Türkiye
bu zamana kadar yurtiçi ve yurt dışı olmak üzere birçok sorunun üstesinden
gelmeyi başardı. Tabi bazı sorunları öncelikli olarak ele aldı. Bazılarının ise
zamanını bekledi. İçeride PKK ve FETÖ terör örgütleri ile uğraşan Türkiye, yurt
dışında da bu terör örgütlerinin uzantıları ile uğraştı. Buna ek olarak yine
yurt dışında Suriye, Filistin, Irak’ın Kuzeyi, Libya ve Doğu Akdeniz meseleleri
ile uğraşmaya halen devam etmektedir.
Devletimizin
tüm kamu kurumları Serv Antlaşmasını bir daha yaşamamak için savunma amaçlı
dizayn edildi. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra devlet içerisinde
kümelenmiş hainler tasfiye edilmeye başlayınca kamu kurumları daha çok işlerlik
kazanmaya başlayarak kendini yeniledi. Bunun yanında Türkiye üzerine oynanan
oyunların tehlikeli boyutunu görerek kamu kurumlarını yeniden yapılandırdı ve
savunmadan taarruza geçti. Serv Antlaşmasının psikolojik korkusunu üzerinden
attı.
Böylelikle Türkiye zincirlerini 15 Temmuz 2016’da kırarak adeta dünyaya kafa
tutmaya başladı. Sahada ve masada oyun değiştirici rolü üstlenmeye başladı.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe Kartal, Pençe Kaplan ve diğer
Harekatlarıyla sınırlarımızdaki terör koridorları dağıtıldı. Terörle Mücadele
yöntemlerimiz değişti ve 7 bin 500’ün üzerinde terörist imha edildi. Türkiye’yi
Akdeniz’de sıkıştırmaya çalışanlara karşı Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge
Antlaşması yapılarak bölgede emelleri olanların planları suya düşürüldü. Suriye
ve Libya’da olmak üzere iki düşük yoğunluklu savaş vererek Suriye’de DEAŞ’ı
bitiren, PKK/YPG’ye karşı ağır darbe vuran Türkiye, Libya’da ise Hafter’i
yendi.[1]
Ancak
az öncede yukarıda bahsettiğim gibi bu sorunlarla uğraşırken hepsini aynı anda
yapmadı. Acil sorunları çözerek diğer sorunları aynı anda birden çok cephede
savaşmamak için ertelemek mecburiyetinde kaldı. Bundan 3 ay evvel şöyle bir
ömgörü ortaya atmıştım. “Türkiye Libya
meselesini tamamen hallettikten sonra bir gün yüzünü tam masasıyla Ege’ye
dönecek ve o zaman Yunanistan ile ufak çaplı bir çatışma veya savaş yaşanacak.
Ancak Türkiye bundan da başarılı bir şekilde çıkacak” demiştim. Kanaatimce
bu öngörüm oluşmaya başladı.
Çünkü
Yunanistan 1936’dan bu yana Ege Denizinde kendi başına buyruk hareket ederek
Lozan Antlaşması’nı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni bulduğu her fırsatta ihlal
ediyor. 1936’da Ege Denizindeki mil sayısını 3’den 6’ya çıkardı ve 1960’lardan
bu yana ise adaları silahlandırmaya başladı. Günümüzde ise Libya’daki iç
karışıklıklardan yararlanan Yunanistan, Libya’ya ait 39.000 Km2
deniz alanını işgal etmiştir. Aynı zamanda Yunanistan, Türkiye’yi Doğu
Akdeniz’de kışkırtmak ve arama faaliyetlerini durdurmak amacıyla Mısır ve
İsrail ile ittifaklar yapmakta ve Türkiye’yi Akdeniz’de enerji mücadelesinde
yalnız bırakmaya çalıştı. Buna mukabil Yunanistan, Girit kıyılarından Kuzey
Afrika’ya kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge belirleyerek Türkiye’nin
yasal hakkı olan Münhasır Ekonomik Bölgesinin bir kısmında hak ihlalinde
bulundu. Yunanistan burada sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türkiye’nin
garantörlüğünü yaptığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakkını ihlal etti.
Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın 400 km güneyindeki alanda kendi başına
buyruk hareket ederek uluslararası enerji şirketlerine araştırma lisansı verdi.[2] Tüm
bunlarla beraber her şeyi oldubittiye getirmek isteyen Yunanistan deniz milini
6’den 12’ye çıkarmaya çalışıp deniz hâkimiyet sahasını yüzde yetmiş oranında
yükseltmeyi hedefliyor.[3]
Yunanistan’ın tüm bunları yapmasındaki amacı ise Ege’yi tamamen bir Yunan gölü
haline getirmektir. Bu da Türkiye’nin egemenlik haklarının tamamen Akdeniz’de
ve Ege’de son bulması demektir. Ayrıca Marmara ve Akdeniz’i birbirine bağlayan
Ege Denizi’dir. Bu yüzden Türkiye’nin deniz ticaretinin güvenliğinin
sağlanabilmesi için de Ege’nin jeopolitik bir önemi vardır.[4] Bu
yüzden Türkiye buradaki egemenlik haklarını da savunmak mecburiyetindedir. Zaten
bu savunma hakkını Türkiye’ye yasal olarak Lozan Antlaşması ve Montrö Boğazlar
Sözleşmesi veriyor.
Maddeye
bakacak olursak; “Türkiye Montrö
Boğazlar Sözleşmesi’nin başlangıç bölümünde bu sözleşmenin Lozan Barış
Antlaşması’nın yerini alacağını belirtmişse de bu sözleşme Türkiye’nin
güvenliği ve boğazlardan serbest geçişinin güvenliği açısından yapılmış olup
Lozan Antlaşması’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne aykırı olmayan maddeleri
yürürlüktedir”[5]
demektedir. Yani Yunanistan
tamamen bu antlaşmaların dışında hareket etmeye çalışmaktadır. Tabi bunun
karşılığı elbette verilecekti. Bu karşılığın verildiğini kısaca o dönem görevini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak yapan Tümamiral Cihat
Yaycı’nın “Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu 2019 Açılış Konuşması”ndan
aynen aktarıyorum.
“Yunanistan’ın
bu antlaşmaları çiğneyerek mevcut durumu kendi lehine değiştirip adalarda
ABD’ye üs kazandırma ve Gayri Askeri Statüdeki Adaları askeri maksatlı kullanma
yönündeki faaliyetlerine geçit verilmeyerek konu ulusal ve uluslar arası
gündeme taşınacak şekilde tepki verilmiştir. Buna ek olarak tüm ikazlarımıza
rağmen Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin haklarını hiçe sayan uygulamaları
sürdüren GKRY’nin tek taraflı eylemlerine karşı da uluslararası hukuktan
kaynaklanan haklarımızın korunması için bazı tedbirler alınmıştır. Bunların
başında 2011 yılında KKTC ile imzalanan kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması
ile KKTC ve Türk Bakanlar Kurulu kararlarıyla TPAO’ya verilen ruhsatlar ve bu
sahalarda yapılan araştırma faaliyetlerini sayabiliriz. Yunanistan ve GKRY
tarafından gerek Türkiye, gerekse KKTC deniz yetki alanlarında yürütülmek
istenen izinsiz araştırma faaliyetleri ilgili kurumların işbirliği ile
engellenmiştir. Yabancı devletlerin deniz yetki alanlarımızdaki hukuk dışı
faaliyetlerinin engellenmesine yönelik ilk devlet uygulaması 2002 yılında icra
edilmiş, Akdeniz Kalkanı Harekâtının 2006 yılında başlatılmasıyla ülkemizin
kararlılığı sürekli hale getirilmiştir. İlk devlet uygulamasının yapıldığı 2002
yılından itibaren, çoğunluğu Akdeniz Kalkanı Harekâtı kapsamında olmak üzere,
2016 yılına kadar 14 yılda toplam 14 geminin faaliyeti engellenmiştir. Bu
noktada dikkatinize sunmak istediğim bir husus var. 14 yılda 14 geminin ikaz
edilmesi/engellenmesi faaliyetimize karşılık 2017-2018 döneminde, yani sadece
son 1 yıl içerisinde deniz yetki alanımızda izinsiz araştırma faaliyetlerinde
bulunmaya çalışan farklı ülkelere ait 6 araştırma gemisi uyarılmış ve belki de
en önemlisi sondaj yapmak üzere gelen bir gemi fiilen engellenmiştir. 2018
yılında Türk Deniz Kuvvetleri tarafından uluslar arası hukuka uygun olarak
gerçekleştirilen bu fiili devlet uygulaması Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir
sondaj faaliyetinin engellenmesi olarak tarihe geçmiştir. Bahse konu
faaliyetler ile Cumhuriyet tarihinde görülmediği kadar deniz yetki alanlarımıza
sahip çıkılmış ve izinsiz girişimler kararlılıkla önlenmiştir. Bu önlemler,
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve
menfaatlerinin korunması için gösterdiği ve göstereceği kararlılığın en somut
örnekleri olmuştur. Deniz yetki alanlarındaki izinsiz faaliyetlerin
engellenmesinin yanı sıra ulusal araştırma faaliyetlerinin müdahaleye
uğramaksızın emniyetle tamamlanması için Deniz Kuvvetleri K.lığı tarafından
destek ve himaye sağlanmaktadır. Bu kapsamda, Barbaros Hayrettin Paşa araştırma
gemimiz 17 Ekim 2018’den itibaren Deniz Kuvvetleri gemilerimiz refakatinde Doğu
Akdeniz’de araştırma faaliyetlerine başlamış, Yunanistan’ın engelleme
girişimlerine müsaade edilmemiştir.”[6]
Bununla
beraber Türkiye son bir ayda Umman, Nijer, Etiyopya ve Arnavutluk ile
karşılıklı kritik adımlar atıldı. Libya’nın komşusu Nijer ile “Askeri Eğitim
İşbirliği Antlaşması” imzalandı. BAE’nin komşusu, Körfez’in önemli ülkesi Umman
ile yoğun temaslar kuruldu. Umman, BAE merkezli DAMAC şirketini ülkeden
çıkardı. Mısır ile sorunlar yaşayan Etiyopya Türkiye’den destek istedi.
Yunanistan’ın komşusu Arnavutluk ile de mali ve askeri işbirliği protokolü
imzalandı.[7]
Yunanistan ise buna karşılık Mısır ile Deniz Sınırı Antlaşması yaptı. Ancak bu
antlaşmasının Türkiye açısından kıymetinin olmadığını Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan açıkladı. Çünkü adalar dikkate alınarak deniz sınırı
belirlenemez. Ayrıca bu antlaşma Türkiye’nin BM’ye bildirdiği deniz sınırlarını
gasp ediyor.[8]
Türkiye Yunanistan’ın hukuksuz
girişimlerine karşı çıkılarak Ege ve Akdeniz’deki varlığımızdan
vazgeçmeyeceğini ilan ediyor ve bunun mücadelesini veriyor.
[1] Kubilay
Muhammet Özdemir, “Fetö Terör Örgütü
Kumpasları ve Masonlarla İlişkisi”, kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com,
Erişim Tarihi: 08.08.2020
[2] Kubilay
Muhammet Özdemir, “Türkiye’nin Doğu
Akdeniz Hamlesi”, Ortadoğu Gazetesi,
22 Aralık 2019
[3] İsmail
Şahin, “Yunanistan’ın Libya Politikası”,
Ortadoğu Araştırma Merkezi, Ankara,
Haziran 2020, s.4
[4] İsmail
Şahin, “A.g.m”, s.3
[5] Mehmet
Kanat, “a.g.e.” s.54
[6] Cihat
Yaycı, “Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu 2019 Açılış Konuşması”
Girne KKTC, 11 Nisan 2019, s.1-9
[7] Sernur
Yassıkaya, “Dört Stratejik Müdahale”,
Yeni Şafak Gazetesi, 29 Temmuz 2020, s.1
[8] Akşam Gazetesi, 8 Temmuz Ağustos 2020,
s.1