Kubilay Muhammet Özdemir[1]
Günümüzde
başta gençler olmak üzere herkes aslında vaktini boş geçirmektedir. Öyle
lüzumsuz işlerle uğraşır olduk ki bu sebeple ilim öğrenmenin lezzetini kaçırır
olduk. Oysa ilim öğretmek ve öğrenmek ile meşgul olan kişiler Allah’ın katında
üstün bir yere sahiptirler. Çünkü Mücadele Süresi 11. Ayette şöyle
buyrulmaktadır:
“Ey iman edenler! Size meclislerde
yer açın denildiği zaman açın ki, Allah da sizde genişlik versin. Size kalkın
denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim
verilenlerin derecesini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.”[2]
Hz.
Muhammed (s.a.s.) ise ilim öğrenenlerin, öğrendiği ilimle amel edip onu
başkalarına öğretenlerin imrenilmeye layık kişiler olduklarını belirtmiştir.
Tam olarak Sahih-i Buhari 66. Hadiste geçen ifade şöyledir:
“Abdullah b. Mes’ûd (r.a.): Resûlüllah
(s.a.s.): Ancak iki konuda imrenme
vardır: Allah’ın, kendisine mal verip de bu malı hak yolda harcattığı kimse ile
Allah’ın kendisine ilim verip de bu ilimle hüküm veren ve bu ilmi öğreten
kimseye buyurdu demiştir.”[3]
İlmi
öğrenen kadar öğreten de büyük sevap alacağı hadislerde mevcuttur. İlim ancak
okumakla buna ek olarak eğitim ve öğretim ile elde edilmiştir. Bunun içinde bir
öğretmene ihtiyaç vardır. Bu yüzdendir ki öğretmenlik kutsal bir görevdir.
İslam’ın kutlu peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.) de bir öğretmendi. Efendimiz
bunu bizzat kendisi ifade etmiştir. İfade edilen hadis şöyledir:
“Bir
gün evinden çıkıp mescide giden Hz. Peygamber (s.a.s.), orada halka olmuş iki
toplulukla karşılaşmıştı. Bunların birinde Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua
ediyorlardı, diğerinde ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Sevgi ve rahmet
dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Resûl-i Ekrem: “Her biri hayır üzeredir.
Şunlar Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir,
dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve ilim öğretiyorlar. Ben de muallim
olarak gönderildim.” buyurdu ve onların halkasına katıldı. (İM229 İbn Mâce,
Sünnet, 17; DM357 Dârimî, Mukaddime, 32) Diğer bir rivayette de Resûl-i Ekrem
Hz. Âişe’ye: “…Allah beni sıkıntı verip zorlaştırıcı olarak göndermedi. Beni
ancak kolaylaştırıcı bir öğretmen olarak gönderdi.” (M3690 Müslim, Talâk, 29)
buyurarak, kendisini eğitici ve öğretici olarak tarif etmişti.”[4]
Nitekim Bakara Süresi 151. Ayette, Hz. Muhammed
(s.a.s.) Efendimizin eğitici ve öğretici özelliğine vurgu yapılmıştır.
“Nitekim
kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her türlü kötülükten arındıran,
size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber
gönderdik.”[5]
Aslında ilmin ne kadar önemli olduğunu tüm bu
kâinatı ve bizleri yaratan Yüce Allah’ın peygamberine ve onun ümmetine
gönderdiği ilk emirden anlayabiliriz.
“Bismillâhirrahmânirrahim,
1,2.
Yaradan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ‘alak’dan yarattı.
3.
Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.
4,5.
O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”[6]
Bu
yüzden “İlim tahsili her Müslüman erkek
ve kadın üzerine farzdır”[7]
Öncelikle
bir Müslüman’ın fıkıh ilmi, şeri’at ahkâmı ve dini hükümleri bilmesi gerekir ki
bu ilim, farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olmak üzere iki kısma ayrılmıştır.
Farz-ı
ayn’da; evvela doğru itikat yani inançları bilmektir. Dinin hükümleriyle
alakalı olan taharet, namaz ve oruç konularının bilinmesidir. Şöyle örnek
vermek gerekirse malı olanın zekâtla ilgili meseleleri veya hac farz olan
kimsenin hac hükümlerini bilmesi farzdır.[8]
Daha da açacak olursak bir Müslüman’ın, İslam ile ilgili temel meseleleri
bilmesi farzdır. İşte bu ilimleri bilmek için “İlmihal” okumak gerekir.
Fakat
bir kişinin bütün ilim dallarına çalışması mümkün olmadığı için herkesin
üzerine ilim farz olduğu düşünülemez. Tahsili her Müslüman’a farz olan ilim
hakkında âlimler çeşitli görüşler ortaya atmıştır. Bunlardan bazıları
şunlardır:
“Sindi (rahimetullah) bu yorumları
şöyle nakletmiştir; Abdullah İbni Mübârek (Radıyallahu Anh)dan bu hadisi
şerifin açıklamasını istediklerinde: ‘Hadisin manası halkın sandığı gibi
değildir. Maksat; kişinin dini bir mesele hakkında müşkilâtı olduğu zaman bunu
halletmek için soruşturup doğruyu öğrenmesinin farz olduğunu açıklamaktır’
demiştir.”[9]
“Beyzavi (Rahimehullah): ‘Buradaki
ilimden murad, kâinatın yaratıcısını tanımak, onun birliğini ve Rasûlüllah
(s.a.s)’in hak peygamber olduğunu bilmek ve namaz gibi farz olan ibadetlerin
nasıl ve ne gibi hükümler çerçevesinde icra edileceğine dair bilgilerdir ki
ancak bunları öğrenmek farzdır’ demiştir.”[10]
Farz-ı
kifaye’de ise; kişinin fetva verme derecesine hatta kitap ve sünnet’ten hüküm
çıkarabilme rütbesine ulaşıncaya kadar bu ilme çalışmasıdır. Fakat bu
topluluktan bir kişi veya daha çoğu bu derecede yetişirse diğerlerinden
farziyet ve sorumluluk kalkmış olur.[11]
Yani bir toplumda hafız yetişmişse herkesin hafız olmasına gerek yoktur. Çünkü
bu mesuliyet toplumun diğer üyelerinden kalkmış olur. Ya da matematik ilmini
öğrenen kişi yetişmişse herkesin matematikçi olmasına gerek yoktur. Çünkü bu mesuliyet
toplumun diğer üyelerinden kalmış olur. İşte buna farz-ı kifaye denilir. Ancak farz-ı
ayn toplumun tümüne farzdır. Burada inandığımız İslam dini ile ilgili temel
meselelerin bilinmesi durumu vardır. Ayrıca şunu da belirtmek gereklidir.
Dinimizde sorumlu olmak için akıllı olmak şarttır. İman ve ibadetlerde ilk
aranan şart akıldır. Aklı olmayanların dinin yüklemiş olduğu emirlerden sorumlu
değildir.[12]
İşte
buraya kadar anlattıklarım ilmin önemini ve bir Müslüman’ın üzerine farz olan
sorumlulukların neler olduğu belirtilmiştir. Bundan sonra günümüzde âlim kimdir
sorusunun cevabı bulunmaya çalışılacaktır.
Âlim
kimdir? Bu sorunun cevabını vermek aslında çokta kolay değildir. Her bilgi ve
birikim sahibi olan kişi âlim midir? Tabi ki âlim olmanın belli başlı kriterleri
vardır. Bilgi ve birikim sahibi olan kişiye elbette âlim denilebilir. Ancak bu
kişiye âlim denilebilmesi için bilgi birikimiyle beraber ilmiyle amil ve
bildiğini insanlarla paylaşmak şeklinde mühim özelliklerinin bulunması gerekir.[13]
Âlim’in bu özelliklerinin yanında bir başka özelliğinin daha olması lazımdır. O
da âlim’in bildiğini aktarmasıdır. Bunun aksi bir davranış kişinin bildiğini
gizlemesidir ki, bu durum İslam’da kesinlikle yasaklanmıştır. “Kim bildiği bir bilgiyi gizlerse, kıyamet
günü onun ağzına ateşten bir gem vurulur.”[14]
Bilginin
aktarılması için âlim’in bilinmesi gereklidir. Bu sebeple âlim olan kişi
kendisini gizlememelidir. Bilakis yaşantısıyla, sözleriyle ve davranışlarıyla
toplum içinde örnek bir şahsiyet olmalıdır. İnsanların kendisinden istifade
etmesi için bilgi sahibi olduğunu unutmaması gereklidir. Bunun aksini yapan
âlimin kendisini toplum içinde gizlemesi, toplumun ondan yararlanmasını
engellemek, ilmini gizlediği anlamına gelir.[15]
Ne
yazık ki bazı insanlar şan, şöhret, para kazanma hırsı için bilgisini sadece
kendisine kullanıp başkalarına ilmini gizleyip yardımcı olmuyor. Bazıları ise
toplum içinde, “Ben âlimim diyen cahildir” şeklindeki son derece zayıf bir
hadise dayanarak bilgi sahibi insanları anlamsız bir yargılama ve sindirmeye
itmiştir. Acluni bu hadisin açıklamasını şöyle yapmıştır: “Sahabeden ve
tabiinden birçok kişi ben âlimim derdi. Eğer bunu Hz. Peygamber (s.a.s.) yermiş
olsaydı, onlar böyle bir sözü asla söyleyemezlerdi.”[16]
Hatta Yusuf Süresi 55. Ayet’te: “Yusuf, beni ülkenin hazinelerine bakmakla
görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim dedi.” Hz. Yusuf
zamanın Mısır Kralı’na kendisini böyle takdim etmiştir.
Âlim
sıfatı sadece ilahiyat fakültesi mezunlarına atfetmemeliyiz. Bu yaklaşım İslami
ilimleri ve âlimleri akademik ve ilmi tartışmaların kenar mahallelerine
hapsetmiş ve kısırlaştırmıştır. Hangi ilim dalı olursa olsun, çalıştığı alana
İslami bir metot ve yaklaşımla bakan kişi İslam
âlimidir.[17]
Çünkü
“Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği şey vardır.”[18]
Ayrıca
İslam bir medeniyet dinidir. Bu nedenle bütün bilim dallarını kuşatıp,
şekillendiren bir görüşe sahiptir. Tarih boyunca da bu böyle olmuştur. Böyle
düşünüldüğünde geleneksel medrese sisteminin günümüzdeki mukabili bir bütün
olarak üniversitedir, yoksa sadece ilahiyat fakültesi değildir.[19]
İlahiyat Fakültesi’nin dışındaki alanları İslami ilim olarak kabul etmemek ve o
alanlarda çalışanları da İslam âlimi saymamak bir ikilem oluşturmaktadır. Yani
özel hayatlarında Müslüman, akademik hayatlarında seküler bilim insanı olarak
görülmektedirler. Bu duruma çözüm olarak onlarında İslam âlimi olarak görülmesi
ve akademik araştırma faaliyetlerini de İslami değerler ışığında yürütülmesi
gereklidir.[20]
Sonuç
olarak âlim, İslam’ın temel bilgilerini bildikten sonra başka bir alanda
uzmanlaşıp İslam âlimi olabilir. Ancak âlimler bilgisini toplumdan
saklamamalıdır. Âlimler ellerine geçen imkanlar dâhilinde ya kitaplar
almışlardır ya da öğrencilerine destek olmuşlardır.[21]
Kısaca ifade etmek gerekirse, âlim kişi aynı zamanda bir öğretmendir. Yani
ilmini toplum ile paylaşan bir lider, danışman, mürşit, rehber ve eğiticidir.
Bir peygamber varisi olarak âlim bütün toplum kesimlerine hitap eder.
Beşeriyetin ve içinde yaşadığı toplumun dini ve ahlaki gidişatından kendisini
sorumlu tutar. Tebliğ, tedris, irşat, vaaz, emri bil maruf ve nehyi anil münker
yapar. Fetvalarıyla topluma yön çizer. Âlimin muhatap kitlesi sadece talebeler
ve eğitilmiş insanlar değil, bütün halktır.[22]
[1] Kubilay Muhammet Özdemir, Giresun Üniversitesi Tarih Bölümü ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Mezunu ve İstanbul Ayvansaray Üniversitesi’nde tarih tezli yüksek lisans öğrencisidir. Yazılarını kendi blogger sitesi olan https://kubilaymuhammetozdeemir.blogspot.com’da veya https://ayvansaray.academia.edu/KubilayMuhammet%C3%96zdemir’de yayınlanmaktadır.
[2] Kur’an-ı Kerim, Mücadele Süresi,
11. Ayet
[3] Sahih-i Buhari, Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Hüner Yayınları, Çev: Abdullah Feyzi
Kocaer, İstanbul 2004, s.45
[4] “En Güzel Öğretmen, Hz. Muhammed
(s.a.s.)”, Diyanet Haber, https://www.diyanethaber.com.tr/gundem/en-guzel-ogretmen-hz-muhammed-sas-h2524.html, Erişim Tarihi: 07.03.2021
[5] Kur’an-ı Kerim, Bakara Süresi,
151. Ayet
[6] Kur’an-ı Kerim, Alâk Süresi,
1-5. Ayet
[7] İbnü Mace, Mukaddime:17, no:
224, 1/81; Taberani, el- Mu ‘cemü’l-Kebir, no:10439, 10/195, Beyhaki, Şu’abu’l-
iman, no:1666, 1667, 2/254); Aktaran; Ahmet Mahmut Ünlü, İman- İslam İlmihali, Tuana
Basın Yayın, Bas: 3, İstanbul 2015, s.3
[8] Ahmet Mahmut Ünlü, İman- İslam İlmihali, Tuana Basın Yayın, Bas: 3, İstanbul
2015, s.3
[9] Ahmet Mahmut Ünlü, a.g.e., s. 4
[10] Ahmet Mahmut Ünlü, a.g.e., s.4
[11] Ahmet Mahmut Ünlü, a.g.e. s.4-7
[12] Seyfettin Yazıcı, Temel Dini Bilgiler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 2016, s.190
[13] Cafer Karadaş, “Geçmişi Geleceğe Taşıyan İnsan: Âlim”, Diyanet Aylık Dergi, Say: 285, Eylül
2014, s.7
[14] Tirmizi, İlim 3; Ebu Davud, İlim
9; Aktaran: Cafer Karadaş, “Geçmişi
Geleceğe Taşıyan İnsan: Âlim”, Diyanet
Aylık Dergi, Say: 285, Eylül 2014, s.8
[15] Cafer Karadaş, “a.g.m.”, s.8
[16] Cafer Karadaş, “a.g.m.”, s.8
[17] Recep Şentürk, “Günümüzde İslam Âlimi Nasıl Yetişir”, Diyanet Aylık Dergi, Say: 285, Eylül
2014, s.19
[18] Ömer b. Hattab (r.a.):
“Resûlüllah (s.a.s.)’i: “Ameller
niyetlere göredir, herkese niyet ettiği şey vardır. Bu nedenle kimin hicreti,
elde edeceği dünyaya veya evleneceği bir kadına ise onun hicreti, hicret ettiği
şeye olur. Diye buyururken işittim” demiştir: Sahih-i Buhari, Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Hüner
Yayınları, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, İstanbul 2004, s.21
[19] Recep Şentürk, “a.g.m.”, s.19
[20] Recep Şentürk, “a.g.m.”, s.19
[21] Ebu Hanife ticaretten kazandığı
paralarla öğrencilerine burs vermiştir. Ebu Yusuf ölene kadar hocasının
yanından ayrılmamıştır. Ebu Sa’d es-Sem’ani ilim için yüz kadar şehir
dolaşmıştır. Abdullah İbn Mübarek yatsı vakti başladıkları ilim müzakerelerini
sabah ezanıyla bitirmiştir. Bakıllani gece yazdığı eserini sabah öğrencilerle
birlikte mütalaa ve tashih etmiştir. Muhyiddin İbn Arabi gibi yazdığı
risalesini sabah ezanıyla sonlandıran nice âlimler olmuştur; Recep Şemtürk,
“a.g.m.”, s.9
[22] Recep Şentürk, “a.g.m.”, s.19