21 Mart 2021 Pazar

ALLAH’I ANAN KALBİN HUZURU

 



                                                                                            Kubilay Muhammet Özdemir[1]

İlk insanın yaratılışından itibaren toplum birçok siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların getirdiği çeşitli sıkıntılarla uğraşmıştır. Nasıl ki insanlar tarihte birçok sıkıntı ile uğraşmak zorunda olmuşlarsa günümüzde de çeşitli sıkıntılara maruz kalmışlardır. Bu sıkıntılar insanların yaşadığı hayat tarzına göre değişmekte olup stres, yalnızlık, ruhi bunalım gibi çeşitli problemlerle karşılaşma ve onları aşmak içinde çeşitli yöntemler aramaktır. Bu arayışlar genellikle sorunlardan kurtulmak, iç huzuru sağlamak amacıyla Hint ve Uzak Doğu kaynaklı dinlerin yöntemlerine yönelmişler veya modern hurafecilerden, istismar şebekelerinden medet umarak sorunlarını aşıp iç huzur bulabileceklerini zannetmişlerdir. Oysa inandığımız yüce dinimiz olan İslam’ın inanç ve ibadetlerine samimiyetle bağlı olan bir müminin bu tür yollara sapmasına hiç gerek yoktur.[2]

Peki sıkıntılarımızdan nasıl kurtulacağız ve iç huzurumuzu yani kalbimizi nasıl feraha kavuşturacağız?

Öncelikle şu bilinmelidir ki insanoğlunun yaratılarak dünyaya gönderilmesinin amacı imtihan edilmek içindir. İnsanoğlu yaşadığı süreçte çeşitli imtihanlara tâbi tutulur. Çünkü bu durum dünyada var oluşumuzun değişmez kuralıdır. Hayatımızda olan her şeyle sınanırız. Misal verecek olursak zengin birinin fakirlikle, sağlıklı bir bireyin hastalıkla kimisi evladıyla kimisi ailesiyle yani özetle hayatın bin bir çeşit zorluklarıyla bizi yaratan Allah tarafından imtihana çekiliyoruz. Hayatta olduğumuz sürede de bu imtihanlar sürecektir.[3]

Kur’an-ı Kerim bu gerçeği bize Bakara Sûresi 155. Ayette şöyle bildirmiştir:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjedele.”[4]

Mümin olan bir insanın yükümlüklerini yerine getirebilmesi için musibetler ile imtihan edilmesi kaçınılmazdır. Çünkü müminler inançları uğruna ne kadar yükümlülüklere katlanırlarsa, inançlarının vicdanlarında kazanacağı değer o oranda yükselir. Ancak katlanamazsa daha ilk darbede her şeyini feda edebilir. Yani tamamen burada katlanılan bedel psikolojik bir bedeldir.[5] Bu psikolojik bedele katlanamayıp intihar etme teşebbüsüne girişenler veya ölümü temenni edenler olabilir, geçmişte de olmuştur. Bunu şu hadisten anlayabiliriz:

Enes (r.a.): “Hz. Peygamber (s.a.s)’i: “Ölümü temenni etmeyiniz” diye buyururken işitmemiş olsaydım, ölümü temenni ederdim” demiştir.[6]

Bu yüzden başımıza gelen musibetlere psikolojik olarak dayanmak ve sabretmek gerekir. Eğer insan başına gelen musibetlerin imtihan maksadına yönelik olduğunu, kendilerine acı da olsa sonunda mükâfatlarının tatlı olduğunu düşünüp sükûnet bulmaya çalışarak, taşkınlık yapmadan söz veya fiil halinde meşru olmayan bir tepki göstermeden dayanırsa yaşadığı ruhi bulanımdan daha çabuk kurtulacaktır. Şu da unutulmamalıdır ki musibetlere karşı sabır, sevap ve derece olarak en üstün olandır.[7]

Ebû Said el-Hudri (r.a.) ile Ebû Hureyne (r.a)’dan Hz. Peygamber (s.a.v.): “Müslüman bir kimseye, bir diken batmasından varıncaya kadar zorluk, hastalık, üzüntü, keder, eziyet ve tasadan bir şey başına gelirse, bunlardan dolayı Allah onun günahlarından bir kısmını örtüp siler.” Buyurmuştur.[8]

Şu da belirtilmelidir ki musibetlere karşı sevabın derecesi en büyük olduğu için Allah başta peygamberler olmak üzere sâlih kullarına çokça musibet vermiş, hatta bu musibetleri ağırlaştırmıştır. Yusuf aleyhisselâmın hayatı imtihan yumağıdır. Aynı şekilde Eyyup aleyhisselâmın musibeti dillere destandır. Yahya aleyhisselâmın boynu vurulmuş, babası Zekeriya aleyhisselâm başından aşağıya testere ile biçilmiştir. Muhammed aleyhisselâtu vesselam yirmi üç senelik nübüvvet döneminde kimsenin çekmediği cefalar çekmiştir. Diğer peygamberler de musibetler görmüş ve zorluklarla karşılaşmışlardır. Fakat hepsi de sabredip en yüksek derecede sevap almışlardır.[9]

Sabırla ilgili Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetler vardır. “Ey İman Edenler Sabredin”[10], “Allah Sabredenleri Sever”[11]  Kur’an-ı Kerim Bakara Sûresi 153. Ayette ruhumuzu olgunlaştırmak, geliştirmek ve güçlendirmek için sabretmemiz gerektiğini, Allah’a kulluğun, teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi olarak aktif ve düzenli bir hayat için ise Namaz kılmamızı ifade eden ayet şöyledir:

Ey İman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.”[12]

Çünkü dünyanın türlü gam ve kederlerine, çeşitli acı ve ıstıraplarına karşı, yanlarında seslerini duyan, dua ettiklerinde dualarına icabet eden Rablerini bulacaklardır.

Çünkü Allah kullarına “Şah damarından daha yakın”[13]dır. Yine Rabbimiz Mû’min Sûresi 60. Ayette şöyle demiştir: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.”[14]

Yüce Allah bizlere kalplerimizin nasıl huzur bulacağını Ra’d Sûresi 28. Ayette şöyle bildirmiştir:

“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[15]

Seyyid Kutub, “Fî ZZılâl-İl Kur’an da Rad Sûresi’nin 28. Ayetini şöyle açıklamıştır:

“Allah’ı anmakla mümin kalplerde gerçekleşen bu huzur, gerçek ve köklü bir duygudur. Allah’a bağlı olmakla birlikte, O’nun yakınında bulunduğumuzun, O’nun yanında ve himayesinde güvencede olduğumuzu hissetmekle huzura kavuşacağımız bildirilmiştir. Bu nedenle sınanmaktan hoşnut olup, belalara karşı sabırlı olmalıyız. Şu yeryüzünde, Allah’a yakınlıktan doğan huzurdan yoksun olandan daha bedbaht birisi olamaz. Çevresindeki evrenle ilgisini kesmiş olarak şu yeryüzünde dolaşan birinden daha mutsuz, daha zavallı birisi olabilir mi? Çünkü o kişi, her şeyin hâkimi olan Yüce Allah ile arasındaki bağ kopmuş ve yeryüzüne niçin geldiğini ve neden gideceğini hayatta katlandığı şeylere neden katlandığını bilmeyen birisi kadar mutsuz ve bedbaht birisi olamaz. Çevresinde yer alan her şeyden ürken, sürekli korkarak yeryüzünde dolaşan birisi, bedbahtlığın girdabından yüzmektedir. Çünkü kendisi ile diğer varlıkları birbirine bağlayan gizli bağdan habersizdir.”[16]

Sonuç olarak; Başımıza gelen olaylara sabredip Allah’a sığınıp ondan yardım isteyerek dayanmalıyız. Ayrıca bu sabrın mükâfatının Allah katında çok olacağının bilincinde olarak hayatımıza devam etmeliyiz.



[1] Giresun Üniversitesi Tarih Bölümü ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Mezunu ve İstanbul Ayvansaray Üniversitesi’nde tarih tezli yüksek lisans öğrencisidir. Yazılarını kendi blogger sitesi olan https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com’da veya https://ayvansaray.academia.edu/KubilayMuhammet%C3%96zdemir’de yayınlanmaktadır.

   İletişim adresi(benimtarihim1923@gmail.com)

[2] Abdülkadir Erkut, “Kalpler Allah’ın Zikri İle Huzur Bulur”, Diyanet Aylık Dergisi, Sayı:362, Şubat 2021, s.33

[3] Hasan Aral, “İnsanın Yaratılış Gayesi ve Allah’a Karşı Görevleri”, https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=15610, Erişim Tarihi: 21.03.2021

[4] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 155. Ayet

[5] Seyyid Kutub, Fî Zılâl-İl Kur’an, Dünya Yayıncılık, Çev: Salih Uçan, Vahdettin İnce, C.1, s.222

[6] Muhammed Fuad Abdülbaki, Müttefekun Aleyh Hadisler (Buhâri ve Müslim’in İttifak Ettiği Hadisler) , Yeni Şafak Kültür Armağanı, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, Hadis No: 1786, s. 706

[7] İmam Gazali, Kalplerin Keşfi (Mükâşefetu’l Kulûb), Yenişafak Kültür Armağanı, Çev: Abdûlhalik Duran, İstanbul 2005, s.26

[8] Muhammed Fuad Abdülbaki, Müttefekun Aleyh Hadisler (Buhâri ve Müslim’in İttifak Ettiği Hadisler) , Yeni Şafak Kültür Armağanı, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, Hadis No: 1729, s. 687

[9] İmam Gazali, Kalplerin Keşfi (Mükâşefetu’l Kulûb), Yenişafak Kültür Armağanı, Çev: Abdûlhalik Duran, İstanbul 2005, s.26

[10] Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran Suresi, 200. Ayet

[11] Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran Suresi, 146. Ayet

[12] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 153. Ayet

[13] Kur’an-ı Kerim, Kaf Sûresi, 16. Ayet

[14] Kur’an-ı Kerim, Mü’min Sûresi, 60. Ayet 

[15] Kur’an-ı Kerim, Ra’d Sûresi, 28. Ayet 

[16] Seyyid Kutub, Fî Zılâl-İl Kur’an, Dünya Yayıncılık, Çev: Salih Uçan, Vahdettin İnce, C.6, s.362

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Diğer Yayınlar