1 Mayıs 2021 Cumartesi

TÜRKLERİN ANADOLU’YA GÖÇLERİ








Kubilay Muhammet Özdemir1

ÖZET

Göç bir milletin hafızasını etkileyen ve derin izler bırakan en önemli sosyolojik ve psikolojik olaydır. Bazı nedenlerden dolayı topluluklar göç edebilir. Türklerde iklim şartları, siyasi olaylar, ekonomik vb. olaylar nedeni ile bulunduğu bölgeleri terk edip dünyanın çeşitli yerlerine göç etmiştir. Bunlardan birisi de Anadolu’dur. Özellikle Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Anadolu’ya kitleler halinde giren Türkler bu bölgeyi yurt tutup vatanlaştırmaya başlamışlardır. Moğol saldırıları neticesinde onların önünden kaçan ikinci büyük kitlenin de gelmesiyle Anadolu’daki Türk nüfusu patlama noktasına gelmiştir. İşte bu makale de bu konulara değinilmiştir. Ayrıca Makalenin sonuç bölümünde her zaman tartışılan Anadolu’ya gelen Türkler ile yerli halkı karışıp homojen bir millet mi oldu? İddiasına da cevap da verilerek makale tamamlanmıştır.

Anahtar Kelimeler; Göç, Nüfus, Türkler, Anadolu, Selçuklu, Moğollar


GÖÇ

Milletlerin hafızalarında kalıcı izler bırakan göç, ilk insanın tarihiyle beraber başlayıp kıyamet kopana kadar da devam edecektir. Dolaylı olarak göç hadisesi yeryüzündeki yaşam döngüsünü belirleyecek ve şekillendirecek bir olgudur. Ayrıca, toplumsal değişme ve hareketliliğin oluşmasında önemli bir unsur olması sebebiyle din, dil, kültür, etnik ve demografik öğeleri de birlikte taşıyarak çeşitli coğrafi sahalarda yeni kültür, idari, siyasi teşekküller, etnik yapılar ve yeni milletlerin oluşmasına sebep olan önemli bir etkendir.

Göç yolları üzerinde bulunması ve stratejik konumu sebebiyle Anadolu coğrafyası güçlü devletlerin ve milletlerin sahip olmak istediği önemli noktalardan birisi olmuştur. Bu yüzden Anadolu’da birçok devlet kurulmuş ve yıkılmıştır. Bunun için yapılan her yeni arkeolojik kazı ve araştırmalar neticesinde farklı buluntular ortaya çıkmakta ve bu da bize Anadolu’daki çeşitli kültürlerin varlığını ispatlamaktadır.

Anadolu’yu yurt edinmek için en büyük mücadele Türkler ile Bizanslılar arasında olmuştur. Türklerin Bizans’ı 1071 Malazgirt Savaşıyla yenmesiyle birlikte Türk nüfusu Anadolu’ya akmaya başlamış ve bölgenin nüfusu Türklerin lehine dönüşmüştür. Bu göçler neticesinde Anadolu kalıcı bir Türk yurdu olmaya başlamıştır.

KISACA TÜRKLERİN GENEL GÖÇ HAREKETLERİ

Türkler bazı milletler gibi toplu olarak bir arada yaşamamıştır. Bu nedenle Türk tarihini incelemek zordur. Şüphesiz bunda Türklerin sürekli göç etmeleri ve dünyanın değişik yerlerine yayılmaları nedeniyle gittikleri mekânlar da yaşayış ve idarelerini incelemek zorlaştırmıştır. Türklerin bir kısmı bozkır tipi hayat yaşarken bir kısmı da yerleşik olarak yaşamıştır. Bir kısım bulunduğu coğrafyada siyasi nüfuzunu kaybetmişken diğer kısım ise başka milletlerin tarihleri ile iç içe girebilmiştir. Böylelikle Türkler birçok milletin de tarihin de izler bırakmıştır.

Hiç kuşku yok ki Türklerin bir millet olması da hiç kolay olmamıştır ve yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalmışlardır. Türklerin ilk yurtları ile alakalı birçok görüş vardır:

“Çin kaynaklarına göre (Altayların kuzeyi); Hammer, Vambery ve Oberhummer gibi düşünürlere göre (Kuzeybatı Asya- Tanrı Dağları arası); kültür tarihçilerine göre (İrtiş- Urallar arası, Altay-Kırgız Bozkırları, Baykal Gölünün Güneyi”2

Olduğunu dile getirmişlerdir. Bu kadar geniş sınırlar içerisinde büyük ve güçlü devletler kuran Türkler neden bu topraklardan göç etmek zorunda kaldılar bu sorulara cevap aramak gerekirse kısaca birkaç başlıkta toplayabiliriz.

Hemen şunu belirtmekte fayda var. Göçler rastgele yapılan bir toplumsal hareket değildir. Göçler ciddi nedenlere dayalı olmuştur. Hiçbir millet ve topluluk keyif için zorlu şartlara dayanarak göç etmez. Kuvvetli zaruretlerin olduğu apaçıktır.

İşte Türk topluluklarının da bu hareketlerini başlıklar halinde sıralarsak;

 

İktisadi Sebep; Fetih yolu ile ganimet elde edemeyince geçim sıkıntısı ve yokluk başlar bu nedenle başka imkânların olduğu yerlere göç etmeye başlarlar. Böylelikle göç edilen coğrafyanın el verdiği yerleri yurt edinip oraları kendilerine vatan kılarlar.

İklim Değişiklikleri; kuraklık nedeniyle hastalıkların artması, hayvanların yeterli otlak bulamaması gibi sebepler neticesinde göç edilmiştir.

Siyasi Baskılar; o dönemde gerek Çin gibi güçlü bir devletin olması ve Türklerin, Çinlilerin egemenliğinde yaşamak istememesi gerekse kendi aralarındaki boylar mücadelesi nedeniyle bağımsız yaşamak arzusuyla da göç edilmiştir.

Cihan Hakimiyeti Ülküsü; bütün Türkleri tek bayrak altında toplayıp dünyaya hakim olma düşüncesi sebebiyle de göç edilmiştir.

Bu yazılanları iki başlık halinde Ergünöz Akçora’nın eserinden naklen aldığım şu kısımla özetleyebiliriz;

“1- Fetih Yolu ile; bunda hareket noktası yeni bir vatan elde etmek olmuş. Yani belirli

gayelerden yoksun sırf macera olsun diye yapılan göçler olmamıştır. Bu göçlere hükümdar ve ailelerinin de katılmaları, onlara sıkı bir disiplin içinde hareket kolaylığı sağlamıştır. Ayrıca kutsal sayılan hanedan üyelerinin başta bulunmaları ve onlara duyulan saygı ve sevgi dolayısıyla hareket birliğini sağlamış, çeşitli coğrafi bölgelerde taşıdıkları misyon ve özellikleri rahatlıkla sergilemek imkanı bulmasını sağlamıştır.”3

“2- Sızma Yolu ile; ekonomik sıkıntılar içinde kalan Türk toplumları kendileri için yeni iş

imkanları aramak üzere çeşitli coğrafi mekanlara gitmeye başlamışlardır. Sağlam yapılı olan bu insanlar gittikleri yerlerde genelde paralı asker olmuş ve kendilerini sevdirip kabul ettirince daha sonra yenileri gelmeye ve zamanla büyük sayılara ulaşmayı sağlamışlardır.

Gizli göç olarak adlandırdığımız bu durum Türk toplumlarının bu bölgelere daha büyük göç imkanları ortaya koyarken bazen orada üstün kabiliyet gösteren Türkler askeri ve siyasi hayata hakim olmayı da başarmışlar ve devlet kurmaya yönelmişler, az bir sayı ile o toplumları yönetmeyi başarmışlardır.”4

 

Türkler dünyanın çeşitli yerlerine yayılmışlardır. Ancak bu yayılmalardan Anadolu baz alınırsa şöyle açıklamak daha doğru olacaktır.

Anadolu’ya ilk Türk akınlarını M.Ö. devirlerden 3000-2000 yıllarına kadar götüren tarihçiler varsa da genel kabul gören düşünüş 4.yüzyılın ikinci yarısına doğru Avrupa Hun Devleti’nin gerçekleştirdiğidir. Ayrıca Anadolu’da bulunan ilk Türk izlerine de Doğu Anadolu bölgesinde bulmak mümkündür. Çünkü birçok yer adı, günümüze ulaşan arkeolojik buluntular o bölgede bir Türk kültürünün olduğunu bize ispatlıyor. Anadolu’nun stratejik konumundan dolayı Asya ve Avrupa ile Kuzey Afrika’dan göç eden topluluklar fetih, ticaret ve göç amaçlı olarak Anadolu’da bulunmuşlardır. Selçuklu Türklerinden önce rastlanan Türk izleri de işte bu sebepledir. (Zoroğlu, 2002, s.194)

Anadolu’ya ilk akınları yapan Türkler, Batı Hunları’dır. Bu kitle Türkistan’dan göç ederek Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’ya doğru bir yol izlemişlerdir. Bu sırada önlerine çıkan Alan, Ostrogot ve Vizigotları yenip dağıtıp Avrupa Hun Devleti’ni kurmuşlardır. Bununla yetinmeyen Avrupa Hunları, Batı Roma ile Bizans’a seferler düzenleyip ele geçirmeye başladı (378). Daha sonra Balkanlar üzerinden Trakya’ya sefer düzenlediler. Hunların bir kısmı da Kafkasya’yı aşıp Anadolu’yu girmeye başladı (395). Erzurum, Karasu, Fırat, Malatya ve Çukurova’ya kadar geldiler. Ancak Urfa ve Antakya kalelerini kuşatmalarına rağmen almayı başaramadılar. Buradan Suriye’ye ve Kudüs’e yöneldiler ancak fazla kalmadılar. Sonra tekrar geldikleri yoldan dönerek kendi yurtlarına geri gittiler. Fakat akınlar burada sınırlı kalmadı. İki yıl sonra Bizans’ın içinde bulunduğu sıkıntılardan faydalanarak Anadolu içlerine tekrardan akınlar yaptılar. Fakat bu akınlar Anadolu’da kalıcı olmak için yapılmadı.5

Urfa Piskopusu Efraim Hunların Anadolu’ya yaptığı seferleri aynen şöyle tanımlar;

 

“Onlar Ye’cüc ve Me’cüc süvarileridir. Atları ile fırtına gibi uçarlar. Onlara hiç kimse karşı koyamaz.”6

Türklerin Anadolu’ya ikinci gelişleri Hunlardan sonra Sabar yada Sibirler denilen Türklerle olmuştur. Öncelikle Hunlara bağlı olan Sabarlar sınırlarını Doğu Avrupa’ya doğru genişleterek bağımsızlıklarını kazandılar. Öncelikle Sasaniler ile bir ittifak kurup Bazans’a saldırıp Kafkasya’nın Güney’ine kadar olan kısımları aldılar. Bunu izleyen süreçte Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya giriş yapıp Doğu ve Orta Anadolu’ya harekatlar düzenleyip ganimetler elde ettiler. Kayseri, Konya ve Ankara’ya kadar ilerleyip tekrar aynı yoldan geri döndüler. (Sevim, 2000, s.14)

Bunun yanı sıra Anadolu’ya giren bir diğer Türk Boyu ise Hazarlar’dır. Bizans’a karşı akınlar yapıp Anadolu’ya girip bölgedeki Arap Emirliklerini yıkmıştır. (Güzel ve Seferoğlu, 1986,s.38) Anadolu’ya sadece Kafkas bölgesinden değil Balkanlar üzerinden gelen Türk göçleri de vardır. Balkanlarda gelen Türklerle ilgili kısmı konunun bütünlüğü açısından Abdullah Kaya’dan naklediyoruz;

“530 yılında Bizans tarafından bozguna uğratılan Bulgar Türklerinin bir bölümü, Anadolu’ya geçirilerek Trabzon havalisi ile Çoruh ve Yukarı Fırat bölgelerine iskân ettirilmişlerdi.

Bizans imparatoru II. Justinyen ve Heraklius, Farslılar ile savaşmaları için Avar Türklerinden bir kısmını Balkanlardan Anadolu’ya getirerek doğuda İran sınırlarına yerleştirmişlerdi. Yine 755 senesinde Bizans İmparatoru V.Konstantinos, Bulgar Türkleri’nin bir kısmını Araplarla savaşmaları için Balkanlardan Anadolu’ya getirip Tohma ve Ceyhan havzalarına iskân ettirmişti. Bulgar Türklerinin dışında Avar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak Türkleri de Bizans ordusunda önemli hizmetlerde bulunmuşlardı. Bunlar Bizans tarafından Fars, Arap ve Ermenilere karşı topraklarını korumak üzere Balkanlardan Anadolu’ya geçirilip değişik yerlere iskân ettirilen Hıristiyan Türkleridir. Bu Türkler Anadolu’nun yerleşme tarihinde önemli rol oynamışlardır. Bunlar Oğuz Türklerinden evvel Anadolu’ya gelmiş buralarını yurt edinmişlerdi. Bu Türklerden Kuman-Kıpçakların Anadolu’ya gelişleri iki yoldan olmuştur. Gürcistan üzerinden Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’e yerleşenler ile Bizans tarafından sınırları korumak üzere Balkanlardan getirilenler. Değişik nedenlerden dolayı Anadolu’ya gelen Türklerin çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya iskân ettirilmişlerdi. 1065 senesinde Tuna nehrini geçen Uzların 600 bin, daha evvel güneye inen Peçeneklerin 800 bin kişi olmaları ve bunların Anadolu’ya yerleşmesinin iki asra yakın devam etmesi, Balkanlardan Anadolu’ya gelen Türklerin hiç de azımsanamayacak kadar çok olduğunu göstermektedir. Bizans, Balkanlardaki Hıristiyan Türkleri özellikle Müslümanlarla savaştırmak üzere hudut bölgelerine yerleştirmişti. Bundan dolayı Kapadokya ile Toros geçitlerinde Hıristiyan Türkler oldukça fazla bir yoğunluğa sahipti. Malazgirt Zaferi’nden sonra Müslüman Türklerle iç içe yaşayan bu insanlar dinleri olan Hıristiyanlığı ve dilleri olan Türkçeyi uzun süre korumuşlardı. Türkmen akıncılarının Anadolu kapılarına kadar uzanmasında, X. yüzyıldan önce diğer Türk kavimlerinin Anadolu’ya yapmış olduğu akınlarının payı büyüktür.”7


Böylelikle Anadolu’nun çok eski tarihlerden beri Türk yurdu olduğunu belirtmek ayrıca bu Türk kitlelerinin Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk kültürünün korunmasında ve Anadolu’yu koruyan bir tampon kitle konumunda olmasında önemli bir vazife üstlendiklerini söylemek yanlış olmaz.

 OĞUZ TÜRKLERİNİN ANADOLU’YA GELİŞ SÜRECİ

 Bu dönemde Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş sürecini incelemeliyiz. Çünkü bu dönemde Türkler Selçuklularla ile birlikte Anadolu’ya göç etmeye başladılar. Bu yüzden Selçuklu tarihi mühim bir nitelik kazanmaktadır. Devlete ismini veren Selçuk Bey Oğuz Yabgu Devletinde Sübaşı (Ordu Komutanı) görevindeydi. Zaten Selçuk Bey’in babası da yine aynı şekilde Oğuz Yabgu Devleti’nde Sübaşı idi. Selçuk Bey’i de kendi gibi yiğit bir asker olarak yetiştirdi.

Ancak Dukak8 ölünce Oğuz Yabgu hükümdarı babası gibi yetenekli olan Selçuk Bey’i henüz 18 yaşındayken Selçuk Bey’i Sübaşılığa getirdi. Ancak onun bu görevi gelmesiyle her geçen gün itibarını arttırması ve kurultayda Yabgu’nun belirlediği protokole göre değil de onun bir üst makamına oturması hükümdar ile Selçuk Bey’in arasını açmıştır.

Bu sebeple Selçuk Bey’in hayatı tehlikeye girince mahiyetini ve kendisine bağlı askerleri alarak Cend şehrine gelerek buraya yerleşti.9 Türkler ile İslam ülkeleri arasındaki sınırda bulunan Cend şehri yine Oğuz Yabgu Devleti’ne bağlı çoğunluğu Müslüman olan bir şehirdi. Selçuk Bey buraya gelince radikal bir karar alarak Müslümanlığı seçti ve burada varlığını koruma mücadelesi verdi. Selçuk Bey’in yaktığı bu mücadele ateşi daha sonra Arslan Yabgu ve torunları Tuğrul ve Çağrı Bey’ler ile daha da ileri bir noktaya taşındı. Maveraünnehir ve Horosan’da Karahanlı ve Gaznelilere karşı savaşıldı. Sonuç itibariyle Selçuklular; Gaznelileri Serahs’ta (1038) savaşıyla yenip devletin temelini attılar. 1040 Dandanakan Savaşıyla beraber resmen bağımsızlıklarını ilan ettiler.10

Selçuklu Beylerinin ilk hedeflerinden birisi de İslam aleminin birliğini ve bütünlüğünü korumak olmuştur. Çünkü İslam dünyası çeşitli idareciler yüzünden bölünmüş ve fetihler artık durmuştu. Bu nedenle devletin ilk sultanı Tuğrul Bey başta olmak üzere Alp Arslan ve Melikşah gibi Selçuklu sultanları bu gidişatı değiştirmek için büyük uğraşlar vermişlerdir. Bunun yanı sıra İslam dünyasının en büyük rakiplerinden biri olan Bizans’ı da unutmayarak idaresi altındaki Anadolu topraklarına akınlar düzenlemeyi de unutmadılar.

İLK SELÇUKLU AKINLARI

 

Selçuklu Devleti adını kurucusu Selçuk Bey’den almıştır. Aynı zamanda Selçuklular Oğuzların 24 boyundan Kınıklara mensuptur. Selçuklular 11.yüzyılda Ceyhun’u geçip Gazneliler ile mücadele edip İran ve Azerbaycan’ın bir kısmını ilhak ettiler. Özellikle Selçuk Bey’in Cend’e gelerek orada radikal bir karar alıp Müslümanlığı seçmesi ile beraber Oğuzlar İran’ın Batısı, Azerbaycan ve Anadolu’nun Doğu kısımlarına tamamen yerleşen Selçuklular, Doğu Anadolu’ya 1015-1020 yıllarında girmişlerdir. Bu giriş Tuğrul ve Çağrı Beyler ile birlikte olmuş ancak Anadolu’yu vatan Savaşı 1048’de Pasinler Savaşı ve ardından 1071’de Bizans’a karşı kazanılan Malazgirt Savaşıyla Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı. 1176’da yine Bizans’a karşı Miryokefalon Savaşı’nın kazanılmasıyla bu sefer Anadolu’nun tapusu alınmış oldu.

Konunun derinliğine girmeden önce Salim Koca’nın da yazdıklarımıza destek olması amacıyla eserinden bir bölümü nakletmeyi uygun görüyoruz;

“Dandanakan zaferiyle Türklüğün önüne İslam Dünyası, Malazgirt Zaferiyle de bütünüyle Anadolu açılmıştır.” Yine Salim Koca’dan alıntı yapacak olursak “Türkmen (Oğuz) kitleleri,

nasıl Dandanakan zaferinden sonra bir sel halinde İslam ülkelerine yayıldılarsa, aynı şekilde Malazgirt zaferinden sonra da tıpkı birbirini izleyen dalgalar halinde bölük bölük Anadolu’ya akarak, burada kendi hayat tarzlarına uygun buldukları sahalara yerleşmişlerdir.”11


Bu yeni topraklara akın edercesine gelen Türkler, Anadolu coğrafyasını besledikleri nüfus potansiyelleri ile Türkiye Selçuklu ve Osman İmparatorluğu gibi iki büyük devleti Türk ve dünya tarihine geçmesini sağlamıştır. Türklerin Anadolu’ya göç etmeleri Anadolu’nun

Türkleşmesi ve İslamlaşması açısından büyük önem teşkil etmiştir.


Özellikle 13.yüzyıl Anadolu için en önemli olay Moğol istilasıdır. Çünkü Moğollar geçtiği coğrafyada büyük değişiklikler getirmiştir. Yapıcı olmayan ama yıkıcı olan değişikliklerdir. Moğollar, Türkistan’da Türklere ağır baskılar uygulamıştır. Bununla da yetinmeyerek Anadolu’yu istila hareketlerine girişmiştir. Selçuklu Devleti ise bir sürü meseleler ile uğraşmak zorunda kalmıştır.

Bunlardan bazıları şunlardır; 1262’de Karamanlılar isyan ederek Konya üzerine yürümüşlerdir. 1276’da Moğollara karşı Hatıroğlu İsyanı çıkmıştır. 1277’de Mısır Memlük Sultanı Baybars’ın, Hatıroğlu’nu desteklemek için Anadolu’ya girip Kayseri’ye kadar gelmiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey 1277’de Konya’ya yeni bir sultan tahta çıkartma girişimi ile birlikte Cimri hadisesi gibi çeşitli siyasi, ekonomik ve sosyal çalkantılar meydana gelmesi devleti iyice çöküş sürecine sokmuştur. Moğol İstilaları Anadolu’da Türklüğün kalıcı olmasına vesile olmuştur. Çünkü Moğol istilalarından kaçan Türkler Anadolu’ya gelerek ikinci büyük çapta bir Türk göçüne sebep oldu. Bu göçler neticesinde Anadolu’daki Türk nüfusu diğer unsurların çok üzerinde bir oran oluşturmuştur.

Türklerin Müslüman olmaları Anadolu’da İslamiyet Türklükle yoğrulup Türk-İslam medeniyetinin gelişme göstermesine neden olmuştur. Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşması yeni gelen nüfusla daha da dinamik bir hal alarak kalıcı olma sürecine girmiştir. Çünkü 1243’de Moğollar ile yapılan savaşı Selçuklu’nun kaybetmesi ile devlet çöküş sürecine girmişse de uç noktalarda bulunan Türkmen komutanlar ve beyler tarih sahnesine çıkıp kendi beyliklerini kurmuşlardır. Böylelikle Anadolu’da yeni bir toplumsal yapı ile Türkleşme sürecine girmiştir (Turan, 1999, I:5; Turan, 2010:70-71).

Parçalanan Selçuklu Devleti’nden sonra beylikler bağımsızlıklarını ilan edip Anadolu’da nüfuzlarını arttırmıştır. Selçuklu Devleti’nin yönetimini ele geçiren Moğollar parçalanma sonucu oluşan bu beylikleri destekler görünmektedir. Moğol ordusunun beslenme ve zorunlu ihtiyaçlarını temini büyük bir ekonomik zorluk yaratmaktaydı. Halk vergiden belini doğrultamıyordu. Ayrıca Sultan Baybars da 1277 yılında Anadolu’daki bir Moğol ordusunu yok etmiştir. Bu durum Moğol Hükümdarı olan Abaka Han’ı kızdırmış böylelikle masum insanları katledilmesi emrini vermiştir. Selçuklu Devleti’nin Moğolların eline geçip aciz bir duruma düşmesi sonucunda “Uç Beyliklerini” doğal olarak savunma geçirmiştir.12

Uç Beylikleri, Moğollardan kaçan göçer Türkleri kendi yanlarına almak zorunda kalınca, onları yerleşme sahası bulmak için Bizans sınırlarına baskınlar yapılmıştır. Türkmen içinde beyliğinde barındırmaya çalışan uç beyliklerinden birisi de Osmanlı Beyliğidir. Buraya kadar anlattığım bu siyasal gelişmeler sonucunda Oğuz-Türkmen boylarının göç yönleri hep batı kısımları olmuştur. Böylelikle uçlardaki nüfus kitlesinin büyük bölümünü göçer Türkmenler oluşturmaktaydı. Osmanlı Beyliği’nin kuruluş yılı olarak gösterilen 1299’a kadar, Selçuklu Devleti’nin Anadolu’daki hakimiyeti iyice bittiğini gösteriyordu. 13

SONUÇ

Türkistan coğrafyasından başlayan göç hareketleri sonucunda dünyanın değişik yerlerine yayılan Türkler bu göç yollarından birini de Anadolu olarak tercih etmiştir. Her ne kadar Türklerin gelmesinden sonra bölge Haçlı, Moğol ve daha sonra Osmanlı’nın son yıllarında işgale uğrasa da Anadolu’yu günümüze kadar elimizde tutmayı başarabilmişiz.

Özellikle bir konuya temas etmek istiyorum. Türklerin Anadolu’ya geldiğinde buranın yerli halkı ile karışıp homojen bir yapı olduğu hakkında söylentiler var. Bu söylentilerin hepsi asılsızdır. Makalede de anlattığım üzere Türkler Anadolu’yu keşif amaçlı harekatlar yaptıklarında bölgenin boş olduğunu ve kendilerine karşı gelecek büyük bir güç olmadığını gördüler. Ayrıca Türkler Anadolu’ya göç etmeye başladıklarında aynı zamanda Anadolu’nun yerli halkı da Batı’ya doğru Türklerin önünden kaçarak yer değiştirdiler. Özellikle Moğollardan kaçan Türkmenlerde Anadolu’ya kitleler halinde gelince Anadolu’da bir Türk nüfusunun sıkışma durumu meydana geldi. Böylelikle Anadolu’nun yerli halkından kat ve kat nüfus sayısı olarak üstün bir topluluk oluşmuş oldu. Bu durumlara bakarak Anadolu’da yerli halk ile Türklerin bütünüyle karışıp homojen bir yapı oluştu iddiası asılsız olmuş olur.

Sonuç itibariyle yapılan göçler sonucu Anadolu yurt tutulmuş, Osmanlı’nın uyguladığı iskan ve ismalet politikası ile vatanlaştırılmış ve Türkiye Cumhuriyet’i döneminde yapılan nüfus mübadelesi ile son şekli verilmiştir.

DİPNOTLAR

1 Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul, 2020. (benimtarihim1923@gmail.com)

2 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s.48

3 Ergünöz Akçora, “Türk Tarihinde Göçler ve Önemli Sonuçları”, Bilig,2/Yaz’96, Ahmet Yesevi Üniversitesi

5 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s.70-73.

6 Abdullah Kaya, “Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme”, Ekev Akademisi Dergisi, Yıl:18, Sayı:59, Bahar-2014, s.214

7 Abdullah Kaya, “Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme”,

Ekev Akademisi Dergisi, Yıl:18, Sayı:59, bahar-2014, s.215

8 Ali Sevim ve Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1995, s.15

9 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s.147

10 Faruk Sümer, Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999, s.114

11 Salim Koca, Anadolu Türk Beylikleri Tarihi, Berikan Yayınevi, bas.2, Ankara, 2013,s.17

12 Ergin Ayan, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, say:13, Erzurum, 1999, s.278

     13 Ayan, a.g.m.,s.278


30 Nisan 2021 Cuma

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN BALKANLAR'DA İSLAM DİNİNİ YAYMA ÇABALARI

 

 






Kubilay Muhammet Özdemir1

ÖZET
 
Balkanlar tarihin en eski zamanlarından beri Türkler için önemli bir yer olmuştur. Balkanlara yerleşmeler Hunlar ile başlayıp çeşitli Türk boyları ile devam etmiştir. Daha sonradan Türk boylarının yerleşmesi Osmanlı ile devam etmiştir. Balkanlara kalıcı olarak yerleşmede Osmanlı’nın uyguladığı müthiş iskân politikası ve diğer politikaları ayrıca dervişlerin yapmış olduğu çalışmalar bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması açısından çok büyük önem arz etmiştir. Osmanlı’nın Balkanları fethetmesinden önce oraya giden dervişler halkı psikolojik olarak fethe hazırlayıp Hıristiyanların gönüllerini İslam’a ısındırmışlardır. Ayrıca stratejik noktalara kurdukları tekke ve zaviyelerde güvenliğin sağlanması açısından büyük önem taşımıştır. Bu makale de kuruluş devrindeki dervişlerden ve Balkanların fethiyle yada fethedilmeden önce oraya giden dervişler hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra Osmanlı’nın gücünü kaybetmesinden sonra ise Balkanların durumundan kısaca bahsedilip makale sonlandırılmıştır.
Anahtar Kelimeler; Türkler, Osmanlı, Balkanlar, Dervişler, İskân, İslam, Hıristiyan

 
 GİRİŞ
    Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlarda İslam’ı yayma çabalarına bakmadan önce Balkanların kısa bir tarihini değerlendirmeyi uygun gördüm. Çünkü Balkanlara ilk gelen Osmanlı Türkleri değildir. Balkanlardaki Türk varlığının başlangıcı ilk olarak Hun Türkleriyle başlamış ve Karadeniz’in kuzeyi istikametinden göç eden çeşitli Türk boylarıyla devam etmiştir. Hunlar ilk olarak 4.yy’da Asya bozkırlarından harekete geçip Alan’lara saldırmışlar ve onları mağlup ederek İtil Nehrini geçerek Batı yönünde ilerleyişlerini sürdürmüşlerdir.2 Avrupa Hunlarından sonra Balkan coğrafyasında önemli rol oynamış diğer Türk topluluğu Avarlardır.3 Orta Asya’dan Balkanlara yapılan Türk göçlerinin sonuncusu ve en büyüğünü yapanlar ise Peçenekler olmuştur.4 Ancak bazı kaynaklarda Osmanlı Balkanlara girmeden önce 7. ve 9.yy’da Kıpçak/Kumanların bölgedeki üstün tarihi rolüne değinmemiş ve yeterince vurgulanmamıştır. Kıpçak/ Kuman Türk boyu Dobruca’dan Akkerman’a kadar bu bölgelere yerleşmiş ve burada da Hıristiyanlığa geçmişlerdir. Bu boy Balkanlarda çeşitli hanedanlıklar kurmuşlardır. Bunlardan bir grup, 14.yy’lın ikinci yarsında Dobruca-Varna bölgesinde bir beylik kurmuştur. (Merkezi Kalliakra); Dobroviç ve bir Kuman adı taşıyan kardeşi Çolpan’ın Dobruca Beyliği, 1338’de I.Murat’a bağlanmış, 1393’de I.Beyazıt bu beyliğe Osmanlı topraklarına katmıştır. Deli Orman ve Varna’dan Tuna’ya kadar giden bu bölge Osmanlılardan önce gerçek bir Türk yerleşim alanı olmuştur.5 Kuzey Karadeniz bölgesinden gelen Türk boyları zamanla Hıristiyanlığı kabul ederek yerli Slavlarla karıştıkları halde, Anadolu’dan gelen Müslüman Türkler kendi din ve kültürlerini korumayı başarmışlardır.

    Anadolu’dan Müslüman olarak ilk Balkanlara yerleşen ise 1261’de Moğollardan kaçıp Bizans’a sığınan Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus olmuştur. İzzettin Keykavus ile birlikte Moğol idaresinden kaçan otuz-kırk Türkmen obası ve kutsal kişi olarak kabul edilen Sarı Saltık Baba’da gelmiş ve Bizans İmparatoru tarafından Kuzey Dobruca’ya yerleştirilmişlerdir (1263).6 Başta Müslüman Altın-Ordu(ya da Orda) Emir’i Nogay’ın himayesine giren bu  Türkmen grubu burada Baba Saltık kasabası kurmuşlardır. Ancak Nogay ölünce yerine gelen putperest Moğol Hanları zamanında Türkmenlerin bir kısmı Anadolu’ya geri döndüler.
Kalanlar ise yerli Kumanlarla karışıp Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bunlara Keykavus’un halkı anlamında Gagavuz denilmiştir.7 Osmanlı Türklerinden önce gelen Türk boylarını kısaca anlattıktan sonra Osmanlı’nın kuruşunda önemli olan etkenlerle devam edelim.

1. Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundaki Etkenler
    
 “Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselmesi üç temele dayanır. Bunlar; Türklerin Orta Asya’dan beri yaşattıkları örf, adet ve gelenekler, İslamiyet ile birlikte kazanılan kültür değerleri ve Ön Asya, Anadolu ve Rumeli’nde karşılaştıkları toplumlardan aldıkları kültür unsurlarıdır.”8
Kuruluş dönemi kaynaklarına baktığımız da Osmanlı Devleti’nin kurucularının son derece dindar insanlar olduğunu göstermektedir. Osman Gazi’nin, Şeyh Edebali’nin tekkesinde gördüğü rüya ve Kur’an’a karşı duyduğu derin saygı ve hürmet ile onun izinden giden Orhan Gazi, I.Murat ve diğer Osmanlı hükümdarlarının şeyh, müderris, derviş gibi âlim ve mutasavvıflara karşı gösterdikleri saygı ne nezaket Osmanlı medeniyeti hakkında bize bir fikir vermektedir.9 Bu yüzdendir ki Osmanlı yöneticileri Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve Balkanlara yerleşmesinde de maneviyata çok önemli katkıları olan dervişlerin aktif rolleri olmuştur. Doğuda Timur baskısı ile Anadolu’ya gelen Türkmen göçleriyle beraber bu bölgeye çok sayıda derviş de gelmiştir. Dervişler fetih ve iskan, sosyal hayat ve kültür hayatı üzerinde çok önemli etkiler bırakmışlardır.10 Osman Bey’in Bizans İmparatorluğu karısındaki fetih ve zaferlerinin arkasındaki Alp Gündüz’ü, Gazi Rahman’ı, Akça Koca’yı ve Köse Mihail gibi büyük gaziler kadar, İslam aleminin değişik yerlerinden gelen özellikle de Horasan’dan gelen Sadreddin Konevi’yi, Mevlana Celaleddin Rumi’yi, Dursun Fakih’i, Şeyh Edebali’yi, Ahi Evran’ı ve Şeyh İlyas Baba’yı gibi erenleri de görmek ve hissetmek lazımdır. Nitekim başta Osman Bey olmak üzere bütün Osmanlı padişahları görmüş ve hissetmiştir.11 
    
    Sultan Orhan Gazi’nin Bursa’yı fethedip Rumeli’ye yönelişinde Lala Şahin ve Hayrettin Paşa kadar Molla Davud-ı Kayseri’nin, Çandarlı Kara Halil’in, Karaca Ahmed’in ve Geyik Baba gibi önemli şahsiyetlerinde payları vardır. Sultan Murat Kosava’da destan yazarken yanında savaşan Gazi Evrenos, Kutlu Beğ, Kara Timurtaş ve Hacı İl Beğ’in öneminin olduğu kadar, Molla Muhammed Cemalüddin Aksarayi, Molla Fenari, Karaca Efendi ve Şeyh Hacı Bektaş gibi velilerinde manevi anlamda önemi ve katkıları vardır.12 Osmanlı Devleti’ne yönetimin, paşaların bir şeyler kattığı kadar din ehli adamların da devletin yükselmesinde, genişlemesinde ve gittiği yerde tutunmasında önemli rol oynadığı aşikârdır.
 
2. Balkan Adı ve Osmanlı’nın Balkanlara Geçişi

    Bugün Balkanlar olarak bildiğimiz coğrafyanın daha önceden beri bu isimle zikredildiği zannedilir. Halbuki iki yüz yıl evveline kadar kime bu adı bilmiyordu. Osmanlı Devleti’nin bu bölge için kullandığı kelime daha ziyade “Rum-eli” dir. Rumeli Osmanlıların Balkan yarımadasına verdikleri coğrafi addır. “Osmanlı Türkleri, Balkanlar için Rum-ili adını “Romania”dan aldılar ve Anadolu’ya karşı denizin ötesinde Bizanslılardan fethettikleri bölgeler için kullandılar.”13 Balkan adını ise, batıdan doğuya uzanan ve Bulgaristan’ı ikiye bölen dağ silsilesinden almıştır.14

    Osmanlı Türklerinin Balkanlara ana geçişi Orhan Gazi zamanında başlamıştır. Bizans İmparatoru Kantakuzen, Paleologus ailesiyle tutuştuğu taht kavgasında ayrıca Sırplara karşı koyma düşüncesiyle Orhan Gaziye yakın olmak istemiştir. Zaten bu kızı Theodara’yı sonradan Müslüman olup isim değiştiren Nilüferi Orhan’a zevce olarak vermesi de bu siyasetin bir parçasıydı15. Aydınoğlu Umur Bey’in taktiği ile Bizans tahtı için Trakya’da savaşan Kantakuzen ile ittifak yaparak 1340’larda 300 gemiyi bulan donanmasıyla İzmir’den başlayarak Balkanların her tarafına akınlar düzenlemeyi başardı. Dobruca ve Arnavutluğa kadar ilelerdi. 1344’de Batı Haçlıları İzmir Kalesini alıp onun denize çıkmasını önlediler. O zaman da Batı Anadolu’dan gelen gaziler, Balkanlara geçmek için bir başka yol olan Çanakkale Boğazına yöneldiler. O tarihte Osmanlılar Karesi’ye yerleşmişlerdi. Osmanlı ülkesi böylece bir hareket üssü konumuna geldi.16 Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa, Kantakuzen’in müttefiki olarak defalarca Trakya’ya geçti ve sonunda Kantakuzen’in ona kışlaması için verdiği Cinbi Kalesinde yerleşip kaldı. Gelibolu’daki en önemli yer olan Bolayır’ı aldı ve Anadolu’dan hızlıca geçirdiği Türkmenleri, yapacağı akınlar için orada örgütledi.17 İki yıl sonra 1354’de 1 Martı 2 Mart’a bağlayan gece gerçekleşen şiddetli bir deprem Gelibolu Surlarının bir bölümünü yıktı. O sırada askerleriyle birlikte Biga’da bulunan Süleyman Paşa, Gelibolu’ya gelip yıkılan duvardan içeri sızarak bölgeyi ele geçirdi. Böylece deprem Osmanlı askerlerine Balkanların kapısını açmış oldu.18 Ayrıca Balkanların Doğu ucuna da yerleşmiş oldular. Bu tarihlerden sonra Doğu Balkanlar, Trakya’dan Balkan dağlarına kadar olan bölge 1360-1370 yılları içinde Osmanlı yönetimine geçmiştir. Bu fetih I.Murat tarafından ve birçok imaretleri olan Lala Şahin Paşa’nın komuta ettiği ordularla başarılabilmiştir.19
    Fatih’e kadar İslamlaşma süreci Balkan dağları güneyinde ve kuzeydoğusunda olmuştur. Bu İslamlaşmada etkili olan Anadolu’dan gelen göçmenler ve onların kurmuş olduğu köy ve kasabalar sayesinde olmuştur. Yine Fatih Sultan Mehmet’in Konstantinopol’ü 1453’de fethederek İstanbul’a dönüştürmesinden sonra Batı Balkanlarda olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, Balkanlarda devşirme usulü uygulayarak din değiştirme yolu ile Balkan Hıristiyanlarının İslam’a geçmesini hızlandırmıştır. Çünkü Müslüman olan Balkan Hıristiyanlarını yönetici sınıfa dâhil etmiş ya da merkezi hükümete bağlı ve kendi emrinde çalışacak bir askeri sınıf oluşturmuştur. Fatih’in Balkan İslam’ına en büyük katkısı ise 1463- 1478’de Arnavutluk ve Bosna’yı fethederek buradaki halkın Müslümanlaşmasını sağlamasıdır.20

3. Osmanlı Devleti’nin İskân Politikası

     Osmanlı Devleti gerçekleştirdiği fetihler ve devşirme sistemini uyguladığı kadar iskân politikalarıyla da bölgeyi Müslümanlaştırmayı sürdürdü. Osmanlı’nın iskân politikalarına kısaca değinmekte fayda görüyorum. Özellikle 14.yüzyılda Balkanlarda yoğun bir Türk iskânı kendini göstermeye başlamıştır.21  Osmanlı elde ettiği ana bölgelerin stratejik konumu yüksek yerlere güvendiği kendi halkını yerleştirmiştir. Bu yerleşme yerleri aşağı yukarı Gelibolu’dan Filibe’ye kadar uzanmaktaydı. Bu bölgeye yerleşen halkın büyük çoğunluğu Müslüman Türklerdi. Zaten yerleştikleri yerlerde fazla yerli halk yoktu. 1186-1380’lere kadar ayakta kalan II.Bulgar Devleti’nin varisleri olan üç Kral arasındaki taht kavgaları bölgeye ekonomik ve nüfus açısından büyük zararlar vermişti. Karesi(Balıkesir) bölgesinden gelen bir grup Müslüman Türk aşireti 1357’de Gelibolu’ya ve Hayrabolu’ya iskân edilmiştir.22
    
    1361’de fethedilen Edirne 1365’de devletin başkenti konumuna gelmiştir. Bunda böyle de Osmanlılar, Rumeli’yi gerçek yurtları olarak saymaya başlamışlardır.23 Osmanlı Devleti, Rumeli’de ilk fütuhata başladığı andan itibaren, ele geçirdiği şehir ve köylerde sistemli bir iskân politikası takip etmiştir. Osmanlı fetihleri devam ederken kırsal yörede yaşayan Hıristiyan halk Balkanlar’ın iç bölgelerine ve dağlık yerlere çekildiler. Böylelikle onların boşalttığı yerlere ise Anadolu’dan gelen Türkmen nüfus getirilmiştir. Bu göç hareketi ise ise daha çok Bulgaristan’a doğru olmuştur.24 Doğu Bulgaristan, Meriç ve Dobruca hızla Türkleşen bölgelerdir.25 Bunun yanında Osmanlıların Hıristiyanlarla yaptıkları gaza ve cihatta başarılı olmaları İslam dünyasının sempatisini kazanmış bu sayede de Osmanlı topraklarına büyük nüfus göçleri olmuştur.26 Osmanlı iskân politikalarını yerinde ve tutarlı bir şekilde uygularken aynı zaman da bölgeye giden dervişlerde bölgenin İslamlaşmasında çok önemli roller oynamıştır.

4. Dervişler

     Dervişler tıpkı Anadolu’da olduğu gibi Balkanlarında Türkleşmesi ve İslamlaşması açısından çok büyük işler yapmışlardır. Ancak bu kısımda önce Osmanlı’nın kuruluşunda vefethettikleri bölgelerde Türkleştirme ve İslamlaştırma çalışmaları yapan dört zümreden bahsederek Balkanların İslamlaşması konusuna geçmek kanaatimce daha uygundur. Anadolu Beyliklerinden ve İslam dünyasının çeşitli yerlerinden ilim ve fikir adamları, gaziler, esnef ve sanatkarlar (ahiler), dervişler gibi her sınıftan insanlar Osmanlı topraklarına gelerek devletin kurulmasında ve gelişmesinde görev almışlardır. Bu kişiler Aşıkpaşazade Tarihinde Osmanlı’nın kuruluşunda dört zümreden bahsedilir. Bunlar Gaziyân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum, Abladalân-ı Rum ve Bacıyân-ı Rum’dur. Yani Anadolu gazileri, ahileri, abdalları ve kadınları demektir.27

4.1. Gaziyân’ı Rum: Gaziyân-ı Rum adı uçlarda, Bizans ile mücadele eden dini ve askeri teşkilatı ifade eder. Bu gazilerimizin temeli Tuğrul Bey ve Sultan Alparslan’a kadar gitmektedir.28 Alpler diye de bilinen bu kişiler, Türkler Müslüman olduktan sonra “Gazi” unvanını alır. Ancak yer yer Anadolu Selçukluların da kullanıldığı gibi Alp unvanını kullanmaya devam ettikleri de görülür. Ayrıca Re’is’ül-Fityân, ayyârların başı veya sipâhsâlâr’ı gâziyân da denilmektedir.29
4.2.  Ahiyân-ı Rum: Fütüvveti geliştiren ve özelikle Anadolu’da yayılmasını sağlayan kişilerdir. Moğolların istilası ve bazı iç isyanlar sebebiyle Müslüman Türklerin birliği bozulmuş ve halk önemli ölçüde tedirgin olmuştu. İşte böyle sıkıntılı bir dönemde halkı birbirine bağlayıp sevdiren ve yeniden birliği tesis eden manevi liderler ortaya çıkmıştır.
Bunlar; Mevlana, Yunus Emre ve Ahi Evran gibi ileri gelen manevi şahsiyetlerdir. Ahi Evran esnafın birlik ve beraberliğini zaviye ve tekkeleri birer meslek kuruluşları haline getirerek bu görevi en iyi şekilde ifa etmiştir.30 Osman Gazi kılıcını ahi usulüne göre kuşanmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da Ahilerin rol aldığı Osmanlı vakâyinamelerinde biliyoruz. Zira burada Osman Gazi’nin Şeyh Edebâli’nin kızıyla evlendiği anlatılır. Devletin kuruluşunda önemli yeri olan bu şahsiyet Ahilerin ileri gelenlerindendir. Nitekim Orhan Gazi’nin kendisinin de bir Ahi olduğu kaynaklarda zikredilir.31

4.3.  Abdalân’ı Rum: Bunlara Horasan erenleri de denir. Osmanlı kaynaklarında zikredilen “Abdal” ve “Baba” lakabını taşıyan ve ilk Osmanlı sultanlarıyla beraber harplere katılan tahta kılıçlı ve cezbeli dervişler bu guruba girdiği gibi aynı zamanda maneviyat erenleri gurubuna da girmiştir.32 Ayrıca fethedilen yerlerin şenlendirilmesi yine Abdal’lar sayesinde olmuştur. Abdal’lar gezgin bir gurup olduğu için, Bizans sınırına ve Osmanlı Beyliğine geçmişlerdir. Bunlar güçlü bir sufi akımı olan Kalenderiliğe mensupturlar. Abdalân-ı Rum zümresinin hakim sûfi çevresini Vafailer oluşturmuştur.33

4.4. Bacıyân-ı Rum: Bacıyân-ı Rum tabiri uç beyliklerindeki Türkmen obalarının cesur hanımlarını kast edebileceği gibi, hanımlara ait tekke mensupları da kastedilmiş olabilir.34 Türkmen kadınların kurduğu ve Baciyan-ı Rum olarak bilinen teşkilat da Ahilik teşkilatının bir kadın kolu mahiyetindedir.35

5. Dervişlerim Balkanlara Geçmesi ve İslamlaştırması
 
    Osmanlı fetihlerinin Balkanlarda hızlı yayılmasının en önemli sebepleri arasında, Türkistan’da doğan, Anadolu’da gelişen ve olgunlaşan tasavvufi düşüncenin temsilcileri olan tarikat şeyhleri ve halk ile yakın temasta bulunan dervişlerin icraatları gösterilebilir.36Osmanlı yönetimi dervişleri yeni fethedilen yada fethedilecek bölgelere yönlendirilmiştir. Bu zümreler ve dervişler; Yesevi, Haydari, Kalenderi, Hurûfi, Bektaşi ve Melami meşrep tarikat mensuplarıdır. Osmanlı yönetimi bu zümreleri ve dervişleri fethedilen veya fethedilecek topraklara kendi otoritelerinin meşruiyetini sağlamak için kuruyup kollamıştır. Ayrıca onlara yeni fethedilen topraklarda mülkler vermiş, vakıflar kurumuş veya kurulan vakıfları vergiden muaf tutarak gerçekçi bir siyaset izlemiştir.37 Öte yandan Osmanlı döneminde, Rumeli’nin tamamında; Gelibolu yarımadası, Edirne, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Makedonya, Tesalya, Girit, Epir, Bosna ve Budapeşte’de önemli tekke ve zaviyelere açılmıştır. Bu tekke ve zaviyeler İslam dininin yayılmasında öncülük etmiştir.38 Şeyh ve dervişlerin Balkanlar’da kurdukları zaviyeler ve tekkeler aracılığıyla bölgenin Gayri Müslim halkını etkilemekte ve Osmanlı ordusunun bölgeyi fethetmeden önce halkı psikolojik olarak fethe hazır hale getirmekteydiler.
Şeyhler dindeki müsamahalı tutumlarıyla Hıristiyanları Müslümanlaştırdıkları gibi fetih hareketlerine de katılmaktaydılar.39 
    Düzenli ve teşkilatlı ordularla birlikte veya onlardan önce fethe çıkan dervişler kendileri için elverişli yerlere yerleşmiştir.(Sevinç,2007,112)40 Bu dervişler boş toprak bularak kendilerine yer ve yurt edinmişlerdir. Buralara tekke ve zaviyeler inşa etmişlerdir. Tenha tehlikeli geçit noktaları ve geçişleri son derece riskli olan boğazlarda inşa edilen zaviyeler güvenlik noktası oluşturmaktaydı.(Arslan, 2002,213.)41 Balkanlarda kurulan Tekke ve zaviyelerin olduğu kadar Osmanlı hâkimiyeti öncesi İslamiyet’in yayılmasını sağlamak amaçlı tasavvufi akımlarda görülmüştür. Burada Sarı Saltık’tan söz etmeden geçmememiz gerekir. 

    Sarı Saltık Müslümanlar arasında sevilmesi kadar Hıristiyanlarca da sevilmiş birisidir. Mezarının yedi yerde olduğu söylenir. Hatta kilise avlusunda dahi mezarının bulunduğundan bahsedilmesi tasavvuf akımının Balkan milletleri arasındaki yüksek hoşgörünü anlatmaktadır.42 Sarı saltığın Hıristiyanları iki yöntemle Müslüman eder. Ya onlarla birebir savaşır ve mağlup ederek hayatını bağışlar o şekilde Müslüman eder. Yada rahip kıyafeti giyerek istediği manastıra kiliseye gider orada rahip gibi vaaz eder. İnsanları bilgisine hayran bırakır. Daha sonra ise asıl kimliğini açıklar ve hepsi genellikle Müslümanlığı kabul eder. Hatta rahipler bile onu dinler ve Müslüman olurlar.43
Anadolu’da Yeseviliğin yerini alan başında ise Hacı Bektaş-ı Veli’nin bulunduğu Haydariliğin, Hacı Bektaş kültü etrefında gelişen bir kolu Bektaşilik doğmuş ve Rumeli’nin fethiyle beraber Balkanlara geçmişlerdir.44 Bektaşiliğin içerisindeki Şamanist unsurlar da Yesevilik aracılığıyla Anadolu’dan Balkanlara taşınmış oldu. 

6. Osmanlı Devleti’nin Balkan Hıristiyanları Üzerindeki Diğer Politikaları

    Osmanlı Beyliği daha Anadolu’daki yayılması sırasında hiçbir fırsatı kaçırmadığı gibi fethettiği yerlerdeki halkla kaynaşmıştır. Onların dini ve toplumsal işlerine karışmayarak vicdan hürriyetine saygı göstermiş ve ağır vergiler altında ezilen yeni tebaasından belli bir cizye almakla yetinmiş, mevcut kanunlara aykırı olarak hiçbir keyfi uygulamada bulunmamış ve bu keyfiyete de müsaade etmemiştir. Bu sonuçlar neticesinde Osmanlı Türkleri hızlıca ilerlemiş ve fethedilen yerlerdeki halk ise Türk yönetimini kendi yönetimlerine tercih etmişlerdir.45
    
    Ayrıca Osmanlılar, Anadolu’daki Hıristiyanların idare tarzlarını bozmayarak onları kendi himayesi altına aldılarsa aynısını Rumeli’de daha geniş bir şekilde uygulamıştır. Zaten Osmanlıların Balkan fethini kolaylaştıran adil davranış tavrı ve idari siyasetteki inceliğidir. Bizans’ın bozulmuş olan idare sistemi, vergilerin keyfi olması, Rum beylerinin küplerini doldurmak istediği için halkı soyması, asayişsizlik gibi durumlar Balkanların yerli halkını bıktırmıştı. Buna karşılık Türklerin disiplinli hareket etmesi ve fethettikleri yerdeki halka şefkatli olması, vergileri halkın ödeyeceği gücüne göre alması aynı şekilde Ortodoks olan Balkan halkını Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdit edenlere karşı Türklerin Balkan halkının dinine hürmet göstermesi Osmanlı idaresini bir kurtarıcı olarak görmelerini sağlamıştır.46

    Öte yandan devlet teşkilatı ülkenin büyümesine paralel olarak genişlemiştir. Toplum ve devlet ile toprak ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kanunlar yapılmıştır. Adaletin ve barışın hüküm sürdüğü bir dünya ülküsü için mükemmel bir düzenlemeye gidilmiştir. Buna Batılılar Pax Ottomana yani Osmanlı Barışı adını vermişlerdir.47
SONUÇ
 
    Osmanlı Devleti kuruluş devrinde olduğu gibi dervişler vasıtasıyla Balkanlarda da İslam’ı yaymıştır. Ayrıca yapmış olduğu iskan politikasıyla bölgeyi Türkleştirip İslamlaştırmıştır. Böylelikle Osmanlı yöneticileri hem dervişleri kullanarak hem de iskan politikaları yaparak akılcı bir siyaset izlemiştir. Fetih edeceği yerlere önceden dervişleri gönderip halkı psikolojik olarak hazırlaması ve onlara idaresini kabul ettirmesi dervişlerin vazifesinin ne kadar önemli olduğunun bir kere daha ispat edilmiş oldu. Ancak Osmanlı’nın yıllarca Türkleştirmeye ve İslamlaştırmaya çalıştığı Balkanlar ne yazık ki Osmanlı’nın gücünü yitirdiği yıllarda felakete uğradı.

    Balkanlara inen darbeler 1768’de başlayan ve kısa barış aralıkları ile 1877’ye kadar yani yüz yıl devam eden Osmanlı-Rus savaşlarıyla başlamıştır. Batı’nın yardımı ile kazanılan 1853- 1856 Kırım savaşı istisna tutulursa geriye kalan tüm savaşlar Rusya’nın başarısı ile sonuçlanmıştır. Savaşlar sırasında binlerce cami, mescit ve okul yanında şehirler yıkılmış yüz binlerce Müslüman öldürülmüş veya zorla göç ettirilmiştir. 1912-1913 Balkan savaşları ve 1914-1922 Birinci Dünya ve Milli Kurtuluş savaşlarından sonra tahminen yedi milyon Müslüman Anadolu’ya göç etmeye mecbur kaldı. Yunanistan, Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanınca da Müslüman halkı çeşitli yollarla yok etmiş ve sonrada Kuzeye doğru yaymıştır.48

    Böylelikle Balkanlarda çoğunluk olan Müslüman Türkler bu sebeplerden dolayı azınlık durumuna düşmüştür. Böylelikle bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları dışında kalan kısımda halen devam etmekte olan Batı Trakya sorunu oluşmuştur. Günümüz de halen devam etmektedir.
DİPNOTLAR

1 Kubilay Muhammet Özdemir, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, İstanbul 2019. (benimtarihim1923@gmail.com)

2 Ali Ahmetoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2011, s.25: Aktaran; Fatma Rodoplu, “Türklerin Balkanlardaki Manevi Nüfuzu Olan Şeyh ve Dervişlerin Önemi: Demir Baba Örneği”, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, C.2, say:2, 2013,s.117

3 Osman Karatay, “Avar Hakimiyeti ve Balkanların Slavlaşması”, Balkanlar El Kitabı, C.1, Akçağ Yayınları, Ankara, 2013, s.91. Aktaran; Fatma Rodoplu, “Türklerin Balkanlardaki Manevi Nüfuzu Olan Şeyh ve Dervişlerin Önemi: Demir Baba Örneği”, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, C.2, say:2, 2013,s.117-118.

4 Mualla Uydu Yücel, Balkanlarda Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar”, Balkanlar El Kitabı, C.1, Akçağ Yayınları, Ankara, 2013, s.187. Aktaran; Fatma Rodoplu, “Türklerin Balkanlardaki Manevi Nüfuzu Olan Şeyh ve Dervişlerin Önemi: Demir Baba Örneği”, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, C.2, say:2, 2013,s.117-118

5 İnalcık, Halil, “Türkler ve Balkanlar”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan

   Umut, Tika Yayınları, C.2, Ankara, 2016, s.15

6 İnalcık, Halil, “Türkler ve Balkanlar”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan

   Umut, Tika Yayınları, C.2, Ankara, 2016, s.15

7 İnalcık, Halil, “Türkler ve Balkanlar”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan

  Umut, Tika Yayınları, C.2, Ankara, 2016, s.15

8 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.18

9 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.19

10 Engin Zafer, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Türk Dervişlerinin İzleri”, Türkler, C.9, Ankara, 2002, s.107

11 Akgündüz, Ahmet ve Öztürk, Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.34

 12 Akgündüz, Ahmet ve Öztürk, Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.34

13 Halil İnalcık, “Rumeli”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 35, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 2008, s.232.

14 Kemal Haşim Karpat, Balkanlar”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 5, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 1992, s.25 15 Karpat, Kemal Haşim, “Balkanlarda İslam”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.113

16 İnalcık, Halil, “Türkler ve Balkanlar”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan

Umut, Tika Yayınları, C.2, Ankara, 2016, s.16-17

 17 İnalcık, Halil, “Türkler ve Balkanlar”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan

    Umut, Tika Yayınları, C.2, Ankara, 2016, s.17

18 Caner Sancaktar, “Balkanlarda Osmanlı Hakimiyeti ve Siyasal Mirası, Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, C.2, say:2, 2011, s.29

19 Karpat, Kemal Haşim, “Balkanlarda İslam”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı

    Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.113

20 Karpat, Kemal Haşim, “Balkanlarda İslam”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı

    Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.118-119

21 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, YKY, İstanbul, 2009, s.17.

22 Karpat, Kemal Haşim, “Balkanlarda İslam”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı

    Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.114

23Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, YKY, İstanbul, 2009, s.17.

24 İnbaşı, Mehmet, “Balkanlarda Osmanlı Hakimiyeti ve İskân Siyaseti”, Türkler, C.9, Ankara, 2002, s.158. Aktaran; Fatma Rodoplu, “Türklerin Balkanlardaki Manevi Nüfuzu Olan Şeyh ve Dervişlerin Önemi: Demir Baba Örneği”, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, C.2, say:2, 2013,s.119

25 Halil İnalcık, “Rumeli”, Türkiye Diyanet Vakfı, C.35, İstanbul, 2008, s.233

26 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.18

27 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.18

28 Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1991, s. 84. Aktaran; Zafer Erginli, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Türk Dervişlerinin İzleri”, Türkler, C.9 Ankara, 2002,s.2

29 Akgündüz, Ahmet ve Öztürk, Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.35

30 Akgündüz, Ahmet ve Öztürk, Said, a.g.e.,s.35

31 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.18

32 Akgündüz, Ahmet ve Öztürk, Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.35

33 Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Dervişlerin Rolü”, Osmanlı Devleti Kuruluşu Efsaneler ve Gerçekler: Tartışma-Panel Bildirileri, 19 Mart 1999, Ankara, 2005, s.74-75. Aktaran; Fatma Rodoplu, “Türklerin Balkanlardaki Manevi Nüfuzu Olan Şeyh ve Dervişlerin Önemi: Demir Baba Örneği”, Balkan Araştırma

    Enstitüsü Dergisi, C.2, say:2, 2013,s.122.

34 Akgündüz, Ahmet ve Öztürk, Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.35

35 Mikail Bayram, “Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları) ve Fatma Bacı”, Türkler, C.6, Ankara, 1999, s.365


36 Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı İmparatorluğunda Kolonizatör Türk Dervişleri”, Türkler, C.9 Ankara, 2002, s.135


37 Caner Sancaktar, “Balkanlarda Osmanlı Hakimiyeti ve Siyasal Mirası, Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, C.2, say:2, 2011, s.113-114.


38 W.F. Hasluck, Bektaşilik İncelemeleri, çev: Ragıp Hulusi Özden, Yay.Haz. Mehmet Kanar, Say yayınları, İstanbul, 2012, s.38-66. Aktaran; Albayrak, Kadir, “Balkanlar’da Üç Dinin Etkileşimi:Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.358.


39 İnbaşı, Mehmet, “Balkanlarda Osmanlı Hakimiyeti ve İskân Siyaseti”, Türkler, C.9, Ankara, 2002, s.158. 


40 Aktaran; Hasan Karaköse, “Ahiliğin Balkanlara Geçiş Yolları”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, say:82, s.97

41 Köse, a.g.m., s.97

42 İzeti, Balkanlarda Tasavvuf, s.50-51. Aktaran; Albayrak, Kadir, “Balkanlar’da Üç Dinin Etkileşimi:Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.377


43 A.Yaşar Ocak, Sarı Saltık Popüler İslam’ın Balkanlar’daki Destani Öncüsü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2002, s.44. Aktaran; Albayrak, Kadir, “Balkanlar’da Üç Dinin Etkileşimi:Yahudilik, Hıristiyanlık ve

   İslamiyet”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1,

   Ankara, 2016, s.377

44 Ocak, Ahmet Yaşar, Türk Sufiliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996, s.43. Aktaran; Fatma Rodoplu, “Türklerin Balkanlardaki Manevi Nüfuzu Olan Şeyh ve Dervişlerin Önemi: Demir Baba Örneği”, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, C.2, say:2, 2013,s.122

45 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, C.1, b.10, Ankara, 2011, s.182


46 Uzunçarşılı, a.g.e.,182-183

47 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, B.10, Isparta, 2013, s.18

48 Karpat, Kemal Haşim, “Balkanlarda İslam”, Ed: Muhammet Savaş Kafkasyalı, Balkanlarda İslam Miadı  Dolmayan Umut, Tika Yayınları, C.1, Ankara, 2016, s.123

Diğer Yayınlar