Lozan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lozan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ağustos 2020 Pazar

TÜRKİYE’NİN EGE VE AKDENİZ MÜCADELESİ


Türkiye bu zamana kadar yurtiçi ve yurt dışı olmak üzere birçok sorunun üstesinden gelmeyi başardı. Tabi bazı sorunları öncelikli olarak ele aldı. Bazılarının ise zamanını bekledi. İçeride PKK ve FETÖ terör örgütleri ile uğraşan Türkiye, yurt dışında da bu terör örgütlerinin uzantıları ile uğraştı. Buna ek olarak yine yurt dışında Suriye, Filistin, Irak’ın Kuzeyi, Libya ve Doğu Akdeniz meseleleri ile uğraşmaya halen devam etmektedir.
Devletimizin tüm kamu kurumları Serv Antlaşmasını bir daha yaşamamak için savunma amaçlı dizayn edildi. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra devlet içerisinde kümelenmiş hainler tasfiye edilmeye başlayınca kamu kurumları daha çok işlerlik kazanmaya başlayarak kendini yeniledi. Bunun yanında Türkiye üzerine oynanan oyunların tehlikeli boyutunu görerek kamu kurumlarını yeniden yapılandırdı ve savunmadan taarruza geçti. Serv Antlaşmasının psikolojik korkusunu üzerinden attı.
 Böylelikle Türkiye zincirlerini 15 Temmuz 2016’da kırarak adeta dünyaya kafa tutmaya başladı. Sahada ve masada oyun değiştirici rolü üstlenmeye başladı. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe Kartal, Pençe Kaplan ve diğer Harekatlarıyla sınırlarımızdaki terör koridorları dağıtıldı. Terörle Mücadele yöntemlerimiz değişti ve 7 bin 500’ün üzerinde terörist imha edildi. Türkiye’yi Akdeniz’de sıkıştırmaya çalışanlara karşı Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşması yapılarak bölgede emelleri olanların planları suya düşürüldü. Suriye ve Libya’da olmak üzere iki düşük yoğunluklu savaş vererek Suriye’de DEAŞ’ı bitiren, PKK/YPG’ye karşı ağır darbe vuran Türkiye, Libya’da ise Hafter’i yendi.[1]
Ancak az öncede yukarıda bahsettiğim gibi bu sorunlarla uğraşırken hepsini aynı anda yapmadı. Acil sorunları çözerek diğer sorunları aynı anda birden çok cephede savaşmamak için ertelemek mecburiyetinde kaldı. Bundan 3 ay evvel şöyle bir ömgörü ortaya atmıştım. “Türkiye Libya meselesini tamamen hallettikten sonra bir gün yüzünü tam masasıyla Ege’ye dönecek ve o zaman Yunanistan ile ufak çaplı bir çatışma veya savaş yaşanacak. Ancak Türkiye bundan da başarılı bir şekilde çıkacak” demiştim. Kanaatimce bu öngörüm oluşmaya başladı.
Çünkü Yunanistan 1936’dan bu yana Ege Denizinde kendi başına buyruk hareket ederek Lozan Antlaşması’nı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni bulduğu her fırsatta ihlal ediyor. 1936’da Ege Denizindeki mil sayısını 3’den 6’ya çıkardı ve 1960’lardan bu yana ise adaları silahlandırmaya başladı. Günümüzde ise Libya’daki iç karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya’ya ait 39.000 Km2 deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye’yi Akdeniz’de enerji mücadelesinde yalnız bırakmaya çalıştı. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek Türkiye’nin yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak ihlalinde bulundu. Yunanistan burada sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türkiye’nin garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakkını ihlal etti. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km güneyindeki alanda kendi başına buyruk hareket ederek uluslararası enerji şirketlerine araştırma lisansı verdi.[2] Tüm bunlarla beraber her şeyi oldubittiye getirmek isteyen Yunanistan deniz milini 6’den 12’ye çıkarmaya çalışıp deniz hâkimiyet sahasını yüzde yetmiş oranında yükseltmeyi hedefliyor.[3] Yunanistan’ın tüm bunları yapmasındaki amacı ise Ege’yi tamamen bir Yunan gölü haline getirmektir. Bu da Türkiye’nin egemenlik haklarının tamamen Akdeniz’de ve Ege’de son bulması demektir. Ayrıca Marmara ve Akdeniz’i birbirine bağlayan Ege Denizi’dir. Bu yüzden Türkiye’nin deniz ticaretinin güvenliğinin sağlanabilmesi için de Ege’nin jeopolitik bir önemi vardır.[4] Bu yüzden Türkiye buradaki egemenlik haklarını da savunmak mecburiyetindedir. Zaten bu savunma hakkını Türkiye’ye yasal olarak Lozan Antlaşması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi veriyor.
Maddeye bakacak olursak; “Türkiye Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin başlangıç bölümünde bu sözleşmenin Lozan Barış Antlaşması’nın yerini alacağını belirtmişse de bu sözleşme Türkiye’nin güvenliği ve boğazlardan serbest geçişinin güvenliği açısından yapılmış olup Lozan Antlaşması’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olmayan maddeleri yürürlüktedir”[5] demektedir. Yani Yunanistan tamamen bu antlaşmaların dışında hareket etmeye çalışmaktadır. Tabi bunun karşılığı elbette verilecekti. Bu karşılığın verildiğini kısaca  o dönem görevini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak yapan Tümamiral Cihat Yaycı’nın “Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu 2019 Açılış Konuşması”ndan aynen aktarıyorum.

“Yunanistan’ın bu antlaşmaları çiğneyerek mevcut durumu kendi lehine değiştirip adalarda ABD’ye üs kazandırma ve Gayri Askeri Statüdeki Adaları askeri maksatlı kullanma yönündeki faaliyetlerine geçit verilmeyerek konu ulusal ve uluslar arası gündeme taşınacak şekilde tepki verilmiştir. Buna ek olarak tüm ikazlarımıza rağmen Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin haklarını hiçe sayan uygulamaları sürdüren GKRY’nin tek taraflı eylemlerine karşı da uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızın korunması için bazı tedbirler alınmıştır. Bunların başında 2011 yılında KKTC ile imzalanan kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması ile KKTC ve Türk Bakanlar Kurulu kararlarıyla TPAO’ya verilen ruhsatlar ve bu sahalarda yapılan araştırma faaliyetlerini sayabiliriz. Yunanistan ve GKRY tarafından gerek Türkiye, gerekse KKTC deniz yetki alanlarında yürütülmek istenen izinsiz araştırma faaliyetleri ilgili kurumların işbirliği ile engellenmiştir. Yabancı devletlerin deniz yetki alanlarımızdaki hukuk dışı faaliyetlerinin engellenmesine yönelik ilk devlet uygulaması 2002 yılında icra edilmiş, Akdeniz Kalkanı Harekâtının 2006 yılında başlatılmasıyla ülkemizin kararlılığı sürekli hale getirilmiştir. İlk devlet uygulamasının yapıldığı 2002 yılından itibaren, çoğunluğu Akdeniz Kalkanı Harekâtı kapsamında olmak üzere, 2016 yılına kadar 14 yılda toplam 14 geminin faaliyeti engellenmiştir. Bu noktada dikkatinize sunmak istediğim bir husus var. 14 yılda 14 geminin ikaz edilmesi/engellenmesi faaliyetimize karşılık 2017-2018 döneminde, yani sadece son 1 yıl içerisinde deniz yetki alanımızda izinsiz araştırma faaliyetlerinde bulunmaya çalışan farklı ülkelere ait 6 araştırma gemisi uyarılmış ve belki de en önemlisi sondaj yapmak üzere gelen bir gemi fiilen engellenmiştir. 2018 yılında Türk Deniz Kuvvetleri tarafından uluslar arası hukuka uygun olarak gerçekleştirilen bu fiili devlet uygulaması Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir sondaj faaliyetinin engellenmesi olarak tarihe geçmiştir. Bahse konu faaliyetler ile Cumhuriyet tarihinde görülmediği kadar deniz yetki alanlarımıza sahip çıkılmış ve izinsiz girişimler kararlılıkla önlenmiştir. Bu önlemler, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerinin korunması için gösterdiği ve göstereceği kararlılığın en somut örnekleri olmuştur. Deniz yetki alanlarındaki izinsiz faaliyetlerin engellenmesinin yanı sıra ulusal araştırma faaliyetlerinin müdahaleye uğramaksızın emniyetle tamamlanması için Deniz Kuvvetleri K.lığı tarafından destek ve himaye sağlanmaktadır. Bu kapsamda, Barbaros Hayrettin Paşa araştırma gemimiz 17 Ekim 2018’den itibaren Deniz Kuvvetleri gemilerimiz refakatinde Doğu Akdeniz’de araştırma faaliyetlerine başlamış, Yunanistan’ın engelleme girişimlerine müsaade edilmemiştir.”[6]
Bununla beraber Türkiye son bir ayda Umman, Nijer, Etiyopya ve Arnavutluk ile karşılıklı kritik adımlar atıldı. Libya’nın komşusu Nijer ile “Askeri Eğitim İşbirliği Antlaşması” imzalandı. BAE’nin komşusu, Körfez’in önemli ülkesi Umman ile yoğun temaslar kuruldu. Umman, BAE merkezli DAMAC şirketini ülkeden çıkardı. Mısır ile sorunlar yaşayan Etiyopya Türkiye’den destek istedi. Yunanistan’ın komşusu Arnavutluk ile de mali ve askeri işbirliği protokolü imzalandı.[7] Yunanistan ise buna karşılık Mısır ile Deniz Sınırı Antlaşması yaptı. Ancak bu antlaşmasının Türkiye açısından kıymetinin olmadığını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıkladı. Çünkü adalar dikkate alınarak deniz sınırı belirlenemez. Ayrıca bu antlaşma Türkiye’nin BM’ye bildirdiği deniz sınırlarını gasp ediyor.[8]  Türkiye Yunanistan’ın hukuksuz girişimlerine karşı çıkılarak Ege ve Akdeniz’deki varlığımızdan vazgeçmeyeceğini ilan ediyor ve bunun mücadelesini veriyor.




[1] Kubilay Muhammet Özdemir, “Fetö Terör Örgütü Kumpasları ve Masonlarla İlişkisi”, kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com, Erişim Tarihi: 08.08.2020
[2] Kubilay Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hamlesi”, Ortadoğu Gazetesi, 22 Aralık 2019
[3] İsmail Şahin, “Yunanistan’ın Libya Politikası”, Ortadoğu Araştırma Merkezi, Ankara, Haziran 2020, s.4
[4] İsmail Şahin, “A.g.m”, s.3
[5] Mehmet Kanat, “a.g.e.” s.54
[6] Cihat Yaycı, “Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu 2019 Açılış Konuşması” Girne KKTC,  11 Nisan 2019, s.1-9
[7] Sernur Yassıkaya, “Dört Stratejik Müdahale”, Yeni Şafak Gazetesi, 29 Temmuz  2020, s.1
[8] Akşam Gazetesi, 8 Temmuz Ağustos 2020, s.1

Diğer Yayınlar