24 Ağustos 2021 Salı

ZAFER AYI MALAZGİRT’TEN FIRAT KALKANINA


 






Tarihi belgelerden öğrendiğimiz kadarıyla Ağustos ayına Türk milletinin kaderini değiştiren önemli savaşlar denk gelmiş ve bu nedenle  “Ağustos Ayı” zafer ayı olarak nitelendirilmiştir.

Ağustos ayı içerisinde Türk milleti Anadolu’yu kendisine yurt açmak için 26 Ağustos 1071’de Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan komutasındaki Selçuklu Ordusu ile Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen komutasındaki Roma Ordusu arasında yapılan Malazgirt Meydan Muhaberesi’ni Türklerin kazanmasıyla Anadolu’nun kapıları açılmıştır.

Ağustos ayı içerisinde Türklerin kazandığı diğer zaferlerden birisi olan 29 Ağustos 1521 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad’ı fethetmesi olmuştur. Bundan 5 yıl sonra 29 Ağustos 1526 yılında yine Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı Ordusu ile Macaristan Kralı II. Layoş komutasındaki Macar Ordusu arasında yapılan Mohaç Meydan Muhaberesi’nde Osmanlı Ordusu, Macar Ordusunu iki saat gibi kısa bir sürede imha etmiş ve savaşı Osmanlı Ordusu kazanmıştır. Bu savaş en kısa sürede biten meydan muhaberesi olarak tarihe geçmiştir.   

Venediklilerin elinde bulunan ve Doğu Akdeniz’in en büyük adası konumunda olan Kıbrıs II. Selim’in emriyle Lala Mustafa Paşa tarafından 1 Ağustos 1571’de fethedilmiştir.

Osmanlı Devleti eski ihtişamlı yıllarından duraklamaya, gerilemeye ve en sonunda ise dağılma sürecine girmiş ve Osmanlı Devleti işgale uğrayarak 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla fiilen sona ermiştir. Ardından Türk milletinin bağımsızlığını ve onurunu tamamen yok eden sözde barış antlaşması olan “Sevr Barış Antlaşması” 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından imzalanmıştır. Fakat Milli Mücadelenin liderliğini üstlenen Mustafa Kemal ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Sevr’i bir paçavra olarak görmüş ve kabul etmemiştir. Hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920’de bu antlaşmayı kabul edenleri ve imzalayanları “vatan haini” ilan etmiştir. Sevr’in tanınmaması ile birlikte bu paçavrayı kabul edenlerin ve imzalayanların TBMM tarafından vatan haini olarak ilan edilmesi de zafer ayı dediğimiz Ağustos ayına denk gelmiştir.

Tüm bu gelişmeler ışığında “Şark Planı” ile kurgulanan ve 13 Eylül 1683 yılında Türklerin Viyana’dan geri dönmesi ile başlayan ve 1699 Karlofça Antlaşmasıyla hızlanan geri çekilme süreci 238 yıl son Sakarya’da durdurulmuştur. Şark Planını hazırlayan küresel güçler bunu uygulamak için önlerinde tek sorun olarak gördükleri Türkleri imha etmek için tetikçi olarak Yunan Ordusunu Anadolu’ya göndermişlerdir. Mustafa Kemal’in 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan Muhaberesi’nde “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz” emrini vermesiyle 22 gün 22 gece dünyanın en uzun süren meydan muhaberesi sonucunda Türk Ordusu 13 Eylül 1921’de Sakarya Irmağı’nın doğusundan Yunan Kuvvetlerini temizlemiştir. Böylece 238 yıllık geri çekiliş yerini taarruza bırakmış ve hazırlıklar 1922 yılının Ağustos ayına kadar sürmüştür. Mustafa Kemal’in Başkomutanlığını yaptığı Türk Ordusu 26 Ağustos 1922’de düşmana taarruza kalkmış ve 30 Ağustos da Dumlupınar’da vurulan darbe sonucu Yunan Ordusu kaçmaya başlamıştır. Bunun üzerine Başkomutan Mustafa Kemal, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vererek Türk Ordusu, Yunan Ordusunu kovalamaya başlamış ve iki yüz bin civarındaki Yunan Ordusunun tamamı neredeyse imha edilmiş, geri kalanlar 9 Eylül 1922’de denize dökülmüş ve canını zar zor kurtaran az bir grupta gemilere binerek Atina’ya kaçmıştır.

Osmanlı Devleti’nin küllerinden yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Lozan Antlaşması ile dünyaya ilan edilmiş ve tanıttırılmıştır. Ancak bağımsız Türkiye’nin kurulmasından sonra küresel güçler Anadolu’yu ve üzerinde kurulu Türk devletini ve bu devleti kuran Türk milletini asla ve asla rahat bırakmamışlardır. Her fırsatta Türkiye’ye güç ve enerji kaybettirmek için ellerinden geleni yapanlar en son 15 Temmuz 2016 günü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine sızan FETÖ Terör Örgütü militanları tarafından darbe kalkışması yapılmıştır. Başta seçilmiş hükümet olmak ile birlikte Türk vatanı ve Türk milleti hedef alınarak Mete Han’dan beri sistemli bir ordu yapısına sahip olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin imajı ve saygınlığı yıpratılmak istenmiştir. Ancak Türk milleti büyük bir feraset örneği göstererek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine sızmış hainler ile tamamen yerli ve milli, Anadolu’nun asil evlatları olan askerleri çok iyi ayırt ederek, “Peygamber Ocağı”, “Muhammed’in Ordusu”, “Mehmetçik” diye adlandırılan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni topyekun zan altında bırakmamış ve her daim askerlerinin yanında yer almıştır.

Darbe kalkışmasından sonra yapılan ihraçlar sonrası dünya devletleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin toparlanamayacağını düşünmüştü. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde kadro açığı oluşmuştu. Ancak buna rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri 40 gün gibi kısa bir sürede toparlanarak zafer ayı olarak nitelendirilen Ağustos ayında Cerablus’u DEAŞ Terör Örgütünden temizlemek amacıyla 24 Ağustos 2016 sabaha karşı 04.00’da sınır ötesi harekâta başlamış ve bu harekâta “Fırat Kalkanı” adı verilmiştir. Fırat Kalkanı Operasyonun ardından yapılan sınır ötesi operasyonlara zemin hazırlamış Türkiye sınırları boyunca bulunan DEAŞ, PKK, YPG, PYD vb. terör örgütlerini imha etmiştir.

Sonuç itibariyle Ağustos ayı Türk milletinin geçmişinin, bugününün zafer ayı olmakla ile birlikte belki de gelecekte kazanacağı zaferleri anıldığı ay olacaktır.  


16 Ağustos 2021 Pazartesi

YEŞİLAY’IN TARİHÇESİ VE MÜCADELELERİ

 







Kubilay Muhammet Özdemir[1]

Yeşilay, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında işgal güçlerinin toplumumuzda alkol ve uyuşturucu maddelerin yaygınlaştırılmasını ve işgale karşı mücadele ruhunun yıkılmasını önlemek amacıyla dönemin Şeyhülislam’ı İbrahim Haydarizade’nin himayesinde ve Dr. Mazhar Osman ve arkadaşları tarafından Sultan Vahdettin’in izni ile 5 Mart 1920’de İstanbul’da “Hilal-i Ahdar” adıyla kurulmuştur.[2]

“Hilal-i Ahdar” ismi bir zaman sonra “Yeşil Hilal” en son olarak da “Yeşilay” olarak değiştirilmiştir. 1934 yılında ise Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı, İsmet İnönü’nün Başbakanlığı döneminde çıkarılan Bakanlar Kurulu kararı neticesinde Yeşilay’a “Kamu Yararına Çalışan Dernek Statüsü” verilmiştir.[3]

Cemiyetin ilk genel başkanı 1920’den 1945 yılına kadar Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman, Umumi Kâtibi Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’dır. Aynı zamanda Fahrettin Kerim Gökay Gençlik Şubesi Başkanlığını da üstlenmiş ve 1945 yılından 1950 yılına kadar da Yeşilay Cemiyeti’nin genel başkanlığı görevini yapmıştır.[4]

Yeşilay Cemiyeti’nin amacı ise “Türkiye Yeşilay Cemiyeti Tüzüğü”ne baktığımızda Madde 3’ün 1. 2. ve 3. bendinde şöyle açıklanmıştır:

“(1) Cemiyet yurdumuzda ahlaki ve kültürel bir kalkınma atmosferi içinde; tütün, alkol ve madde bağımlılığı gibi toplum ve gençliğin beden ve ruh sağlığını tahrip eden bağımlılıklar yanında, kumar, fuhuş, internet ve teknoloji bağımlılığı gibi gençliğe ve topluma zarar veren bütün zararlı alışkanlıklarla mücadele etmek, milli kültüre bağlı nesiller yetiştirmek amacı ile kurulmuştur.

(2) Cemiyet bu çerçevede bağımlılıklarla mücadele etmek üzere, toplumun bilinç, güç ve kaynaklarını harekete geçirir; insan onur ve saygınlığının korunması doğrultusunda her koşulda, yerde ve zamanda desteğe muhtaç insanlara yardım eder; toplumun bağımlılıklarla mücadele kapasitesinin geliştirilmesine sürekli katkıda bulunur.

(3) Bu amaç doğrultusunda ulusal ve uluslararası kamu, özel ve sivil toplum kuruluşlarıyla gerekli işbirliği ve ortak çalışma organizasyonlarını geliştirir.”[5]

1936 yılında Yeşilay’ın gerçekleştirdiği yıllık kongresinde bir aza tarafından Yeşilay Marşı yazılması teklif edilmiş ve bu teklif alkışlarla kabul edilmiştir. Ayrıca kanunlara göre reşit olmamış ve ortaokulu bitirmemiş olanların da bu cemiyete dâhil edilmemeleri teklif edilerek aynen kabul edilmiştir.[6] Cemiyetin ilkelerini ve değerlerini, amaçlarını, hedeflerini, çalışma ilkesini benimseyen ve derneklere girmek için herhangi bir kanuni engeli bulunmayan ayrıca hiçbir şekilde sigara, alkol ve uyuşturucu maddeyi kullanmamayı ve bunlarla mücadeleyi benimsemiş olan her gerçek ve tüzel kişi Yeşilay Cemiyetine üye olabilmektedir. Fakat üye olurken cemiyet tüzüğünün 6. Maddesine göre şu yemini etme şartı vardır:

“Üye kaldığım müddetçe tütün, alkol ve bağımlılık yapıcı maddelerden herhangi birini hiçbir suretle kullanmamaya, cemiyet ve ülküsünü yaymaya şeref ve namusum üzerine söz veriyorum.”[7]

Yeşil Hilal Cemiyeti’nin faaliyetlerini genel merkezin düzenlediği ve 1930’da gençlik şubesinin kurulmasıyla yürüttüğü faaliyetler olarak iki gruba ayrılabilir. Bu gruplar içki, esrar, eroin gibi kötü alışkanlıklara karşı Türk milletini ve gençliğini korumak üzere teşkilatlanmak ile beraber gençlik teşkilatı da gençler arasında düzenlenen toplantılar, müsamereler, piyesler ile öne çıkmıştır.[8]

Bunun yanında Yeşilay, mecmua yani dergi de çıkarmıştır. Yeşilay’ın ilk çıkardığı mecmua 1925 yılında “Hilal-i Ahdar” adıyla çıkmıştır. Bunun yanında bir de Mavi Kırlangıç adıyla 20 Ocak 1969’da ilk çocuk dergisini çıkarmaya başlamıştır.[9] Cemiyet Hilal-i Ahdar’dan sonra Yeşilay Mecmuası adıyla 1932’den itibaren dergi yayınına devam etmiştir. Hatta Cumhuriyet Gazetesi’nde mecmua ile ilgili şöyle bir haber yapılmıştır:

“On iki senedir bilâfasıla neşriyat hayatına devam eden Yeşilay mecmuasının 133’üncü sayısı yeni bir şekilde ve öz içerisinde çıkmıştır.”[10]

İlmi mücadeleler ve fiili faaliyetler icra eden Yeşilay Cemiyeti Prof. Dr. Fahrettin Gökay’ın anlatımıyla şöyle bir ortamda doğmuştur:

“Hilal-i Ahdar doğduğu zaman memlekette bir zihniyet hâkim idi ki mey ve ney hayatın ayrılmaz birer unsurudur. Asırlarca bu telkin zihinlere hükmetmiştir! Anayurda giden aydın vatandaş ihmallerin mirası içerisinde teselliyi akşamcılıkta arıyordu. İstanbul şehrinde esen karagün fırtınası yabancı ellerden gelen zehirli ispirtolarla Türk beynini yakıp kavuruyordu! Çeşitli barlar ve meyhaneler gençliği zehirliyordu. İşte bu hava ve şerait içerisinde Yeşilay Hilal’in sesi yükseldi. İlmi araştırmaları, yazıları, konferansları, kongreleri, çeşitli irşat hareketleri teşebbüsleri ile içkinin, uyuşturucu zehirlerin bir millet ve nesilde yaptığı fenalıkları ortaya koydu. Çalışmasında demagojiye sapmaması, ilim ve fennin gösterdiği açık yollardan şaşmaması ile milletin ve şeflerin teveccühünü kazandı.”[11]

Yeşilay sadece Birinci Dünya Savaşı ve işgal sonrası yaptığı mücadelelerle sınırlı kalmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasından sonrada bu mücadelelerine devam etmiş ve delilik, içki ve uyuşturucu ile mücadelelerine aşağıda kısaca değinilmiştir.

Yeşilay’ın İlk Yıllarında Verdiği Mücadeleler

Kuruluşundan günümüze bağımlılık türleri arttıkça Yeşilay’ın tüzüğünde çalışma alanları çeşitlenmiş, alkolden sonra sigara, uyuşturucu madde, kumar ve yakın tarihte teknoloji bağımlılığı Yeşilay’ın mücadele alanına dâhil olmuştur.[12] Ancak tarihte Yeşilay’ın icraatlarına bakıldığında neredeyse kişiliği olumsuz etkileyen tüm unsurlarla mücadele ettiği görülmüştür. Bu unsurlardan bir tanesi olan “Delilik” ile İzmir’de Yeşilay Cemiyeti’ni kurarak mücadele eden Asabiyeci Doktor Cevad Zekai Bili gazetecilere değerlendirmelerde bulunmuş ve bu Cumhuriyet Gazetesine şöyle yansımıştır:

“Büyük Harpten sonra dünyanın her yerinde deliliğin arttığını ve memleketimizin de bundan vareste kalamayacağını, cemiyetin çetin bir yol üzerinde azimle çalışacağını söylemiştir.”[13]

Böylece Yeşilay Cemiyeti zayıf iradelerin gösterdiği karakter bozuklukları ile mücadele ettiği anlaşılmıştır. Zayıf iradeyi biraz daha irdeleyecek olursak Erving Goggman’ın 1963’te yazdığı “Damga Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar” isimli kitabında zayıf irade şöyle tanımlanmıştır:

“Baskıya müstahak ya da doğal olmayan tutkular, sapkın ve katı inançlar ve ahlaksızlık olarak algılanan bireysel karakter bozukluklarıdır. Bunlara örnek olarak ruh bozukluğu, hapis yatmak, bağımlılık, alkolizm, eşcinsellik, intihara girişim ve radikal siyasi davranışlar”[14] gösterilmiştir.

Cemiyetin ilk başlarda en çok üzerinde durduğu bağımlılık içki ve uyuşturucu olmuştur. Hatta 1932 yılında Mazhar Osman’ın başkanlığındaki toplantıda sarhoşluk ve uyuşturucu yüzünden meydana gelen kazalara mani olmak için alınması gereken tedbirler müzakere edilmiştir. Bu müzakerede meyhanelerin çoğalması üzüntü ile karşılanmış, içki, esrar vesaire gibi alışkanlıkların milli bünyemizde açtığı tahribatların millete anlatılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca araç sürücülerine ve halka kazaların sebeplerini anlatan sergiler yapılması, levhalar asılması, şoförlerin herhangi bir keyif verici maddeler kullanmalarına engel olmak ve bu gibi şeyler kullandığı anlaşılan sürücülerin ruhsatlarına el konulması, mahalleler arasında dükkanlarda içki satılmasının men edilmesi, meyhanelerin sınırlandırılması, mekteplerde konferansların çoğaltılması için ne gerekliyse bununla ilgili girişimlere bulunulmasına karar verilmiştir.[15]

Yeşilay’ın 1937’deki senelik kongresinde ise Doktor İbrahim Zati içki aleyhtarlarına çatanlara cevap vererek kutuplarda keşifte bulunan Amondsen ve Mansen’in en soğuk havalarda bile alkol kullanmadıklarını, Profesör Picard’ın atmosfer keşfinde de aynı şekilde hareket ettiğini söylemiş ve alkolün hiçbir zaman vücudun ısınması için kullanılamayacağını, bilâkis alkolün vücudu uyuşukluğa, iş görmezliğe neden olduğunu anlatmıştır.[16]

1941’de Cumhuriyet Gazetesinde çıkan bir yazıda ise içki konusunda şu değerlendirmeler yapılmıştır:

“Nüfusun yüzden seksen beşi tarlada çalışan bir millet, hele bünyesi itibariyle de sağlam olursa, bu gibi illetlerden şimdilik korkmamakta haklıdır. Bizim memlekette akşam olup ortalık karardı mı, işinden gücünden çıkan insanlar için vakit geçirecek bir meşgale yoktur. Garb hayatı henüz İstanbul’da bile tamamıyla teessüs etmediğinden aile toplantıları nedir bilmeyiz. Tiyatrodan vazgeçtik, bir tek sineması olmayan şehirlerimiz vardır. Gençliğin spor faaliyetleri esaslı bir düzene konamadığından bu bakımdan da yayayız. Velhasıl yeni hayat şartlarına iyi intibak edemediğimiz için, büyük şehirlerde her türlü zehirlere, orta şehir ve kasabalarda ise içkiye karşı yavaş yavaş artan bir iptilâya (alışkanlık) şahit oluyoruz.”[17]

Yeşilay’ın uyuşturucu ile mücadelesinde ise Profesör Mazhar Osman ise Yeşilay Kongresinde şunları söylemiştir:

“Eroine karşı seferber haldeyiz. Hükümetin bütün vasıtaları ile beyaz zehir satanlara karşı açmış olduğu mücadeleye rağmen bilhassa gençlik arasında bu beyaz toz ortalığı kırıp geçirmektedir. Halihazırda Bakırköy Akıl Hastanesinde 200 genç tedavi edilmektedir. Bunlar için senede 35.000 lira masraf yapılıyor. Hastanede tedavi ettiğimiz gençler, aradan dört ay geçmeden gene alışıyorlar. Bu işin yegane çaresi memlekette eroin yapanların kökünü kurutmaktır. Aile babaları! Evlatlarınıza fazla para vermeyin. Sonra cezasını çekersiniz. Analar! Siz de çocuklarınızın kusurlarını müsamaha ile karşılamayın. Bu beyaz zehri satanları linç etmeli.”[18]

Yine Fahrettin Gökay’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan yazısında içki ve uyuşturucu ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

“1935’te nüfus başına 230 gram olan alkol sarfiyatı 430 gramı bulmuştur. Fakat bu nispet diğer memleketlere nazaran şükredelim ki gene azdır. Fransa’da nüfus başına 12 – 13 litre düşmekte idi! Biz de şunu söylüyoruz: Yeşilay savaşı günün davası değil, yarının ve geleceğin problemidir. Yeşilay ancak gönüller kazanmak ve bilhassa içki düşmanı bir genç nesil yetiştirmekle hedefine varacağına inanmaktadır.”[19]

Yeşilay toplumun sağlığı için mücadelelerine devam ederken özellikle Türk gençliğini korumayı ülkü edindiğini Yeşilay’ın senelik kongresinde okunan şu rapordan anlaşılmıştır. Kongrede umumi kâtibin okuduğu raporun son cümlesi şöyle bitmiştir:

“Türk genci! İkinci vazifen alkol ve uyuşturucu maddelerden kurtulmak olacaktır.”[20]

SONUÇ

Türkiye Yeşilay Cemiyeti geçmişte olduğu gibi günümüzde de bağımlılıklar ile mücadelesine devam eden bir cemiyet olarak varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle 1-7 Mart Yeşilay Haftası olarak tüm yurtta kutlanılmaktadır. Cemiyet, bağımlılık çeşitleri arttıkça çalışma programlarını güncellemekte ve bu alanlarda çalışmalar yaparak toplumu bilinçlendirmeye çalışmaktadır. Değişen koşullar ve toplumdan gelen talepler neticesinde Yeşilay 2013 yılında tüzüğünde yaptığı değişiklikle bağımlılık alanında yürütmekte olduğu önleyici ve koruyucu çalışmalara tedavi ve rehabilitasyon faaliyetlerini de eklemiştir. Bu doğrultuda Yeşilay bünyesinde oluşturulan “Yeşilay Danışmanlık Merkezi (YEDAM)” 2015 yılının Temmuz ayında ilk olarak “Danışmanlık Hattı” ile hizmet vermeye başlamıştır.[21] Günümüzde ise yüz yüze tedavi imkânı sağlayan ve bu süreçte bağımlılıklardan arınmaya çalışanlara YEDAM Uzmanları tarafından psikolojik ve sosyal destek veren bir merkez olma konumundadır. 115 danışma hattından ücretsiz olarak randevu oluşturabilir ve yine ücretsiz olarak bu hizmetlerden milletimiz yaranabilmektedir.

Bu nedenle sevdiklerimizi korumak için sizlerde Yeşilay Cemiyeti’ne katılın çünkü Yeşilay bağımlılıkları hayata kazandırmak için var gücüyle çalışıyor.

 


[1] Kubilay Muhammet Özdemir, Giresun Üniversitesi Fen –Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Mezunu, kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com veya academia.edu

   E-Posta: benimtarihim1923@gmail.com

[2] “Yeşilay Tarihçesi”, https://www.yesilay.org.tr/tr/kurumsal/tarihce, Erişim Tarihi: 16.08.2021

[3] “Yeşilay Tarihçesi”, https://www.yesilay.org.tr/tr/kurumsal/tarihce, Erişim Tarihi: 16.08.2021

[4] Hatice Güzel Mumyakmaz, “Yeşilay Cemiyeti ve Faaliyetleri: Bağımlılıkla Mücadele, Sağlıklı ve Ahlaklı Nesiller Yetiştirme”, Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi Dergisi, 55 (1), s.370-371.

[5] “Türkiye Yeşilay Cemiyeti Tüzüğü”, PDF, s.2.

[6] “İçki Düşmanı Gençler” Cumhuriyet Gazetesi, 9.11.1936, s.2.

[7] “Türkiye Yeşilay Cemiyeti Tüzüğü”, s.4.

[8] Hatice Güzel Mumyakmaz, “a.g.m.”, s.370.

[9] Yeşilay – Ay Işığında 100 Yıl (100. Yıl Belgeseli), https://www.youtube.com/watch?v=Lq5PSm1CDFU, Erişim Tarihi: 16.08.2021

[10] “Yeşilay Mecmuası”, Cumhuriyet Gazetesi, 21.01.1944, s.4.

[11] Fahrettin Gökay, “Yeşilay 25 Yaşında”, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Mart 1945, s.2.

[12] “Yeşilay Tarihçesi”, https://www.yesilay.org.tr/tr/kurumsal/tarihce, Erişim Tarihi: 16.08.2021.

[13] Cevad Zekai Bili, “İzmir’de Yeşilay Cemiyeti”, Cumhuriyet Gazetesi, 30.05.1935, s.5.

[14] Erving Goffman, Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar, Heretik Yayınları, Çev: Ş. Genişli, L. Ünsaldı, S.N. Ağırnaslı, Ankara 2014, s.33.

[15] “İçki Düşmanları Yeşilay Cemiyeti Meyhanelerin Tahdidini İstemeğe Karar Verdi”, Cumhuriyet Gazetesi, 4.01.1932, s.2.

[16] İbrahim Zati, “Yeşilay Kongresi”, Cumhuriyet Gazetesi, 26.12.1937, s.2

[17] “Mühim Bir Cemiyet Derdi”, Cumhuriyet Gazetesi, 7.01.1941, s.1.

[18] Mazhar Osman, “Yeşilay Kongresi” Cumhuriyet Gazetesi, 26.12.1937, s.2

[19] Fahrettin Gökay, “Yeşilay 25 Yaşında”, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Mart 1945, s.2

[20] “Yeşilay Cemiyetinin Senelik Toplantısı”, Cumhuriyet Gazetesi, 16.01.1939, s.1-5.

[21] “Yeşilay Danışmanlık Merkezi YEDAM”, https://www.yesilay.org.tr/tr/kurumsal-projeler/yesilay-danismanlik-merkezi, Erişim Tarihi: 16.08.2021


25 Temmuz 2021 Pazar

DEDEAĞAÇ’DA KURULAN ABD ÜSSÜNÜN TÜRKİYE'YE ETKİSİ VE BASININ BAKIŞ AÇISI

 








Kubilay Muhammet Özdemir[1]

Türkiye son bir iki yıldır yavaş yavaş kuşatma altına alınmaktadır. Ancak doğru düzgün bu konu hakkında Türk toplumuna ve kamuoyuna bilgi verilmemiştir. Bunun nedeni görevi topluma, siyasete ve siyasilere yön vermek olan kimi köşe yazarları ile alanında uzman kişiler bu görevi yerine getirmemişlerdir. Çünkü bu köşe yazarları, köşelerinde hamaset yapmaktan başka bir şey üretmemiş ve hâlâ da üretmemeye devam etmektedirler. Aynı şekilde alanında uzman kişiler ise yakın durdukları siyasi cenahların politikalarına karşı acaba yanlış bir şey yapar mıyım? Endişesi ile olayları tam olarak aktaramamakta veya karartma yapmaktadırlar.

Bunun için bu yazıda amaçlanan toplumu, siyaseti ve siyasileri tıpkı sığınmacılar konusunda “Suriyeliler Meselesine Devletçi Bakış” yazımda uyarılarda bulunulduğu gibi bu konuda da bir takım uyarılar yapmak ilke edinilmiştir.  

Dikkat çekilmek istenen husus şudur:  Son iki yıldır ABD, Yunanistan’a önemli sayıda askeri üsler açmış ve buralara getirdiği askeri araç ve gereçlerle konuşlanmıştır.

Özellikle Yunanistan’ın Dedeağaç şehrine kurduğu üssü büyük bir cephaneliğe dönüştürmüştür. Pentagon, Türkiye’ye 30 Km uzaklıkta bulunan bu şehre Haziran ayı başında yapılan “Defender Europe 2021” tatbikatı için 400 tank, zırhlı muhabere araçları ve helikopterler sevk etmiştir. İki kargo gemisiyle boşaltılan bu askeri malzemelerden bir kısmı Balkanlardaki NATO tatbikatları için demiryolu ve karayolu ile Bulgaristan ve Romanya’ya da sevk edilmiş ve sevk edilmeyenler ise Yunanistan’da kalmıştır.[2] Yunanistan’da bulunan Dedeağaç Amerikan Üssü, ABD’nin ülkede kurduğu birçok üsten sadece birisidir. Diğerleri ise başta Dedeağaç olmak üzere Kavala, Selanik, Larisa, Stefanoviç ve Girit askeri üsleridir. Bu üslere aralıklı olarak askeri personel, araç ve mühimmat sevkiyatı yapılmaktadır.[3] Ayrıca ABD’nin Bulgaristan ile imzalanan on yıllık “Karşılıklı İşbirliği Yol Haritası”na göre ABD daimi olarak 2 bin 500 ABD askeri Bulgaristan’da kalacağı ve bu askerlerin ABD’nin Bulgaristan’da kullandığı 4 askeri üste konuşlandırılacağı belirtilmiştir.[4] 2019’da Yunanistan ile imzalanan protokol sonrasında Dedeağaç’ta üs kuran ABD, önce limanı büyütüp genişletmiş ardından bu bölgeye askeri helikopterler konuşlandırmıştır. Ayrıca ABD bölgeye Türkiye’yi de kapsamına alan Boğazlar ve Kuzey Ege adalarını tarayabilecek gelişmiş bir radar sistemi konuşlandırmıştır.[5]

Bu durum açıkça şunu göstermiştir ki ABD, Rusya’yı çevreleme politikası yaparken bir taraftan da Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp bölgedeki diğer bir güç olan Türkiye’yi saf dışı bırakmaya çalışmaktadır.

Çünkü Türkiye, Doğu Akdeniz mücadelesinde başta İsrail, Yunanistan, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Kesiminin bütün planlarını bozmuş ve Akdeniz’de kendisini Antalya’ya hapsetmek isteyenlere karşı Libya ile imzaladığı antlaşma sayesinde stratejik bir adım atarak rüzgârı tersine çevirmeyi başarmıştı. Bu durum ise başta ABD, Fransa ve bölgede çıkarları olan herkesi rahatsız etmiştir.


Resim: https://www.haber7.com/dunya/haber/3084453-abdnin-yunanistanda-kurdugu-us-sayisi-turkiye-icin-ciddi-tehdit

Görülen ihtimaller o ki ABD bu sebepten dolayı Dedeağaç’ı hem bir liman şehri olması nedeniyle hem de Çanakkale ve İstanbul Boğazlarına tehdit unsuru oluşturmak, bunun yanında buraya bir askeri üs kurarak Türkiye ile Batı Trakya Türkleri arasında bir tampon bölge oluşturarak bağlantıyı koparmayı hedeflemiştir. Ayrıca Romanya’da Köstence Üssü olan ABD, Yunanistan ve Romanya üzerinden yeni bir hat çizerek Türk boğazlarına stratejik önem kaybettirip Türkiye’ye daha az ihtiyacının olduğunu hissettirmek ve bu bölgede üstün güç unsuru olarak kendisinin olduğunu kabul ettirmeyi hedeflemiştir. Çünkü Romanya, ABD için biçilmiş kaftan durumundadır. Bunun nedeni Romanya, ABD’nin kullanımına hava sahasını dahi açmıştır. ABD’nin Romanya’da kurduğu Köstence Üssü ise Karadeniz’e açılmaktadır.

Tüm bunlarla beraber ABD, Uluslararası Hukuka aykırı davranmış ve Lozan Antlaşmasının “Ek Trakya Sınırına İlişkin Sözleşme”nin 1.Maddesi olan “Ege Denizi’nden Karadeniz’e kadar, Türkiye’yi Bulgaristan ve YUNANİSTAN’dan ayıran sınırların her iki yanındaki topraklar, aşağıdaki sınırlar içinde (Burada sınırları detaylı olarak açıklıyor. Bakınız Lozan Antlaşması Ek Trakya Sınır Sözleşmesi 2. Maddenin 1. ve 2. Paragrafı) ve yaklaşık olarak otuz kilometre genişliğinde olmak üzere, askerlikten arındırılacaktır.”[6]

Resim: https://twitter.com/TrDisPolitika

Yani bu maddeye göre Yunanistan, Türkiye sınırına 30 kilometreye kadar olan bölgeyi askerden arındırması gerektiği anlaşılmıştır. Dedeağaç ise Türkiye’ye 30 Km uzaklık[7] içerisindeki bu madde hükmüne girdiği için Amerika Birleşik Devleti başta olmak üzere Yunanistan, Uluslararası Hukuka uymayarak açıkça Lozan Antlaşması’nın bu maddesine aykırı davranmışlardır.  

Böylece Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin, Batı sınırlarının hemen az ötesinde Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya müttefikli bir küçük Amerika Birleşik Devletleri kurulmuştur. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti akılcı stratejiler üretmeli ve uluslararası alanda Yunanistan’ı ve Amerika Birleşik Devletleri’ni mâhkum ettirmelidir.



[1]Kubilay Muhammet Özdemir, Giresun Üniversitesi Fen –Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Mezunu, https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com/ veya https://ayvansaray.academia.edu/KubilayMuhammet%C3%96zdemir?from_navbar=true, İstanbul 2021

   E-Posta: benimtarihim1923@gmail.com

[2] “Bu Silahlar Sınırımızda: ABD Dedeağaç’a Tank Yığdı”, https://www.yenisafak.com/gundem/bu-silahlar-sinirimizda-abd-dedeagaca-tank-yigdi-3664066, Erişim Tarihi: 25.07.2021

[3] “ABD, Dedeağaç’a Yüzlerce Tank ve Zırhlı Araç Sevkiyatı Gerçekleştirdi”, https://www.ensonhaber.com/gundem/abd-dedeagaca-yuzlerce-tank-ve-zirhli-arac-sevkiyati-gerceklestirdi, Erişim Tarihi: 25.07.2021

[4] Ihvan Radoykov, “ABD Bulgaristan’da 2 Bin 500 Daimi Askeri Personel Bulunduracak”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-bulgaristanda-2-bin-500-daimi-askeri-personel-bulunduracak/2004813, Erişim Tarihi: 25.07.2021

[5] “Bu Silahlar Sınırımızda: ABD Dedeağaç’a Tank Yığdı”, https://www.yenisafak.com/gundem/bu-silahlar-sinirimizda-abd-dedeagaca-tank-yigdi-3664066, Erişim Tarihi: 25.07.2021

 

[6] Baki Sarısakal, “Lozan Antlaşması”, http://bakisarisakal.com/LOZAN.pdf, PDF, Erişim Tarihi: 25.07.2021

[7] Hasan Hız, “Türkiye’yi Dedeağaç’tan Kuşatma Planı: ABD’nin Üs Kurma Girişimleri Lozan’a Aykırı”, https://www.yenisafak.com/dunya/turkiyeyi-dedeagactan-kusatma-plani-abdnin-us-kurma-girisimleri-lozana-aykiri-3550573, Erişim Tarihi: 25.07.2021


Diğer Yayınlar