbirliği yapması
neticesinde Osmanlı’dan ayrılmak istemeleri Orta Doğu’yu sömürüye açık bir hale
getirmiş ve bugün dahi yaşanan kan ve göz yaşının müsebbibi olmuşlardır. İngilizlerin Arapları Osmanlı’ya karşı
kışkırtması ve onlara vaatlerde bulunması boşa değildi. Çünkü İngilizlerin ve
diğer sömürgecilerin dikkatini çeken bir nokta vardı. O da petroldü. Ortadoğu’nun
dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olduğu ve petrolü çıkarış
maliyetinin diğer bölgelerden kat kat az olması öğrenildiğinde sömürgecilerin
bu bölgeye iştahı kabarmıştır. Yeni enerji kaynaklarını ve onları kendi
ülkelerine yahut Pazar olarak kullandıkları ülkelerin yollarını kontrol altında
tutmak isteyen sömürgeciler Orta Doğu’yu ne pahasına olursa olsun hâkim
olunması gereken bir bölge olarak görmüşlerdir. Bu yüzden de sürekli Orta
Doğu’ya dış müdahalelerde bulunmuşlardır.
I.Dünya savaşından galip çıkan İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’yu kendi
aralarında paylaşırlar. Sykes-Picot Antlaşması gereği Suriye, Lübnan Fransız
mandası altına girerken, İngiltere’ye Irak, Ürdün ve Filistin düşer. İngiltere
ayrıca Mısır, Kuveyt, Umman ve Güney Yemen gibi Hindistan yolunun olduğu
bölgeler üzerinde hakimiyet kurar. Bölge II.Dünya savaşına kadar geçen sürede
İngiltere’nin ve Fransa’nın himayesinde kalır. Savaştan sonra eski güçlerini yitiren
Avrupa’nın Orta Doğu’daki etkisi azalır. Fakat bu seferde soğuk savaş döneminde
bu boşluğu ABD ve SSCB doldurur. Sosyalist bloğun dağılması ve Körfez Savaşından sonra ABD’nin Avrupalı
devletleri arkasına almasıyla Orta Doğu’ya tek başına yön vermeye başlar. II. Körfez savaşıyla da bu hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışır. Tıpkı 2003’de
Irak’a müdahalesi gibi daha sonra gelen Arap Baharı’da işte bu sömürgecilerin
dış müdahalesi olmakla beraber bugün Suriye’de yaşananlar Orta Doğu’nun ne
derece paylaşılması zor bir coğrafya olduğunun göstergesidir.
Fakat sömürgecilerin unuttuğu bir şey var. Nasıl ki
milli mücadele safhasında ve ardından gelen Kurtuluş Savaşıyla kendi
topraklarımızı kurtarıp sömürgecileri Türkiye topraklarından atıp yeni bir
devlet kurduysak bugünde geçmişte uğradığımız ihanetlere rağmen Orta Doğu’da
Türk Askerinin namlusu yeni dengeleri ve yeni sınırları oluşturup birçok
sömürgeci hesabı alt üst edeceğini tarih bize gösterecektir.
Şu unutulmamalıdır ki Orta Doğu ve hatta dünyanın
yeni nizamı Türkiyesiz, Türksüz ve Türk Askersiz oluşamaz. Çünkü Tarihe yön
veren bir millet tarih dışı bırakılamaz.
[1] Prof.Dr.
Davut Dursun, Orta Doğuda Siyaset, Anadolu Üniversitesi Ders Kitabı, Aöf
Yayını, no; 3035, bas.5, Eskişehir, 2015, s.3-4.
[2] William
L. Cleveland, Modern Orta Doğu Tarihi, Agorakitaplığı, Ter.Mehmet Harmancı,
bas.2, İstanbul, 2015, s.vii.
[3] Prof.Dr.
Davut Dursun, Orta Doğuda Siyaset, Anadolu Üniversitesi Ders Kitabı, Aöf
Yayını, no; 3035, bas.5, Eskişehir, 2015, s.8-9.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder