Yapılan Gizli Antlaşmalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yapılan Gizli Antlaşmalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2018 Çarşamba

NEDEN ORTADOĞU



Sömürgecilerin gözünün olduğu yerlerden birisi de Orta Doğu Coğrafyası olmuştur. Bugün hala Ortadoğu’daki karışıklıkların sebebi güç, çıkar ve sömürge arayışlarının olduğunu Batılılar hariç hepimiz bilmekteyiz. Aslında Batılılarda bunu biliyor fakat onlar Orta Doğuyu açık açık sömürgeleştirmeye geldiklerini de değil de oraya demokrasi getireceğiz bahanesiyle dış müdahalelerde bulunuyorlar. Tabi bu maske altına saklanmak asıl gerçekleri örtmeye yetmiyor. Çünkü demokrasi ve barış getireceğiz dedikleri her yere kan ve gözyaşı getirmişlerdir.  ABD’li askerlerin Irak’ta Iraklılara neler yaptıkları belli, savaşın kurallarını hiçe sayarak kadınlara ve çocuklara ne tür ahlaksızlıklar yaptıkları ortada, bu olayların kimisi gün yüzüne çıktı kimisinin ise üzeri örtüldü. Bugün ise ABD’nin Orta Doğu’nun bir başka ülkesi olan Suriye’de yaptıkları ortada, şimdi ise bir başka terör örgütüne silah yardımı yapıp onu koruyup besleyip müttefikim dediği ülke Türkiye’ye karşı saldırtmak.  ABD’nin bu tutumunun başka izahı yoktur. Türk halkı da bunu artık açıkça görmektedir.
 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra literatürde kullanımı yaygınlaşan “Orta Doğu” kavramını ilk defa Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan, 1902 yılında National Review’de yayınlanan “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır. The Times gazetesi dış politika editörü  Valentine Chirol birkaç yazısına “Orta Doğu’nun Problemleri” başlığını koymuş ve kavramın kamuoyunda benimsenmesine katkıda bulunmuştur. Mahan ve Chirol’un İngiliz diline kazandırdıkları “Orta Doğu” kavramı yirminci yüzyılın başlarında sözcüklere girmiş ve kitap adlarında görülmeye başlanmıştır. Angus Hamilton, “Orta Doğu” kavramını Proplems of the Middle East (London, 1909) kitabı ile bilim dünyasına taşırken Hindistan’da Kral naibi olan Lord Curzon, 1911’deki bir resmi konuşmasında kullanarak kavrama yarı resmi bir nitelik kazandırmıştır.[1] Orta Doğu terimi, batıda Mısır’dan doğuda İran’a, kuzeyde Türkiye’den  güneyde Arap Yarımadası’na kadar olan bölgeyi anlatmak amacıyla kullanılmıştır. [2] İşte bu jeopolitik önemi olan bu coğrafyayı kültürel kesişme noktası olması, tarıma elverişli toprakları, dünya tarihine yön veren semavi dinlerin burada doğmuş olması ve zengin yer altı kaynakları Orta Doğu’nun önemini arttırmaktadır. Kara altın olarak tanımlanan petrolün kara ve deniz yollarının stratejik önemini dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede arttırır.  Kızıldeniz ve Basra Körfezi dünya deniz ticaretinin en yoğun yaşandığı yerler haline gelir.
Asya,  Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği merkezi noktada bulunan bölge, Rusya’nın sıcak denizlere inebilmesi için kuzey-güney hareketlerine; sömürgecilik hareketleriyle birlikte İngiltere’nin Asya’daki sömürgeleriyle ekonomik ve ticari menfaatlerini güvene almak, Fransa’nın sömürgecilik yarışında geç katılan Almanya’nın henüz sömürgeleştirilmemiş bu bölgede stratejik yatırımlarla nüfuz alanlarını genişletmek ve uluslararası ilişkilerde rakibi İngiltere’nin gücünü kontrol edebilmek için yürütülen çabaların doğu-batı geçişlerine zemin oluşturmuştur. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu 19. Yüzyıla kadar bölge dışı güçlerin etkisi sınırlı kalırken Osmanlı gücünün çözülmeye başlanmasıyla Orta Doğu üzerindeki dünya güçlerinin stratejik ve politik hesapları ve politikaları etkili olmaya başlamıştır.[3]  Osmanlı Devleti zamanında rahat yaşayan ve sömürülmeyen Orta Doğu, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla ve maalesef  bazı Arap kabilelerin Osmanlı’ya karşı ayaklanıp bağımsız devlet kurmak için İngilizlerle işbirliği yapması neticesinde Osmanlı’dan ayrılmak istemeleri Orta Doğu’yu sömürüye açık bir hale getirmiş ve bugün dahi yaşanan kan ve göz yaşının müsebbibi olmuşlardır.  İngilizlerin Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırtması ve onlara vaatlerde bulunması boşa değildi. Çünkü İngilizlerin ve diğer sömürgecilerin dikkatini çeken bir nokta vardı. O da petroldü. Ortadoğu’nun dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olduğu ve petrolü çıkarış maliyetinin diğer bölgelerden kat kat az olması öğrenildiğinde sömürgecilerin bu bölgeye iştahı kabarmıştır. Yeni enerji kaynaklarını ve onları kendi ülkelerine yahut Pazar olarak kullandıkları ülkelerin yollarını kontrol altında tutmak isteyen sömürgeciler Orta Doğu’yu ne pahasına olursa olsun hâkim olunması gereken bir bölge olarak görmüşlerdir. Bu yüzden de sürekli Orta Doğu’ya dış müdahalelerde bulunmuşlardır.  I.Dünya savaşından galip çıkan İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’yu kendi aralarında paylaşırlar. Sykes-Picot Antlaşması gereği Suriye, Lübnan Fransız mandası altına girerken, İngiltere’ye Irak, Ürdün ve Filistin düşer. İngiltere ayrıca Mısır, Kuveyt, Umman ve Güney Yemen gibi Hindistan yolunun olduğu bölgeler üzerinde hakimiyet kurar. Bölge II.Dünya savaşına kadar geçen sürede İngiltere’nin ve Fransa’nın himayesinde kalır.  Savaştan sonra eski güçlerini yitiren Avrupa’nın Orta Doğu’daki etkisi azalır. Fakat bu seferde soğuk savaş döneminde bu boşluğu ABD ve SSCB doldurur. Sosyalist bloğun dağılması ve  Körfez Savaşından sonra ABD’nin Avrupalı devletleri arkasına almasıyla Orta Doğu’ya tek başına yön vermeye başlar.  II. Körfez savaşıyla da bu hakimiyetini  sağlamlaştırmaya çalışır. Tıpkı 2003’de Irak’a müdahalesi gibi daha sonra gelen Arap Baharı’da işte bu sömürgecilerin dış müdahalesi olmakla beraber bugün Suriye’de yaşananlar Orta Doğu’nun ne derece paylaşılması zor bir coğrafya olduğunun göstergesidir.
Fakat sömürgecilerin unuttuğu bir şey var. Nasıl ki milli mücadele safhasında ve ardından gelen Kurtuluş Savaşıyla kendi topraklarımızı kurtarıp sömürgecileri Türkiye topraklarından atıp yeni bir devlet kurduysak bugünde geçmişte uğradığımız ihanetlere rağmen Orta Doğu’da Türk Askerinin namlusu yeni dengeleri ve yeni sınırları oluşturup birçok sömürgeci hesabı alt üst edeceğini tarih bize gösterecektir.
Şu unutulmamalıdır ki Orta Doğu ve hatta dünyanın yeni nizamı Türkiyesiz, Türksüz ve Türk Askersiz oluşamaz. Çünkü Tarihe yön veren bir millet tarih dışı bırakılamaz.




[1] Prof.Dr. Davut Dursun, Orta Doğuda Siyaset, Anadolu Üniversitesi Ders Kitabı, Aöf Yayını, no; 3035, bas.5, Eskişehir, 2015, s.3-4.
[2] William L. Cleveland, Modern Orta Doğu Tarihi, Agorakitaplığı, Ter.Mehmet Harmancı, bas.2, İstanbul, 2015, s.vii.
[3] Prof.Dr. Davut Dursun, Orta Doğuda Siyaset, Anadolu Üniversitesi Ders Kitabı, Aöf Yayını, no; 3035, bas.5, Eskişehir, 2015, s.8-9.

Diğer Yayınlar