İlk
insanın yaratılışından itibaren toplum birçok siyasi, ekonomik ve toplumsal
sorunların getirdiği çeşitli sıkıntılarla uğraşmıştır. Nasıl ki insanlar
tarihte birçok sıkıntı ile uğraşmak zorunda olmuşlarsa günümüzde de çeşitli sıkıntılara
maruz kalmışlardır. Bu sıkıntılar insanların yaşadığı hayat tarzına göre
değişmekte olup stres, yalnızlık, ruhi bunalım gibi çeşitli problemlerle
karşılaşma ve onları aşmak içinde çeşitli yöntemler aramaktır. Bu arayışlar
genellikle sorunlardan kurtulmak, iç huzuru sağlamak amacıyla Hint ve Uzak Doğu
kaynaklı dinlerin yöntemlerine yönelmişler veya modern hurafecilerden, istismar
şebekelerinden medet umarak sorunlarını aşıp iç huzur bulabileceklerini
zannetmişlerdir. Oysa inandığımız yüce dinimiz olan İslam’ın inanç ve
ibadetlerine samimiyetle bağlı olan bir müminin bu tür yollara sapmasına hiç
gerek yoktur.[2]
Peki
sıkıntılarımızdan nasıl kurtulacağız ve iç huzurumuzu yani kalbimizi nasıl
feraha kavuşturacağız?
Öncelikle
şu bilinmelidir ki insanoğlunun yaratılarak dünyaya gönderilmesinin amacı
imtihan edilmek içindir. İnsanoğlu yaşadığı süreçte çeşitli imtihanlara tâbi
tutulur. Çünkü bu durum dünyada var oluşumuzun değişmez kuralıdır. Hayatımızda
olan her şeyle sınanırız. Misal verecek olursak zengin birinin fakirlikle,
sağlıklı bir bireyin hastalıkla kimisi evladıyla kimisi ailesiyle yani özetle
hayatın bin bir çeşit zorluklarıyla bizi yaratan Allah tarafından imtihana
çekiliyoruz. Hayatta olduğumuz sürede de bu imtihanlar sürecektir.[3]
Kur’an-ı
Kerim bu gerçeği bize Bakara Sûresi 155. Ayette şöyle bildirmiştir:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve
açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri
müjedele.”[4]
Mümin
olan bir insanın yükümlüklerini yerine getirebilmesi için musibetler ile
imtihan edilmesi kaçınılmazdır. Çünkü müminler inançları uğruna ne kadar
yükümlülüklere katlanırlarsa, inançlarının vicdanlarında kazanacağı değer o
oranda yükselir. Ancak katlanamazsa daha ilk darbede her şeyini feda edebilir.
Yani tamamen burada katlanılan bedel psikolojik bir bedeldir.[5] Bu
psikolojik bedele katlanamayıp intihar etme teşebbüsüne girişenler veya ölümü
temenni edenler olabilir, geçmişte de olmuştur. Bunu şu hadisten anlayabiliriz:
Enes (r.a.): “Hz. Peygamber
(s.a.s)’i: “Ölümü temenni etmeyiniz” diye
buyururken işitmemiş olsaydım, ölümü temenni ederdim” demiştir.[6]
Bu
yüzden başımıza gelen musibetlere psikolojik olarak dayanmak ve sabretmek
gerekir. Eğer insan başına gelen musibetlerin imtihan maksadına yönelik
olduğunu, kendilerine acı da olsa sonunda mükâfatlarının tatlı olduğunu düşünüp
sükûnet bulmaya çalışarak, taşkınlık yapmadan söz veya fiil halinde meşru
olmayan bir tepki göstermeden dayanırsa yaşadığı ruhi bulanımdan daha çabuk
kurtulacaktır. Şu da unutulmamalıdır ki musibetlere karşı sabır, sevap ve
derece olarak en üstün olandır.[7]
Ebû
Said el-Hudri (r.a.) ile Ebû Hureyne (r.a)’dan Hz. Peygamber (s.a.v.): “Müslüman
bir kimseye, bir diken batmasından varıncaya kadar zorluk, hastalık, üzüntü,
keder, eziyet ve tasadan bir şey başına gelirse, bunlardan dolayı Allah onun
günahlarından bir kısmını örtüp siler.” Buyurmuştur.[8]
Şu
da belirtilmelidir ki musibetlere karşı sevabın derecesi en büyük olduğu için
Allah başta peygamberler olmak üzere sâlih kullarına çokça musibet vermiş,
hatta bu musibetleri ağırlaştırmıştır. Yusuf aleyhisselâmın hayatı imtihan
yumağıdır. Aynı şekilde Eyyup aleyhisselâmın musibeti dillere destandır. Yahya
aleyhisselâmın boynu vurulmuş, babası Zekeriya aleyhisselâm başından aşağıya
testere ile biçilmiştir. Muhammed aleyhisselâtu vesselam yirmi üç senelik
nübüvvet döneminde kimsenin çekmediği cefalar çekmiştir. Diğer peygamberler de
musibetler görmüş ve zorluklarla karşılaşmışlardır. Fakat hepsi de sabredip en
yüksek derecede sevap almışlardır.[9]
Sabırla
ilgili Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetler vardır. “Ey İman Edenler Sabredin”[10],
“Allah Sabredenleri Sever”[11]
Kur’an-ı Kerim Bakara Sûresi 153. Ayette
ruhumuzu olgunlaştırmak, geliştirmek ve güçlendirmek için sabretmemiz
gerektiğini, Allah’a kulluğun, teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade
biçimi olarak aktif ve düzenli bir hayat için ise Namaz kılmamızı ifade eden
ayet şöyledir:
“Ey İman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin.
Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.”[12]
Çünkü
dünyanın türlü gam ve kederlerine, çeşitli acı ve ıstıraplarına karşı,
yanlarında seslerini duyan, dua ettiklerinde dualarına icabet eden Rablerini
bulacaklardır.
Çünkü
Allah kullarına “Şah damarından daha
yakın”[13]dır.
Yine Rabbimiz Mû’min Sûresi 60. Ayette şöyle demiştir: “Bana dua edin, duanıza cevap
vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde
cehenneme gireceklerdir.”[14]
Yüce
Allah bizlere kalplerimizin nasıl huzur bulacağını Ra’d Sûresi 28. Ayette şöyle
bildirmiştir:
“Onlar,
inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler
ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[15]
Seyyid
Kutub, “Fî ZZılâl-İl Kur’an da Rad Sûresi’nin 28. Ayetini şöyle açıklamıştır:
“Allah’ı anmakla mümin kalplerde
gerçekleşen bu huzur, gerçek ve köklü bir duygudur. Allah’a bağlı olmakla
birlikte, O’nun yakınında bulunduğumuzun, O’nun yanında ve himayesinde
güvencede olduğumuzu hissetmekle huzura kavuşacağımız bildirilmiştir. Bu
nedenle sınanmaktan hoşnut olup, belalara karşı sabırlı olmalıyız. Şu
yeryüzünde, Allah’a yakınlıktan doğan huzurdan yoksun olandan daha bedbaht
birisi olamaz. Çevresindeki evrenle ilgisini kesmiş olarak şu yeryüzünde
dolaşan birinden daha mutsuz, daha zavallı birisi olabilir mi? Çünkü o kişi,
her şeyin hâkimi olan Yüce Allah ile arasındaki bağ kopmuş ve yeryüzüne niçin
geldiğini ve neden gideceğini hayatta katlandığı şeylere neden katlandığını
bilmeyen birisi kadar mutsuz ve bedbaht birisi olamaz. Çevresinde yer alan her
şeyden ürken, sürekli korkarak yeryüzünde dolaşan birisi, bedbahtlığın
girdabından yüzmektedir. Çünkü kendisi ile diğer varlıkları birbirine bağlayan
gizli bağdan habersizdir.”[16]
Sonuç
olarak; Başımıza gelen olaylara sabredip Allah’a sığınıp ondan yardım isteyerek
dayanmalıyız. Ayrıca bu sabrın mükâfatının Allah katında çok olacağının
bilincinde olarak hayatımıza devam etmeliyiz.
[1] Giresun Üniversitesi Tarih
Bölümü ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Mezunu ve İstanbul
Ayvansaray Üniversitesi’nde tarih tezli yüksek lisans öğrencisidir. Yazılarını
kendi blogger sitesi olan https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com’da veya https://ayvansaray.academia.edu/KubilayMuhammet%C3%96zdemir’de yayınlanmaktadır.
İletişim adresi(benimtarihim1923@gmail.com)
[2] Abdülkadir Erkut, “Kalpler Allah’ın Zikri İle Huzur Bulur”,
Diyanet Aylık Dergisi, Sayı:362,
Şubat 2021, s.33
[3] Hasan Aral, “İnsanın Yaratılış
Gayesi ve Allah’a Karşı Görevleri”, https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=15610, Erişim Tarihi: 21.03.2021
[4] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi,
155. Ayet
[5] Seyyid Kutub, Fî Zılâl-İl Kur’an, Dünya Yayıncılık, Çev: Salih Uçan,
Vahdettin İnce, C.1, s.222
[6] Muhammed Fuad Abdülbaki, Müttefekun Aleyh Hadisler (Buhâri ve
Müslim’in İttifak Ettiği Hadisler) , Yeni
Şafak Kültür Armağanı, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, Hadis No: 1786, s. 706
[7] İmam Gazali, Kalplerin Keşfi (Mükâşefetu’l Kulûb), Yenişafak Kültür Armağanı, Çev:
Abdûlhalik Duran, İstanbul 2005, s.26
[8] Muhammed Fuad Abdülbaki, Müttefekun Aleyh Hadisler (Buhâri ve
Müslim’in İttifak Ettiği Hadisler) , Yeni
Şafak Kültür Armağanı, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, Hadis No: 1729, s. 687
[9] İmam Gazali, Kalplerin Keşfi (Mükâşefetu’l Kulûb), Yenişafak Kültür Armağanı, Çev:
Abdûlhalik Duran, İstanbul 2005, s.26
[10] Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran
Suresi, 200. Ayet
[11] Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran
Suresi, 146. Ayet
[12] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi,
153. Ayet
[13] Kur’an-ı Kerim, Kaf Sûresi, 16.
Ayet
[14] Kur’an-ı Kerim, Mü’min Sûresi,
60. Ayet